Bir ay önce gerçekleşen, Türkiye ve Suriye coğrafyalarını derinden etkileyen depremlerin yıkıntıları arasında karşılıyoruz bu sene 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü. Yıkıntılar sadece molozlardan ibaret değil. Kaybettiğimiz canları, bir anda değişen yaşamları, hayatta kalsa bile yerinden yurdundan olan insanları, çokkültürlü yapısı değişen şehirleri sadece rakamlarla ifade etmek mümkün değil. Bu felaket karşısında derin bir üzüntü içindeyiz.
Bu yıkımın büyüklüğünün ve derinliğinin bize gösterdiklerini dillendirmek sorumluluğumuz: Yıkım doğal değil politik! Çünkü bu yıkım insan yaşamına, refahına ve sağlığına yatırım yapmayan devlet politikalarının ürünü. Türkiye’de 10 ili etkileyen bu deprem, inşaata ve ranta dayalı kapitalist büyümenin yıkıcı sonuçlarını gözler önüne seriyor. Militarist politikalara ve savaşa yapılan yatırımlar, öldürmeye değil yaşatmaya yapılmış olsa kaybedilen kaç canın aramızda olabileceğini gösteriyor. Devlet, depremin kader olduğuna inanmamızı beklese de bu yıkım bize kindar ve dindar nesiller yetiştirmek için seferber edilen bütçenin aydınlanmacı ve özgürlükçü bir toplum kurmak için kullanılmasının önemini hatırlatıyor.
Deprem herkesi aynı şekilde etkilemiyor; toplumdaki cinsiyet eşitsizliği deprem sonrasında da giderek derinleşiyor. Deprem bölgesinde kadınlar hijyen ve cinsel sağlık ürünlerine erişimde sorunlar yaşıyor. Geçici barınma yerlerinin güvensizliği kadınları her türlü şiddete açık hale getiriyor. Halihazırda kadınların üzerinde olan çocuk, hasta ve yaşlı bakımı sorumluluğu daha da artıyor. Kadınların ve LGBTİQ+ların yardımlara ya da halihazırda yetersiz olan konaklama imkanlarına erişim konusunda ayrımcılığa uğradığına tanık olurken deprem öncesinde toplumda var olan her türlü eşitsizliğin katlanarak arttığını görüyoruz. Deprem bölgesinden ganimet toplayan, evleri, dükkanları yağmalayanların işlediği suçlar mültecilerin üstüne yıkılmaya çalışılıyor; mülteciler saldırı ve linçlere maruz kalıyor. Deprem sonrasında yetim ve refakatsiz kalan çocuklar büyük güvenlik sorunları yaşıyor. Enkazdan çıkarılan çocuklar, “mucize” kurtarış haberlerine konu edilirken fotoğrafları medyada paylaşılıyor ve organ mafyaları, çocuk kaçakçıları gibi suç örgütlerinin hedefi haline getiriliyor. Yetkililer tersini söylese de refakatsiz kalan pek çok çocuğun dini tarikat ve cemaatlere teslim edildiğine dair bilgiler geliyor. Tarikat ve cemaatler, kadın ve çocuk haklarıyla ilgili pek çok suçun konusu olmuşken depremzede çocukların buraya teslim edilmesinin nasıl korkutucu sonuçlar yaratacağını tahmin etmek güç değil. Deprem bölgesinden etkilenen coğrafya Kürtlerin ve Alevilerin ağırlıklı olarak yaşadığı yerler. Buradaki Kürt, Alevi çocukların Sünni İslamcı tarikatlara teslim edilmesi asimilasyonla da karşı karşıya kalacaklarını gösteriyor. Depremin Suriye’deki etkileri ise Türkiye toplumunda yeterince gündem olmuyor. Halihazırda savaş koşullarında olan Suriye’de hayatta kalma mücadelesinin zorlukları çok daha sert yaşanıyor. Türkiye ise yanındaki coğrafyaya dayanışma eli uzatmak yerine savaş politikalarını sürdürüyor.
Yaşanan felaketten, depremle ilgili uyarılara rağmen gerekli önlemleri almayıp yurttaşların kaynaklarını ranta, savaşa aktarmayı tercih etmiş devlet organizasyonunun birinci derecede sorumlu olduğu açık. Siyasal partiler, yerel yönetimler de bu politikalara karşı alternatifler geliştirmedikleri, depremin yıkımını önlemek için etkili kampanyalar yürütmedikleri için bu felaketten sorumlular. Tüm bu yaşananlar bize Türkiye’nin bir deprem bölgesi olduğunu hatırlatmakla kalmadı, toplumsal eşitsizlikleri merkeze alan, cinsiyet eşitliğini ve çocuk haklarını temel alan bir afet planlama yaklaşımının ve şehirlerin kültürel çoğulcu yapısını koruyarak yeniden kurulmasının önemini gösterdi.
6 Şubat depremleri sonrası Türkiye’nin farklı yerlerinden örgütlenen dayanışma kampanyaları, pek çok kadın, LGBTİQ+ ve çocuk odaklı sivil dayanışma odaklarının çabası, emeği ve inadı bize nereden başlamak gerektiğini söylüyor. Yıkıntılar arasında çoğalan bu dayanışmadan aldığımız güçle karşılıyoruz 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü. Depremde yaşamını kaybeden her canlının anısı önünde saygıyla eğilirken toplumdaki dayanışmanın giderek büyümesi umuduyla her sınıftan, ırktan, etnik kimlikten, inançtan, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinden kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyoruz.
Feminist Kadın Çevresi