23 Aralık 2024 – 2 Şubat 2025 Feminist Gündem Değerlendirmesi

23 Aralık 2024 – 2 Şubat 2025 tarihli toplumsal cinsiyet temalı haberlere baktığımızda görüyoruz ki; kadınlar henüz 2024’ü değerlendirirken; iktidar, 2025’i “Aile Yılı” ilan ederek yılın ilk  tartışmalarının başlamasına vesile oldu. 

2024’ü arkamızda bırakırken…

2010 yılından bu yana kadın cinayetlerinde en yüksek rakamlarla karşı karşı kaldığımız gerçeği bir yanda dururken; geçtiğimiz yılda da erkek ve kadının ücret farkı kapanmadı, hatta kadınların yoğunluklu çalıştığı iş kollarında asgari ücret tavan ücret olarak belirlendi, özel ve kamusal alanda kadına yönelik şiddet arttı, emekli kadınlar yoksullukla mücadele etmeye devam etti, grevlerde buluşan kadın işçilerin bazıları haklarına kavuşurken bazıları eylemlerini sürdürdü, sağlık politikaları kadın bedenini yok saymaya hatta kadın ve insan sağlığına aykırı tutumuyla defalarca kez gündeme geldi.

Türkiye’de 2024 yılında özellikle kadın ve çocuk cinayetleri ve bu davalardaki adalet arayışları gündeme oturdu. 30 Aralık’ta BirGün Gazetesi’nde yayımlanan habere göre, 2024 yılında Türkiye genelinde 421 kadın erkekler tarafından öldürüldü, 77 kadının ölümü ise şüpheli. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ise yayımladığı raporda 259 kadının ölümünün şüpheli olarak kayıtlara geçtiğini belirtti. Raporlarda, cezasızlık algısının arttığı vurgulanırken şüpheli ölümlerin intihar ile üstünün kapatıldığı veya dava süreçlerinin bulandırıldığı da iddaa edildi. Kadınların ve ailelerin adalet arayışlarının yanında, adalet arayanların çıkan sonuçlardan tatmin olmadığı bir tablo da göze çarptı. 

2024 yılı boyunca kadınlar, her defasında güvende olmadıklarını daha sesli bir şekilde dile getirirken adalet arayışının peşinde kadın ve çocuk cinayetleri davalarını uzun soluklu takip ettiler. Türkiye’nin gündemine oturan davalardan biri; Ağustos ayında kaybolan ve cansız bedeni 8 Eylül’de bulunan Narin Güran davası 28 Aralık’ta sonuçlandı. Cinayetin neden ve nasıl işlendiği hâlâ açıklığa kavuşturulmadı. Olay aydınlatılmadan tutuklu sanıklar amca Salim Güran, anne Yüksel Güran ve ağabey Enes Güran’a “iştirak halinde çocuğa karşı kasten öldürme” suçundan müebbet hapis cezası verildi. Davası henüz sonuçlanmayan, Van’da kaybolduktan 18 gün sonra cansız bedeni bulunan 21 yaşındaki üniversite öğrencisi Rojin Kabaiş’in dosyasına ise kısıtlılık kararı getirildi. Dosyadaki kısıtlılık kararının kaldırılması, eksiklerin tespit edilerek davanın sonuca ulaşması hakkında 10 baro ortak bir açıklama yaptı. Rojin Kabaiş’in ailesi ve kadınlar dava sürecini etkin bir şekilde takip ederek dava soruşturmasını gündemde tutmaya devam ediyor. Geçtiğimiz yıllarda ülke gündemine oturan Pınar Gültekin’in faili, korkunç bir şekilde cinayet işleyen Cemal Metin Avcı hakkında verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ise yargıtayın “canavarca his olmaması” açıklamasıyla bozuldu. 

Vahşi şekilde öldürülen kadın cinayetlerine baktığımızda uzun süredir devam eden bir olgusallık görmek mümkün. Bu sürekli artarak devam eden olgusallığın bir sebebi cezasızlık iken diğer bir sebebin de kadına yönelik şiddeti önleme üzerinden bir politikanın olmaması. Siyasi iktidarın ailenin dağılmasının önüne geçmek için takındığı kadına yönelik şiddeti önleme yaklaşımı kadın cinayetlerinde oldukça eksik kalıyor. Öte yandan kadına “had bildiren”, “yerinin” neresi olduğunu gösteren siyaset dili önlemden daha çok kadına şiddeti teşvik ediyor. Deniz Kandiyoti’ye göre tanımadığı kadınların sokak ortasında döven erkekler yeni bir fenomen haline gelmekte. Ayşenur ve İkbal cinayetlerinde ise örneğini gördüğümüz gibi suç sistemden uzaklaştırılarak sadece faile veya psikolojiye yıkılıyor. Şiddet aynı zamanda medya yoluyla, kültür-sanat ortamlarıyla, şarkılarla, dizilerle de tekrardan üretiliyor. Ve tüm bunların sonucunda kadına yönelik şiddet özel ve kamusal alanda kanıksanarak pratik bir karşılık buluyor. 

Bu mücadele ortamının içinde Türkiye’de ve dünya genelinde kadınlar eylemlerine devam ettiler. Türkiye’de Jin, Jiyan, Azadi ile 25 Kasım’da kadınlar sokaklarda yürürken, Afganistan’daki kadınlar Taliban’a karşı protestolar düzenledi, ABD’de kadınlar kürtaj haklarını savundular, Filistinli kadınlar hem savaş ve göç koşulları ile hem de patriyarka ile mücadele etti, İran’da genç kadınlar zorlu başörtüsüne karşı hem bireysel hem kitlesel eylemlerde bulundu, Fransa’da  72 yaşındaki Gisèle Pelicot “Utanç taraf değiştirdi” diyerek yılın kadını seçildi. Dünya genelinde kadınlar Gazze için sokaklara dökülürken; regl izni, aile politikaları, barış, LGBTİ+ ve çocuk hakları, kadına yönelik şiddet, sağlık politikaları, kürtaj, işçi grevleri kadınların gündemleri arasındaydı. 

2025 “Aile Yılı” ve Kadın Hakları

2024 henüz bitmişken Türkiye’deki kadınlar 2025 yılının “Aile Yılı” olarak duyurulması haberleri ile karşı karşıya kaldılar. Feministler, gazeteciler, meclis üyeleri “kadını aileye hapsedemezsiniz” diyerek bu alanda yürütülen politikalara karşı görüşlerini dile getirdiler. 2025 “Aile Yılı”nın ilk ayında ise Aile Destek Programı sonlandırıldı, arabuluculuk ve nafaka meselesi tekrar gündeme geldi, kreş yerine komşu anne sistemi konuşulmaya başlandı. 

Yılın ilk ayında “Aile Destek Programı” sonlandırılırken, nafaka ve arabuluculuk konusunda yeni düzenlemeler tartışmaya açıldı. Arabuluculuk uygulamalarının zorunlu hale getirilmesi ve nafaka hakkının sınırlandırılması, feministler tarafından kadınların ekonomik güvencesizliğine ve erkeklere bağımlı hale getirilmesine yönelik bir adım olarak değerlendirildi. Kadın derneklerinden arabuluculuk ve nafaka düzenlemelerine tepki geldi.

Kreşler konusunda da benzer bir politika izlenerek “Komşu Anne Sistemi” gündeme getirildi. Devletin bakım sorumluluğunu özelleştirerek kadınlara yüklenmesi, sosyal devlet anlayışından uzaklaşıldığının bir göstergesi olarak yorumlandı. Benzer uygulamalar Avrupa’da da bulunmakla birlikte, orada devlet denetimi ve güvencesi altında işlerken Türkiye’de bu programın tarikatlara devredilme riski taşıdığı da belirtiliyor.

“Aile Yılı” ilan edilmesinin arkasında ekonomik krizle bağlantılı bir strateji olduğu yorumları yapılıyor. Kadın istihdamının düşürülmesi ve ev içi emeğinin görünmez hale getirilmesi ile ekonomik sıkıntıların aile içinde “kadın emeği” ile telafi edilmesi hedefleniyor. Aynı zamanda düşük doğurganlık oranlarının bir sorun olarak görüldüğü, nüfus artışını teşvik etmek amacıyla “Aile Yılı”nın devreye sokulduğu tartışılıyor.

Kadın haklarının daraltılmasının yanı sıra LGBTİ+ hakları da “aile” kavramı üzerinden hedef alınıyor. Trans bireyler için ameliyat ve hormon tedavilerine ek zorunluluklar getirilirken, iktidara yakın medya organları bu hastaneleri hedef gösteriyor. LGBTİ+’ların yaşadığı ailelerin güçlendirilmesi ise Aile Yılı’nın gündeminde yer almıyor.

Kadın hareketi içinde yürütülen tartışmalarda “Aile Yılı” uygulamalarının erkeklerin kaybettikleri iktidar alanlarını yeniden tesis etme amacı taşıdığı belirtilirken feministlerin aileyi tamamen reddetmek yerine, aile içinde kadınlar ve LGBTİ+ bireyler için güvenli alanlar yaratma yollarını tartışmaları gerektiği vurgulanıyor. 2016 tarihli Boşanma Komisyonu Raporu’ndan bu yana devam eden süreç, özellikle erkeklerin yaşadığı sorunların öne çıkarılması ve mağduriyet söyleminin belirginleşmesi ile şekillenmiş durumda. Bu tartışmalar küresel düzeyde de ele alınmakla birlikte, Türkiye’de özgün toplumsal ve politik dinamikler çerçevesinde yürütülmekte. Aile kurumunun giderek daha fazla bir suç ve baskı mekanizması içinde konumlandığı yönündeki eleştiriler dikkate alındığında, “Aile Yılı” uygulamasının aileye itibar kazandırma amacını taşıyıp taşımadığı tartışmalı. Feminist perspektiften bakıldığında, ailelerin mevcut yapının dönüşümüne yönelik öneriler içerdiği görülmekte. Bu bağlamda, aile kavramının erkek egemenliğini yeniden tesis etmek amacıyla bir araç olarak kullanılmasına karşı eleştirel bir tutum geliştirilmesi gerekmektedir. Aileler; şiddet, kadın ve çocuk cinayetleri ile gündeme gelirken Aile Yılı’nın en önemli vurgusu aileyi şiddetten kurtarmak olmalı ve aileler; kadınlar, çocuklar ve yaşlılar için güven ve dayanışma alanı olarak güçlendirilmelidir. Eğer iktidar, gerçekten aile içi sorunları çözmeye yönelik bir politika izlemeyi amaçlıyorsa öncelikle aileler içindeki her türlü eşitsizliği önlemeye ve aileleri ekonomik olarak güçlendirmeye odaklanmalıdır.

Ayşe Barım, medya ve gazetecilik

Ayşe Barım hakkında “haksız rekabet”, “şantaj”, “iş ve çalışma hürriyetinin ihlali”, “Vergi Usul Kanunu’na muhalefet” iddialarıyla soruşturma açılmışken; kendisi 12 yıl önceki Gezi Parkı eylemleri gerekçesiyle gözaltına alınarak “hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engellemeye teşebbüse yardım etme” iddiasıyla tutuklandı. Tekelleşme iddiaları ile başlayan iddialar Gezi suçlamaları ile sonlandı. Bundan sonraki süreç ise merak konusu olurken Ayşe Barım meselesini, seküler sermayeyle islami sermayesi arasındaki gerilim olarak okumak da mümkün olabilir. Dizi piyasasındaki sermaye akışına ve dijital piyasa camiasına baktığımızda iktidarın bu platforma giremediği, girmeye çalıştığı görülüyor. Ayşe Barım ise takipçisi olan veya milyonların sevdiği oyuncularla çalışan medya içerisinde güçlü bir figür. İşin içerisinde sermayeye çökme ve sermayeden pay alamama gerilimi faşizmin dozunun artmasına ve korku salmaya bir araç olarak da kullanılıyor. 

Öte yandan medya konusunu Nevşin Mengü, Özlem Gürses, Şirin Payzın’ında aralarında olduğu gazetecilerle beraber değerlendirdiğimizde karşımıza başka bir çerçeve de çıkıyor. Gezi sonrası dönemde eylem ve itiraz kültürünün yok olma aşamasına girdiği değerlendirilirken devlet tarafından korku salarak eleştiri kültürünün hedefe alındığı ve eritilmeye çalıştığı bir tablo ile de karşı karşıya kalıyoruz. Eleştiri kültürünün suça dönüşmesi, olmayan şeylerden suç çıkarılması gibi olgularla faşizm dozu yükselmeye devam ediyor. Devlet, Gezi’den yargılanmak için Osman Kavala gibi bir isim olmana gerek olmadığını da güç göstererek söylüyor. İşini yapan, konuşan, eleştiren, farklı görüş bildiren kadın figürler de bu süreçte hedefe alınıyor. Suç belli değilken verilen ceza ile yargılananları savunan veya savunmayan herkes korkutuluyor, sessizleştiriliyor.