Esra Aşan / 12 Mart 2024
Geçtiğimiz hafta Kadın Adayları Destekleme Derneği’nde (KADER) çalışan iki kadın DİSK’e bağlı Sosyal-İş Sendikası ile birlikte derneğin önünde bir basın açıklaması yaparak çalışma koşullarını protesto etti. Bu protesto sonrasında KADER sosyal medya hesaplarından bir açıklama paylaşarak süreçle ilgili kamuoyuna yanıltıcı bilgi verildiğini söyledi. Sosyal-İş Sendikası KADER’in açıklamasına verdiği yanıtta tam tersine derneğin kamuoyunu yanılttığını belirtti. KADER çalışma koşullarını protesto eden kadın çalışanlarından birini işten çıkardı. Siyasette kadın temsilini artırmaya dönük çalışmalar yapan bir kadın derneği içinde bu meselelerin çözülememiş olması ve KADER’in 8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesinde kadın çalışan çıkaran dernek olarak tarihe geçmesi üzerine ciddiyetle düşünülmesi gereken bir durum.
KADER’de ne olduğunu anlamaya dönük yaptığım çeşitli görüşmelerde gördüğüm kadarıyla KADER yönetiminin çalışanlarla kurduğu ilişki, derneğin işletiliş biçimi uzun zamandır eleştiri konusuymuş. Geçmiş dönemlerde de gündeme gelmiş bu eleştirilerin ne kadarının KADER’e iletilmiş şikâyetler olduğunu, KADER içinde nasıl bir ciddiyetle ele alındığını ya da ne kadarının kurumla paylaşılmayıp altkültür evreni içinde kaldığını bilmiyorum. Bir kadın derneğinde olan bitenler kadın hareketini yakından ilgilendirir. KADER’in yönetilme biçimiyle ilgili uzun zamandır gündeme gelen bu konuların peşini ısrarcı ve örgütlü bir biçimde takip etmemenin konuları bilenler için bir özeleştiri noktası olduğunu düşünüyorum. Bu gibi şikayetler daha ilk başta gündeme geldiğinde ciddiyetle ele alınmış olsa hem durumun bütünlüklü bir şekilde anlaşılmasına, sorunların çalışanların haklarından yana çözülebilmesine hem de kurumun kendi işleyişini gözden geçirmesine imkan verebilirdi. Ancak anladığım kadarıyla bu zamana kadar böyle bir girişim olmamış. Kadın çalışanların sendikayla birlikte kamuya açık bir biçimde yürütmeyi tercih ettiği bu son durum hem KADER için hem de kadın hareketi için önemli bir fırsat sunuyor. O nedenle bu meselenin çalışanlar ve kurum açısından hakkaniyetli bir çözüme kavuşması için bağımsız feminist bir inisiyatifin devreye girmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.
Kamuoyuna yansıyan son tartışmaların ele alınış biçimi dernek içinde olan biteni olgusal olarak anlamaya yeterli olmuyor. Sosyal-İş Sendikası yaptığı ilk açıklamada KADER’den tek somut talepte, yüz yüze görüşme talebinde bulunuyor ve bu talebi reddedildiği için konuyu kamuoyunun gündemine taşıyor. KADER yaptığı açıklamada yüz yüze görüşme talebini reddetmediğini, seçim yoğunluğu nedeniyle seçim sonrası yüz yüze görüşmeyi önerdiğini öncesinde ise şikayetlere yazılı yanıt vermek istediğini söylüyor. Bu açıklama doğruysa sendikanın sorunları görüşmek adına yaptığı diyalog çabalarının nasıl anti-demokratik yasaların arkasına sığınılıp ‘yetki’ tartışmasına sıkıştırılarak yok sayıldığı tezi anlaşılmıyor. Sendika yaptığı ikinci açıklamada KADER’in gerçekleri çarpıttığını söylerken “Bizlere ‘yoğunluktan kaynaklı randevu verilemediği’ ifade edilirken, başka platformlarda ‘sendikanın yetkisi yok, görüşmek zorunda değiliz’ denilmektedir.” diyerek bir duyumu/dedikoduyu referans gösteriyor. Retoriğe ve duyumlara değil olguya odaklanmayı merkeze alan kamuoyu için şu sorunun açıklığa kavuşturulmasına ihtiyaç var: KADER olay kamuoyuna yansımadan önce kurumsal olarak yaptığı yazışmalarda ve görüşmelerde sendikanın yüz yüze görüşme talebini reddetti mi?
Sendika ve dernek arasında bir görüşme olmadığı halde Sosyal-İş, KADER hakkında çok net bir yargıya varmış durumda. Bu yargısını olgularla değil ajitatif bir retorikle paylaşıyor. Böylece kamuoyunda KADER’e dair mobingci, çalışan haklarını yok sayan, örgütlenme hakkını engelleyen, baskı ve tehditlerine devam eden fail kurum algısı yaratılıyor. Ayrıca karma bir yapı olan sendika henüz görüşme imkanı bulmadığı bir kadın derneği ile ilişki kurarken derneği nasıl işletmesi gerektiğine dair de açıklamalar yapıyor. Bu tepeden ve erkek egemen retoriğin de feminist bir perspektifle ayrıca ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Sendika, çalışanlar ve kurum açısından meselelerin sağlıklı bir şekilde ele alınmasını sağlayabilecek, sorun çözücü bir yapı olabilecekken böyle bir sorumlulukla hareket etmiyor. Henüz görüşmediği bir kurumu doğrudan ve sert bir şekilde hedef almak sendikal mücadelenin temeli olmamalı. Sendikanın meseleyi gündeme getiriş biçiminin DİSK’in kurumsal ciddiyetine de zarar verdiğini düşünüyorum.
Kurumların içinde birçok sorun yaşanıyor olabilir. “Kol kırılır yen içinde kalır” demeden bu sorunların hakkaniyetli bir çözüme kavuşmasını sağlamaya çalışmak her bileşenin sorumluluğu olmalıdır. Muhalif yapıların ağır saldırı altında olduğu, kurumları var etmenin ciddi bir emek istediği böyle bir dönemde sendikanın bu tutumunun çözümden yana, yapıcı değil, yıkıcı bir tutum olduğu görülebilir. Kendimizi sendikanın retoriğine kaptırıp “Yıkılsın KADER!” mi demeliyiz yoksa meselenin ne olduğunu anlayıp çalışanların ve kurumun haklarını koruyacak bir çözüme dair başka perspektifler mi geliştirmeliyiz?
Yapılan açıklamalarda KADER’in anti-demokratik yasaların arkasına nasıl sığındığı, uyguladığı burjuva hukukuyla ne kastedildiğini ve sorunların nasıl bir hukuk zemininde çözülmek istendiğini de anlamak zor. Çünkü sendika da yasalardan aldığı yetki ve güçle mücadelesini TBMM’ye taşıyacağını söylüyor. Retorik üzerinden gidilecekse bu da ister istemez KADER’in kadın vekil sayısını artırmaya çalıştığı erkek egemen mecliste mi çözüm aranacağı sorusunu akla getiriyor. Sendika konuyu tüm kadın mücadele platformlarına da taşımak istiyor. Yukarıda da belirttiğim gibi bu konuda kadın platformlarının ne yapacağı oldukça önemli bir yerde duruyor.
KADER ise yaptığı uzun ve detaylara boğulmuş açıklamasında haklarındaki şikayetlere kamuoyu önünde yanıt vermeye çalışıyor. Bunu yaparken “biz değil çalışanlar hatalı” diyerek işyeriyle sınırlı kalması gereken detayları kamuoyu önünde paylaşıyor; bir çalışanının ismini deşifre ediyor ve sonra da onu işten çıkarıyor. KADER, kendini kamuoyu önünde savunurken açıklamasını okuyanlarda “KADER haklıymış asıl çalışanlar iş yapmıyormuş.” gibi bir karşı algı oluşturuyor.
Yapılan açıklamalarda çalışanların iş yeriyle ve çalışma koşullarıyla ilgili şikayetleri KADER’de nasıl gündeme getirdiği, bunun karşısında KADER’in nasıl bir iç hukuk işlettiği anlaşılmıyor. Çalışanların şikayetleri, hangi koşullarda işe girdikleri, bu koşulların suistimal edilip edilmediği, şikayetlerini kuruma taşıdıklarında nasıl yanıtlar aldıkları meseleyi ciddiyetle ele alıp taraflarla görüşecek bir komisyon tarafından açığa çıkarılabilir. KADER yaptığı açıklamada çalışanlar arasında var olan zorbalıklarla ilgili yeni iddialar da gündeme getiriyor. KADER’de ne olduğunu olgusal bir ciddiyetle açığa çıkarmak isteyenlerin bu iddiayı da değerlendirmesi beklenir.
Kuruluşundan beri KADER’e destek verenlerin, dernek üyeleri, danışma kurullarının bu olaylar karşısında inisiyatif alması; kamuoyuna yansıyan bu olaylara dair kadın hareketi bileşenlerinin yapıcı ve çözücü bir yaklaşımla hareket etmesi beklenir. Kadın dernekleri üzerinde siyasi iklimin yarattığı baskılar ortadayken içeriden bir yıkıma izin verilemeyeceği son derece açık. Bu tartışmalar çalışan ve kurum hakları gözetilerek hakkaniyetli bir şekilde yürütüldüğünde kadın derneklerinin nasıl işlediği, nasıl işlerse feminist harekete katkılar sunabileceği ve kurumlara sahip çıkan yeni kuşaklar yetiştirebileceğine dair de yapıcı sonuçlar çıkarılabilir.