Melisa Telli
Nebile Sena Başar
Selenay Boz
Bu yazı, Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü’nün (BÜKAK) bü’de kadın gündemi adlı bülteninin Güz 2022 tarihli 43. sayısında yayımlanmıştır.
2021-2022 eğitim dönemine girerken Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü’nün (BÜKAK) uzun süredir eğitim, çalışma yaşamı, cinsellik, militarizm, milliyetçilik, sanat gibi temalar üzerinden kurguladığı temel eğitim çalışması olan Temel Feminizm Okumaları’nın içeriğinin yenilenmesine karar verdik. Hem kulüpte uzun süredir kadın hareketleri üzerine kapsamlı bir tarihsel okuma yapılmamış olması sebebiyle hem de kadın hareketi mücadelesinin elde ettiği kazanımların geri alındığı bir dönemde bu tarihi okumanın önemli bir yerde durduğunu düşünerek eğitim programını yeniledik. Çalışmanın hedefi kulüp üyelerinin kadın hareketine ve feminist mücadeleye dair tarihsel bir perspektif kazanması ve günümüz tartışmalarını bu gözle okuyabilmesiydi. Bunun yanında, bugüne dek öğrendiğimiz resmî tarih anlatılarında karşılaşmadığımız bir tarihi araştırmak, kadın hareketi tarihiyle ve feminist tarih yazımıyla tanışmak çalışmanın bir diğer hedefiydi.
Çalışmanın ön hazırlığı için 2021 yaz döneminden başlayarak bir müfredat çalışması yapıldı. Bu çalışmada Batı, Osmanlı, Türkiye ve Orta Doğu’dan kadın hareketi tarihine dair çıkardığımız başlıklar altında metinler, görsel ve işitsel materyaller taranarak bunlar üzerinden tartışmalar yürütüldü. Benzer bir hazırlık çalışması Bahar dönemi müfredatını oluşturmak amacıyla 2022 Ocak-Şubat aylarında yapıldı. Güz dönemi müfredat hazırlığını yaparken okuduğumuz metinler ve yürüttüğümüz tartışmalar sonucunda ortaya çıkan ihtiyaçlarla, özellikle tarihsel arka planı daha iyi anlayabilmek için çeşitli sunumlar düzenledik. Bu kapsamda Feminist Yaklaşımlar dergisi editörlerinden Zeynep Kutluata Osmanlı Kadın Hareketleri; bgst Yayınları’ndan Nuri Ersoy Immanuel Wallerstein’in Tarihsel Kapitalizm1 kitabı; yazar, editör ve tarihçi Alişan Akpınar 19. Yüzyılda Osmanlı Modernleşmesi ve Fransız Devrimi ve İdeolojiler üzerine sunumlar yaptılar. Müfredat çalışmalarının sonucunda hem güz dönemi Temel Feminizm Okuması’nın hem de bahar döneminde devamı niteliğinde kurduğumuz okuma çalışmasının programlarını oluşturmuş olduk.
1. Dönem-Temel Feminizm Okuması
Temel Feminizm Okuması’nda kulüpte dokuz haftalık bir çalışma yürüttük. Bu çalışmada Fransız Devrimi’nden İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde Batı’da, Osmanlı ve Türkiye coğrafyalarında ortaya çıkan kadın hareketlerini ve kadınların hak mücadelelerini cinsiyet, sınıf, ırk, milliyetçilik, militarizm tartışmalarıyla birlikte ele aldık. Dönem içerisinde bu çalışma dahilinde Zeynep Kutluata’nın ön hazırlık sürecinde de gerçekleştirdiği Osmanlı Kadın Hareketi üzerine olan sunumu kulüple paylaştık.
1. Hafta: Giriş
Temel Feminizm Okumalarının ilk haftasında okuma programının başlangıcı için bell hooks’un Feminizm Herkes İçindir2 kitabından “Giriş”, “Feminist Politika” ve “Bilinç Yükseltme” bölümlerini okuduk. Bu bölümler üzerinden feminizmle nasıl tanıştığımız, feminizmin bizim için ne ifade ettiği üzerine tartışmaya başladıktan sonra farklı feminist yaklaşımların tarihlerini anlatan Feminist Teori3 adlı kitabın önsözü üzerine tartışmamıza devam ettik. Bu metin feminist literatürde kullanılan dalga metaforu üzerine bir tartışma açıyor. Tarihsel bir okuma yaparken dalga metaforu, feminizmi tarihsel olarak incelememizi kolaylaştıran bir şema oluşturuyor. Ancak feminizmin dalgalarının farklı coğrafyalarda farklı izdüşümlerle yaşandığını biliyoruz. Dalgalar birbirlerinden kesin sınırlarla ayrılmıyor ve birbiriyle zaman zaman içe içe geçebiliyor. Bir dalgaya ait gördüğümüz tartışmalar o tarihsel dönemle sınırlı kalmıyor ve yeniden gündeme gelebiliyor. Dolayısıyla çalışmamızın ilk haftasında çalışma boyunca sıklıkla kullanacağımız dalga metaforuna çok boyutlu bakabilmemiz önemli bir yerde duruyordu. Bu hafta okuduğumuz son metin Fatmagül Berktay’ın Tarihin Cinsiyeti4 kitabından “Tarih Yazımında Farklı Bir Perspektif” bölümü oldu. Fatmagül Berktay bu metinde, “Hiç kimse, denemeden neler yapılabileceğini bilemeyeceğine göre, ne yapabileceğimize ilişkin tek ipucu, geçmişte başka insanların neler yaptıklarıdır.”5 sözleriyle yaptığı alıntı çalışmamızın temel hedeflerinden birine değinmiş oluyor. Kadınların tarihini öğrenmek, daha önce tüketilen tartışmaları okumak, günümüzde de tartışmalarımıza yön veriyor. Ancak öğrendiğimiz tarihin kimin bakış açısından, hangi amaçla yazıldığı ve kimlerin tarihinin yazıldığı kritik bir konu. Bugüne kadar örgün eğitimde öğrendiğimiz ya da temel kaynak olarak görülen kitaplardan okuduğumuz tarih anlatısı çoğunlukla beyaz erkekler tarafından yazılan ve yine aynı grupların tarihini anlatan kaynaklar. Bununla beraber ülke ve dünya tarihini her zaman tarafsız kaynaklardan öğrenemiyoruz. Dolayısıyla giriş haftamızda kadınların tarihi ve feminist tarihçilik üzerine bir tartışmayla başlamamız çalışma boyunca bize bir temel oluşturdu. Kadınların tarihi, tarihte var olan kadınları gün yüzüne çıkartmak üzere çalışmalar yaparken feminist tarih ise tarih anlayışına feminist bir perspektif getiriyor ve tarih anlatılarındaki güç ilişkilerini toplumsal cinsiyet bağlamında ele alarak çözümlemeye çalışıyor. Kadınların olduğu birçok alanın tarihte yer almadığını ya da eril bir bakış açısıyla üstünkörü anlatıldığını görüyoruz. Kadınların tarihinin anlatılmasının ve feminist tarih yazımının mücadeleye katkılarına değinerek tartışmamızı noktaladık.
2. Hafta: Aydınlanmacı Liberal Feminizm
İkinci haftaya geldiğimizde Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve Fransız Devrimi sonrasında kaleme alınan yurttaş hakları bildirgelerini, kadınların açtığı vatandaşlık ve temel hak tartışmaları üzerinden ele aldık. Tartışmamızda temel kaynaklar olması için İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni,6 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ni7 ve bu belgelerin üzerine kadınlar tarafından yazılmış Kadının ve Kadın Yurttaşın Haklar Bildirgesi’ni8 ve Duygular Bildirgesi’ni9 okuduk. Aynı zamanda Feminist Teori10 kitabından Aydınlanmacı Liberal Feminizmin temel tartışmalarına yer veren “Aydınlanmacı Liberal Feminizm” bölümü okuma programımızdaydı. Amerika’da ve Fransa’da yazılmış bildirgeler 18. ve 19. yüzyıllarda kadınların hem toplumdaki konumlarını hem de vatandaşlık statülerini anlamamıza yardımcı oldu. Kadınların, kendi haklarını kapsamayan bildirgelere karşı yazdıkları bildirgeler temel olarak hakların ayrım yapılmadan tüm insanlar için olması gerektiğini konu ediniyor. Kadınların temel hakları evlenmeden önce babaları, evlendikten sonraysa kocaları üzerinden tanımlanıyor yani kadınlar birey olarak kabul edilmiyor ve vatandaşlık statüleri ancak “ölü vatandaşlık” olarak tanımlanıyor. Aydınlanmacı düşünürlerin sahiplendiği rasyonellik, eşitlik gibi temel ilkelerin kadınları da kapsaması gerektiğini Mary Wollstonecraft, Harriet Taylor Mill ve John Stuart Mill’in argümanları üzerinden okuyoruz. Kadınların rasyonel olmadıkları ya da doğaları gereği duygusal oldukları argümanları aydınlanmacı liberal feministler tarafından çürütülüyor. Aydınlanma çağında özellikle öne çıkarılan akıl, bilim, eğitim gibi kavramlar sadece beyaz, erkek vatandaşları kapsayacak şekilde tartışılıyor. Bunların yanında aydınlanmacı liberal feministler kadınların kamusal alandaki konumlarına dair eleştirilerini dile getirirken özel alana dair bir eleştiri yapmıyorlar. Argümanlarını daha çok toplumun yarısını oluşturan kadınlar kamusal alandan dışlanırken toplumun ilerleyemeyeceği üzerinden dile getiriyorlar. Bu hafta düşüncelerini okuduğumuz bir başka düşünür Sarah Grimké, din alanından da kadınların dışlandığını, kutsal kitap yorumlarının erkekler tarafından yapılması sebebiyle, bu yorumların kadınları kapsamadığını öne sürüyor. Bugün de bu konuların önemli tartışma noktaları olduğuna dikkat çekerek haftayı tamamladık. Hak mücadelelerinin bugün de devam ettiğini ve hiçbir kazanım için mücadelenin bitmediğini konuştuk.
3. Hafta: Kadın Hareketi ve Irkçılık
Bu hafta kadınların siyasi hak taleplerini, temelde oy hakkı talepleri ve siyah kadınların açtığı tartışmalar üzerinden ele aldık. Bu haftanın okumaları Angela Davis’in Kadınlar, Irk ve Sınıf11 kitabından “Kadın Hakları Kampanyasının Başlangıcında Irk ve Sınıf” ve “Kadın Oy Hakkı Hareketinde Irkçılık” bölümleri oldu. Tartışmamıza önce Angela Davis’in hayatını konuşarak başladık. Angela Davis, Amerikalı siyah feminist, insan hakları savunucusu, filozof ve yazar. Çalışmalarında toplumsal eşitsizlikleri ırk, sınıf ve cinsiyet üzerinden ele alıyor. Bu haftaki tartışmalarımıza tarihsel olarak Seneca Falls’ta şekillenen taleplerle başladık. Evlenmeleriyle birlikte kadınların sivil statülerini kaybetmeleri, oy, eğitim ve mülkiyet hakkı, kadınların kamusal alanda tıp, hukuk ve din gibi alanlarda bulunamaması üzerinden dile getirilen talepler Seneca Falls’ta ilk kez ifade ediliyor. Aynı zamanda erkeklerin kadınların özgüvenini ve özsaygısını mümkün olan her yolla zedelemeye çalışması da bu toplantıda tartışılan ve burada yazılan Duygular Bildirgesi’ne eklenen konular arasında. 1851 yılında toplanan Akron Kadın Hakları Kongresi’nde ise Sojourner Truth meşhur “Ben kadın değil miyim?” konuşmasını yapıyor. Bu konuşma siyah kadınların beyaz kadınlardan farklılaşan deneyimlerinin ve hareket içerisindeki konumlarının tartışılması için bir temel oluşturuyor. Amerika tarihinin kısa bir aktarımını dinlediğimiz tartışmada kadınların oy hakkı mücadelesinin Amerikan İç Savaşı ve siyasi tartışmalarla ne kadar iç içe olduğunu gördük. Kadınların oy hakkı tartışılırken beyaz erkekler, siyah erkeklerin oy hakkı alması için bir kampanya başlatıyor ve siyah erkekler oy hakkı elde ediyor. Bu noktada kadın hareketinin içinde ayrılıklar başlıyor. Angela Davis’in aktardığına göre siyah erkeklere oy hakkı verilmesini desteklemeyen beyaz kadınlar ile siyah kadınların argümanları farklılaşıyor. Beyaz kadınlar, hiyerarşik olarak kendilerinden daha aşağıda görülen siyah erkeklerin kendilerinden önce oy hakkı almalarına hem kendi oy hakkı mücadelelerine zarar vereceğini düşünerek hem de ırkçı ön kabullere düşerek karşı çıkıyorlar. Siyah kadınlar sadece siyah erkeklerin oy hakkı kazanmasının siyah kadınlar üzerindeki baskıyı artıracağı yönünde zaman zaman çekincelerini dile getirseler de siyah erkeklerin oy hakkı almasının siyahların yaşam haklarının dahi ihlal edildiği bir ortamda önemli olduğunu düşünüyorlar. Bunun üzerinden çalışmanın bu haftasında Amerika’da yaşanan gelişmeler ve tartışmalar ışığında kadınların hak mücadeleleri içinde çıkan tartışmaların ve yürütülen kampanyaların o dönem birleşik kadın mücadelesini geri plana attığını ve belki de kadınların oy hakkı kazanmasını geciktirdiğini değerlendirdik. Farklı gruplar farklı motivasyon ve stratejilerle ilerlerken mücadelenin bundan nasıl etkilendiğini ve dönüşebildiğini tartıştık.
4. Hafta: Kadın Hareketleri ve Sosyalizm
Çalışmamızın dördüncü haftasında dönemin sosyalist anlayışları ve kadın haklarına yaklaşımları, ayrıca kadınların sınıf mücadelesindeki konumları üzerine bir tartışma yürüttük. Josephine Donovan’ın Feminist Teori12 kitabından “Feminizm ve Marksizm” bölümüyle beraber Toplumsal Gelişmede Kadının Önemi13 kitabından Aleksandra Kollontay’ın “Feministlerin Hareketi ve Sınıf Mücadelesinde İşçi Kadının Rolü” bölümünü okuduk. Fransız Devrimi’nde ortaya atılan eşitlik, özgürlük, kardeşlik şiarını temel alarak ortaya çıkan üç temel ideoloji olan muhafazakarlık, liberalizm ve sosyalizmi konuşarak tartışmamıza başladık. Bunun üzerine daha çok sosyalizmin kökenleri ve sınıf bilinci, praksis, yanlış bilinç, yabancılaşma gibi sosyalizmle beraber karşımıza çıkan kavramların kadın sorununa nasıl uygulandığını konuştuk. Kadınların kendilerini ataerkinin gözünden görmesi, çalışma yaşamının kadınların hayatlarına yansımaları, ev işleriyle beraber profesyonel bir işte çalışmanın kadınlar için çifte mesaiye dönüşmesi gibi noktalar öne çıktı. Bunun üzerinden işçi sınıfının durumunu anlatmak ve sınıf bilinci oluşturmak için ortaya atılan kavramları kadınların yaşam koşullarıyla birlikte değerlendirerek bir kadın sınıfı olup olamayacağını tartıştık. Tartışmamıza katkı sunması açısından Joan Scott’un “Kadın İşçi”14 adlı makalesinin aktarımı yapıldı. Özellikle Aleksandra Kollontay’ın makalesi üzerinden kadın işçilerin taleplerini ve koşullarını konuşma şansı bulduk. Bu noktada liberal feministlerin tartışmaya açmadığı konuları da değerlendirdik. Kadın işçilerin erkek işçilerle aynı koşullarda sendikalaşmaması, kadınların eşit işe eşit ücret talepleri ve iş koşullarında kadınların yaşadığı eşitsizlikler bu konulardan birkaçı. Kadınların eşit işe eşit ücret almamalarının nedenlerini hem dönemin hâkim söylemleri hem de kadınların koşulları üzerinden değerlendirdik. Kadınların aynı işler için erkeklerden daha az ücret almaları kadınların iş gücüne katılımının nitelikli bir iş gücünden ziyade yardımcı iş gücü olarak algılanması üzerinden temellendiriliyor. Eşit işe eşit ücret talep ederken kadınların çalışma koşullarını da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Kadın emeği korunurken kadınların hasta, yaşlı ve çocuk bakımı gibi konulardaki görünmeyen emeğinin göz ardı edilmemesi önemli bir noktada duruyor. Bu hafta tartışmamızı, günümüzde kadınların çalışma koşulları ve iş hayatlarında yaşadığı eşitsizlikleri ve bu konuda neler yapılabileceğini konuşarak noktaladık.
5. Hafta: Kültürel Feminizm
Bu hafta kültürel feminizm tartışmamıza Josephine Donovan’ın Feminist Teori15 kitabından “19. Yüzyılın Kültürel Feminizmi” bölümünü okuyarak ve kültürel feminizmin, bu haftaya kadar tartıştığımız liberal ve sosyalist feminizmden farklarını konuşarak başladık. Kültürel feminizm 19. yüzyılda ortaya çıkıyor ve argümanlarını daha çok anaerkil dönem, kadınların doğası ve anaçlıkları üzerinden şekillendiriyor. Bu haftada yine tarih yazımındaki varsayımlar ve tarihin yorumlanmasındaki eril bakış açısı üzerinde durduk. Örneğin avcılık ve toplayıcılık yapan toplumlarda bu iş bölümünde avlanmayı erkeğin ve toplama işini kadının yaptığını okuyoruz ancak yeni yapılan araştırmalarda bu iş bölümünün farklı olabileceğine dair bulgular da var. Bununla birlikte avcılık senenin belli zamanlarında birkaç kez yapılırken toplayıcılık neredeyse her gün yapılıyor. Toplayıcılığın avcılığın yanında daha önemsiz ve kolay bir işmiş gibi algılanmasının kadınların toplayıcılık, erkeklerin avcılık yaptığı bilgisi üzerinden temellendirildiğini söyleyebiliriz. Kültürel feministler, kadınları doğaları gereği barışçıl görüyorlar, argümanlarında çokça barış içinde geçen anaerkil döneme referans veriyorlar ve anaerkil ütopyalar üzerine konuşuyorlar. Bu hafta tartışmalarımıza katkı sunması için Sosyal Darwinizm, cadılık ve Emma Goldman’ın hayatı üzerine aktarımlar yapıldı. Tartışma boyunca kültürel feministlerin argümanlarını temellendirdikleri kavramlar üzerinden günümüze de referans vererek tartıştık.
6. Hafta: Osmanlı Kadın Hareketleri
Altıncı haftaya geldiğimizde tartışmalarımıza Osmanlı coğrafyası üzerinden devam ettik. 19. yüzyılda Batı’daki kadınların hak mücadelesinin Osmanlı toplumuna etkilerini ve Osmanlı kadın hareketlerini çok kimlikli yapısı içinde ele almayı amaçladığımız bu haftada Serpil Çakır’ın Osmanlı Kadın Hareketi16 kitabından “Osmanlı Kadın Hareketi” bölümüyle beraber Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce serisinin Feminizm cildinden “Osmanlı Ermeni Feminizmi: Zabel Asadur’un Nesi Radikal- di?”17 ve “Son Osmanlı Döneminde Rum Milletinde Kadın Haklarıyla İlgili Görüşler”18 bölümlerini okuduk. Tartışmamıza en temelde Osmanlı’daki kadın hareketini tanıyarak başladık çünkü yaşadığımız coğrafyada, kadın hareketleriyle eş zamanlı gerçekleşen birçok olay resmî tarih anlatısında ve okul müfredatında yer alırken Osmanlı’daki kadın hareketine resmî tarihte hiç yer verilmiyor. Dolayısıyla üzerine yazılmış kısıtlı kaynak olan bu konu, feminist tarih yazıcılığıyla birlikte yoğun arşiv çalışmaları ve o dönemde çıkarılan dergiler üzerinden günümüze kadar gelmeyi başarıyor. Tartışmamızda dönemin kadın dergilerine çokça yer verdik, bununla birlikte Osmanlı hukukunda kadın haklarına dair kısa bir aktarım yapıldı. Kadın hareketinin etkilendiği ideolojilerden konuşurken özellikle Müslüman kadın imgesinin ön plana çıkartıldığını, kadınların eğitim haklarının annelik görevleri üzerinden temellendirildiğini ve hareketin genel olarak kendine feminist demediğini gördük. Osmanlı coğrafyasında Müslüman kadınlar tarafından sunulan argümanlar genellikle feminizm karşıtı bir yerde duruyor. Bu yaklaşım, Batı kaynaklı feminist ideolojinin benimsenmesindense, kadın haklarının Müslüman kadınların hayatına ve Osmanlı coğrafyasındaki yaşantılarına uygun olması gerektiği üzerinden temellendiriliyor. Dönemin kadın hareketi Batı’daki örneklerden tabii ki etkileniyor ancak kendi kültürlerine özgü bir hak mücadelesi oluşturmaya çalışıyor. Gayrimüslim kadınların mücadeleleri de yine kimliklerini ve kültürlerini korumak üzerinden yürüyor. Benzer şekilde bu hareketler de yayıncılık ve dernek faaliyetleri çevresinde bir araya geliyor. Bu hafta Feminizm kitabından okuduğumuz bölümler üzerinden Müslüman kadın hareketiyle beraber Rum ve Ermeni kadın hareketleriyle tanıştık.
7. Hafta: Cumhuriyet Dönemi Kadın Hakları (1935’e Kadar)
Çalışmamızın yedinci haftasının teması Cumhuriyet döneminde kadın haklarıydı. Serpil Sancar’ın Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti19 kitabın- dan bölümler okuduk ve Nezihe Muhittin’in hayatını anlatan Kadın Olmanın Günahı20 isimli belgeseli izledik. Serpil Sancar kitabında erken Cumhuriyet döneminde kadınların siyasal haklarına ilişkin tartışmalara yer veriyor. Serpil Sancar’a göre bu dönemde kadınlar siyasi haklarını medeni haklarında olduğu kadar güçlü bir şekilde talep etmediler, talep ettiklerinde ise bu, Cumhuriyet’in öncü kadroları arasında fazla radikal görüldü. Kadınların siyasal haklarına karşı argümanlarda liyakat sorgulaması öne çıkıyordu. Kadınların henüz siyasal hayata katılmaya hazır olmadıkları, öncelikle toplumsal hayata karışmalarının ve eğitim almalarının gerektiği söyleniyordu. Bazı kadınlar bu argümanları desteklerken bazı kadınlar ise bu argümanların temelsizliğini ortaya koydu. Kadınlar Cumhuriyet’in ilk fırkası olacak Kadınlar Halk Fırkası’nı (KHF) kurmak istediklerinde devlet tarafından engellendiler ve bir dernek olarak Türk Kadınlar Birliği’ni (TKB) kurdular. Kadınların siyasal hakları için faaliyet yürütülmeyeceği taahhüdünün verilmesi koşuluyla derneğin kurulmasına izin verildi. Bu engellemelere rağmen TKB kadınların oy hakkı için mücadelesini sürdürdü ve TKB ile kadınların siyasal haklarını savunan kurumsal bir yapı kurulmuş oldu. Bu mücadelede öne çıkan kadınlardan biri Nezihe Muhittin. Nezihe Muhittin yolsuzlukla suçlanarak dernek yönetiminden istifa ettirildi, yerine başka biri atandı ve kadınların oy hakkı kazanımından sonra TKB’nin varlığına artık gerek kalmadığı söylenerek dernek feshedildi. Tüm bu hafızayı ortaya koyarak Serpil Sancar, “Cumhuriyet’in Kadın Devrimi”nin sınırlarını gösteriyor bize. Cumhuriyet’in ideal kadını, ailesine ve ulusuna karşı sorumluluklarıyla tarif edilirken siyasal hakları 1934’e kadar tanınmıyor. Serpil Sancar Cumhuriyet’in kadın politikalarını üç figür üzerinden ele alıyor: Nezihe Muhiddin, Halide Edip ve Afet İnan. Bu kadınlardan Nezihe Muhiddin ve Halide Edip Cumhuriyet’in siyasi kadrolarından dışlanıp itibarsızlaştırılırken Afet İnan ise Cumhuriyet’in ideal kadınının somutlaştığı bir rol model olarak sunuluyor. Daha çok milliyetçi söylemleri ve romanlarıyla tanıdığımız Halide Edip’in kadınların siyasal hakları için söyledikleri ve yaptıklarını okuyarak onun resmî tarih anlatısında karşımıza çıkmayan başka bir yönüyle tanışmış olduk. “Elinin hamuruyla erkek işine karıştığı” söylenen Halide Edip’e yönelik cinsiyeti üzerinden yapılan karalama kampanyası siyasi alandaki cinsiyetçiliğe bir örnek sunuyor. Afet İnan ise devletin kadın hareketini kontrol etme, muhalefeti ezemediği durumlarda onu kendi parçası haline getirerek ehlileştirme çabasına bir örnek. Kadınların hak mücadelesi görünmez kılınarak, siyasal haklar bir anda Afet İnan’ın aklına gelen ve Atatürk’ün armağan etmesiyle edinilen haklar olarak anlatılıyor. Nezihe Muhittin’in itibarsızlaştırılması ve TKB üzerinde kurulan baskılar örneğinde ise yine devletin sindirme politikalarının örneklerini gördük. Dolayısıyla Serpil Sancar’ın metni bağımsız kadın hareketinin önemi ve kadın hareketinin devletle nasıl ilişki kuracağı noktalarında tartışmalar açıyor.
8. Hafta: Birinci Dünya Savaşı ve Kadınların Savaş Karşısında Konumlanışı
Çalışmamızın sekizinci haftasında Zeynep Kutluata’nın “Balkan Savaşlarının ve Birinci Dünya Savaşının Osmanlı’da Kadın Hakları Söylemlerine Yansımaları”21 isimli makalesini ve Susan Grayzel’in Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar dergisinde çevirisi yayımlanan “Feminizm Yargılanıyor: Kadınların İtirazı ve Barış Siyaseti”22 isimli makalesini okuduk. Bu haftanın amacı savaşların kadın haklarını nasıl etkilediği ve kadınların savaş karşısında nasıl konumlandıkları üzerine bir tartışma yürütmekti. Zeynep Kutluata, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sırasında anneliğin “kamusal bir faaliyet” olarak tanımlandığını yazıyor. Kadınlar anneler olarak milli kimliğin üretiminden ve ulusal birliğin sağlanmasından sorumlu tutuluyor. Vatandaşlıkları annelik kimlikleri üzerinden kuruluyor. Savaşı desteklemeleri, savaşacak asker doğurmaları, yetiştirmeleri, çocuklarına düşmana karşı öç ve intikam duygusu aşılamaları ve kaybettiklerinin ardından yas tutmamaları bekleniyor. Susan Grayzel de makalesinde savaş döneminde kadınlara milli kimliğin taşıyıcısı olma misyonunun yüklendiğinden bahsediyor. Ayrıca Susan Grayzel’in makalesinde kadınlara öğretmen kimlikleri sebebiyle de bu misyonun yüklendiğini görüyoruz. Makale bu misyona karşı gelen savaş karşıtı bir öğretmenin, Hélène Brion’ın, davasını anlatıyor. Bu dava sürecinde savaş karşıtlığını feminizm üzerinden kuran Hélène Brion ile “feminizm de yargılanıyor” aslında. Makalede aynı zamanda İngiliz askerlerinin tecavüz suçu işlediklerini dile getirdiği için cezalandırılan Annie Pimlott’ın davasını okuyoruz. Okuduğumuz bu metinler üzerinden kadınlara savaş sırasında toplumsal cinsiyetlerinden dolayı nasıl roller yüklendiğini, kadınların savaştan doğrudan ya da dolaylı olarak ne şekillerde etkilendiklerini tartıştık. Tartışmamızın diğer eksenini ise Susan Grayzel’in makalesi üzerinden kadınların savaş karşıtı argümanları ve bu argümanların çeşitliliği oluşturdu. Zeynep Kutluata’nın makalesi ise savaş döneminde yaşadıkları sıkıntıları yazdırdıkları arzuhallerde dile getiren kadınların savaştan nasıl etkilendiklerini, şikayetlerini dile getirerek devlet ve toplum tarafından idealize edilen anneliğin ve kadınlığın sınırlarının dışına çıkabildiklerini tartışmamıza imkân sağladı.
9. Hafta: Faşist Rejimlerde Kadın Hakları
İlk dönem çalışmamızın dokuzuncu ve son haftasında Şirin Tekeli’nin Kadınlar ve Siyasal Toplumsal Hayat23 kitabından “Feminizm ve Kadınlar” isimli makalesini ve Kadınların Tarihi kitabının 5. cildinde yayımlanan Gisela Bock’un yazdığı “Nazi Toplumsal Cinsiyet Politikaları ve Kadınların Tarihi”24 makalesini okuduk. Bu hafta amacımız faşist rejimlerde kadın haklarının durumunu tartışmaktı. Şirin Tekeli’nin yazısı faşist rejimlerin ayırt edici özelliklerinin neler olduğunu açıklıyor. Faşist rejimleri anlamak için bu rejimler içinde kadının nasıl konumlandırıldığını incelemenin önemine vurgu yapıyor. Şirin Tekeli kadınların, faşizm altında en çok baskıya maruz bırakılan toplumsal kesimlerden biri olduğunu öne sürüyor. Faşist liderlerin söylemlerinin kadınları aşağıladığını, erkeklerden aşağı konumlandırdığını ve bunu kadın ve erkeklerin farklı doğaları üzerinden meşrulaştırmaya çalıştığını söylüyor. Bu söylemler rejimin kadın politikalarında da karşılığını buluyor. İki yazıda da faşist rejimlerde ve özel olarak Nazi Almanya’sında kadınlara yönelik ne gibi politikalar uygulandığına değiniliyor. Bu rejimlerde kürtaj ve kısırlaştırma politikalarıyla kadınların doğurganlıklarının kontrol altına alınmaya çalışıldığını, kadınların kamusal hayata katılımının önüne çeşitli engeller getirildiğini görüyoruz. Bu politikalar hem özel hem de kamusal alanın devlet eliyle ne derece düzenlenmeye çalışıldığını ve özel olanın politikliğini çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyor. Diğer taraftan Şirin Tekeli, faşist rejimlerde kadının yerinin aile olduğu söylemine karşın uygulamada kadınlardan ucuz işgücü olarak faydalanıldığına dikkat çekiyor. Bu anlamda faşist rejimlerde kadının konumunu incelediğimizde faşizmin kapitalizm ile ilişkisini de daha iyi anlayabiliyoruz. Ayrıca faşist rejimlerin farklı kadınlar üzerinde nasıl farklı baskı mekanizmaları kurduğunu da görüyoruz. Bu rejimlerde milliyetçilik, ırkçılık ve cinsiyetçilik iç içe geçiyor. Kadınlar mensup oldukları sınıf veya ırka göre farklı politikalara tabi tutuluyorlar. Irksal olarak aşağı görülen kadınların doğurmaları teşvik edilmiyor, aksine engelleniyor. Türkiye bağlamında da bunu, 1990’lı yıllarda Kürt kadınlara uygulanan devlet politikaları üzerinden görebiliyoruz. Nazi Almanya’sında kadınların özgürleşmesi ve cinsel özgürlük taleplerinin Yahudilerin yarattığı sorunlar olarak görülmesi de ırkçılık ve cinsiyetçiliğin iç içe geçtiği başka bir örnek. Metinlerde dikkat çeken diğer bir nokta üzerlerinde kurulan baskıya karşın bu faşist hareketlere eklemlenen kadınların olmasıydı. Bu bağlamda faşist rejimlerin kadınları harekete dahil etme motivasyonlarını ve kadınların dahil olma biçimlerini tartıştık.
2. Dönem-Bahar Dönemi Okuması
Bu dönemki çalışmamız yedi haftalık bir program üzerinden ilerledi. 1960’lardan 2000’lere Batı, Türkiye ve Orta Doğu coğrafyalarındaki kadın hareketleri üzerine okumalar yaptık. Batı’daki İkinci Dalga Kadın Hareketi ve hareket içerisindeki ırk ve sınıf tartışmalarıyla başlayıp sonrasında Türkiye’de 1980 öncesi ve sonrası kadın hareketi, Kürt kadın hareketi ve Orta Doğu kadın hareketleriyle devam ettik. Bu çalışma kapsamında Zeynep Kutluata 1990’lı yıllarda Kürt kadın dergileri; feminisite’den Mine Koçak ise dünyada ve Türkiye’de kadın hareketleri üzerine genel çerçeve sunan sunumlar yaptı.
1. Hafta: Giriş
Bahar dönemi çalışmamızın ilk haftasında farklı dönemlerde dünyada ve Türkiye’deki kadın hareketine genel bir giriş sunmaları açısından Serpil Sancar’ın “Türkiye’de Kadın Hareketinin Politiği: Tarihsel Bağlam, Politik Gündem ve Özgünlükler”25 makalesini ve Şirin Tekeli’nin “1. ve 2. Dalga Feminist Hareketlerin Karşılaştırılmalı İncelemesi Üzerine Bir Deneme”26 yazısını okuduk. Serpil Sancar makalesinde kadın hareketinin tüm dünyada farklı siyasal koşullarla, farklı dinamiklerde şekillendiğini anlatıyor. Örneğin endüstrileşmiş Kuzey’de kadın hareketinin gelişimi ve talepleri Güney ülkelerinde aynı şekilde tekrarlanmıyor, Güney’de antiemperyalist ve milliyetçi eğilimlerin etkisinde bir kadın hareketi geliştiğini görüyoruz. Bu farklılıklar feminizm içinde tarihsel olarak çeşitli tartışmalar yaratıyor ve ortak çıkar siyasetini sorgulamaya açıyor. Diğer taraftan Serpil Sancar kadınların çıkarlarının farklılaşabildiğini reddetmeden kadınlara özgü ortak çıkarların tanınmasının önemini koruduğunu dile getiriyor. Biz de tartışmamızı yürütürken kadınların farklı deneyimlerinin üstünü örten bir yaklaşıma düşmeden bunlara dair söz üretmenin önemini konuştuk. Serpil Sancar sonrasında Türkiye’de kadın hareketinin gelişimini ele alıyor. Türkiye’de de kadın hareketi tarihsel olarak endüstrileşmeyle değil Türk milliyetçiliğiyle şekilleniyor. Ayrıca Serpil Sancar, Türkiye’deki ikinci dalga kadın hareketinin ortaya çıkış koşullarını, Avrupa’daki koşullardan ayırırken Türkiye’de 1985-95 döneminin, askeri rejimin etkisiyle özgürlük ve eşitlik isteyen toplumsal hareketlerin zayıf olduğu bir döneme denk geldiğini vurguluyor. 1990 sonrası ülke içinde yükselen siyasal İslam gibi siyasi akımlar da kadın hareketinin tartışmalarını etkiliyor. 1980 sonrası dönem aynı zamanda neoliberal politikaların uygulandığı bir dönem olmasıyla da kadın hareketinin taleplerini, söylem kurma ve örgütlenme biçimlerini şekillendiriyor. Kısacası kadın hareketinin diğer toplumsal ve ekonomik dinamiklerle beraber farklı bölgelerde tarih içinde dönem dönem nasıl şekillendiğinin bir haritasını çıkarıyor bize Serpil Sancar. Hareket içindeki tartışmaları, hareketin değişen gündemlerini ve örgütlenme stratejilerini de bu bağlamda ele alıyor. Şirin Tekeli ise “1. ve 2. Dalga Feminist Hareketlerin Karşılaştırılmalı İncelemesi Üzerine Bir Deneme” isimli yazısında Batı’daki ve Türkiye’deki kadın hareketi arasında 1. ve 2. dalga dönemselleştirmesinin yapılabilirliği açısından paralellik kuruyor. Sonrasında ise Türkiye’de 1. dalga ve 2. dalga kadın hareketini dört soru etrafında karşılaştırıyor: Feminist kadınlar kimlerdi? Ne düşündüler? Ne yaptılar? Ne gibi sonuçlar elde ettiler? Ayrıca Türkiye’de 2. dalga kadın hareketinin 1. dalga kadar başarılı olamadığını ve bunun arkasındaki nedenleri tartışıyor. Bu tartışmalar günümüzdeki kadın hareketini değerlendirirken de dönüp bakabileceğimiz bir tahlil sunuyor bize.
2. Hafta: 2. Dalga Kadın Hareketi
Çalışmamızın ikinci haftasında ise Batı’daki 2. dalga kadın hareketi üzerine bir tartışma yürüttük. Bu hafta Josephine Donovan’ın Feminist Teori27 kitabından “Radikal Feminizm” bölümünü ve opsiyonel olarak da Simone de Beauvoir ile yapılan “Ben Bir Feministim”28 adlı söyleşiyi okuduk. Tartışmamıza başlamadan önce 2. dalga kadın hareketinin arka planına dair bir aktarım yapıldı. Bu aktarımla beraber radikal feminizmin taleplerinin 1960’lardan itibaren yükselmesi ve Kadın Kurtuluş Hareketi’ne evrilmesinin arka planında siyah hareketi, öğrenci hareketi, gençlik siyaseti ve sol hareket gibi belli toplumsal hareketler yattığını görüyoruz, radikal feminizm bu hareketlerden çeşitli şekillerde etkileniyor. Kadınların deneyimlerinin temelinde ataerkil ideoloji olduğu analizi radikal feministlerin en önemli tezlerinden biri. Radikal feminizmin “kişisel olan politiktir” şiarı kadınların kişisel addedilen şikayetlerinin toplumsal bir sorundan -ataerkiden- kaynaklandığına işaret ediyor. Kadınlar da bu sistemde adeta bir sınıf oluşturuyorlar. Radikal feministler sistemsel bir soruna işaret ettikleri için tahayyül ettikleri değişim de radikal bir nitelik taşıyor. Kültür, edebiyat, aile, aşk ve cinsellik gibi çeşitli alanlarda kadınların üzerinde kurulan tahakkümü gündemlerine alıyorlar. Örneğin Shulamith Firestone aşkı, “kadınları afyonlayan bir uyuşturucu” olarak niteliyor. Radikal feminist kuramın önemli teorisyenlerinden Kate Millett da Cinsel Politika29 isimli kitabında ataerkil ideolojinin nasıl hayatın her alanına sızdığını ve bazen zor kullanarak bazen de ideolojik aygıtlarla kadınları baskı altına aldığını açıklıyor. Bir diğer radikal feminist Susan Brownmiller kadınların baskı altına alınmasında tecavüzün ve tecavüz kültürünü beslediğini düşündüğü pornografi ve fahişeliğin rolüne dikkat çekiyor. Shulamith Firestone ise baskının temelinde kadının biyolojik farklılığını görüyor. Ona göre kadının toplumdaki üreme işlevi onun üzerindeki tahakkümün nedenini oluşturuyor ve bu tahakkümün son bulması için teknoloji kullanılarak yeni üreme yöntemlerine geçilmesi gerekiyor. Karşılaştığımız bir diğer isim olan Ti-Grace Atkinson ise bu biyolojik ayrımların nasıl toplumsal eşitsizliklere dönüştüğü sorusunu soruyor. Radikal feministlerin argümanlarında dikkat çeken başka bir nokta ise argümanlarını kurarken psikanalizden de yararlanmaları. Toplumsal alanın insanın bilinçdışına yansımasını ele alarak psikolojik ve toplumsal olan arasında kurdukları ilişkiyle kadının konumunu analiz etmeye çalışıyorlar. Radikal feministlere getirilen eleştirilerden biri ise kadınlar arasındaki farklı deneyimleri dikkate almamaları oluyor. Bu bağlamda kitap özellikle renkli ve lezbiyen kadınlardan gelen eleştirilere yer veriyor. Tartışmamız boyunca radikal feministlerin yukarıda bahsedilen argümanlarını hem o dönem koşulları içinde hem de günümüzden ve Türkiye bağlamından bakarak değerlendirdik.
3. Hafta: 2. Dalga Kadın Hareketleri İçinde Irk ve Sınıf Tartışmaları
Bu hafta Angela Davis’in Kadınlar, Irk ve Sınıf30 kitabından “Ev İşinin Yaklaşan İşe Yaramazlığı: İşçi Sınıfı Açısından” ve “Irkçılık, Doğum Kontrolü ve Doğurganlık Hakları” bölümlerini ve opsiyonel metin olarak Michelle Carroll’ın “Porto Riko: Unutulmuş Amerikan Kolonisi”31 makalesini okuyarak 2. dalga kadın hareketleri içerisindeki ırk ve sınıf tartışmalarını ele aldık. Metinlerde kürtaj, doğurganlık hakları üzerine gördüğümüz çeşitli argümanları tartıştık. Beyaz ve renkli kadınların doğum kontrol talebine yaklaşımlarında bazı farklar olduğunu gördük. Beyaz kadınların “gönüllü annelik” talebinden bahsediliyor, bunun olabilmesi için ise kadının kendi bedeni üzerinde söz hakkı olabilmesi gerekiyor. Renkli kadınlar için iki temel nokta var: Hem dünyaya köle olacak çocuklar getirmek istemediklerinden doğum kontrolünü savunuyorlar, hem de devletin doğum kontrolünü bir soykırım politikası olarak kullanmasına karşı duruyorlar. Doğum kontrolü burada renkli kadınlar için beyaz kadınlardan ayrışıyor, yeni bir baskı mekanizmasına dönüşebiliyor. Sonrasında Türkiye’deki kamu hastanelerindeki kürtaj hizmetlerine dair bir raporu inceleyip kürtaja dair güncel durumu tartıştık. İsteğe bağlı kürtaj hâlâ kamu hastanelerinde kadınlar için yeterince erişilebilir değil, bunun sebepleri arasında bilgi ve kaynak eksikliğinin yanında hastanelerin keyfî uygulamaları ve kürtaj karşıtı devlet politikaları var. Tartışmanın ikinci bölümünde “görünmeyen emek” kavramı üzerinden ev içi emek tartışmalarına odaklandık. Özel alanın özellikle kapitalizmle yeniden şekillendiğini, ev içi emeğin kapitalist üretimin bir önkoşulu olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Ev işi özelinde de beyaz kadınlar ile siyah kadınların farklılaşan koşulları var, siyah kadınlar ev dışında da çalıştığı için bu bir çifte mesai hâlini alıyor. Günümüzde bunu işçi kadınların çifte mesaisi olarak görebiliyoruz. Ayrıca ev içi emeğin ücretlendirilmesi konusunu da tartıştık. Bu tartışmanın farklı yönleriyle ele alınması gerekiyor. Örneğin bu ücretlendirme ev içi emeği görünür kılabilir ancak bir yandan cinsiyetlendirilmiş bir iş kolunu doğurma ihtimali, kadınları daha çok eve kapatma tehlikesi var. Bugünkü hayatımıza baktığımızda ise pandemi ve çevrimiçi dersler, evden çalışma koşullarıyla beraber ev işleri anlamında birçok değişim yaşandığını, kadınların bunu erkeklerden farklı deneyimlediğini görüyoruz. Bu koşullarda bahsettiğimiz çifte mesai eş zamanlı yürütülmesi gereken işlere dönüşüyor, iş ve ev yaşamının, özel ve kamusal alanın sınırları bulanıklaşıyor.
4. Hafta: Türkiye’de 1980 Öncesi Kadın Hareketi
Dördüncü hafta çalışmamızın konusu Türkiye’de 1980 öncesi kadın hareketiydi. Birsen Talay Keşoğlu’nun “1970’lerin En Kitlesel Kadın Örgütü: İlerici Kadınlar Derneği”32 makalesi ve Fatmagül Berktay’ın 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar kitabından “Türk Solunun Kadına Bakışı: Değişen Bir Şey Var mı?”33 bölümünü okuduk. Okuduğumuz metinlere ek olarak Sanki Eşittik34 belgeselini izledik. 1980 öncesi Türkiye solunun gündeminde kadın meselesi sınıf sorununa bağlı bir şekilde ele alınıyor, devrim ile çözülecek bir sorun olduğu vurgulanıyor. Sorunun kaynağı feodal düzen olarak işaret ediliyor ve kadının ezilmesinin özgül boyutları göz ardı ediliyor. Sol hareket içerisinde kadın bir fitne unsuru olarak görülüyor, burjuva eğilimlere yatkınlığı eleştiriliyor ve kadınların kendilerini ispat etmeleri bekleniyor. Hareket içerisinde kadının cinselliği, cinsiyeti ve bireyselliği bastırılıyor. İzlediğimiz belgeselde de o dönem sol hareket içindeki kadınların deneyimlerine şahit olduk. Tartışmamızın devamında Behice Boran hakkında bir sunum yapıldı. Behice Boran bir siyasetçi ve sosyolog. 1965 yılında meclise girdikten sonra Türkiye İşçi Partisi’nin başkanlığını yapıyor. Böylece Türkiye siyasi tarihinde bir partinin ilk kadın başkanı oluyor. Behice Boran “süper kadın” olarak tanımlanıyor, ev içindeki ve kamusal alandaki görevlerini bir arada yürütebilmesi üzerinden övülüyor. Akademik çalışmalarında kadının köy yaşamındaki toplumsal konumu hakkında cinsiyet temelli analizlerde bulunurken bu analizlerini parti politikalarına yansıtmaması dikkat çeken bir nokta olarak karşımıza çıkıyor. Bu dönemde öne çıkan feminist hareket ve kadın hareketi ayrımı tartışma noktalarımızdan birini oluşturdu. Aslında bu, kendisine feminist diyen ve demeyen kadınlar arasındaki ayrım. İlerici Kadınlar Derneği (İKD) de kendini feminist hareketin değil kadın hareketinin bir parçası olarak tanımlıyor. Derneğin talepleri eşit işe eşit ücret, eğitimde ve iş yaşamında eşitlik, doğum izni, kreş ve emzirme odası talepleri, ücretsiz çocuk bakımı ve serbest doğum kontrol araçları olarak karşımıza çıkıyor. Bu taleplerin genel olarak 1970’li yıllarda Batı’daki taleplerle ortaklaştığını görüyoruz. Dernek tüzüğünde cumhuriyetçi ve milli değerleri önemseyen, kadının aile içi sorumluluklarını yineleyen ve cumhuriyetçi kadın imgesinin tekrar hatırlatıldığı bir anlatım söz konusu. Talep ve ilkelerde şiddet meselesine hiç değinmediklerini görüyoruz. Aile içi şiddet ve dayak sorunu gündemlerinde yer almıyor. Metinde, İKD’li bir kadın kocasından dayak yediğinde, muhtemelen yine sol hareket içinde olan kocasının uyarıldığından ama ona karşı bir yaptırım uygulanmadığından bahsediliyor. Bu noktada derneğin dayağa karşı bir politika üretmediğini söylemek mümkün. İlerleyen yıllarda da dernek kurucuları bunun özeleştirisini veriyor. Derneğin örgütlenme biçimi ve eylemlerine baktığımızda, birkaç yılda 15.000 üyeye ulaştıklarını görüyoruz. Dernek, mahalle örgütlenmesi pratiği işletiyor, örgütlendiği şehirlere sağlık hizmetleri götürüyor, okuma-yazma kursları açıyor. Kadınların Sesi isimli bir dergi çıkarıyor ve çeşitli kampanyalar düzenliyor. Sonuç olarak, İKD örneğinden de faydalanarak Türkiye’deki sol hareket içerisindeki kadınların konumunu ve bağımsız bir kadın örgütlenmesine giden yolu konuşarak tartışmamızı noktaladık.
5. Hafta: 1980’li Yıllarda Türkiye’de Kadın Hareketi
1980’li yıllarda Türkiye’de kadın hareketini Gülnur Savran’ın “80’li Yıl- ların Kampanyaları ve Özel Alanın Politikası (Sorunlar ve Sorular)”35 ve Mine Koçak’ın “80’li Yıllar Kadın Hareketi”36 makaleleri üzerinden tartıştık. 1980’li yıllarda kadın hareketindeki kadınların bu dönemden önceki sol örgütlenmelerin içinden geldiğini ve sol harekete dair bazı eleştiriler getirerek bağımsız örgütlenme yoluna gittiklerini görüyoruz. Türkiye’de cumhuriyet döneminde kadın hareketinde kadınlar kendilerine feminist demiyorlardı, 1980’li yıllarda ise kadınlar kendilerini feminist olarak tanımlamaya başlıyorlar. Bu dönemde önemli bir örgütlenme alanı yayıncılık. Dergiler çıkarılıyor, Kadın Çevresi etrafında bir araya gelen kadınlar Batı’da yayımlanmış temel feminist metinlerin çevirilerini yapıyor. Kadınlar sadece kadınlara açık küçük gruplarda bir araya gelerek bilinç yükseltme pratiğini işletiyor. Örgütler, hiyerarşik yapı kurmamaya fazlaca özen gösteriyorlar ve bu bazı durumlarda iş yapamamaya yol açıyor. Bu noktada, hiyerarşiden kaçınırken işlerin takibinin yapılamaması, sorumluluk alma konusunda yaşanan çekinceler ve lider çıkaramamak örgütlenmelerin yaşadığı bazı sorunlar olarak karşımıza çıkıyor. Bir diğer örgütlenme biçimi olan kampanya örgütlenmeleri hareketin kitleselleşmesini sağlıyor. Bu kampanyaların bazı örnekleri; CEDAW Uygulansın Kampanyası, Dayağa Karşı Kampanya, Geçici Kadın Müzesi ve Mor İğne. Kampanya biçimi örgütlenmenin avantajları ve dezavantajları olabiliyor. Farklı arka planlardan birçok kadının kampanyalar etrafında bir araya gelebilmesi sağlanıyor ancak diğer taraftan geçicilik ve tek bir konuya odaklanmak, bütünlüklü ve kapsamlı tartışmadan kaçınmaya yol açar mı sorusu oluşuyor. Bu dönemde farklı kesimlerden kadınlar taciz ve şiddete dair bilinçleniyor, yakın ilişkilerde ve sokakta yaşanan tacize dikkat çekiliyor. Gülnur Savran makalesinde özel alan politiktir söylemine dair de özeleştirel bir tartışma açıyor. Metinde özel alanda olan şeyleri yalnızca açığa vurmanın politika yapmak olmadığı, bunlara bir çözüm de üretmek gerektiği söyleniyor. Böylece bu hafta çalışmamızda 1980’li yıllarda yürütülen feminist politikalar, yapılan kampanyalar ve hareketin gelişimi üzerine tartıştık.
6. Hafta: Kürt Kadın Hareketi
Bu haftaki çalışmamızda Kürt kadın hareketini Handan Çağlayan’ın “Berivan’ın Suskusu: Kürt Kadınlar Açısından İfade Özgürlüğü”37 yazısı ve opsiyonel metin olarak Gültan Kışanak’ın Kürt Siyasetinin Mor Rengi38 adlı kitabından “Adım Adım Yükselen Kadın Özgürlük Mücadelesi” bölümü üzerinden ele aldık. Çalışmamıza, tartışmalarımıza bir arka plan sunabilmesi için Alişan Akpınar’ın kulübe yaptığı “1890’lardan Bugüne Kürt Hareketi” sunumundan beslenerek hazırladığımız bir aktarım ile başladık. Tartışma noktalarımızdan ilki Kürtçe’nin kullanımı ve Kürt kadınların ifade özgürlüğü konusuydu. Örneğin yurtta veya kalabalık bir yerde kalan Kürt öğrenciler aile veya tanıdıklarıyla Kürtçe konuşmaktan çekinebiliyor, Kürt bir aileden gelmek ötekileştirmeye sebep olabiliyor, Kürt kimliği çoğu zaman yok sayılıyor veya sıkça ayrımcı pratiklerle karşılaşılıyor. Devamında “Doğulu” dendiğinde nasıl bir imgenin oluştuğu üzerinde durduk. Toplumsal cinsiyet perspektifinden baktığımızda, Doğulu bir kadının akla bir özne olarak değil de okula gönderilmemiş, zorla evlendirilmiş ya da töre cinayetine kurban gitmiş, mağdur bir kadın olarak geldiğini görüyoruz. Bu kadınlar, kendi hayatları üzerinde karar hakkına sahip olmayan karakterler olarak çiziliyor. Kürt toplumu ve kadınlar üzerinde devletin asimilasyon, imha gibi politikalarının da çeşitli etkilerini görebiliyoruz. Bu noktada anadilinde eğitimin yokluğu önemli bir yerde duruyor. Kürt kadınlara yönelik doğum kontrol uygulamaları, siyasete girmek isteyen Kürt kadınların karşılaştığı engeller bu politikalara verilebilecek başka örnekler olarak önümüze çıkıyor. Hafıza ve kültür taşıyıcısı olan dilde özgürlük olmadığında ifade özgürlüğünden bahsetmemiz de güçleşiyor. Eğitimin Türkçeleştirilmesi bu anlamda toplumsal cinsiyet açısından da önemli bir eşitsizlik doğuruyor. Kürt erkekler dışarıda çalıştıkları, askerlik gibi kurumlardan geçtikleri için bir şekilde Türkçeyi öğrenmek ve kullanmak zorunda kalabiliyor ancak bu durum özel alandaki kadınlar için dil bariyeri ve toplumsal hayatta kendini ifade edememek gibi sonuçlar doğuruyor. Gültan Kışanak, Kürt kadın hareketinin örgütlenmesi ve taleplerine dair bu mücadelenin toplumsal kalıplara, aileye, parti içindeki eril zihniyete, devletin baskılarına, kadınların içselleştirdiği cinsiyet rollerine karşı verilen bir mücadele olduğunu söylüyor. Feminist hareket içerisinde, Kürt kadın hareketinden kadınların Kürt kimliğinden sıyrılıp evrensel kadınlık durumu içinde hareket etmelerini bekleyen eğilimler olduğunu ve bu noktada etnik kimlik ve cinsiyet kimliğinin tartışılmaya başlandığını görebiliyoruz. Tartışmamızın sonlarına doğru, Kürt kadın hareketinin siyasette kadın örgütlenmesine dair bir aktarım ile devam ettik, geliştirilen yöntem ve mekanizmalar üzerinde durduk. Sonrasında hareketin Kürt Siyasi Hareketi ve Türkiye Kadın Hareketi içinde karşılaştığı engellere dair konuştuk.
7. Hafta: Orta Doğu Kadın Hareketleri
Bahar dönemi çalışmamızın son haftasında Orta Doğu kadın hareketleri üzerine tartışmak için Aslı Davaz’ın Eşitsiz Kız Kardeşlik39 kitabından “Mısır Feminizmi” bölümünü ve Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar’da yayımlanan “Afganistan’da Kadın Örgütlenmesi Üzerine RAWA üyesi Sahar Saba ile Söyleşi”40 isimli metni okuduk. 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyılın başında ulus devletlerin kurulduğu ve milliyetçilik akımının yayıldığı bir dünyada kadın hareketinin bunlardan nasıl etkilendiğini, Orta Doğu kadın hareketinde öne çıkan kadın profilini konuştuk. Burada özellikle orta sınıf ve eğitimli kadınlar görüyoruz ancak buna rağmen önlerine birçok engel çıkıyor. Orta Doğu kadın hareketleri içinden kadın örgütlerinin temel gündem ve talepleri, özel olarak Mısır Feminist Birliği üzerinden düşündüğümüzde eğitim, medeni haklar ve kadın erkek eşitliği üzerinden şekilleniyor. Seçme ve seçilme hakkı tartışmasının bu dönemde henüz gündemde olmadığını görüyoruz. Kadınlar için özellikle evlilik yaşının düzenlenmesi, çokeşlilik, boşanma hakkı gibi medeni haklar ve eğitim hakkı önemli gündemleri oluşturuyor. Mısır, Suriye ve Lübnan’daki kadın hareketlerindeki kadınlar talep ve argümanlarını çeşitli yöntemler geliştirerek meşru kılmaya çalışıyorlar. Tartışmalarda dinî argümanların öne çıktığını görüyoruz, kadınlar İslam’ı temel alan bir hak savunuculuğu yapıyor ve sorun olarak İslam’ı değil, erkek egemen zihniyeti işaret ediyorlar. Bunun yanında, gelecek tepkiler sebebiyle hareketi adlandırırken feminizm kelimesinin kullanılmadığını da görüyoruz. Mısır kadın hareketi için önemli bir dergi, L’Egyptienne hareketin yayıncılık alanını inceleyebilmemize fayda sağlıyor. Bu dergi özellikle Arap gündemine odaklanıyor ama Fransızca olarak yazılıyor. Bunun amacının uluslararası bir kamuoyuna hitap etmek olduğunu ve derginin orta-üst sınıf kadın okuyucuyu hedeflediğini görüyoruz. Mısır kadın hareketinden kadınlar Türkiyeli feministlere elde ettikleri kazanımlar sebebiyle oldukça önem veriyor, ancak Türkiyeli feministler bu dönemde Orta Doğu’yla ilişkilenmeyerek daha çok Batı ile ilişki kurmaya çalışıyor. Hem Mısır hem de diğer Orta Doğu ülkeleri üzerinden bir diğer önemli tartışma noktasını peçe tartışmaları oluşturuyor. Bu konuda Mısırlı kadınlar, erkekler, muhafazakâr ve modernistlerin argümanları çeşitleniyor. Tartışmamızın devamında, Afganistan üzerine konuşabilmek için buradaki kadın hareketinin genel durumuna dair bir aktarım yapıldı. Afganistan’da oldukça önemli bir kadın örgütlenmesi olan bu ülkelerde sürdürülen bağımsızlık mücadelesi ve devlet kurma aşamasında olunması medeni hakları öncelikli konuma getiriyor. Afganistan Devrimci Kadınlar Derneği (RAWA), hem bağımsızlık mücadelesi veriyor hem de Afganistan’daki köktenci gruplara karşı mücadele yürütüyor. Eğitim, sağlık ve kadın emeği merkezleri kurduklarını, fuhuş meselesini gündeme getirdiklerini ve bu dört temel mesele üzerinden politika geliştirmeye çalıştıklarını görüyoruz. RAWA, çalışmalarını bağımsız yürütebilmek için öz bütçe meselesini önemli bir yere koyuyor. Örgüt kendisini feminist olarak tanımlamıyor ancak eylem ve taleplerinin oldukça feminist olduğunu söylemek mümkün.
Sonuç Yerine
Çalışma sonucunda kulüpte kadınların hak mücadelesi tarihiyle bir tanışıklık sağlanmış oldu. Bu anlamda çalışmanın hedefine ulaştığını ve güçlendirici bir çalışma olduğunu değerlendirdik. Önümüzdeki Temel Feminizm Okuması’nda da oluşturulan bu programları çalışma sonunda yaptığımız değerlendirmelere göre geliştirerek tarihsel bir okuma yapmaya devam edeceğiz. Çalışmanın hazırlık sürecinde Osmanlı’da Kürt kadın hareketine ve işçi kadınlara dair yeterli kaynak bulamadığımızdan bu alanlarda araştırmalara devam edebileceğimizi not ettik. Bununla birlikte Türkiye ve Orta Doğu coğrafyaları üzerine daha detaylı bir okuma yapmak ve çalışma kapsamına alamadığımız başka coğrafyalar üzerine araştırmalar yapmak önümüzdeki dönemler için mümkün olabilir.
- Immanuel Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm, İstanbul: Metis Yayıncılık, 2016.
- bell hooks, Feminizm Herkes İçindir, İstanbul: BGST Yayınları, 2012.
- Josephine Donovan, Feminist Teori, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997.
- Fatmagül Berktay, Tarihin Cinsiyeti, İstanbul: Metis Yayıncılık, 2003.
- R. G. Collingwood, The Idea of History, Oxford University Press, 1961, içinde Fatmagül Berktay, Tarihin Cinsiyeti, İstanbul: Metis Yayıncılık, 2003.
- Marquis de Lafayette, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, 1789.
- Thomas Jefferson, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi, 1776.
- Olympe de Gouges, Kadının ve Kadın Yurttaşın Haklar Bildirgesi, 1791.
- Elizabeth Cady Stanton, Duygular Bildirgesi, 1848.
- Josephine Donovan, Feminist Teori, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997.
- Angela Davis, Kadınlar, Irk ve Sınıf, Sosyalist Yayınlar, 1994.
- Josephine Donovan, Feminist Teori, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997.
- Aleksandra Kollontay, Toplumsal Gelişmede Kadının Önemi, İstanbul: İnter Yayınları, 2000.
- Joan Scott, “Kadın İşçi”, Kadınların Tarihi (Cilt 4), İstanbul: İş Bankası Yayınları, 2005.
- Josephine Donovan, Feminist Teori, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997.
- Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul: Metis Yayıncılık, 2018.
- Melissa Bilal, “Osmanlı Ermeni Feminizmi: Zabel Asadur’un Nesi Radikaldi?”, Feminizm, İstanbul: İletişim Yayınları, 2020.
- Efi Kanner, “Son Osmanlı Döneminde Rum Milletinde Kadın Haklarıyla İlgili Görüşler”, Feminizm, İstanbul: İletişim Yayınları, 2020.
- Serpil Sancar, Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti: Erkekler Devlet, Kadınlar Aile Kurar, İstanbul: İletişim Yayınları, 2012.
- Ümran Safter (yön.), Kadın Olmanın Günahı, 2019.
- Zeynep Kutluata, “Balkan Savaşlarının ve Birinci Dünya Savaşının Osmanlı’da Kadın Hakları Söylemlerine Yansımaları”, Feminizm, İstanbul: İletişim Yayınları, 2020.
- Susan Grayzel, “Feminizm Yargılanıyor: Kadınların İtirazı ve Barış Siyaseti”, Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar (31-32), 2017.
- Şirin Tekeli, Kadınlar ve Siyasal Toplumsal Hayat, İstanbul: Birikim Yayınları, 1982.
- Gisela Bock, “Nazi Toplumsal Cinsiyet Politikaları ve Kadınların Tarihi”, Kadınların Tarihi (Cilt 5), İstanbul: İş Bankası Yayınları, 2005.
- Serpil Sancar “Türkiye’de Kadın Hareketinin Politiği: Tarihsel Bağlam, Politik Gündem ve Özgünlükler”, Birkaç Arpa Boyu… 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2010.
- Şirin Tekeli, “1. ve 2. Dalga Feminist Hareketlerin Karşılaştırılmalı İncelemesi Üzerine Bir Deneme”, 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 1998.
- Josephine Donovan, Feminist Teori, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997.
- Alice Schwarzer ve Simone de Beauvoir, Ben Bir Feministim, İstanbul: Kadın Çevresi Yayınları, 1986.
- Kate Millett, Cinsel Politika, İstanbul: Payel Yayınları, 1987. 30 Angela Davis, Kadınlar, Irk ve Sınıf, Sosyalist Yayınlar, 1994.
- Angela Davis, Kadınlar, Irk ve Sınıf, Sosyalist Yayınlar, 1994.
- Michelle Carroll, “Porto Riko: Unutulmuş Amerikan Kolonisi”, bü’de kadın gündemi (32), 2016.
- Birsen Talay, “1970’lerin En Kitlesel Kadın Örgütü: İlerici Kadınlar Derneği”, Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar (12), 2010.
- Fatmagül Berktay, “Türk Solunun Kadına Bakışı: Değişen Bir Şey Var mı?”, 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, İstanbul: İletişim Yayınları, 1990.
- Güliz Sağlam (yön.), Sanki Eşittik, 2012.
- Gülnur Savran, “80’li Yılların kampanyaları ve Özel Alanın Politikası,” Özgürlüğü Ararken – Kadın Hareketinde Mücadele Deneyimleri, İstanbul: Amargi Kadın Bilimsel ve Kültürel Araştırmalar Yayıncılık ve Dayanışma Kooperatifi, 2005.
- Mine Koçak, “80’li Yıllar Kadın Hareketi”, feminisite, 1 Şubat 2007, 11 Ekim 2022 tarihinde erişilmiştir.<http://feminisite.net/index.php/2007/02/80li-yillar-kadin-hareketi/>
- Handan Çağlayan, “Berivan’ın Suskusu: Kürt Kadınları Açısından İfade Özgürlüğü”, Türkiye’de İfade Özgürlüğü, İstanbul: BGST Yayınları, 2017.
- Gültan Kışanak, Kürt Siyasetinin Mor Rengi, Ankara: Dipnot Yayınları, 2018.
- Aslı Davaz, Eşitsiz Kız Kardeşlik, İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2014.
- Fahriye Dinçer ve Zeynep Kutluata, “Afganistan’da Kadın Örgütlenmesi Üzerine RAWA üyesi Sahar Saba ile Söyleşi”, Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar (1), 2006.