Esra Aşan / 14 Temmuz 2022
Geçtiğimiz Nisan ayında YouTube kanalı +90’da üç seks işçisi ile yapılan “Seks İşçisi Olmak –Benim ilgim bu, seksten hoşlanıyorum” başlıklı video röportaj yayımlandı. Kanalın Haziran ayında röportajı tanıtan kısa bir bölümü sosyal medyada paylaşmasıyla geniş bir kesimin varlığından haberdar olduğu bu video röportaj pek çok tepkiye neden oldu. Sosyal medya yorumlarına bakıldığında bu videonun toplumdaki ahlakçı ve milliyetçi tepkileri kışkırttığı görülebilir. Bir Almanya kanalı olan DW’den geldiği için kimi gruplar tarafından röportaj Avrupa’nın ahlakımızı bozma girişimi olarak ele alındı. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı da fuhuşa teşvik ettiği gerekçesi ile içeriğin engellenmesi için resmî başvuru yaptığını açıkladı. Ahlakçı ve milliyetçi bir çerçevede kalmak istemeyenlerin kafası karıştı ve genelde sessiz kaldılar. Meseleyi sınıfsal bir perspektifle ele alan sınırlı sayıda yazı kaleme alındı.[1]
Bu video röportajı izlerken bir gazetecilik faaliyetinden çok bir seks işçiliği reklamını, bir iş ilanını zaman zaman da kolay para kazanmak için sosyal medya sayfalarımıza düşen dolandırıcılık hesaplarının bir benzerini izlediğimi düşünürken buldum kendimi. Bir haber kanalı bir röportaj hazırlarken, bunu izleyiciyle paylaşacak hâle getirirken bunun izleyici üzerindeki olası etkilerini düşünmemiş olabilir mi gerçekten?
Pek çok seks işçisi bu işi ağır ekonomik, erkek egemen sömürü ve çok boyutlu şiddet koşullarında yapıyor. Pek çok kadın bu işi zorla ve zorunlu olarak, seks köleliğine maruz bırakılarak yapıyor; güvencesiz koşullarda çalışarak yaşam kaybına varan ağır insan hakları ihlalleri ile karşılaşıyor. +90 kanalı röportajı tanıttığı yazılı bölümde işin sömürüyle ilişkisine değinse de röportajın genelinde bu işin severek ve istenerek yapılan ve kısa zamanda iyi para kazandıran bir iş olması öne çıkıyor. Bir röportajın hangi dönemde, nasıl bir tercihle yapıldığı neleri öne çıkarıp neleri geri planda tuttuğu izleyicinin algısını da etkiler. +90 röportajı bize sadece bu şekilde isteyerek çalışan insanlar olduğunu göstermekle kalmıyor. Seks işçiliği işindeki sömürü koşullarını gizleyerek ve izleyicinin ahlak kalıplarını yıkmaya çalışarak isterlerse orta sınıftan insanların bu işi rahatlıkla yapabileceği mesajını veriyor. Bunu tam da alt ve orta sınıflar açısından ekonomik krizin çok derin yaşandığını bir dönemde yapıyor. Bu nedenle bu röportaj bir gazetecilik çalışmasından çok seks işçiliği reklamına/iş ilanına benziyor.
Röportajın woke advertising denen yeni tarz reklamcılıkla benzer yöntemler kullandığını düşünüyorum. Son yıllarda çeşitli markalar ayrımcılık, adaletsizlik gibi toplumsal meseleleri öne çıkararak ürünlerini pazarlayan reklamcılık stratejileri geliştiriyorlar. Hedef kitlelerinin ciddiye aldığı meseleleri sahiplendiğini söyleyen markalar bu şekilde onlarla kişisel bir ilişki kurarak ürünlerini satmaya çalışıyor. Mesela Nike’ın kendisini ırkçılığa ve cinsiyetçiliğe karşı bir marka olarak tanıtan kampanyaları, Jilette’in toksik erkekliğe savaş açtığını söyleyen reklamı, Procter & Gamble’ın #LikeAGirl/Kız Gibi kampanyası ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde çeşitli şirketlerin kadın haklarına duyarlı olduğunu göstermek için çektiği videolar, Onur ayında logolarını gökkuşağı yapan markalar buna örnek olarak verilebilir. Toplumsal duyarlılıkları kullanarak servetine servet katan şirketlerin kölelik koşullarında çalıştırdığı insanların çalışma koşullarını iyileştirme gibi bir dertleri tabi ki yok. Çocuk işçiliği, kadın emeği ve göçmen emeğini sömüren markalar bu gibi reklam/kampanyalarla kapitalist sömürüyü de gizliyorlar. +90 kanalının röportajı da seks işçiliğindeki ağır sömürü koşullarından söz etmeyerek bunu adeta “güvenli bir alana” dönüştürüyor. Gerçeği gizleyerek ya da istediği yönünü öne çıkarak son derece rahat yapılabileceğini gösterdiği bu işin reklamını yapmış oluyor.
Bu video röportajı, iş ilanına benzetmemin diğer bir nedeni ise Türkiye’nin derin ekonomik kriz koşullarında gündeme gelmiş olması. Türkiye’de yoksulluk, derin yoksulluk gittikçe artıyor. Ertesi gün ne yiyeceğinin hesabını yapan insanların sayısı çok fazla. Siyasi iktidar insanların içinde bulunduğu ekonomik sorunlara çözüm üretmiyor. Sermaye, çalışanların emeğini sömürerek birikimine birikim katarken işçileri sendikal faaliyetten uzak tutmanın yollarını arıyor. Bu kriz ortamında sosyal devletten bahseden, çalışanların haklarını savunan toplumsal hareketler de örgütlenme krizi yaşıyor. Böyle bir ortamda yayımlanan video röportajın ekonomik kriz koşullarında ne sosyal devletten, ne işçi örgütlenmesinden ne de seks işçilerinin haklarından bahsetme gibi bir derdi var. Böyle olunca röportaj giderek derinleşecek olan ekonomik krizde “her koyun kendi bacağından asılır” dercesine geçim sağlamak ve daha kolay para kazanmak için seks işçiliğini adres gösterme işlevi görmüş oluyor. Bu şekilde devletin ve sermayenin neoliberal ekonomi politikalarıyla uyumlu bir mesaj veriyor.
İşçilerin haklarını koruyan sendikaların, seks işçilerinin hakları üzerine çalışan örgütlenmelerin bu röportaj konusundaki görüşlerini bilmiyorum. Takip edebildiğim kadarıyla Ekmek ve Gül yayını dışında bu konuyu sınıfsal bir çerçeveden ele alan değerlendirmeler yapılmadı. İşçilerin çalıştığı ağır sömürü koşullarına değinmeyen bir röportaj başka iş kolları üzerinden yapılsa aynı sessizlik devam edebilir miydi? Mesela maden işçileriyle bir röportaj yapıldığını varsayalım. Bu röportajda üç maden işçisi yaptığı işi çok sevdiğini, severek isteyerek yaptığını anlatıyor, “Benim ilgim bu, madene inmekten hoşlanıyorum.” diyor. Bu görüşmeyi yapanlar maden işçilerinin ağır çalışma koşullarına, hak gasplarına, yaşam kayıplarına, sendikal örgütlenmelerinde yaşadıkları zorluklara, sermayenin/patronların onlarla kurduğu ilişkiye hiç değinmiyor ve tozpembe bir tablo sunuyor olsa sendikalar bir tartışma açmazlar mıydı? Ya da sendikalar da “bireyin tercihi bu yönde; karışamayız” diyen neoliberal bireyci söyleme eklenirlerse buna da şaşırmamamız mı gerekiyor?
Bu sessizliğin bir nedeni seks işçilerinin haklarının sendikal örgütlenmelerin gündemine girememesi olabilir. Sendikalardaki kadınların, bağımsız kadın örgütlenmelerinin bu konuyu nasıl değerlendirdiğini de bilmiyorum.“Dünyanın en eski mesleği” olarak anılsa da seks işçiliğine meslek olarak nasıl yaklaşılacağı dünyada ve Türkiye’deki kadın hareketleri içinde de gerilimli, kafa karıştıran bir konu ve tartışmaların bir yönünü ahlak meselesi oluşturuyor.Ataerkil toplumda kadın cinselliği ahlak ve namusla ilişkilendirildiği için para ya da çıkar karşılığı seks işi yapan kadınlar ahlaksızlar listesinin en başında yer alıp toplum dışına itiliyor. Kendileriyle birlikte yakın çevreleri de fişleniyor. Toplum dışına itilmiş diğer bir kesim olan trans kadınlara ise seks işçiliği neredeyse yapabilecekleri tek iş olarak gösteriliyor. Ataerkil sistem kadınları fahişeler ve fahişe olmayanlar olarak bölerken bu iki kesimi birbirinden uzak tutmayı da beceriyor. Bu alanda yapılan hak temelli çalışmalar da ister istemez bu gerilimli ahlak hattı üzerinden ilerliyor. Ahlak meselesinin öne çıkması seks işçisi kadınların koşullarını dikkate alan rasyonel bir tartışma zeminine odaklanmanın önünde bir engel oluşturuyor. Büyük balıkların küçük balıkları yuttuğu kapitalist erkek egemen sömürü dünyasına gözlerini kapatan pek çok insan birbirini ahlakçı/ahlaksız olmakla suçlayıp ahlak çemberinin dışına çıkmadan birbirini yemeye devam edebiliyor.
+90 röportajının bu işin rahatlıkla yapılabileceği mesajını ağırlıklı olarak orta sınıfa ve gençlere seslenen bir şekilde izleyicinin ahlak kalıplarını yıkmaya çalışarak verdiğini düşünüyorum. İnsanları rasyonel düşünceden uzaklaştıran postmodern bir karmaşa ile karşı karşıyayız. Bu ahlak paradigmasının dışına çıkıp meseleye sınıfsal, toplumsal bir yerden bakamamak video röportaja nasıl yaklaşılacağı konusunda da kafa karışıklığına neden oluyor. +90’ın sömürüyü gizleyen, seks işçiliğini “güvenli alan” olarak sunabilen bu videosunu eleştirmekten çekinen kimi izleyicinin kaygısı da genelde ahlakçı sıfatına maruz kalmamak olabiliyor. Eğer bu videoyu eleştirirseniz rahatlıkla gerici, ahlakçı, eski moda olarak tasvir edilebilirsiniz. Meta ahlak mitlerini yıkmaya odaklandığımızda meseleyi hak temelli bir yerden ele almamızı engelleyen bu postmodern bölünmenin sistemin işleyişine nasıl katkı sunduğunu görebilmemiz gerekiyor.
Özellikle de ataerkil toplumun ahlak algısını daha yoğun bir şekilde sorgulayan, toplumla ve yakın çevresiyle bu konuda çatışma yaşayan, ekranlarda gördüğü zengin yaşamlara özenip kolay para kazanma arayışında olan gençlik kesimi üzerinde seks işçiliği risksizmiş gibi görünen sıradan bir tercihe dönüşebilir. Bir haber kanalından yaptığı işin toplumsal sonuçlarını düşünüp sorumluluk sahibi bir tavır geliştirmesi beklenir. Gazetecilik faaliyetinin amacı istenen anlatıya ulaşmak için buna uygun hikayeleri bir araya getirmek değildir. Topluma hakikati tüm boyutları ile gösterebilmektir. Umarım +90 kanalı toplumdan gelen tepkileri rasyonel bir biçimde değerlendirir, toplumla kurduğu ilişkiyi ve sorumlu gazetecilik pratiğini bu vesileyle gözden geçirir.
[1] Röportaja gelen eleştiriler arasında konuya sınıfsal bir çerçeveden yaklaşan Sevda Karaca’nın ‘Girlfriend experience’mış, ben anlatayım canım size o ‘experience’ı...” ve bunun gençler üzerindeki etkisini ele alan Selin Kurşun’un “Cinsel özgürlük eşitlikle sağlanır” yazılarının okunmasını öneririm. Seks işçiliği meselesine dair sınıfsal ve kadın haklarından yana genel bir yaklaşım geliştirebilmek için Selma James’in Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi’nde yayımlanan “Tanrı’nın Evindeki Orospular” adlı yazısı okunabilir.