Kamu Spotu Üzerine Sağlık Bakanlığı’na Bir Soru: Başardık mı?

Türkü Su Sakarya / 6 Ekim 2024

4 Ekim 2024 tarihinde T.C. Sağlık Bakanlığı, Instagram hesabından paylaştığı “Annecim başardık” başlıklı kamu spotu ile #DoğalOlanNormalDoğum diyerek doğuma dair bir “farkındalık” yaratmaya çalıştı.[1] Bir kez daha[2] Sağlık Bakanlığı’nın toplumu bilinçlendirme ve yönlendirme çalışmasını eline yüzüne bulaştırdığına şahit olduk. Kadınlar, anneler, doktorlar, psikologlar sosyal medya paylaşımları ile bu videoya haklı eleştirilerini dile getirdiler. Tüm bu eleştirilere ve alanında uzman kişilerin uyarılarına rağmen video halen yayımlanmaya devam ediyor.

Okul öncesi öğretmenliği bölümü mezunu ve sadece üç yıldır yuva eğitmeni olarak meslek hayatına devam eden, son zamanlarda bağlanma temelli ebeveynliğe ilgi duyan ve bu konuya dair araştırmalar yapan bir eğitimci olarak bu yazıyı yazmanın derin ihtiyacını hissettim. Konuya dair uzmanlıkları olan doktorları, psikologları ve eğitimcileri de Sağlık Bakanlığı’nın yapamadığını yapmaya; hamilelik ve doğum gibi dallı budaklı oldukça hassas ve kıymetli bir konuyu enlemesine tartışmaya, toplumu bilgilendirmeye ve kadınların kendilerini ilgilendiren her alanda kendi kararlarını aldığı bir toplum kurma yolunda çalışmaya davet ediyorum. Sosyal devletimizin Bakanlığı bu konu hakkındaki çalışmasıyla doğum yapacak kadınlara ve bebek bekleyen ailelere değil; kadınları düşmanlaştıran ve kadınlara temeli olmayan sorumluluklar atayan ataerkil zihniyete hizmet etmiştir. Kendilerinin acil bir müdahaleye ve silkelenmeye ihtiyaçları olduğu; korkunç kamu spotları yayma çalışmaları yerine görevlerini yerine getirmeleri gerektiği kanısındayım. Bu yazıda da dilim döndüğünce hamilelik sürecinden, doğum tercihlerinden, devletin bu konuda alması gereken sorumluluktan bahsedeceğim.

Öncelikle belirtmem gerekir ki, bu kamu spotu ile karşılaştığım sırada altını çizerek, notlar alarak okuduğum “Kalpten Bağlı: Bağlanma Temelli Ebeveynlik Eşliğinde Şefkatle Çocuk Yetiştirme Rehberi”[3] adlı kitap bu yazıyı yazmam konusunda beni oldukça cesaretlendirdi. Bunun yanı sıra üç yıldır çalıştığım aileler, annem, yeni anne olmuş akraba ve arkadaşlarımın yaşadıklarına yakından şahit olan bir kadın olarak Sağlık Bakanlığı’nın yaydığı rezalete bir dur demek; inandığım ölçüde ve bilgim dahilinde doğru olanları sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü inanıyorum ki, hayatın her alanında olduğu gibi hamilelik ve doğum alanında da gerekli eğitime ulaşabilen kadınlar kendileri ve çocukları için en doğru kararı verecek kişilerdir. Kadın dayanışmasını bu alanda da yaşatmanın, kadınlık deneyiminin oldukça zor yaşandığı hamilelik ve annelik sürecinde olan birçok kadına mücadelelerinde güç vereceğine ve onlara yalnız olmadıklarını hatırlatacağına eminim.

Türkiye’de yakın döneme baktığımızda 2016 yılından itibaren Emine Erdoğan’ın Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı’na (TÜSEB) bağlı “Doğum Şekli Tercihinin Multidisipliner İrdelenmesi Çalıştayı” gibi çalışmalara katıldığını görebiliyoruz.[4] Kendisi sezaryen doğumun artık bir zorunluluktan çıktığı tercihe dayalı bir doğum yolu olduğunu eleştirerek aslolanın “normal doğum” olduğunu savunuyor. Burada Türkiye’deki sezaryen doğum oranının %53’lere çıkarak Avrupa’daki en yüksek orana sahip olmasının bu çalışmaları başlatmasında büyük bir payı var. Son yıllarda yapılan araştırmalar ise gösteriyor ki 2022 yılında Türkiye’de sezaryen oranları %62,8’e kadar yükselmişken, özel hastanelerde bu oran %78 civarında.[5] Dünya Sağlık Örgütü’nün bir ülkede öngördüğü ideal sezaryen oranının %15 olduğunu göz önüne aldığımızda Türkiye’deki oranın beklenenin üstünde olduğunu söylemek tabii ki mümkün. Özel hastanelerde bu oranın daha çok artması sebebiyle gereksiz sezaryen yapan hastanelere ceza verileceği haberi de bu çalışmalarda verilmişti. Peki, sezaryen doğum oranını düşürmenin yolu hastanelere ceza vermek mi, Cumhurbaşkanı’nın kürtaj ve sezaryen için “cinayet” yorumunda bulunması[6] mı yoksa toplumu travmatize eden bilimden uzak kamu spotları yayımlamak mı? Şaşırtıcı bir haberim var: Başka bir dünya mümkün…

Öncelikle normal doğum değil vajinal doğum diyerek, Sağlık Bakanlığı’nı bilim dünyasının “çığır açan” kavramlarından biriyle tanıştırmak isterim. Vajinal doğumun anne ve bebek için en sağlıklı yol olduğunu dile getiren çalışmalarda; vajinal doğum en az tıbbi ve cerrahi müdahale gerektiren, annenin ve bebeğin bilincinin yerinde olduğu, annenin doğum sürecine dahil olabildiği, gerektiğinde istediği pozisyonlara girerek kendi doğum sürecini planlayabildiği ve en rahat doğumu kendi yordamıyla bulabildiği doğum yöntemi olduğu için önerilir. Bebeğin dünyaya geldiği ilk anda bilinci açık bir annenin sıcak kucağına temas ettiği ve memeyi kendi bularak emdiği; bebeğin dünya ile kurduğu ilk temasının bebek ve anne için bağlanmayı güçlendiren bir an olduğu savunulur. Uzmanların bu yolu önermesi, bu birleşmenin gerçekleşmediği anlarda veya anne vajinal doğum yapmadığında bağlanmanın kurulamayacağı, annenin hata yaptığı anlamına kesinlikle gelmiyor. Bağlanma tek bir anla sınırlı değildir, upuzun bir yolculuktur ve burada asıl önemli olan annenin ve bebeğin baskılardan uzak güvende hissettiği bir doğum ve yaşam alanıdır. Vajinal doğumun hakkını yemeden gerçeklerden konuşmamız gerekirse, her şey anlatıldığı gibi kusursuz gerçekleşmeyebiliyor. Peggy O’Mara diyor ki, “Şunu kabul edelim: Her şeyi doğru yapsanız da (doğru gıdaları alsanız, doğru kitapları okursanız ve doğru uzmanlarla görüşseniz de) hamilelik sürecini ve doğumu kontrol edemezsiniz. Bu yüzden, işler beklenildiği gibi gitmediğinde kendinizi sorumlu tutabilirsiniz. Aslında doğum yapmanın tek bir doğru yolu yoktur. Doğum bir yarışma değildir.”[7]

Kusursuz doğum veya kusursuz anne diye bir şey yoktur. Bu dayatma yıllardır aile kavramını siyasi olarak bir koz olarak kullanan iktidarın hizmet ettiği ataerkil düzenin altı boş bir yakıştırmasıdır. Ataerkil toplumun kurduğu bu baskı, dünyaya bebek getiren annelerin ruhsal ve duygusal sağlıklarına da zarar vermeye devam ediyor.[8] “Doğurgan” kadınlar, çocukluklarından beri buna hazırlanmışlar gibi hop diye çocuk fırlatmıyorlar. Hamilelik ve doğum sürecinin arkasında yatan duygusal ve ruhsal hazırlığın yanı sıra, annenin ve bebeğin sağlığının yanında bedenleri de karar almada büyük bir rol oynuyor. Annenin daha öncesinde rahminden geçirdiği ameliyatların, ileri düzey bel fıtığının, pelvis kemiğindeki ortopedik ve nörolojik engellerin, annenin ruhsal durumunun yanında bebeğin ters gelmesi, bebeğin kilosu, ikiz veya çoklu bebekler, bebeğin oksijensiz kalma ihtimali gibi sebepler anneleri ve hekimleri sezaryen doğumu tercih etmeye yöneltebilir.[9] Sakarya Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma ise sezaryen doğumun tercih edilme sebeplerine dair şunları söylüyor: “Olası bazı sebepler; ileri anne yaşı, nulliparite, obezitenin artması, sancı korkusu, vajinal doğum sonrası genital değişiklikler ile ilgili endişeler, sezaryen doğumun bebek için daha güvenli olduğuna dair yanılgı, hem anne hem de sağlık profesyonelleri için daha uygun bir yöntem olması düşüncesi, tıbbi dava korkusu, tamamen sağlıklı bir bebeğe kavuşma arzusu ile her türlü komplikasyon veya olası olumsuz sonuca karşı azalmış tolerans olarak sıralanmaktadır.”[10] Araştırma kadınların korkularının, yaşamlarının, sosyal ve kültürel inançlarının da rol oynadığını öne sürerek ekliyor: “Bu karmaşık senaryoda yalnızca tıbbi etmenleri göz önüne almak, gereksiz sezaryen doğumları azaltmak için muhtemelen yetersiz olacaktır.”[11]

Sezaryen doğumun olası etkileri arasında başlıca görülen enfeksiyonlar, bakteri üremeleri gibi durumlarla ilgili ise; yapılan çalışmalardan veya hekiminize danışarak detaylı bilgi alabilirsiniz. Lütfen doğum tercihleri ile ilgili bütün bilgilere araştırarak ve hekiminize danışarak bir karara varınız. Bu yazının amacı doğumla ilgili tüm tıbbi bilgileri vermek değildir, aileleri araştırmaya teşvik etmektir. Her annenin, her doğumun biricik ve eşsiz olduğunu hatırlatarak; bu yazı ile sınırlı kalmamanızı sizlere özellikle tavsiye ediyorum. Tıp endüstrisinin şekillendirdiği bilgilerin, hastanelerin ve doktorların performans kaygılarının, ameliyat fiyatlarının farkında olarak kararın yalnızca bireysel bir karar olduğu toz pembe yalanının altına sığınmadan “olabildiğince” bilinçli bir değerlendirme yapılması gerektiğini söylemek zorundayım. Sonrasında kararın, öncelikli ve ağırlıklı olarak anneye, ardından hekime ve babaya ait olduğuna inanıyorum. Anne kendi bedeninde ve doğumunda söz sahibidir. Annenin vajinal doğum tercihi bir başarı veya sezaryen doğum tercihi/zorunluluğu bir başarısızlık değildir.

Bunların yanında belli araştırmalar söylüyor ki özel hastanelerin sezaryen doğum üzerinden daha fazla para kazanıyor olması -kimi zaman annelere ilk çocuğu sezaryen doğurduysanız ikinci çocuğu da sezaryen doğurmalısınız diyerek yanlış bilgi verilmesi- bu yöntemin artışındaki sebeplerden biri.[12] Bunların yanında doğumun yapıldığı hastane, hekimin cinsiyeti, hekimin özel sektörde (ekonomik kazanç yanında zamanı iyi kullanma baskısı altında) çalışması sezaryen doğuma teşviği artırabilen etmenler arasında sayılıyor.[13] Karşı karşıya kaldığımız kamu spotunda ise sorumluluk bahsi geçen hekimlere, hastanelere, tıp kurumlarına değil sadece kadınlara yükleniyor. Tabii bunlar sadece bir araştırmadan çıkan sonuçları kapsıyor, işini hakkıyla yapan aileleri bilgilendiren ve onlara güvenli bir alan sağlayarak karar almalarına yardımcı olan birçok hekimin olduğunu da unutmamak gerekiyor. “Kalpten Bağlı: Bağlanma Temelli Ebeveynlik Eşliğinde Şefkatle Çocuk Yetiştirme Rehberi” adlı kitapta Türkiye’de anne dostu hastane unvanı almış devlet hastanelerinin listesi aileler ile paylaşılıyor.[14]

Son olarak devletin anneleri başarısız hissettiren, tıbbi imkanları kötüleyen ve sezaryen doğumu bebek için travmatik bir anmış gibi yansıtan kamu spotu yayımlamak yerine sorumluluklarından bahsetmem gerekirse, en başta gelen dev hizmet tahmin ettiğiniz üzere eğitim. Ailelerin doğum süreci, yenidoğan bakımı ve ebeveyn uygulamaları konusunda ücretsiz eğitim alması hayatidir. Ailelerin kulaktan dolma bilgilerle hareket etmemesi, son moda trendlere inanmaması, altı boş geleneklerin hayatın önüne geçmemesi, annelerin kendilerini bir yarıştaymış veya “damızlıkmış” gibi hissetmemeleri, babaların en az anneler kadar bu işin parçası oldukları gerçeğinin farkına varmaları için nitelikli bir eğitime erişim sağlanması şart. Sağlıklı bir hamilelik süreci için ailelerin sağlıklı gıdaya ulaşması, egzersiz yapmaları için gerekli koşulların sağlanması da devletin sorumluluğudur. Yaşadığımız ekonomik kriz içerisinde bebek bekleyen ailelerin en temelde sağlıklı bir yaşam sürecek maddi desteği ve olanağı yokken; bir bebeğin ağzından travmatize eden çığlıklarla “Anne, anne…” diye seslendiği bir video yayımlamak, devletin kendi sorumluluğunu yerine getirmeden, tercihi annelik yarışına bırakmış, kadını suçlayan ideolojik bir hamle olmuştur. Aynı zamanda ailelerle yapılan sağlıklı doğum çalışmalarını, hekimlerin gayretini, eğitimcilerin çabalarını da lekelemiştir. Devlet öncelikle aileleri doğuma hazırlayacak ruhsal ve duygusal destekleri sunmalı, yerel bölgelerdeki hastanelerdeki altyapıyı güçlendirmeli, buralarda çalışan doktorların ve uzmanların çalışma koşullarını düzenleyerek onları ailelere yol gösterecek uzmanlar olarak her anlamda yetiştirmeli ve desteklemelidir. Bu eğitimler, hastaneler, hekimler; sosyo-ekonomik durumu, etnik kökeni, aile yapısı fark etmeksizin her aile için erişilebilir olmalıdır.

Hamilelik, doğum ve ebeveynlik eğitimlerinin; sağlıklı ailelerin sağlıklı çocuklarının dünyaya gelebildiği, yoksullukla sınanmayan bir toplumun, ulaşılabilir, eşit, güvenli ve destekleyici sağlık hizmetlerinin lüks olmadığı bir dünya umuduyla…

 

 

 

 

[1] Videoya şu linkten erişebilirsiniz. https://www.instagram.com/saglikbakanligi/reel/DAqzGTTo7E0/

[2] Pandemi döneminde Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü politikalar ve Türk Tabipler Birliği’nin açıklamaları için bkz. https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-54196086

[3] Barbara Nicholson ve Lysa Parker; Yiğit Ataman (çev.), Kalpten Bağlı Bağlanma Temelli Ebeveynlik Eşliğinde Şefkatle Çocuk Yetiştirme Rehberi, 2022.

[4] Haber için bkz. https://www.saglik.gov.tr/TR,13458/sezaryen-oranlari-gereksiz-yuksek-olan-hastaneleri-cezalandiracagiz.html

[5] Haberin tamamı için bkz. https://www.timeturk.com/saglik/saglik-bakanligi-sezaryen-oranlarini-dusurmek-icin-normal-dogumu-tesvik-ediyor-video-1794532

[6] Haberin tamamı için bkz. https://www.cnnturk.com/guncel/erdogandan-kurtaj-ve-sezaryen-yorumu-323576

[7] Barbara Nicholson ve Lysa Parker; Yiğit Ataman (çev.), Kalpten Bağlı Bağlanma Temelli Ebeveynlik Eşliğinde Şefkatle Çocuk Yetiştirme Rehberi, 2022, syf. 31.

[8] Haber için bkz. https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-54196086

[9] Dr. Serap Kayser Koynakçı ve Dr. Bülent Kılıç, Sezeryanla doğumlar artıyor., 2002. https://www.ttb.org.tr/sted/sted0802/sezaryen.pdf

[10] Muhlise Demirbaş, Türkiye’de ve Dünyada Değişen Sezaryen Sıklığı ve Olası Nedenleri, 2017. https://www.acarindex.com/pdfs/864703

[11] Adı geçen makale için bkz. https://www.acarindex.com/pdfs/864703

[12] Adı geçen makale için bkz. https://www.ttb.org.tr/sted/sted0802/sezaryen.pdf

[13] Adı geçen makale için bkz. https://www.ttb.org.tr/sted/sted0802/sezaryen.pdf

[14]Türkiye’de anne dostu ünvanı almış hastanelerin listesi için bkz. https://khgmsaglikhizmetleridb.saglik.gov.tr/TR,42835/anne-dostu-hastane-listesi.html