Söyleşi: Ayşan Sönmez / Haziran 2000
Bu söyleşi 6 Haziran 2000 tarihinde Yeni Gündem gazetesinde yayınlanmıştır.
Royal Shakespeare Company 12. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde Shakespeare’in “Hırçın Kız”ını sergiledi. Oyunun yönetmen yardımcısı Tristan Brolly ile Royal Shakespeare Company ve “Hırçın Kız” üzerine bir söyleşi yaptık.
Bize biraz Shakespeare Royal Company’yi anlatırmısınız? Grubunuz nasıl bir çalışma yöntemi izliyor, repartuvarınızı neye göre belirliyorsunuz? Bildiğimiz kadarıyla Shakespeare ağırlıklı bir repertuvarınız var.
Royal Shakespeare Company’nin (RC) kuruluşu 1960’ların başlarına dayanıyor. Bu yıllarda bir salon inşa ediliyor ve her yıl Shakespeare festivalleri düzenleniyor. Kurucuları da oyuncu kadrosunda yer alıyor. Burada oluşan kadro Londra’da çalışmaya başlıyor. Repertuar, yıllar içinde sanat yönetmenine ve dönemsel olarak burada çalışmış yönetmenlere göre değişiyor. Sırf belli gösteriler için anlaşma yapılan yönetmenler de var. Reperetuarın yüzde ellisi, belki de daha fazlası Shakespeare olmak zorunda. Shakespeare repertuarı da bildiğimiz oyunlar; genellikle büyük trajedileri, komedileri, tarihsel oyunları oynanıyor. Bizim için zaman sıkıntısı büyük bir sorun yaratıyor. Kısa aralıklarla aynı oyunun birçok sahnelemesi yapılıyor. Bu kimi zaman topluluğu bir müzeye çevirebiliyor. Grubun tarihinde çeşitli dönemler var. 1960 sonrasında Jan Kott’un ve Peter Brook’un topluluk üzerinde önemli etkileri var. Şu an RC’de çağdaş Shakespeare veya diğer Avrupa klasikleri oynanmaya devam ediyor. Kanımca RC için gelişme onun varlığını meşrulaştırmak açısından önemli. Aynı zamanda genç ve radikal yönetmenlere daha deneysel çalışma fırsatları da veriliyor. RC birçok açıdan büyük global bir topluluk haline gelmiştir. Topluluğun prodüksiyonlarının en az yüzde ellisi uluslararası turneler yapıyor. Her dönemde en az bir oyun bölgedeki belli başlı tiyatrolarda sergileniyor. Turneler RC’nin önemli bir parçasını oluşturuyor. Bunun ardında yatan fikir tiyatroyu, klasik tiyatroyu seyirciyle buluşturmak. Turnelerde eğitsel bir tutum izleniyor, farklı gruplarla workshoplar (atölye çalışmaları) düzenleniyor.
Anladığım kadarıyla Shakespeare oyunlarını sahnelerken hem geleneksel hem de deneysel yöntemleri kullanıyorsunuz. Peki, şu an festivalde oynadığınız oyun, “Hırçın Kız” hangi yönteme daha yakın duruyor?
Bu oyunun yönetmeni, Lindsay Posner, Euro Acting Programme’den geliyor. 10 yıldır mükemmel klasikler sahneliyorlar. Benim de bu klasiklerin sergilenmesinde deneyimlerim oldu. Sahnelemede çağdaş bir klasik yorumunu benimsiyor. Bence yönetmenin klasik bir metni ele alışı her zaman kendi yorumu doğrultusundadır. Eğer yönetmenin anlatmak istediği belirli şeyler varsa bunu metinle bağdaştırmak zorundadır. Bazıları cesur bir tutum izler, bazıları ise daha esnektir. Kimileri ise metnin tarihsel otantisite ve entegrasyonunun önemli olduğunu söylerler, orjinal haliyle sergilemek isterler. Londra’da Shakespeare bu şekilde olur derler. “Eğer Shakespeare çağdaşımız olsaydı nasıl bir yol izlerdi” sorusuna cevap ararlar. RC olarak çağdaş sahneleme yöntemleri ile klasikler sergilemeliyiz. Kanımca “Hırçın Kız” prodüksiyonu tarihsel otantisite düşüncesini ve metnin entegrasyonunu modernite ile birleştirdi. Metin karakterini sanırım ancak çağdaş bir tutumla daha dolaysız tartıştırabilirsiniz. Geçmiş ile çağdaş olan birleştirildi. Böylece seyirciye nesnel bir tarih yorumu sunuyoruz. Bir anlamda onunla modern bir bağlamda ilişki kuruyoruz. Bu da oyunun seyirciye geçmesine yardım ediyor. Bence klasik bir metin için önemli olan şey onu yeniden okumak ve hayata geçirmektir. Bir klasiğin yorumlanmasında böyle bir yaklaşım takip edilmelidir.
Sizin de bildiğiniz gibi, Katherine rolü iki farklı bakış açısına göre yorumlanıyor: İlki onu gerçekten de terbiye edilmesi gereken, huysuz bir kadın olarak ele alırken, ki Shakespeare’in dramaturjisinde ağırlıklı olan yorum budur, diğer bir yaklaşım ise feminist teorinin argümanlarını göz önüne alıyor ve Katherine’i, patriarkanın kendisine biçtiği belli kadınlık rollerini, belli kalıplar içinde hareket etmeyi reddeden radikal bir kadın olarak görüyor. Bu iki farklı yorum hakkında ne düşünüyorsunuz? Siz hangi yorumu tercih ettiniz?
Bence bu prodüksiyonda bir anlamda oyundan daha farklı bir Katherine yorumunda karar kılındı “Hırçın Kız”’ın yorumunda klasik dramaturjiye sadık bir yaklaşım izlenmedi. Biz oyundaki yorumu revize etmeyi tercih ettik. Klasik bir Katherine yorumu oyunu dondururdu. Bu karakter tarihsel zaman ve mekânla sınırlıdır. Oyunda Katherine için “öteki” yorumu vardır. Katherine içinde yaşadığı sisteme karşı tepkili biri, uyumlu davranışlar sergilemiyor. Katherine’i psikolojik anlamda inceleyelim. Bianca babasının en sevdiği kızıdır. Ev içinde bir annenin olmaması nedeniyle Katherine abla olarak bu boşluğu doldurmak zorunda. Katherine bu geleneksel duruma tepki gösteriyor. Restorasyon dönemi İngilteresi’nde bir kadının durumunu göz önüne alırsak, evlenmek istemeyen bir kadının önündeki seçeneklerin sayısı çok azdır. Bu yüzden kadınlar evlenmek zorundadır. Bu durum karşısında aykırı bir tutum ortaya koyarak tepkisini gösteriyor. Açıkçası, toplumda statüsünü koruyabilmek için de bir kocaya ihtiyacı var. Bu durum bir anlamda bir insanlık trajedisi ortaya koyar. Katherine aslında toplumun “dışında” olan bir tiptir. Bu bakış açısıyla bakıldığında kendi de bir “dışarıdaki” (outsider) olan Petruchio’yla karşılaşıyor. Petrochio “dışarıdaki” durumunun devamını sağlayan bir “zalim” olarak karşımıza çıkıyor ama bunu sistemin içinden yapıyor. Sanırım eğer Katherine oyunun başındaki gibi davranmaya devam etseydi sistem onu ezecekti. Ama oyunun sonunda geçirdiği zorlu yolculuğun ardından söylediği tirad ki oyunun en uzun tiradıdır, çok önemlidir. Burada öne sürdüğü argüman dönemin Hıristiyan evlilik kurumuyla ilgili argümanlarına göre radikaldir. Sanırım oyunun sonunda Katherine kazanıyor denemez. Petruchio ve Katherine arasında eşit bir saygı vardır. Oyunun bir yerinde Katherine, Petruchio tarafından korunma isteği gösterir ama Petruchio bunu yapmaz. Bence bu an çok önemlidir, aralarında bu tarz bir saygı vardır. Zamanın patriarkal evlilik kurumu düşünüldüğünde bu eşitlikçi bir evlilik olmayacaktır. Biz bu prodüksüyonu destekleyecek birçok feminist okuma yaptık. Ama Katherine’in karakterinin oluşmasında tarihsel bakış açısından daha çok faydalandık. Petruchio’nun yaptığı pek çok zalimlik bizler tarafından kabul edilmesi zor şeyler ama tarihsel olarak, kadınların o dönemdeki pozisyonuna baktığımızda durumun daha farklı olduğunu görürüz. Yönetmen Jonathan Miller’in de dediği gibi “klasik oyunları sahnelerken geçmişi ziyaret ederiz ve bu geçmişte her zaman da hoş değildir.”
Kendi döneminde Shakespeare oyunları, toplumun farklı kesimleri tarafından aynı beğeniyle izleniyor, her sosyal sınıfa seslenebiliyordu. Sizin RC olarak böyle bir hedefiniz var mı? Oyunlarınızın seyirci profili zengin mi?
Günümüz toplumunda sınıflar arasında hala sıkı bir hiyerarşi olduğunu düşünüyorum ve tiyatroya gelen seyircilerin büyük bir kesimini eğitimli orta ve üst sınıfa mensup kişilerin oluşturduğu görülüyor. İngiltere’de sosyal sınırları aşan bir tek müzikal oyunlar var. İşçi sınıfı müzikal oyunlara gitmeyi tercih ediyor. Diğer tiyatro toplulukları gibi RC de her sınıftan ve yaştan seyircinin ilgisini çekmeye çalışıyor. Gittiğimiz bazı yerlerde bilet fiyatlarını düşürüyoruz. İnsanların Shakespeare’e karşı olan önyargılarını yıkmaya çalışıyoruz ve onları bir kez olsun Shakespeare izlemeye çağırıyoruz. Şimdi RC’nin Shakespeare oyunlarını izleyen seyirciyle Shakespeare zamanının seyircisi arasında büyük bir fark var. Shakespeare zamanında oynanan oyunlarda karnaval havası, sosyal bir ritüel havası görülüyor. Bu karnaval havası ve sosyal ritüel artık o kadar doğru değil. Ayrıca hangi tür insanlar niye Shakespeare izler, diye sorulursa bence eğitimli insanların bile Shakespeare de zorlandığını görüyoruz. Klasik mitoloji, klasik referanslar, İncil, dilin kendisi ve bunları günümüze uygun hale getirmek. Tabi ki bunlara daha rahat ulaşma imkânı artık var ama aynı zamanda Shakespeare oyunlarının başka bir yönü de vardır; öykünün tarzı. Shakespeare öyküleri her tür sınırı ortadan kaldırır, çünkü insana özgü durumları gözler önüne serer. Ayrıca öyküler çok kalitelidir. Shakespeare’in en mükemmel yönü bunların hepsinin çok iyi bir kombinasyonunu yapmasıdır. Tiyatro olarak seyirciye ulaşmamız zor ama bunu sinema çok daha iyi başarıyor. Shakespeare filmleri sosyal sınırları aşabiliyor ama tiyatro en nihayetinde sınıf temelli kalıyor. Di Caprio’nun “Romeo ve Juliet”ini sanırım her toplumsal sınıftan insan izlemiştir.
Buradaki performansınız hakkında ne düşünüyorsunuz? Oyununuz seyirciyle rahat ilişki kurabildi mi?
İlk oyunu sponsorlumuzu yapan Thames Water’ın organize ettiği bir seyirciye oynadık. Sponsorlu performanslar hep zordur. Salon ya doludur ya da bomboş. Ayrıca seyircinin hepsinin tutkulu tiyatro izleyicilerinden oluşması gerekmez. Diğer gösterilerimizin de zorluğu farklıdır. Davetli olmayıp gerçekten görmek istedikleri için gelen halka oyunu oynamak farklı birşey. Daha da zor. Ama oyun bu salona çok uydu ve herkes, hem RC’den, hem festival organizasyonundan, çok çalıştı. Teknik prova sırasında oyunu bizimle izleyip gerekli yorumlarda bulundular. Festival kapsamında burada RC’nin, Pina Bausch’un ve Robert Wilson’un olması benim açımdan çok önemli. Pina Bausch ve Robert Wilson benim için tiyatroda iki temel figürdür, İstanbul’daki festival kalitesini çok arttırdılar.
Bildiğimiz kadarıyla grubunuz hayli kalabalık, 80 kişilik bir kadro. Bu kadar çok insanı finanse etmede sorun yaşamıyor musunuz? Grubunuz devlet desteği veya özel destek almadan, sırf gişe hâsılatıyla kendi kendini geçindirebiliyor mu?
Hırçın Kız’da 15 kişilik bir oyuncu kadrosu, üç müzisyen, üç sahne sorumlusu, 11 teknik kişi var. RC çok büyük bir organizasyondur. Londra ve şehir dışında da birçok organizasyonu var. Yaz döneminde de repertuardan tek gecelik ortalama sekiz gösteri yapacağız. 80 kişilik kadromuz Stratford’da bu sekiz gösteride görev alacak. Birçok oyuncu iki-üç oyunda görev alır. Bir de Hırçın Kız gibi, Cymbeline gibi dışarıda sergilenen oyunlar vardır. Bu oyunlardaki kadro bazen diğer oyunlarla çakışıyor. Her grup ayrı çalışır. Hepsinin ayrı yönetmenleri ve teknik ekipleri var. Gişe hâsılatıyla kendimizi finanse etmemiz mümkün değil. İngiltere’de şu anda bir topluluğun desteksiz veya sponsorsuz kendini idame edebilmesi çok zor. Tiyatrolar olması gerektiği kadar desteklenmiyor. Birçok tiyatro perdelerini kapatmak zorunda kalıyor, yerel tiyatrolar kapanıyor. Shakespeare, Çehov veya bazı Amerikan yazarlarını oynamak durumundalar. Deneysel çalışmalara çok destek yok. Londra’daki alternatif tiyatrolardan Fringe Theatre ödenek almadan çalışıyor, belki yerel yönetimlerden ufak yardımlar alıyorlardır. Ama genelde insanlar para almadan veya çok az para alarak oynuyor ve başka işlerde çalışıyorlar. RC şu anda devletten büyük miktarda yardım alıyor. Ayrıca geçen yıl büyük bir sponsorluk anlaşması yapıldı. Bazen tek tek oyunlara sponsorluk bulunabiliyor. RC sadece gişe hâsılatıyla ayakta duramaz ama biz bir kar kuruluşu değiliz. Elde ettiğimiz gelir topluluğa gidiyor zaten. Muhafazakârlar döneminde tiyatroya destek ve sponsorluk çok zora girmişti. Ayrıca çok büyük miktarlarda ikramiye dağıtan Milli Piyango da tiyatroya destek sağlıyor ama bu para oyunculara değil binalara harcanıyor. Tiyatro sanatçıları çalışma tutkularıyla bu işi yapıyor. Tiyatro bir krizde.
Yılda yaklaşık otuz farklı oyun sahnelediğinizi duyduk. Bu doğru mu? Bunu nasıl başarıyorsunuz?
Yaklaşık bu civarda. Stratford’da RC’nin üç mekânı var. Çok geniş bir kadro olduğumuz için bu çok sorun çıkarmıyor. Burada çalışanlar tiyatrodan başka bir işle uğraşmıyorlar. Geliyorlar ve işlerini yapıyorlar. Topluluğun doldurmak zorunda olduğu üç salon var. Üç salon ve 12 ay için bu kadar çok prodüksiyon olabiliyor. Ama bunların çoğu kısa süreli ve küçük çaplı organizasyonlar. Seyirci düzeyini elde tutabilmek için büyük çaplı prodüksiyonlara da ihtiyacımız var.
Bildiğimiz kadarıyla son birkaç yıldır ülkenizde, milli bir Galler tiyatrosu oluşturma yönünde girişimler var. Gal dili İngilizce’den farklı bir dil ve Galler halkı özellikle bu dili kullanarak tiyatro yapmak istiyorlar. Bu girişim hakkında ne düşünüyorsunuz, politik ve kültürel açıdan destekliyor musunuz?
İşçi partisi çalışması altında bu konuya büyük bir ilgi başladı. Hem İskoçya’daki Galler’e, hem de İrlanda’ya. İskoçların şu anda bir meclisleri var. Artık İngiliz Hükümeti’nden bağımsızlar. Bu çok yeni. Sanatsal olarak uzun bir süreden beri bu durum sürüyordu. İngiltere’nin ayrı bir sanat konsülü, Galler’in ve İskoç’ların ayrı sanat ve kültür konsülleri var. Kendi kültürleri için savaşan sanat konsülleri de var. Galler’in bunlar arasında ulusal tiyatrolarını yaratma çabalarının daha ileri olduğunu düşünüyorum. Şu anda olup olmaması konusunda bir tartışma sürüyor. Kuzey Galler daha farklı bir dil kullanıyor. Güney ise İngilizceye çok daha yakın. RC’de çalışan Galli bir sanat yönetmenimiz, Terry Hands var. Gösterilerinde, oyuncuları, yönetmenleriyle giderek daha çok Gal kökenli insanları kullanıyorlar. Prodüksiyonları Gal dilinde oluyor. Bu politik bir savaş. Bu tiyatro Güneyli mi yoksa daha Kuzeyli mi olacak? Politikacılar Güneyde özel bir ensemble olduğunu kabul ediyorlar. Bence ulusal bir tiyatro kurulmalı ve bu desteklenmeli. Gal dili okullarda okutulmalı. Bu dili konuşan çok insan var ve bununla gurur duyuyorlar. Galli olmakla gurur duyuyorlar. Kültürel olarak daha fazla çaba var. Daha önce Galler’den endüstriyel olanaksızlıklar, işsizlik konuşulurdu. Bunlar özellikle büyük ekonomik buhran dönemindeydi. Ama artık giderek daha çok kendi kültürleriyle ilgileniyorlar. Kendi ulusal tiyatrolarıyla gurur duyuyorlar. Aynı şey İskoçya için de geçerli. Buna saygı duyuyorum. İskoçyalılar İngilizce konuşuyorlar, tabi İskoç şivesiyle. Sanırım yapacakları tiyatronun dili, İngiltere’de kullanılandan çok da farklı olmayacaktır.