Beyza İyitütüncü / 22 Ocak 2024
Medeni Kanun’daki Eşitlik Talebimiz, Bir Demokrasi Talebidir
21 Ocak Pazar günü İstanbul Taksim’de, Medeni Kanun İçin Mücadele Çalıştayı büyük bir katılımla gerçekleştirildi. Çalıştayın açılış konuşmalarını Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclisleri Genel Sekreteri Fidan Ataselim ve Eşitlik için Kadın Platformu’ndan Av. Hülya Gülbahar yaptı.
Açılış konuşmasında Fidan Ataselim “Eşit, laik ve özgür bir ülkenin mümkün olduğunu düşünüyoruz. Medeni kanuna el uzatmak, laikliğe savaş açmak demektir. Eğer laikliğe savaş açacaklarsa, kadınların haklarına el uzatacaklarsa, karşılarında kadınların cephesini bulacaklar. Anayasanın dahi hiçe sayıldığı günlerdeyiz. Anayasanın sadece iki maddesini değil, tamamını değiştirmeye çalışacaklar. Peki biz ne yapacağız? Bizim örgütlenme alanlarımızı kısıtlamaya çalışıyorlar. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nu kapatmaya çalıştılar ancak hukuki olarak mücadele ettik ve kapatamadılar. Hep birlikte, çoğulcu bir mücadeleyi, ortak bir aklı koyabileceğimizi düşünüyoruz. Medeni Kanun’a dokunamayacaklar. Korkmayın, eşit olmadığımız hiçbir masaya bizi oturtamayacaklar. Nafaka hakkımıza dokundurmayacağız. Aile kıskacı içerisinde nefes almayacağımız kölece hayatı bize yaşatamayacaklar.” şeklinde konuştu.
“Medeni Kanun sil baştan yazılamaz, biz kadınlar Medeni Kanun’a sahip çıkıyoruz. Medeni Kanun’daki eşitlik talebimiz, bir demokrasi talebidir.”
Av. Hülya Gülbahar ise Medeni Kanun’un hayatlarımızı ve toplumsal hayatı düzenleyen bir kanun olduğuna dikkat çekerek, iktidarın bu kanunu değiştirmeyi planladığını ve bu değişikliğin kadınları olumsuz etkileyeceğini şu sözlerle ifade etti: “Sil baştan anayasayı yeniden yazacaklarını iddia eden bir iktidar var karşımızda. Boşanmaları hızlandıralım kadınlar ve çocuklar mağdur oluyor diyorlar, ancak bizi kandırmaya çalışıyorlar. Bu ne demek? Nafaka ödenmeden bir haftada kapının önünde kendinizi bulacağınız anlamına geliyor. Nafakanın ödenmemesinin ekonomik bir şiddet olduğunu kabul etmeleri gerekir. Tuzaklara düşmeden, umutsuzluğa kapılmadan ortak mücadele etmemiz gerekiyor. Her zaman söylüyoruz ve bir kez daha tekrarlıyoruz ‘Yasalara dokunma, uygula’ diyoruz.”
Çalıştay, “Medeni Kanun’un Önemi ve Karşı Karşıya Kaldığı Risklerle Mücadele” başlıklı oturumla başladı. Bu oturumun moderasyonunu Esra Aşan üstlendi. Oturumda Av. Nazan Moroğlu, Özlem Şen ve Gülsüm Kav konuşmacı olarak yer aldı.
Av. Nazan Moroğlu, Medeni Kanun’un laik hukukun sembolü olduğunu ve kadın haklarının güvencesi olduğunu vurgulayarak, tarihsel olarak Medeni Kanun’da yapılan değişiklikleri anlattı. Medeni Kanun’daki eşitlik talebinin bir demokrasi talebi olduğunu belirten Moroğlu, şu sözleri dile getirdi: “Düşünün, 1924 Anayasası’nda devletin dini olarak İslam ibaresi yer alıyordu. 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun’un ilk hâlinde ‘koca ailenin reisidir’ ibaresi bulunuyordu. Bir dönem ailede demokrasi, toplumda demokrasi sloganıyla Taksim’de gezdik. 17 Şubat 1998’de İKKB ve TÜBAKKOM olarak Medeni Kanun ile ilgili değerlendirmelerimizi Meclise ilettik. 1 Ocak 2002’de yürürlüğe giren Medeni Kanun’da en önemli değişiklik Aile Hukukunda yapıldı. 2000’li yıllardan sonra Meclis ile olan ilişkimiz zayıfladı, Medeni Kanun sil baştan yazılamaz, biz kadınlar Medeni Kanun’a sahip çıkıyoruz.”
Kaos GL’den katılan Özlem Şen, son yıllarda kadın haklarına yönelik olumsuz gelişmelere dikkat çekerek, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme ve LGBTİ+ hareketinin görünürlüğünün azaltılması gibi konuları eleştirdi. Toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığına dikkat çeken Şen, kadın hareketi ve LGBTİ+ hareketinin birlikte mücadele etmesi gerektiğini belirtti: “2010’dan sonra dönemin Kadın ve Aile Bakanı eşcinselliğin bir hastalık olduğunu ve tedavi edilmesi gerektiğini ifade ediyor. Hilal Kaplan bir düzeltme yaparak hastalık değil günah olduğunu ifade ediyor. 2011 yılında Kadın ve Aile Bakanlığından “kadın” ibaresi kaldırılarak Aile Bakanlığı’na dönüşüyor. 2012 yılında ‘Her kürtaj bir Uludere’dir’ söylemi karşımıza çıkıyor. 2013’te Gezi sonrası LGBTİ+ hareketinin görünürlüğü artıyor. Görünürlük arttıkça 2015 yılında Onur Yürüyüşleri yasaklanıyor. Memnuniyetsizliklerini yasaklarla ifade ediyorlar. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilirken LGBTİ+ları hedef gösterdiler. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken aile kurumu üzerinden resmî ideolojileriyle yeniden norm inşa çabasına girdiler. Toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığı üzerinden örgütlenen bir grup var. Örgütlü mücadelemizden korkuyorlar.”
Oturumun son konuşmacısı Gülsüm Kav, Medeni Kanun mücadelesinin sadece kadınlar için değil, herkes için önemli olduğunu vurgulayarak, Medeni Kanun’un değişmesinin kadınların ekonomik ve sosyal haklarını tehlikeye attığını ifade etti: “Tanınmayan Anayasa Mahkemesi kararları, belediyelere atanan kayyumlar, ÇEDES projesi, cinsel istismar, erken yaşta evlilikler, mağdur erkekler, Konca Kuriş’in faillerinin cezasız bırakılması… Bunlar somut olgular, hepsi birbiriyle ilişkili ve bütünsel yaklaşmamız gereken meseleler. Medeni Kanun’un değişmesi ne demek? Eşitsizlik ve ayrımcılığın artması, kadınların işgücüne engeller getirilmesi, erken evlilik riskinin artması, 6284’ün tehlikeye düşmesi, boşanma ve nafaka hakkının tehlikeye girmesi…”
Aile Hukukunda Arabuluculuk Tehlikesine Karşı Mücadele
Çalıştayın ikinci oturumu, “Aile Hukukunda Arabuluculuk Tehlikesine Karşı Mücadele” başlığıyla devam etti. Bu oturumun moderatörlüğünü Filiz Pehlivan üstlendi ve oturumda konuşmacılar Berrin Sönmez, Av. Birsen Baş Topaloğlu ve Esin İzel Uysal’dı.
Berrin Sönmez, Osmanlı döneminde aile hukukuyla ilgili gelişmeleri anlatarak, Medeni Kanun’un kadın hakları açısından büyük önem taşıdığını vurguladı. Aile hukukunda arabuluculuğun kadınların güvenliğini tehlikeye attığını belirten Sönmez, kadınların ekonomik haklarının korunması gerektiğini ifade etti: “Osmanlı’nın son yüzyılında da aile hukuku konusunda gelişme ihtiyacı güdülmüştü. 1870’lerde Ahmet Cevdet Paşa tarafından aile hukuku ve borçlar hukuku konusunda bir mecelle (dergi) hazırlandı. Osmanlı’nın sonlarına doğru Aile Hukuku Nizamnamesi yazılıyor. Bu nizamnamede boşanmalar ve evlenmeler kayıt altına alınacak ibaresi yer alıyor. Ama kadına boşanma hakkı sunulmuyor. Bu nizamname hala Suriye, Lübnan ve Mısır’daki Sünni Müslümanlar için kullanılıyor. Mısır’da değişiklik yapılıyor, kadınlara boşanma hakkı veriliyor. Bugün Türkiye’de toplumda laiklik ilkesine bir bağlılık oluştu. AKP o kadar çok dinden bahsetti ki toplumda bir din yorgunluğu yarattı. Muhafazakârlar bile bu söylemden yoruldu.”
Arabuluculuk uygulamasıyla yargı özelleştiriliyor, ciddi hak kayıpları tehlikesi ortaya çıkıyor. Boşanmalardaki arabuluculuktaki ana ve en önemli tehlikelerden biri de “şiddet”
Av. Birsen Baş Topaloğlu, İstanbul Barosu’nun Bakanlık tarafından düzenlenen aile çalıştayına davet edilmediğini ve Medeni Kanun çalıştayının ana gündemlerinin nafaka ve aile arabuluculuğu olduğunu paylaştı. Arabuluculuk uygulamasının yargıyı özelleştirdiğini ve ciddi hak kayıplarına yol açabileceğini belirtti. Ayrıca arabuluculuk sürecinin şiddet vakaları için tehlikeli olabileceğine dikkat çekti: “Konu 2013 yılında gönüllü arabuluculuk ile başladı. 2018’de iş hukukunda ve devamında birçok yerde karşımıza zorunlu arabuluculuk olarak çıktı. Bu uygulama yargıyı özelleştiriyor, ciddi hak kayıpları yaşanması tehlikesini ortaya çıkıyor. Boşanmalardaki arabuluculuğun ana tehlikelerinden biri “şiddet”. İktidar tarafından yapılmak istenen düzenleme ile hakim önüne gelen boşanma davası dosyasında taraflar arasında şiddet yoksa dosyayı arabuluculuğa gönderiyor. Ve uyuşmazlığın arabuluculukta çözülmesini hedefliyor. Tehlikelerden bir diğeri arabuluculuk görüşmelerinin gizli yapılması. Kadınların bu görüşmelerde baskı altında kalması ve can güvenliklerinin tehlikeye girmesi riskini barındırıyor. Anlaşmalı boşanmalarda taraflar arasında boşanmaya dair bir anlaşma durumu söz konusu olduğu için, süreci avukat desteği olmadan yürütmeye çalışıyorlar. Ancak anlaşmalı boşanma dahi olsa, tarafların hukuki destek almadan oluşturup imzaladıkları boşanma protokolleri neticesinde kadınlar farkında olmadan kendi haklarından vazgeçebiliyor. Bu gibi durumların oluşmaması için boşanma sürecinin tarafların avukatları aracılığıyla gerçekleşmesini, protokollerin avukatlar aracılığıyla hazırlanmasını öneriyoruz. Arabuluculara ihtiyaç da olmadığını düşünüyoruz. Hukukumuzda hâkimin “sulhe teşvik yetkisi” bulunmaktadır. Hakim taraflara sulh olmayı teklif eder. Eğer anlaşma zemini varsa yani taraflar sulh olmayı kabul ederlerse hâkim bu sulh yetkisini kullanabilir böylece arabulucuya ihtiyaç olmaz. İşin bir diğer boyutu da ekonomik boyutu. Bu davalarda arabuluculara da ödenen bir masraf var.”
Av. Esin İzel Uysal, arabuluculuk meselesini toplumsal gerçeklik bağlamında ele alarak, iktidarın güçlü aile söylemi ve kadınların güvenliğine dikkat çekti. İzel Uysal şunları ifade etti: “Söylemleri genelde güçlü aile kurumu, boşanma aşamasında ilişkilerin yıpranmaması gibi ifadeler. Ancak bu şekilde aile kurumunu korumak adına kadınları dört duvara sıkıştırmak istiyorlar… Kadın Cinayetlerini Durduracağız platformunun 2023 yılı verilerine göre kadınların %65’i evlerinde öldürüldü, 128 kadın evli olduğu erkek tarafından öldürüldü. Arabuluculuk konuşulacaksa eşit olan tarafların aynı masada olması gerekiyor, ancak gerçeklik böyle değil. Kadınların güvenliği o masada nasıl sağlanacak? soru işareti hala devam ediyor.”
Boşanmaların Hızlandırılması Yalanına Karşı Mücadele
Çalıştayın üçüncü oturumu, “Boşanmaların Hızlandırılması Yalanına Karşı Mücadele” başlığıyla Sevim Yalıncakoğlu moderatörlüğünde, Av. Gökçeçiçek Ayata, Av. Ezel Buse Sönmezocak ve Av. Feyzanur Yılmaz’ın katılımlarıyla gerçekleşti.
Av. Ezel Buse Sönmezocak, boşanmaların hızlandırılması girişimlerini anlatarak, bu değişikliklerin kadınları olumsuz etkileyeceğini belirtti. Bu düzenlemeyle nafaka, tazminat ve velayet gibi konuların boşanmadan sonra ayrı davalarda görüleceğini ifade eden Sönmezocak, kadınların ekonomik olarak zor durumda kalabileceğine dikkat çekti: “Boşanmaların hızlandırılması konusu, 2021 Aralık’ta kamuoyuna yansıdı. 2023 Kasım’da Ankara’da Uluslararası Aile Sempozyumu’na katıldık. Durumun vahametini orada anladık. Bu iki yıl süren bir projenin kapanış sempozyumuydu, Avrupa Konseyi’nden fon alınmış ve bir rapor yayımlanıyor. Boşanmaların hızlandırılmasından ne kastediyorlar? Boşanmanın fer’ileri olan nafaka, tazminat ve velayet hakkı boşanma davasının sonuçlanmasından sonra ayrı davalara konu edilerek ayrı yargılama süreçleri ile gerçekleştirilecek. Boşanmanın kusurdan ayrıştırılmasından bahsediliyor. TMK m. 166/2’de yer alan kusura ilişkin düzenlemeyi kaldıralım, maddeyi kusurdan ayıralım deniliyor. Kusurun 3. kişiler tarafından objektif olarak asla belirlenemeyeceği öne sürülüyor. Boşanmada kusursuz veya daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan talep edebileceği maddi ve manevi tazminata ilişkin düzenlenmenin yer aldığı TMK m. 174 bağımsızlaştırılsın, genel hükümlere bağlansın. Yani kusura dayalı tazminat istemi kaldırılsın. Nafaka da kusurdan ayrılsın, sosyal fon olsun önerileri var. Buradaki temel argüman, sürecin hızlandırılmasıyla insanlara ikinci evliliklere imkân vermek, buradaki insanlar erkekler oluyor. Kadınların yoksulluğuna ilişkin bir tavsiye yok. Toplumsal cinsiyete dair bütüncül bir yaklaşım yok. Boşanmaların hızlandırılmasının kime yarayacağı belli. Boşanmaların uzun sürmesi kadınların aleyhine evet ama bunu düzenlemenin başka hukuki yolları var.”
Tedbir nafakası ve aile konutu şerhi ortadan kalkacak, kadınlar için boşanmaları imkânsız hale getirecek.
Av. Gökçeçiçek Ayata, bu meseleyi iktidarın uzun süredir uyguladığı politikaların bir benzeri olarak değerlendirerek, boşanmaların hızlandırılmasının kadınları olumsuz etkileyeceğine dikkat çekti. Bu düzenlemenin nafaka, mal paylaşımı, tazminat gibi konuların boşanmadan sonrasında ayrı davalarda görülmesine yol açacağını ve kadınların ekonomik zorluklar yaşayabileceğini ifade etti. Ayata şunları söyledi: “Bir sistem değişikliği öneriliyor. Boşanma davalarında sadece boşanma konusunda ve kusur incelemesi yapılmadan karar verilecek: Nafaka, mal paylaşımı, tazminat boşanma sonrasından ayrı davalarda görülecek. Tedbir nafakası ve aile konutu şerhi ortadan kalkacak, kadınlar için boşanmaları imkânsız hale getirecek. Bu sistemde kadınlar ve çocuklar beş parasız kapının önüne konulması amaçlanıyor. Aslında sistem erkek için boşanmanın hızlandırılmasını sağlıyor. İktidarın istediği sistem “Boş ol boş ol boş ol” sistemi oluyor. Kadınların boşanmaya karar verdikten sonra, kadınların avukata erişimi zaten zorken ardından gerçekleşecek davalarda kadınlar hukuki bilgiye erişme zorluğu yaşayacak. Ekonomik olarak hayatta kalma zorluğu yaşayacak. Kadınlar şiddete ve ayrımcılığa boyun eğmek zorunda kalacak.”
Av. Feyzanur Yılmaz, yargıda yaşanan sorunların sadece boşanmaların hızlandırılmasıyla sınırlı olmadığını ve bu düzenlemenin yargı sistemini daha fazla meşgul edeceğini belirtti: “Bu düzenleme yargı açısından da işe yaramayacaktır. Farklı davalar açılarak daha fazla yargı sistemini meşgul etmiş olacaktır. Kadınlar genelde “ben boşanıp kurtulayım da nafaka falan almayayım” diyorlar. Aynı dava içerisinde kadınlar bunları bile istemezken farklı davalar olduğunda hiç talep etmeyecekler, ekonomik olarak her bir davanın masrafı da kadınlara yüklenecektir.”
Çalıştayın son oturumları “Nafaka hakkına yönelik saldırılara karşı mücadele” ve “Kadına yönelik şiddeti önlemede 6284 sayılı kanunun önemi ve mücadelemiz” başlıklarıyla gerçekleştirildi. Sonuç olarak, Medeni Kanun’daki eşitlik talebi, demokrasi ve kadın hakları için hayati bir öneme sahip olduğunu vurgulayan çalıştay, toplum genelinde demokratik değerlerin ve kadın haklarının korunması için kritik bir adım olarak öne çıkmaktadır.