Büşra Üner
“Macaristan’da toplumsal cinsiyet programlarının kapatılması Victor Orban’ın liberal olmayan demokrasisiyle nasıl uyuşuyor? Brezilya’da Jair Bolsonaro okul kitaplarından feminizm, eşcinsellik ve demokratik eğitimci Paul Freire’nin öğretilerine dair her referansı neden kaldırdı? Vladamir Putin Rusya anayasasını yürürlükten kaldırdığında, hükümetinin, ev içi şiddeti suç olmaktan çıkarmasına ve feminist aktivistlere milli değer ve güvenliği tehlikeye atan aşırılar olarak dava açmaya başlamasına neden izin verdi? Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan neden kadınların erkeklerle eşit olamayacağında ısrar etti? Hindistan’ın aşırı milliyetçi başbakanı Narendra Modi üniversitelerin kadın çalışmaları ve sosyal dışlanma çalışmaları merkezlerinin misyonunu neden yeniden tanımlıyor? İtalyan sağcı Matteo Salvini’nin katolikliğinin arkasında neden sınıflarda toplumsal cinsiyet eğitimine savaş açmak yatıyor? Trump’ın kadınlar da dahil beyaz üstünlükçü tabanı nasıl kadın düşmanlığıyla sağlamlaştırılıyor? Neden popülist sağ partiler tüm dünyada demokratik kurumları devirmeye çalışırken toplumsal cinsiyet karşıtı kampanyalar düzenliyorlar? Toplumsal cinsiyet karşıtı tepkiler her zaman bir elden direkt olarak koordine edilmese de en azından birbirinden etkilenen transnasyonal bir hareketi oluşturuyor…Bu karşıt kampanyalarda toplumsal cinsiyetin popülist kullanımının, feminizm, cinsellik, LGBTİ+ hakları ve normal olarak düşünülen sınırların dışındaki her insan temsilini ima ettiğini not etmek önemli.”
Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi’nin Friedrich Ebert Stiftung’un desteğiyle gerçekleştirdiği “Toplumsal Cinsiyet Karşıtlığı ve Feminist Mücadele Deneyimleri” adlı seminer serisinin ilkine konuk olan Joan Wallach Scott 27 Nisan Perşembe günü “Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Tepki” başlıklı konuşmasına bu sorularla başladı. Feminist tarihçiliğin en önemli isimlerinden, toplumsal cinsiyeti tarihsel bir analiz kategorisi olarak tanımladığı “Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi” adlı makalesiyle sosyal bilimler alanında çığır açan Joan Wallach Scott konuşmasında otoriter politikacıların “normal” toplumsal cinsiyet ilişkilerine dönme ısrarının onların iktidarlarını güçlendirme çabalarıyla ilişkili olduğunu savundu ve bu liderlerin yakaladıkları toplumsal desteği anlamak için yatırım yaptıkları toplumsal cinsiyet karşıtlığının psikodinamik ve ideolojik temellerinin ele alınmasının elzem olduğunu belirtti.
Toplumsal cinsiyeti, cinsiyet kimliklerinin toplumsal niteliği ve iktidar ilişkilerinin bir göstereni olarak tanımlayan Scott, konuşmasında üç konuya değindi: üniversitelerdeki toplumsal cinsiyet çalışmalarına yönelik saldırı, toplumsal cinsiyet karşıtı tepkinin ideolojik temelleri, feminist anlayışın erkekliğin inşasını tehdit etme biçimleri.
Neoliberalleşen üniversitede toplumsal cinsiyet, sosyal adalet ve eleştirel düşünce
Scott, 1960’larda ve 1970’lerde kurulmaya başlanan ve bu dönemde cinsel, ırksal ve dinsel yönlerden birbirlerinden farklı öğrencilerin ve azınlık grupların taleplerini karşılayan, onların tarihlerini kaydeden toplumsal cinsiyet çalışmaları programlarının eleştirel bilgi üretiminde kritik bir role sahip olduklarının altını çizdi. Disiplinlerarası araştırmalar yapan toplumsal cinsiyet çalışmalarının var olan evrensel ve bilimsel bilgi üretme biçimlerini sorgulayarak alternatif bilgi üretme biçimleri ortaya koyduğunu ifade etti.
Daha yükseköğretimde mesleki öğretime verilen önemin neoliberalizmle arttığının altını çizen Scott, bu yeni düzende neoliberal üniversitelerin disiplinlerarası programları piyasa taleplerini karşılamak ve bu bağlamda da teknolojik yenilikler yapmak için kullandıklarını belirtti. Bu nedenle bazı disiplinlerarası programların eleştirel yönlerini kaybettiğini söyledi. Üniversitelerin neoliberalleştiği bu süreçte disiplinlerarası bazı programların toplumsal adalet başlığına başvurarak eleştirelliklerini devam ettirebildiğine değinen Scott, toplumsal adaleti öteki olanları gözeten kapsayıcı ve eşitlikçi bir kavram olarak tanımladı. Toplumsal adaleti benimseyen toplumsal cinsiyet programlarının eleştirel düşünce ve etik taahhütlerini eşitlikçi bir anlayışla birleştirebildiğinin altını çizdi. Toplumsal cinsiyet çalışmalarına yönelik artan tepkilerin altındaki temel sebebin toplumsal cinsiyet çalışmalarının politik ve toplumsal düzeni sorgulayan, sarsan eleştirelliği olduğunu vurguladı. 20.yüzyılın sonlarına doğru açılan toplumsal cinsiyet çalışmaları programlarının feministlerin fakültelere daha çok dahil edilmesini sağlayan önemli bir kazanım olduğunun da altını çizdi.
Bir fantezi olarak çekirdek aile ve toplumsal cinsiyet
Çekirdek aile söyleminin toplumsal cinsiyet karşıtı kampanyaların bir merkezi haline geldiğini söyleyen Scott, bu söylemin, feministlerin aileyle ilgili yapmak istedikleri değişim çağrılarını reddettiğini vurguladı. Çekirdek ailenin “hayal edilen, normal” bir aile dayatması olduğunu, bunun ötesindeki aile tanımının toplumsal cinsiyet karşıtlarınca “doğallığa” aykırı görüldüğünü anlattı. Toplumsal cinsiyet karşıtı kampanyaların “doğal görünmeyen” eşcinsel evlilikleri ve LGBTİ+’ları hedef aldığını belirtti.
Çekirdek aileye atfedilen önemin modern devletlerin ve kapitalizmin ortaya çıkışıyla ve sürdürülmesiyle ilgili olduğuna değinen Scott, toplumsal cinsiyet karşıtlarının toplumsal cinsiyeti iktidar ilişkilerine, siyasi otoriteye, aile içi iş bölümüne meydan okuyan bir ideoloji olarak gördüklerinin altını çizdi. Toplumsal cinsiyet karşıtlarının cinsiyetin biyolojiye dayalı olduğunda hemfikir olduklarını ve heteroseksüel aileye dayalı tüm toplumsal düzenin toplumsal cinsiyet sebebiyle çökmesinden endişelendiklerini belirtti. Aynı zamanda, toplumsal cinsiyet karşıtı kampanyalarda din vurgusunun ve toplumsal cinsiyetin pedofiliye, ailenin yıkılmasına, sapkın cinselliğe neden olacağına dair açıklamaların ortak noktalar olduğunu belirtti.
Feminist anlayışın erkekliğin inşasını tehdit etme biçimleri
Otoriter eril figürlerle kurulan ilişkinin psişik yönlerine değinen Scott, ataerkil aile fantezisinin baba figürüne dayandığını ve bu fantezinin kendilerini “mülayim” figürler olarak gösteren otoriter liderler tarafından da kullanıldığını belirtti. Toplumsal cinsiyet karşıtlarının kaybolmuş bir düzenin fantezisini sürdürmeye çalıştıklarını belirten Scott, bu fantezinin ataerkil çekirdek ailenin doğal statüsünü korumak üzere babanın gücünü korumaya dayandığını da söyledi. Otoriter liderlerin tam da bu fantezi üzerinden toplumu itaat altına almaya çalıştığını anlattı.
Otoriter yöneticilerin erillik karşısındaki kazanımları ortadan kaldırmaya çalıştığı bir zamanda olduğumuzun altını çizen Scott, erkeklerin erkeklik fantezisiyle özdeşleşmelerinin yöneticilerin libidinal çekiciliğine dayandığını anlattı. Erkeklik fantezisini temsil eden politikacıların kayıp ve tehdit altında görülen toplumsal düzeni, politik, ekonomik ve cinsiyete dayalı hiyerarşiyi geri getirmeye yönelik bir temsil olarak algılandığının altını çizdi. Neoliberalizm, küresel kapitalizm krizlerinin hız kazandığı düzende belirsizliğin dayanılmaz hale geldiğini anlatan Scott, bu belirsizlik döneminde istikrar arayan otoriter liderler için cinsel farklılığın çekici hale geldiğini belirtti. Politik belirsizlikler ve krizler karşısında toplumsal cinsiyetin anlamlarını sabitleyebilmek için cinselliği, toplumsal cinsiyeti, evliliği, aileyi düzenlemeye çalıştıklarını söyledi. Bu bağlamda toplumsal cinsiyetin eleştirel bakış açısının önemini yeniden vurgularken bunun otoriter politikacılara meydan okumak için önemli bir kaynak olabileceğini belirtti.
Scott, bir yandan toplumsal cinsiyet çalışmaları programlarının kapatılmasının feministlerin kazanımları açısından korkutucu olduğunu ifade ederken, öte yandan da, toplumsal cinsiyet karşıtlarının toplumsal cinsiyetin belirsizliğinden korkmasının aslında feministlerin kazanımlarının, meydan okumalarının önemli bir göstergesi olduğunun altını çizdi.