25 Kasım Açıklaması


Kadına yönelik şiddetin, milliyetçi, militarist, ataerkil şiddetin normalleştiği bir kaos çağında yaşıyoruz. Kadına yönelik şiddet önlenebilecek bir suç olduğu hâlde dünyada ve Türkiye’de artarak devam ediyor. Bunu sadece kadına yönelik şiddet politikalarında yaşanan bir kararsızlık, beceriksizlik olarak açıklayamayız. İktidarlar, kurumsal politikalarını adeta şiddeti önlememek üzerine kuruyor.

Hepimiz biliyoruz ki kadına yönelik şiddet suçlarında, kadın cinayetlerinde faillerin çok büyük bir kısmı erkektir. Çoğu durumda erkekler kendilerinden statü ve sınıfsal olarak daha az ayrıcalığa sahip kadınlar üzerinde tahakküm kurmaktan çekinmezler. Güç göstermek, öfke boşaltmak, kadınları kontrol etmek, cezalandırmak veya çıkar, fayda, kazanç sağlamak amacıyla her türlü şiddet eylemini kadınlar üzerinde uygulayabilirler. Bununla birlikte erkeğin arkası ne kadar güçlüyse uyguladığı şiddet de o kadar yasadışı bir hâl alabilir. Buna Şule Çet cinayeti davasında yargılanan imtiyazlı sanıkların süreci kendi lehine çevirme girişimlerinde tanık olduk. Yeldana Kaharman ve Nadira Kadirova’nın ölümlerinin aydınlatılmamasının en önemli nedeni iktidar kanadında yer alan siyasetçilerin olaylara bizzat dahil olmuş olmalarıydı. İpek Er’in ölümünde sorumluluğu olan Musa Orhan kendisine bir şey olmayacağını biliyordu. Orhan’a yönelik şimdiye kadar cezai bir yaptırım uygulanmamışken kendisini eleştirenler hakkında davalar açılıp para cezaları verildi. Aleyna Çakır, Esra Hankulu cinayetlerinde failin kim olduğu belli olduğu halde serbestçe dolaşması yine arkasının sağlam olmasıyla ilgiliydi. Gücü ve parayı elinde tutan erkeklerin kadınların cinselliğini acımasızca sömürdüğü bir iklim oluşuyor ve bu durum toplumumuzda gittikçe normalleşiyor.

Kadın örgütleri ortalığı ayağa kaldırdığında ya da olay kamuoyunda yankı bulduğunda göstermelik tedbirler almak etrafımızı kuşatan şiddet ortamını sona erdirmez. Kadına yönelik şiddeti tekil vakalar özelinde tartışmak arkasındaki yapısal eşitsizlikleri görmemizi engeller. Elbette şiddet uygulayan failleri cezasız bırakmamak ve var olan kanunları sınıf, statü gözetmeden herkes için uygulamak önemlidir. Bununla birlikte kadına yönelik şiddeti, cinsel sömürü ve tahakkümü oluşturan yapısal işleyişi de sorumlu tutmalıyız. 

Şiddetin üzerini örtmek, açığa çıkmasını engellemek, suçu örtbas etmek, suçlanan kişiyi nüfuzuna göre kayırmak, cezaları uygulamamak, haksız ceza indirimine gitmek kadına yönelik suçlarda Türkiye’de hâlihazırda karşımıza çıkan uygulamalar. Bununla birlikte kadın cinayetlerinin en yoğun yaşandığı, pandemide ev içi şiddetin arttığı bir dönemde Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilerek kadına yönelik şiddet konusundaki tercihini açık bir şekilde göstermiş oldu.

Şiddetin yaygınlaşmasının iktidarın kadın düşmanı yapılanmasıyla ilgili olduğunu kabul etmek için Türkiye’de daha kaç kadın cinayetinin gerçekleşmesi gerekiyor? Bu iklimde kadınlara güç verebilecek tek şey ise kadın dayanışması ve bu dayanışmayı büyüterek örgütlemek. Bizler haklarımızın, yaşamlarımızın siyasi pazarlık konusu yapılmasına izin vermiyor, haklarımızdan ve birbirimizden vazgeçmiyoruz. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nde mücadeleyi ve dayanışmayı büyüten tüm kadınlara selam olsun. 

Feminist Kadın Çevresi