Podcast Mecrasına Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Bakmak ve K’nın Sesi Deneyimi

Duygu Dalyanoğlu

Pandeminin ve pandemi döneminde yayına başlayan K’nın Sesi podcast kanalının ortaya çıkmasının birinci yılı doldu. 2. sezonumuzun ortasına geldik ve bir sezon arası verdik. Ben de tüm bu süreçte Türkiye’de son yıllarda hem üretim hem de dinleme açısından gelişen podcast alanında toplumsal cinsiyet odaklı bir yayın yapmak hakkındaki gözlemlerimi ve deneyimlerimi kaleme almak istedim. Bu yazıda podcast alanındaki üretme ve dinleme dinamiklerini toplumsal cinsiyet perspektifi ile değerlendirmeyi, bu alanın toplumsal cinsiyet gündemine ne kadar alan açtığını, sivil toplum ve sanat alanında podcast üretiminin imkanlarını ve Türkiye özelinde K’nın Sesi’nin nerede durduğunu ve kime, nasıl hitap ettiğini ele alacağım.

 Podcast Mecrası Üzerine

 Podcast adı, 2004 yılında Guardian gazetesi yazarlarından Ben Hammersley’in önerisiyle iPod ve Türkçe’de yayın anlamına gelen broadcast kelimelerinin birleştirilmesinden geliyor.[1] Podcast, genel manada radyo programlarına benzetebilir fakat içinde, radyo yayıncılığından farklılaşan ve son 15 yıl içinde gelişen pek çok özelliği barındırıyor. Bunları en basit şekilde kelimelere dökmeye çalışırsak podcast’i canlı yayın olarak sunulmayan, seri halinde yayımlanmış ses dosyaları şekilde tanımlayabiliriz. Yıllar içinde pek çok farklı türde ve çok çeşitli konuları işleyen bu podcast’ler hem çevrimiçi hem de indirilerek internet bağlantısı olmadan dinlenebiliyor. Bugün podcast dinlemek günlük bir faaliyete dönüşmüş durumda ve birbirinden farklı pek çok formatta podcast yayınına ulaşmak mümkün. Günümüzde dünya çapında podcast dinleme alışkanlıklarının geldiği noktayı anlamak için Buzzsprout adlı podcast hosting firmasının Mart 2021 verilerine bakalım: İstatistiklere göre aylık podcast dinleme/indirme sayısı tüm dünyada 85.171.801’e ulaşmış, Türkiye ise bu rakamın % 1,1’i ile en çok podcast dinlenen 12. ülke olmuş.[2] Yıllar içinde artan bu podcast dinleme alışkanlığı sadece podcast’in radyoya kıyasla daha esnek bir dinleme pratiğini mümkün kılması ile açıklanamaz. 2018 yılında çıkan Podcasting: New Aural Cultures and Digital Media adlı kitabın giriş bölümünde kitap editörlerinin tartıştığı etkenleri özetleyecek olursam:

  • Mecranın yazılı kültürden daha gelişkin bir biçimde düşünce, ses ve metni melez bir biçimde bir araya getiren, kendine has bir dili teşvik etmesi.
  • Bu dilin bir dergi veya blog’daki yazılı kültürden öte bir düşünce alışverişini mümkün kılması.
  • Bu düşünce alışverişini konuşma dilinde, informal, kişisel ve destekleyici bir atmosferde yapması.
  • Dinleyicinin istediği şekilde (otururken, yürürken, yemek pişirirken vs.) ve istediği araçla (masaüstü bilgisayardan, telefondan, araba hoparlöründen vs.) dinlemesine olanak vermesi.
  • Dinleyicinin merak ettiği herhangi bir konu üzerine podcast üreticisi ile derin bir bağ kurabilmesini sağlaması ve bunu dinleyiciyi hem içsel hem dışsal açıdan işitsel bir deneyime sokarak yaptığı için dinleyicinin algı dünyasına nüfus etmesi[3].

 Tüm bu etkenler, dinleyicilerin podcast üreticilerinin ilgi alanlarına, yaşamlarına, sunumlarına, hikayelerine ve deneyimlerine katılımıdan ziyade dahiliyetini teşvik eden unsurlar diyebiliriz. Fakat podcast mecrası geliştikçe dinleyicinin kamusal alanda katılımına alan açan örnekler de artmış durumda. Mesela dünyada en çok podcast üretilen ve dinlenen ABD’de dinleyicilerin “sesli mesaj” yoluyla kendi deneyimlerini, hikayelerini ve geri bildirimlerini paylaşmaları ve bu mesajların bazen kurmaca (fiction) bazen de kurmaca dışı (non-fiction) formatlarla podcast bölümlerinin içerisinde yer almasına sık rastlanıyor. Bunun yanı sıra seri halinde yayımlanan ses tiyatrosu, role-playing veya hikaye formatlarında yayımlanan içerikler, dinleyicilerin öykü ve karakter gelişimine katkı sunduğu; sesli podcast içeriğini çizim ya da video yoluyla başka bir boyuta taşıdığı forum ortamlarına da alan açıyor.[4]

Podcast’e artan ilgiyi sadece dinleyici deneyiminden doğru açıklamak eksik kalacaktır. Üretim alanındaki esneklik ve kolaylığa da vurgu yapmak gerekiyor. Podcast’in bir radyo stüdyosuna ihtiyaç duymadan yıllar içinde gelişen, evden ve uzaktan kayıt imkanları ile herkesin üretmesine imkan veren rahat ve açık bir form olması da yıllar içinde podcast çeşitliliğini arttırmış durumda.

Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Podcast Mecrası: Olanaklar ve Sınırlar

Peki podcast mecrasına toplumsal cinsiyet perspektifinden bakarsak durum nasıl? Yukarıda genel hatları ile özetlemeye çalıştığım etkenlerin kadınların, LGBTİ+ların ve kendini ikili cinsiyet sistemi dışında tanımlayan non-binary’lerin gündemlerine ve deneyimlerine alan açan, onları görünür kılan ve tüm dünyada yükselen toplumsal cinsiyet karşıtı hareket karşısında güçlendiren bir mecra olduğunu söyleyebilir miyiz? Duisburg-Essen Üniversitesi öğretim üyesi Julia Hoydis, Gender Forum adlı derginin “Feminism, Gender, and Podcast Studies” başlıklı, farklı podcast örneklerinin incelendiği özel sayısının giriş bölümünde benzer bir soruyu şöyle cevaplıyor: “Podcast mecrası sözlü kültüre ve dinleyici katılımına alan açma, toplumsal cinsiyet ile ilgili herhangi bir konuda yorum, düşünce ve bilgiyi samimi ve özgün bir biçimde sunma ve bunu ana akım medyanın yayın politikalarından ya da ticari kaygılarından azade bir biçimde yapma potansiyeline sahiptir”[5]. Bu bağlamda Hoydis podcast içeriğinde yer alan kişisel ve gündelik deneyimlerden hareketle ikinci dalga feminist hareketin “özel olan politiktir” söyleminin, dijital dünyada ve pandeminin yarattığı zorunlu sosyal mesafe ve izolasyon koşullarında yeni bir anlam kazandığını öne sürüyor. Girl Boss, Call Your Girlfriend, How to be a Girl, The Guilty Feminist, Stuff Mom Never Told You gibi feministlere, kadınlara ait podcast kanallarını örnek vererek, bu programları kadın gündeminin ve hatta bazen toplum nezdinde tabu olan toplumsal cinsiyet gündemlerinin tartışıldığı alanlar olarak ele alıyor. Podcast mecrasının ortaya ilk çıktığı dönemde, ABD’de yapılan bir araştırma benzer bir bulguyu LGBTİ+ deneyimi çerçevesinde de ortaya koyuyor. 2004-2007 yılları arasında, LGBTİ+ deneyimini merkeze alarak yayın yapan 85 farklı podcast kanalının içeriğini ve dinleyici kitlesini niteliksel araştırma yöntemleriyle inceleyen Kathleen P. King ve Sharon R. Sanquist podcast mecrasının birinci dalgasının LGBTİ+ların kamusal alandaki varoluşlarına alan açtığı ve onları güçlendirdiği sonucuna varıyor. Hem içerik üretenlerin hem de dinleyenlerin cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim açısından kendi karakterlerini ve seslerini bulmalarında podcast yayınlarının oldukça etkili olduğunu örneklerle açıklıyor. Mesela sadece sesle var olmanın mümkün olduğu bir mecrada bunu tercih eden, çevresine cinsiyet kimliği ya da cinsel yönelimi konusunda açılmamış kişilerin kimliği açık etmeden anonim kalabildiği güvenli bir ortama imkan vermesi…[6]

Peki mecranın tüm bu imkanları dünyada ve Türkiye’de toplumsal cinsiyet perspektifiyle üretilmiş podcast yayınlarının arttığını; kadınların, LGBTİ+ların ve non-binary’lerin bu alanda daha çok temsil edildiği anlamına geliyor mu? Her ne kadar gün geçtikçe podcast alanında cinsiyet çeşitliliği artsa da en çok podcast dinlenen Spotify ve Apple Podcasts platformlarının en çok dinlenenler kategorilerine ya da tematik kategorilerine baktığımızda yine erkekler tarafından üretilmiş içeriklerin yoğunluğunu görüyoruz. Üreticilerin cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi üzerine yapılan niceliksel çalışma eksikliği bunun akademik bir ilgi alanının dahi parçası olmadığını gösteriyor. Yine de durumun sinema ve tiyatro gibi erkek egemen alanlardan bağımsız olmadığını söylemek mümkün.[7] Mesela Türkiye’de “en çok dinlenen podcast’ler” listelerinin ilk 100 podcast’ini tek tek incelediğimde Spotify’da kadınların ürettiği içeriklerin %25 oranında olduğunu Apple Podcastler’de ise bu oranın %19’a düştüğünü fark ettim.[8] Bu verileri podcast alanına özgü koşullar açısından değerlendirmek gerekirse “Women in Podcasting: We Should Tune In”[9] adlı yakın zamanda yayınlanan bir makale kadınların podcast alanında daha az temsil edilmesinin mecraya özgü nedenlerini teknik alanın erkek egemen olması ve podcast içeriklerinde yer alan sesin kime ait olduğu ekseninde tartışıyor. Bu iki unsuru açmak gerekirse:

  • Teknik alanın erkek egemen olması: Podcast üretiminin ses kaydı, montajı, miksi ve tasarımını merkeze alan bir mecra olduğu göz önüne alındığında bu teknik bilginin kadınların kendini geliştirebileceği bir şekilde yaygınlaştırılmaması.
  • Ses tonuna dönük önyargılı yaklaşım: Yapılan çalışmalar dinleyicilerde erkeklere özgü olarak kodlanan kalın sesin kadınlara özgü olduğu düşünülen ince sese oranla daha güvenilir, baskın ve ikna edici olduğuna dair bir önyargı olduğundan bahsediyor. Örneğin bazen erkeklere kıyasla daha ince sesli olan kadın sunucuların ya da seslendirme sanatçılarının ya da yeterince “erkeksi” olmadığı düşünülen gey, trans veya non-binary sunucuların ya da seslendirme sanatçılarının ön planda olduğu podcast içerikleri bu nedenle daha az güvenilir ya da ilgi çekici bulunabiliyor.

Dolayısıyla bu bölümün başında toplumsal cinsiyet gündemini yaygınlaştırmak, feminist politika yapmak için olanak sunduğuna inandığım podcast mecrasında aşmak gereken bazı sınırlar olduğunu  da görüyoruz. Bu toplumsal cinsiyet açısından eşitsiz durum ve önyargılar podcast mecrasında az temsil edilen kadınların, LGBTİ+ların ve non-binary’lerin üretimlerine alan açacak teknik eğitimin ve temsil olanaklarının artmasının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Knın Sesi Deneyimi

Şimdiye kadar podcast mecrasını toplumsal cinsiyet perspektifiyle incelemeye çalıştım. K’nın Sesi’nin bu tablo içinde nerede konumlandığını açmadan önce K’nın Sesi’nin nasıl aşamalardan geçerek bugüne geldiğini anlatmak istiyorum. Mart 2020’de pandemi ile beraber tiyatro oyunlarının iptal olması ve evlerde gönüllü karantinanın başlamasıyla yaşadığımız ilk şokun ardından şekillenmeye başladı K’nın Sesi projesi. Tabii pandemiyi anlamlandırma, virüsün sebep olduğu hastalık ve ölümlerin yanı sıra yarattığı tahribatı, hayatımızı nasıl değiştirdiğini anlatma ihtiyacımızdan doğan bir sanatsal arayış ile başladı. (K’nın Sesi’nin görsel tasarımcısı Dilek Şenyürek bu arayışı ‘‘bellek oluşturma ihtiyacı’’ olarak tanımlamıştı bir sohbetimizde.) Buradan hareketle kısa oyunlar kaleme almaya başladım. Yazarken bir yandan da bu oyunların nasıl sahneleneceğini düşünüyordum. Aklıma hep çocukken severek dinlediğim; tiyatro ile tanıştıktan sonra da mesleki bir merak ile takip ettiğim radyo tiyatrosu formu geliyordu. Yazarken bir yandan da bu form üzerine araştırmaya başladım. Radyonun artık bilgisayarda, cep telefonunda kısacası her yerde olması ile birlikte bu forma artık audio-drama (ses tiyatrosu) adının verildiğini ve gelişen ses teknolojileri sayesinde bazı oyunların üç boyutlu ses tasarımı ile üretildiğini öğrendim, podcast mecrasında kurmaca ve kurmaca dışı podcast içeriklerini dinledim. Sonra bu fikir farklı disiplinlerden başka sanatçı ve araştırmacıların katılımı ile geliştirildi, K’nın Sesi feminist bir üretim alanına dönüştü ve pandemi deneyimini toplumsal cinsiyet perspektifi ile değerlendiren 12 bölümlük bir sezon yayımladı. Monolog formundaki oyunlar ile anlattığımız hikayelerin başka boyutlarını daha derinlikli olarak konuşmak istedik ve oyunları takip eden tematik sohbetler de yayınladık. K’nın Sesi, ilk sezonunu tamamladıktan sonra bir refleks ile üretmeye başladığımız podcast alanında hem sanatsal hem editöryel anlamda araştırma yapmaya; yazım, seslendirme, ses tasarımı ve seyirci kitlesi oluşturma gibi alanlarda bir donanım ile yeni bir sezona başlama ihtiyacı hissettik. Bu süreçte K’nın Sesi podcast yayıncılığında farklı ve az temsil edilen seslere eğitim, ekipman ve kaynak sağlayan Google Podcasts Creator Programı‘na[10] dünya çapında seçilen 20 yayından biri oldu. K’nın Sesi ekibinden Beril Sarıaltun ile beraber katıldığımız, üç aylık bu eğitim programında sadece eğitimi veren PRX Medya’nın değil ABD’de ve dünyada podcast alanının önde gelen uzmanlarının sunum ve atölyelerine de katıldık. Programda bizimle birlikte ABD’den, Meksika’dan, Panama’dan ve Brezilya’dan kurmaca ve kurmaca dışı formatlarda üretim yapan podcast üreticileri de vardı. Dolayısıyla sadece uzmanlardan değil meslektaşlarımızdan da çok şey öğrendiğimiz ve birbirimize deneyim aktardığımız katılımcı bir eğitim süreci geçirdik. Aynı zamanda Türkiye’de henüz örneği olmayan pek çok farklı konu ve formatta podcast ile tanışma, dinleme ve değerlendirme fırsatı bulduk. Bu eğitim sürecinin ardından Mart 2021’de K’nın Sesi’nin ikinci sezonu yayına başladı. “Yemek” temasında anlatacağımız hikayelerin ve yayımlacağımız bölümlerin dinleyiciyi bütünlüklü bir yolculuğa çıkarmasını hedefledik. İlk sezondan biraz daha farklı olarak kurmaca içerikle başlayıp kurmaca dışına ve gerçek hayat deneyimine yer verdiğimiz üç aşamalı bir anlatı formatından doğru bir sezon planlaması belirledik:

  1. Ses tiyatrosu oyunları: İki karakterin karşılaşmasına dayanan bir dramatik yapıda kurulmuş, bir kesite odaklanan ve ortalama 15 dakika süren kısa oyunlar
  2. Söyleşiler: Oyunda anlatılan kurgusal hikayeye konu olan temayı K’nın Sesi ekibinin ve iki konuğun kendi hayat hikayelerinden ve gözlemlerinden doğru anlatıp, tartıştığı ortalama 25 dakika süren sohbetler
  3. Dinleyici katılımından doğru özel bölüm(ler): Dinleyicilerin ilgili temada kendi deneyim ve anlatılarını yazılı, sesli ya da görsel olarak paylaşmaları ve bunların sezon sonunda yapılacak özel bölümde bir araya getirilerek yayımlanması

Böylelikle seçilen temanın kurmacadan gerçek yaşam öyküsüne, özelden genele, bir karakterin hikayesinden çoğunluğun deneyimine doğru giden çoğulcu ve bütünlüklü bir dramaturjik yaklaşımla ele alınmasını hedefliyoruz. Bu bütünlüklü yaklaşımla ele aldığımız sezon temaları ve altındaki  alt temaların ve hikayelerin işlenme ve üretilme biçiminin yazının ilk bölümünde değindiğim podcast mecrasının feminist bir üretime nasıl alan açtığına değinmek gerekirse:

  • Seçilen hikayeler kadınların ya da kuirlerin kamusal alana sınırlı ya da tek yönlü bir şekilde yansımış gerçek hayat deneyiminden doğru kuruluyor. Tüm bu deneyim kısa bir kesit içinde karakterlerin kamusal alana yansımış olan eylemlerinin arkasında yatan koşulları feminist bir dramaturjik yaklaşım ile yeniden kurguluyor. Örneğin ilk sezonda yayımladığımız “Ben Yaşamak İstiyorum” adlı kısa oyunun teması şiddet. Pandemi döneminde ev içi şiddetin ve bahanelerinin arttığına dair bir haberde[11], bir kadının “bu defa bana şiddet uygulamasının nedeni kuşlara ekmek atmam” dediğini okumuştum. Böylesine insani bir eylemin şiddete neden olmasının çok çarpıcı olduğunu düşünmüştüm. Bundan hareketle kuşlarla dost olan bir kadının hikayesini hayal ettim. Hem Türkiye’de hem dünyada huzurevlerinde bakımsız bırakılan ya da terk edilen yaşlıların hikayelerini okumak[12], bende salgını huzurevindeki bir kadının gözünden yazmaya götürdü ve “Herkes Nerede?” çıktı ortaya. Benzer bi şekilde ikinci sezonda yayımlanan “Kırık Bir Jilet Parçası” oyunu bir yeme bozukluğu olarak değerlendirilen bulimia’nın arkasında yatan nedenlerin ne olabileceği ve bunun toplumsal cinsiyetle ilişkisi üzerine bir merakla kaleme alındı. Hakkında çok kilo aldığına dair haberler çıkan bir Youtuber’ın tüm bulimia sürecini çektiği bir videosunu[13] izlemem üzerine bu fikir düşünmeye başlamıştım.
  • Bu hikayeleri kanalda yazar sorumluluğu aldığım için ben önersem de hikayenin işlenme biçimi ve dramaturjisi tüm K’nın Sesi ekibi tarafından ele alınıyor. Bu durum sadece oyunlar için değil ilgili konuyu gerçek hayat deneyiminden doğru incelediğimiz söyleşiler için de geçerli. Oyunu yazarken faydalandığım kaynaklar ve hikayeler, söyleşiyi hazırlayan ve kaydeden ekibin katkıları, önerileri ve soruları ile daha kapsamlı bir şekilde ele alınıyor. Söyleşi konuklarının anlatıları ile bu kolektif yaklaşım daha da genişliyor.
  • Son olarak K’nın Sesi’nin sadece toplumsal cinsiyet odaklı yayın yapan bir kanal olarak işlemediğini, üretim aşamalarında da kadınların ve kuirlerin sorumluluk aldığını vurgulamak gerekiyor. Yazarlık, yönetmenlik, oyunculuk, ses tasarımı, ses kurgusu ve miksi, görsel tasarım ve uygulama, video kurgu ve tasarımı, editörlük, sunuculuk, iletişim ayaklarında tamamen kadınların ve kuirlerin sorumluluk alması yukarıda bahsettiğim podcast alanının sınırlarını aşmak adına bir iddia içeriyor.

Knın Sesi Kimin Sesi?

K’nın sesi kimin sesi?

Kimilerinin, kadınların, kuirlerin, kız kardeşlerin;

Sadece onların değil

kainatın, kavganın, kahkahanın, keşfin, kuşun, kanadın;

kağıdı, kalemi, klavyeyi aşan

kemandan, kastaniyetten, klarinetten taşan

kulağa, kalbe ulaşan sesi

Bu bölüme K’nın Sesi’nin jeneriğini alıntılayarak başlamayı tercih ettim çünkü kanalın kime, nasıl hitap ettiğini jenerikte geçen bazı kavramlardan doğru açıklamaya çalışacağım. Bu metni podcast’in ne hakkında olduğunu ve dinleyici kitlesinin kim olduğunu açıklayan -İngilizcede focus statement olarak geçen- ifadenin sanatlı bir yorumu olarak görmek de mümkün. Podcast kanalını başlatırken kamusal alanda görmezden gelinen, değersiz kılınan toplumsal cinsiyet meselelerinin; cinsiyet kimliğine, cinsel yönelime ve kültürel kimliğe dair varoluş biçimlerinin, sınıf ve yaş bağlamında çeşitlilik arz eden bir biçimde temsil edilmesini elzem buluyorduk. ‘K’  harfini tüm bu varoluşları kapsayacak bir şekilde ve sezonlar boyu anlatacağımız hikayelerdeki karakter çeşitliliğini, K’nın Sesi ekibini, işbirliği yapacağımız sanatçıları ve davet edeceğimiz söyleşi konuklarını içerecek şekilde belirledik.

Kimilerinin sesi

“Kimileri” ifadesi ana akım medyada ya da popüler kültürde az temsil edilen karakter ve konukların sesine yer verme amacı taşıyor. Oyunlarda ya da sohbetlerde sterotipleşmiş temsillerin dışına çıkarak karakterlere öznel koşulları ve çelişkileri ile yer vermeye özen gösteriyoruz. Hatta çoğu zaman karakterlerimizi günlük yaşam içerisinde sık sık karşımıza çıkan ama sıradan bulunduğu için popüler kültürün sınırlı yer verdiği karakterlerden doğru seçiyoruz. Mesela her iki sezonda da çeşitli biçimlerde işlenen “emek” temasından doğru örnek verebilirim. “Bir Diyeceğim Var” oyunundaki evli ve bir çocuk annesi kasiyerin, “Kırık Bir Jilet Parçası”nda yirmili yaşlarının başındaki garsonun ve uzun yıllar eğlence sektöründe çalışmış DJ Jilet Sebahat’in iş yaşamındaki mücadelesi ile farklılaşan emekçi temsilleri sunuyoruz. Bu karakterlerin hikayelerinde sınıfsal ve toplumsal cinsiyet temelli çatışmaları nasıl yaşadıklarına dair bir bakış geliştiriyoruz. Başka bir örnek ise pandemi döneminde 65+ yaş grubuna dönük getirilen kısıtlamalar ile birlikte daha çok gündemimize giren “yaşçılık” teması ve yaş temsili konusunda çeşitlilik arz eden hikayelerimiz olabilir. Huzurevinde yaşayan ve Alzheimer hastası bir karakterin hikayesinin anlatıldığı “Herkes Nerede?” ve yazdığı yemek tarifi defterinden doğru pozitif bir değer üreten Ayşe karakterinin yer aldığı “Annemin Tarif Defteri” oyunlarının 65 yaş üstü karakterlerin derinlikli bir biçimde temsil edilmesine dönük bir niyet ile üretildiğini söyleyebilirim.

Kadınların, kuirlerin, kızkardeşleri sesi

Uzun süredir feminist tiyatro alanında üretim yapan ve bu alandaki mesleki donanımını büyük oranda Feminist Kadın Çevresi içerisindeki sanat çalışmalarından doğru kurmuş bir tiyatro sanatçısı olarak K’nın Sesi fikri ilk şekillenmeye başlarken pandeminin hem evde hem de evin dışındaki alanlarda var olan toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini nasıl derinleştirdiği dikkatimi çekmeye başlamıştı. Hatta pandeminin başında benim de yayına hazırlık sürecinde yer aldığım, Feminisite’de yayımlanan çevirilerdeki[14] tartışmaların yapılacak üretimlerde bir toplumsal cinsiyet dramaturjisi vurgusunu daha da elzem hale getirdiğini düşünmüştüm. Hem pandemiye özgü bu koşullar hem de yazının ilk bölümünde özetlediğim şekliyle podcast mecrasının erkek egemen karakterini kıracak, kadınların, LGBTİ+ların ve non-binary’lerin temsiline alan açacak bir podcast kanalı olarak ortaya çıktı K’nın Sesi. “Kadınların, kuirlerin” ifadesi ise -K harfinin sağladığı olanaklar çerçevesinde- bu temsili karşılayacak kısa, öz ve şemsiye bir terim olarak tercih edildi. Bu şemsiye terim K’nın Sesi’nin içeriklerini hazırlayan ekibi, işbirliği yapacağımız sanatçıları ve davet edeceğimiz söyleşi konuklarını cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim çeşitliliği açısından kapsayacak bir şemsiye terimdi bize göre.

Bu noktada “kuir” ifadesinin K’nın Sesi bağlamında kullanımını biraz açmak isterim. İngilizcedeki queer kelimesinin kökeni 16. yüzyıla kadar uzanıyor ve “tuhaf” anlamına geliyor. Uzun süre LGBTİ+ları aşağılayan hatta ötekileştiren bir hakaret olarak kullanılmış. Fakat son yıllarda kelimenin bu aşağılayıcı boyutu değişerek kadın/erkek, eşcinsel/heteroseksüel vs. gibi cinsiyet ve cinsel yönelimlerin kesin sınırlarını sorgulayan ya da reddeden kişileri tanımlayan bir tabire de dönüşmüş durumda.[15] Nikki Sullivan kuire dair çeşitli yaklaşımları, tanımları hatta bazen tanımsızlığı tarihsel gelişimi içinde yer yer açıklayan yer yer eleştiren bir biçimde değerlendirdiği A Critical Introduction to Queer Theory adlı kitabında kuir kelimesinin yukarıda özetlediğim gibi bir şemsiye terim olarak kullanılmasının cinsiyeti ve cinsel yönelimi açısından marjinalleştirilmiş grupları kapsamak adına önemini açıklıyor. Ama aynı zamanda bunun tektipleştirici, toplumsal/sınıfsal/etnik farklılıkları silen bir yere gitmemesi için kelimenin bir yaklaşım ve tavır olarak kullanımına da vurgu yapıyor.[16] Biz de hem cinsiyet çeşitliliğini kapsayan bir tabir olarak hem de cinsiyet kimliğini aşan toplumsal farklılıkları kaale alan, norm dışı atfedilenleri kapsayan bir yaklaşım olarak kullanıyoruz kuir kelimesini.

“Kızkardeşliği” ise feminist hareketin kazandırdığı bir mefhum olarak ele aldığımızı ve bu kavramın biyolojik cinsiyeti aşan bir dayanışmaya vurgu yaptığını belirtmek gerekiyor. Oyun karakterlerinin ve söyleşi konuklarının dinleyiciyi güçlendiren şekilde sunulmasına, içeriklerin de bu şekilde tasarlanmasına dönük bir ima içeriyor.

Knın Sesi Kimlere Ulaşıyor

Yazıyı bitirirken K’nın Sesi içeriklerinin şimdilik nasıl bir dinleyici kitlesine ulaştığına değinmek istiyorum. Daha önce belirttiğim gibi bu yazıyı yazarken Türkiye’de podcast dinleyicilerinin toplumsal cinsiyet perspektifi ile değerlendirdiği çalışmalara denk gelmedim. Örneğin yakın zamanda Ipsos tarafından podcast dinleyicilerinin alışkanlıklarını değerlendiren “Türkiye’deki Podcast Bilinirliği ve Dinleme Alışkanlıkları” başlıklı araştırmada[17] bu konuya dair hiçbir vurgu olmaması bana oldukça şaşırtıcı geldi. Dolayısıyla K’nın Sesi’nin Türkiye’de kadınların, LGBTİ+ların ve non-binary’lerin genel dinleme alışkanlıkları içinde nereye oturduğunu niceliksel olarak tartışmak şu aşamada mümkün değil. Fakat K’nın Sesi dinleyicilerini cinsiyet kimliği açısından incelersek  %73’ünün kadınlardan %20’sinin erkeklerden %7’sinin ise kendisini non-binary veya diğer olarak tanımlayanlardan oluştuğunu görüyoruz[18]. Bu %80’lik dinleme oranı yukarıda açıklamaya çalıştığım şekliyle kadın ve kuirlere ulaşma amacımızı bir ölçüde gerçekleştirdiğimizi gösteriyor. Dinleyicilerimizin istatistiklerden öte bir biçimde K’nın Sesi’nin nasıl bir parçası olduğunu 2. sezonda yayınladığımız bölümlerin ardından bize ulaşan hikayelerden ve geribildirimlerden doğru anlamaya başlıyoruz. 2. sezonumuz sona erdiğinde yayınlayacağımız özel bölümün ardından dinleyici katılım biçimleri üzerine başka bir yazı kaleme alacağım.

[1]Ben Hammersley’in podcast kelimesinin yanı sıra başka kelimeleri de önerdiği ve üreticilerin gözlemlerine yer verdiği yazısı için bkz. https://www.theguardian.com/media/2004/feb/12/broadcasting.digitalmedia

[2] Raporun detayları için bkz. https://www.buzzsprout.com/global_stats

[3] Daha kapsamlı bir tartışma için bkz. Dario Llinares, Neil Fox ve Richard Berry (Yayına hazırlayanlar) Podcasting: New Aural Cultures and Digital Media (Palgrave Macmillan, 2018)

[4] Dungeons & Dragons oyun dünyasından esinle 2014-2017 yılları arasında 69 bölüm olarak yayınlanan The Adventure Zone adlı podcast serisinin nasıl bir katılımcı kültür inşa ettiği üzerine daha kapsamlı bir tartışma için bkz. Robert Yeates, “Serial fiction podcasting and participatory culture: Fan influence and representation in The Adventure Zone”, European Journal of Cultural Studies, 2020, Vol. 23(2), s. 223–243.

[5]  Julia Hoydis, “Feminism, Gender, and Podcast Studies”, Gender Forum, 2020, Issue 77, s.1-12.

[6] Araştırma hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Kathleen P. King ve Sharon R. Sanquist, “Case Study of Empowerment through New Media Among Underrepresented Groups: GLBT Adults Gain Dominant Voice in the First Wave of Podcasting”, Adult Education Research Conference, 2008. https://newprairiepress.org/aerc/2008/papers/38

[7] Örneğin 2017’de İngiltere’de çekilen filmlerin sadece %16.4’ü kadın yönetmenlere ait, kadın yapımcılar ise %30.9 oranında. Kamera önünde ise durum çok farklı değil. 2017’de çekilen İngiliz filmlerinde yer alan oyuncuların sadece %32.3’i kadın. Türkiye’de de durumun benzer olduğu görülüyor. (Helen Jewell ve Adres Bazeley, Fawcett Report: Sex&Power 2018 https://www.fawcettsociety.org.uk/Handlers/Download.ashx?IDMF=ea2cb329-e6e0-4e0f-8a0b-5022f99bc915) Türkiye’de de durumun benzer olduğu görülüyor. Avrupa Sinema Fonu Eurimages verilerine göre, 2014-2017 yılları arasında Türkiye’de çekilen filmlerinin yüzde 25’i, belgesel filmlerinin yüzde 38’i ve animasyon filmlerinin sadece yüzde 23’ü kadın yönetmenlere ait. (“Türkiye’de sinema sektöründe kadınlara fırsat eşitliği yok”, DW Türkçe, 12 Şubat 2020 https://www.dw.com/tr/türkiyede-sinema-sektöründe-kadınlara-fırsat-eşitliği-yok/a-52358385)

[8] Bu listeler günlük olarak güncellenmektedir. Yazıda bahsi geçen oranlar yazının hazırlık sürecinde, 4 Nisan 2021 tarihinde tespit edilmiştir.

[9] Jessie L Werner, Resa E Lewiss, Gita Pensa, ve Alyson J McGregor, The Permanente Journal, “Women in Podcasting: We Should Tune In”, 09/08/2020

[10] Program hakkında bilgi almak ve eğitimin açık kaynak olarak kamu ile paylaşılan içeriklerine ulaşmak için: https://googlecp.prx.org

[11] “Korona günlerinde kadına şiddet: Bahaneler arttı, acil önlem şart!”, Evrensel, 24.03.2020 https://www.evrensel.net/haber/400325/korona-gunlerinde-kadina-siddet-bahaneler-artti-acil-onlem-sart

[12]Aynur Tekin “Korona virüsü huzurevlerine de girdi”, Gazete Duvar, 15 Nisan 2020 https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2020/04/15/korona-virusu-huzurevlerine-de-girdi ,“Koronavirüs salgını: İspanya’da terk edilmiş huzurevlerinde kalan yaşlılar yataklarında ölü bulundu”, BBC News Türkçe, 24 Mart 2020 https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52019700

[13] Duygu Özaslan, “İyileşmek”, 23 Temmuz 2020 https://youtu.be/4Wv9UXujXiY

[14] “Ev Herkes İçin Güvenli Bir Alan Değil”, Melissa Jeltsen http://feminisite.net/index.php/2020/03/ev-herkes-icin-guvenli-bir-alan-degil/ ; “Naomi Klein: Koronavirüs, “Felaket Kapitalizmi” İçin En İyi Felakettir”, Marie Solis http://feminisite.net/index.php/2020/03/naomi-klein-koronavirus-felaket-kapitalizmi-icin-en-iyi-felakettir/ ; “Toplumsal Cinsiyet ve Koronavirüs Salgını”, Julia Smith http://feminisite.net/index.php/2020/03/toplumsal-cinsiyet-ve-koronavirus-salgini/ ; “Koronavirüs Krizi 9,5 Milyon Kadının Aile Planlamasına Erişimini Engelleyebilir”, Liz Ford http://feminisite.net/index.php/2020/04/koronavirus-krizi-95-milyon-kadinin-aile-planlamasina-erisimini-engelleyebilir/ ; “‘Toplumsal Cinsiyet Körü’ Koronavirüs Politikaları Hastalıklarla Mücadeleyi Engelleyebilir”, Gareth Willmer http://feminisite.net/index.php/2020/05/toplumsal-cinsiyet-koru-koronavirus-politikalari-hastaliklarla-mucadeleyi-engelleyebilir/

; “Judith Butler: Yas Tutmak Salgının ve Yarattığı Eşitsizliklerin Ortasında Politik bir Eylemdir”, George Yancy, http://feminisite.net/index.php/2020/05/judith-butler-yas-tutmak-salginin-ve-yarattigi-esitsizliklerin-ortasinda-politik-bir-eylemdir/

[15] Türkçe’de de benzer örneklerin bulunduğunu hatırlamakta fayda var. Mesela bir hakaret olarak kullanılan “ibne” kelimesinin LGBTİ+ hareketinin sahiplendiği “velev ki ibneyiz” gibi bir slogana dönüşmesi.

[16] Daha kapsamlı bir tartışma için bakınız: Nikki Sullivan, A Critical Introduction to Queer Theory (New York University Press, 2003)

[17] Ipsos, “Türkiye’deki Podcast Bilinirliği ve Dinleme Alışkanlıkları”, 07.04.2021 https://www.ipsos.com/tr-tr/turkiyedeki-podcast-bilinirligi-ve-dinleme-aliskanliklari

[18] Bu istatistiklere podcast dağıtım kanalımız Anchor aracılığıyla ulaştık.