2 Kasım – 6 Aralık 2020 Gündem Değerlendirmesi

2 Kasım – 6 Aralık 2020 tarihleri arasında Türkiye’den ve dünyadan toplumsal cinsiyet gündemiyle ilgili çeşitli haber ve yazıları 6 Aralık’ta yaptığımız buluşmamızda ele aldık. Ortaya çıkan tartışma noktalarını aşağıda paylaşıyoruz. 

KOVİD-19

Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan bir habere göre Birleşmiş Milletler’in paylaştığı yeni küresel veriler, koronavirüs salgınının kadınların son 25 yıldır eşitlik mücadelesinde elde ettikleri kazanımları yok edebileceğine işaret ediyor. Veriler salgının etkisiyle artan bakım yükünün çok büyük bir kısmını kadınların üstlendiğini ortaya koyuyor.

BM yetkilisi Anita Bhatia, kadınların erkeklere kıyasla ücretsiz emek yükünün salgın öncesine göre en az ikiye katlandığını söylüyor. “Daha kaygı verici bir şey, bir çok kadının işe geri dönmeyişi” diyor ve sürdürüyor: “Sadece eylül ayında ABD’de 860 bin civarında kadın istihdam piyasasından çekildi. Oysa aynı dönemde iş piyasasından çekilen erkek sayısı 200 bin. Aradaki farkın büyük kısmı, salgınla ortaya çıkan bakım ihtiyacı ve bunu yapacak başka kimse olmamasıyla açıklanabilir.”

Elbette salgının kadınlar üzerindeki olumsuz etkisi ciddi boyutlara ulaşıyor. Kadınların toplumsal hayattan koparak evlerde döndüğü bir süreç yaşanıyor. Kreşler kapanıyor, okullar evden devam ediyor. Bunca yük yeniden kadınların omuzlarına bindikten sonra “normale” dönüş yaşandığında eskisi gibi devam etmek pek kolay olmayacak gibi görünüyor.

Bunun yanı sıra salgının ekonomi üzerine etkisine baktığımızda hizmet sektöründe ciddi bir küçülme olduğunu görüyoruz. Bu küçülme de birçok kadının işsiz kalmasına sebep oluyor. Kayıt dışı çalışan kadınların da ciddi bir işsizlik kriziyle karşı karşıya olduğunu not etmekte fayda var. 

Kamu alanına baktığımızda ise 10 yaş altı çocuğu olan kadınların evden çalışmasına izin verildiğini görüyoruz. Fakat benzer bir uygulama erkek çalışanlar için söz konusu değil. Bu da evlerdeki bakım sorumluluğunun kadınların görevi addedildiğini, yani son derece eşitsiz bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu gözler önüne seriyor.

Salgının feminist mücadeleye etkisinde yalnızca istihdam alanları ve ekonomik koşullar değil, kadınların eğitime erişimi de önemli bir tartışma konusu. Kız çocuklarının, genç kadınların eğitime erişiminin salgından etkilendiği bilinen bir gerçek. Eğitimine online olarak evden devam etmeye çalışan kız çocukları bir taraftan da evlerindeki bakım yükünü üstleniyor. Bu durum salgın döneminin kadınların eğitime erişimi konusunda da uzun erimli sonuçları olacağını gösteriyor. 

Fakat habere geri dönersek: Birleşmiş Milletler’in yayımladığı verilerdeki “25 yıllık geri adım” ifadesi epey endişe verici duyuluyor. Peki bu yorum nasıl değerlendirilmeli? Örneğin salgın koşullarına rağmen Polonya’daki kadınların mücadelesi hükümete geri adım attırabildi. Polonya Hükümeti, Anayasa Mahkemesi’nin kürtajı kısıtlayan kararında geri adım atarak yasanın yayımlanmasını ve yürürlüğe girmesini erteledi. Dolayısıyla salgın sürecinde de kadınlar feminist mücadeleyi elden bırakmadığında kazanımlar elde etmek mümkün.

Birleşmiş Milletler’in yayımladığı küresel veriler olsa da haberde paylaşılan örnekler daha çok Amerika’dandı. Salgın döneminde kadınların neler yaşadığı konusunda Türkiye örneğine odaklanmak için HDP’nin açıkladığı “Pandemi Döneminde Kadın Raporu”na bakabiliriz. HDP Kadın Meclisi, pandemi sürecinde toplumsal eşitsizliğin kadınlar açısından daha da derinleştiğini söyledi. Bu raporu aşağıdaki başlıklarda özetlemek mümkün.

Erkek şiddeti: Karantina dönemi, birçok kadın için ev içi şiddet riskinin artması ve şiddete maruz bırakıldığında kadınların alabileceği desteklerin kısıtlanmasına yol açtı. Sadece 1 Nisan-30 Eylül arasında en az 140 kadın erkekler tarafından katledildi. İktidar ise bu riski önlemek için neredeyse hiçbir acil durum planlaması yapmadığı gibi başka birçok uygulama ve tartışmayla kadınlar için çok daha güvensiz bir ortam oluşturdu.

Kadın yoksulluğu: Cinsiyetçi kapitalist işgücü piyasasında kadınlar çoğunlukla ilk gözden çıkarılanlar oldu ve ciddi oranda yoksullaştılar. KOVİD-19 etkisiyle revize geniş tanımlı kadın işsizlik oranı %45.3 (5 milyon 219 bin). Aynı metodolojiyle işsizlik oranının genel olarak %39.4 olduğu düşünüldüğünde pandemiden kadınların daha fazla etkilendiği görülüyor.

KOD-29: Pandemi döneminde işten çıkarma yasağının istisnası olan Kod-29, kadınların ekonomik özgürlüğünü sabote etmek için kullanılıyor. Kod-29, yani “ahlaksız davranış gerekçesi” ile işten çıkarılma, kadınları tazminat ve işsizlik ödeneği haklarından mahrum bırakmakla kalmayıp bu kodu alan kişinin yeniden güvenceli bir iş bulmasını oldukça zor hâle getiriyor.

Göçmen kadınlar: Göçmen ve mültecilerin yoksulluk, işsizlik, güvencesizlik, sağlık hakkına erişememe gibi sorunları salgınla birlikte tümüyle çözümsüz bir hâl aldı. Bir yandan çoğunluğunu göçmen kadınların oluşturduğu iş alanları da mevcut. Ev içi bakım hizmetleri ve mevsimlik tarım işçiliği alanlarında göçmenler çoğunlukta. Hâliyle ev içi hizmet konusunda pandemi koşulları dışında dahi var olan problemler, KOVİD-19 salgınıyla birlikte daha da ciddileşti.

KOVİD-19’un Türkiye’deki kadınlar üzerindeki etkisine dair bir başka rapor da EŞİK’ten geldi. Eşitlik İçin Kadın Platformu-EŞİK, son bir ayda kadın hakları ve cinsiyet eşitliği adına TBMM’de yapılan ve yapılmayan çalışmalara dair bir izlem raporu yayımladı. Rapora bakıldığında; kabul edilen kanunlarda kadının adı hiç yer almazken, 836 soru önergesinin sadece 8’inin kadınlarla ilgili olduğu görülüyor. Bu rakamlar ortada dururken, hiç konuşulmayan ve yetkililerce önlem alınmayan konulardan biri de insan hakkı olarak sağlık hizmetlerine eşit erişim hakkının pandemide kadınlar için daha zorlaşması.  

Kadınların ertelemek zorunda kaldıkları rahim ağzı kanseri ya da meme kanseri gibi hastalıklar için koruyucu tarama programlarından mahrum kalışları, istenmeyen gebelikleri önleyici araç gereçlere erişim kısıtlılığı, adı tam konmamış kürtaj yasakları, hijyen için üstlenilen ekstra sorumluluklar, çocuklar ve hastalanan tüm bireylerin bakımının yoğunluğu nedeniyle kendi hastalıkları için sağlık kurumuna gidememe, çalışan kadınlar için hem iş yerinde hem evde artan yükümlülükler bu hakkın kullanımında oldukça sıkıntı olduğunu gösteriyor.

Politika

CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, 25 Kasım vesilesiyse Meclis’in kadın karnesini çıkardı. Bu karneye bakıldığında Meclis’te yapılan tartışmalarda, grup konuşmalarında, sunulan soru ve araştırma önergelerinde kadın gündemi yok denecek kadar az yer alıyor.

25 Kasım sebebiyle kadına yönelik şiddet gündemi siyasilerden birçoğunun açıklamalarındaki gündemler arasındaydı. Bunlardan biri de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ydu. Soylu, Polis Akademisi Anıttepe yerleşkesinde, Aile içi ve Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Değerlendirme Toplantısı’nda konuştu. Bakan Soylu burada, kadın cinayetleri konusunda kadın örgütleri tarafından derlenen rakamları hedef alarak, “Kadın cinayetlerinde, rakamlar konusunda bize itimat etmeyen gazete kupürlerinden bunları toplayan bir anlayış da söz konusu. Çırpınıyoruz bir şiddet olmasın diye. Bakanlıklarımızın önemli bir bölümü seferberlik ilan etmiş durumda. Her sabah bu rakamları alıyoruz. Azaltabiliyor muyuz, nerede eksiğimiz var. Bu nasıl böyle olur diye neredeyse kıyameti koparıyoruz. Titizleniyoruz ama maalesef yanlış rakamlar yüzünden esir kalıyoruz. Biz neden bu rakamları yanlış verelim. Arttığı zaman arttı diyoruz, rakamları veriyoruz, alarm zillerini çalıyoruz.” dedi.  

Kadın cinayetlerini önleme konusunda hükümete düşen sorumlulukları hatırlatanlara da “Tüm kadın cinayetlerini biz yapıyormuşuz gibi bizi suçlayanlar bu konuda acaba ne yapıyor? Sadece suçlamak siyasal şiddetin yanında acaba ne yapıyorlar. KADES’i indirin diye yalvarıyoruz.” şeklinde yüklendi.

Bunun yanı sıra erkeklere seslenerek birtakım öğütler verdi: “Erkeklere sesleniyorum: Kendinize gelin yahu. Fiziksel olarak güçlü olabilirsiniz. Böyle bir ayıp olur mu? Neyi tatmin ediyorsun? Neyi ortaya koyuyorsun? Neyini sağlıyorsun? Hangi duygunu yüceltiyorsun? İşin kanuni boyutu ayrıdır ama bizim toplumumuzda çocukluğumuzdan beri analarımızın söylediği söz ayıptır bir daha yapma.”

Süleyman Soylu’nun bu açıklamasında devletin elinden geleni yaptığı vurgusu dikkat çekiyor. İstanbul Sözleşmesi’nden söz edilmezken KADES aplikasyonunun kullanımına çağrı yapılıyor. Bunun yanı sıra açıklamasının en dikkat çekici noktası da erkeklere verdiği “öğütler”. Bu söylem, kadına yönelik şiddeti toplumsal bir problem olmaktan uzaklaştırıp erkeklerin “kendilerine mukayyet olması gereken” şahsi sorunları hâline getiriyor. Kadına yönelik şiddet hakkında tartışılırken “ayıp”, “günah” veya “suç” ifadelerinden hangisinin tercih edildiği önemli bir noktaya işaret ediyor. Süleyman Soylu da şiddetin hukuki açıdan suç teşkil eden bir eylem olmasındansa toplumsal olarak “ayıp” olduğunu ifade etmeyi tercih etmiş.

Aynı çalıştayda konuşan Emniyet Genel Müdürü Mehmet Aktaş da, “Şiddet mağdurlarının ve sivil toplum kuruluşlarının sosyal medya üzerinden yaptığı ihbarlara hızlı bir şekilde müdahale edilmesi ve alınan tedbirler sayesinde ülke genelinde hayatını kaybeden kadın sayısında ciddi oranda bir düşüş sağladık.” dedi.

Mehmet Aktaş’ın konuşmasında sosyal medya üzerinden yapılan ihbarlara vurgu yapması ilgi çekici. Emniyete başvuran kadınların çoğu zaman herhangi bir tedbir olmadan evlerine gönderilmesi birçoğunu ölüme sürüklüyor. Emniyet Genel Müdürü’nün bu durum hakkında bir yorum yapmayıp sosyal medya üzerinden yapılan ihbarları öne çıkarması düşündürücü. Bu durum devletin güvenilirliği açısından son derece geniş bir eksikliğe işaret ediyor. Kaldı ki geçmiş dönemde kadın cinayetleri ve şiddet vakalarını bildiren birçok sosyal medya hesabına saldırılmıştı. Dolayısıyla bu açıklama bir noktada çelişkili görünüyor. 

İhbarların yanı sıra sosyal medyada kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet gündeminin hukuki boyutları da önemli bir gündem. Geçtiğimiz dönemlerde birçok dava sosyal medya üzerinden takip edilerek ciddi oranda kamuoyu tepkisi gördü. Kimi davalarda bu ve benzeri tepkilerin konunun yargıda ele alınışı üzerinde etkisi olduğu da çoğu zaman tartışıldı. Örneğin Şule Çet davasında meselenin üzeri kapatılmaya çalışılırken sosyal medya aracılığıyla ciddi bir mücadele verildi.

Bir başka açıklama da Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’den geldi. Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, Hürriyet gazetesinden Oya Armutçu’ya konuştu. Aile arabuluculuğu ile ilgili “Kadına şiddet ve kamusal alana giren konular dışında dünyadaki örneklerindeki gibi aile arabuluculuğunu getirmek istiyoruz. Çalışma tamamlanmak üzere. Önce kadın derneklerinin görüşüne sunacağız” dedi.

Adalet Bakanı’nın açıklamalarının merkezinde aile arabuluculuğu yer alıyor. Temel hedef boşanmaları ve mahkemenin yükünü azaltmak. Burada bir değerlendirme yaparken salt bu sistem kötüdür demek eksik olacaktır. Bu sistemi ataerkil güç ilişkilerini göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerekiyor. Eğer bu sistem işlemeye başlayacaksa burada feminist avukatların nasıl bir yol izleyeceği son derece kritik. Örneğin, bu sitem reddedilip ara buluculuk eğitimlerine katılmak tercih edilmeyecek mi? Yoksa sistemin kadınların lehine işlemesi için ara bulucu olarak mı mücadele edilecek? Elbette bu tartışma ülke genelinde ara buluculuk uygulamasının eşit bir şekilde uygulanamayacağı endişesini barındırıyor. Dolayısıyla bu konunun özellikle feminist hukukçularla birlikte tartışılmaya devam edilmesinde fayda var.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkının Verilişinin 86. Yıl Dönümü Programı’nda konuştu. Cumhurbaşkanının açıklamaları şu şekilde: “Kadına yönelik şiddetin engellenmesi konusunda hassasiyet gösteriyoruz. Her durumda kadınları korumaya alıyoruz. Bugün kadın hakları borazanlığı yapanların kadını insan olarak bile kabul etmediği kültürel geçmişten geldiklerini unutmadık. Aynı dönemde bizim toplumumuzda kadın devletin kuruluşundan vatanın savunulmasına, üretimden aileye kadar tüm alanlarda en ön saflarda yer alıyordu. Bizim milletimizin ataerkil ve ya anaerkil değil, ‘aile erkil’ bir millet olduğunu söylüyoruz. Her insanımız gibi kadınların da onurunun, şerefinin korunmasını sağlamak devletin vazifesidir. Aileye yapılan her saldırı ve tehdidi doğrudan varlığımıza yapılmış sayıyoruz. (…)” Cumhurbaşkanı, konuşmasının devamında özellikle “çevre, kadın, çocuk gibi konularda” kendisine yöneltilen eleştirilere iktidarları döneminde bu konuda yapılanlar olduğunu belirterek itiraz ediyor.

Cumhurbaşkanının bu konuşmasında özellikle “aile erkil”lik vurgusu dikkat çekiyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ataerkil güç ilişkileri bir kenara atılıp yine kadının adı söylenmeyerek vurgu tümüyle aile üzerine çekiliyor. Aileyi korumak kadın cinayetlerini önlemenin önüne geçiyor.

Geçtiğimiz haftaların en önemli gündemlerinden biri de CHP Maltepe İlçe Yönetim Kurulu eski Üyesi Umut Karagöz’ün tecavüz faili olduğunun ortaya çıkması ve tutuklanması oldu. Maruz bırakılan kişinin şikâyet etmesinin ardından CHP 26.dönem milletvekili Barış Yarkadaş Twitter hesabından olayı kınadığını, kişinin partiden ihraç edilmesi gerektiğini beyan ederek durumu kamuoyuyla paylaşmış oldu. Bu durum açığa çıktıktan sonra birçok yerel yönetim içinden de böyle haberler çıkmaya başladı. Bu açıklamaları takiben elbette birçok siyasetçi bu konu hakkında açıklamalarda bulundu. Öyle ki bu tartışma iktidar partisi ve destekçileri tarafından CHP’ye yönelik bir karalama kampanyasına dönüştürüldü demek yanlış olmaz.

Konu hakkında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamasından bir kesit şöyle: “CHP’de kendi mensuplarını bile isyan ettiren tecavüzlere sessiz kalan zihniyetin kadın hakları konusunda söyleyecek hiçbir sözü olamaz. CHP bu bakımdan tam bir facia örneğidir. (…) CHP’li hanım kardeşlerimize, Türkiye’deki tüm kadınlara sesleniyorum, partisindeki taciz ve tecavüz furyasına sessiz kalan hatta her hadisenin üzerini örtmeye çalışan, önüne gelene hakaret eden bu zata ve partisine ilk fırsatta unutamayacakları bir ders verin.”

Bu tartışmalardaki diğer bir önemli nokta da Canan Kaftancıoğlu’nun cinsel saldırı suçunun üzerini örttüğü iddiaları. CHP’li eski İlçe Başkan Yardımcısı Hüseyin Koç, kendi ilçelerinde de taciz olayı yaşandığını, bu durumu defalarca İl Başkanlığına bildirdiğini ancak sonuç alamadığını söyledi. Yeni Şafak’a konuşan Koç, ilçede en az 3 kişinin fiziksel tacize maruz kaldığını, 1 kişinin de telefonla taciz edildiğini ve konunun yargıya taşındığını kaydetti. Sosyal medyadan şok iddialarda bulunan Koç, Canan Kaftancıoğlu yönetiminin bu çirkinlikleri örtbas ettiğini ifade etti.

Abdülkadir Selvi yazısında Canan Kaftancıoğlu ile görüştüğünü belirtiyor. Selvi yazısında Kaftancıoğlu’nun “Bu süreç anlatıldığı gibi değil. Ümraniye teşkilatından bir genç kızımız bana ulaştı. Daha doğrusu iddialar bana ulaşınca görüşmek için onu ben davet ettim. Dinledim. Bırakın üstünü örtmeyi, tam aksine, hemen yargı sürecini başlatması gerektiğini öneren benim. Ayrıca yargı sürecini de takip ediyorum. Bu arada İl Gençlik Kolları başkanımıza, ‘Hemen bu şahsın istifasını isteyin, istifa etmezse görevden alın’ dedim. Şahıs istifa etmiş. Yargıda aklanmadığı sürece geri dönemez.” dediğini aktardı.

Bu tartışmalara bakıldığında öncelikle bir araştırmacı ciddiyet eksikliği, bir taciz vakası üzerinden başlayan tartışmalarda konunun buradan çıkıp partiyi veya kişileri karalamaya yönelik spekülasyonlara dönüştüğü açıkça ortada. Bu meselede okların Canan Kaftancıoğlu’na çevrilmesi de pek şaşırtıcı görünmüyor. İkinci bir kadın “mağdur” edilmeye çalışılıyor. Bununla birlikte kimse kurumsal bir yapıya çağrıda bulunmuyor. Konudan kişiler sorumlu tutuluyor. Birçok toplumsal alanda olduğu gibi parti içlerinde, belediyelerde, mecliste cinsel taciz vb. toplumsal cinsiyete dayalı suç fiillerinin işlendiği su götürmeyen bir gerçek. Konu burada parti işleyişlerinin bununla mücadelede ne yaptığı, ne gibi önlemler aldığı olmalıyken ne yazık ki bu süreçte tartışma kişisel sorumluluklar ve parti karalama üzerinden yürütülüyor.

Şiddet

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Kasım ayı raporuna göre bu ay öldürülen 29 kadının 10’u evli olduğu erkek, 5’i birlikte olduğu erkek, 1’i eskiden birlikte olduğu erkek, 4’ü eskiden evli olduğu erkek, 2’si akraba, 2’si babası, 1’i kardeşi, 1’i oğlu, 2’si tanıdık birisi tarafından öldürüldü. 1 kadının ölümüne sebep olan kişilerin yakınlık durumu tespit edilemedi.

Geçtiğimiz ay, Antep’te 17 yaşındaki lise öğrencisi Duygu Delen’in Mehmet K.’nin evinin penceresinden şüpheli bir şekilde düşerek yaşamını yitirdiği olayın davası görüldü. Gaziantep 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya kadın örgütleri alınmadı. Duygu Delen’in avukatları ve ailesi mazeret bildirerek davaya katılamazken, Aile Bakanlığı, Antep, Trabzon ve Maraş Barosu davaya katıldı. Mahkeme Baroların müdahillik taleplerini reddetti. Mütalaaya karşı beyanda bulunmak üzere söz alan sanık şöyle dedi: 

“Avukatlar soruları soru olsun diye soruyorlar. Cinayete istismara dair bir şey yok. Bu olay medyaya yansıdı. Bazı kişiler bu olaydan rant koparmaya çalışıyor. Adalet medyayla yürüyor gibi geliyor bana. Benim zaten 3 ayımı yediniz. Bu 3 ay tutuklu kalmamın tek nedeni medyadır. Medya baskısından dolayı tutukluyum. Olay medyaya konu olduğu için, 3 saniyelik güvenlik kamera görüntüsünden 80 milyon tane mesaj çıkarıldı.”

Sanığın bu açıklamasında medyayı hedef göstermesi dikkat çekici. Emniyet Genel Müdürü Mehmet Aktaş da -yazıda daha önce bahsettiğimiz gibi- şiddete maruz bırakılan kişilerin ve sivil toplum kuruluşlarının sosyal medya üzerinden yaptığı ihbarlara hızlı bir şekilde müdahale edildiğinden söz etmişti. Bugüne kadar elbette hem şiddet anında müdahale etmede hem de davaların takibinde kamuoyu oluşması çok ciddi bir önem taşıyordu. Bugün bu kamuoyu sosyal medya üzerinden bir araya geliyor. 

Geçtiğimiz ay, Hande Buse Şeker davasında bir emsal karar verildi. Hande Buse Şeker’i öldüren polis memuru Volkan Hicret’e iyi hal ve haksız tahrik indirimi uygulanmadan “kasten öldürmeden” müebbet hapis cezası verildi. Avukatlar, eziyet çektirerek nitelikli kasten öldürmeden ceza alınmamasını eleştiriyor.

LGBTİ+

BM Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliğine Dayalı Şiddet ve Ayrımcılığa Karşı Korunma Bağımsız Uzmanı, Düşünce ve İfade Özgürlüğünün Korunması ve Geliştirilmesine ilişkin Özel Raportör, İnsan Hakları Savunucularının Durumuna İlişkin Özel Raportör, Din veya İnanç Özgürlüğü Özel Raportör, Yargısız ve Keyfi İnfazlar Özel Raportörü ve Herkesin Ulaşılabilecek En Yüksek Fiziksel ve Zihinsel Sağlık Standardına Sahip Olma Hakkı Özel Raportörü; 22 Temmuz’da Türkiye’de LGBTİ+’lara dönük artan hak ihlallerine dikkat çeken bir mektup yazdı.

BM kurumları ortak imzalı mektupta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın LGBTİ+’ları hedef gösteren hutbesini, sosyal medyadaki nefret kampanyalarını, kamu görevlilerinin LGBTİ+’ları hedef gösteren açıklamaları, LGBTİ+ haklarını savunan kurumlara soruşturmalar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları hatırlatılarak, kamu görevlileri ve dini liderlerin açıklamalarının nefreti kışkırtacağı vurgulanıyordu.

Türkiye Hükümeti bu mektuba 21 Eylül’de yanıt verdi. İddiaları ve soruları yanıtsız bırakan Hükümet, Anayasa’nın eşitlik maddesindeki “vb.” ifadesinin yasada açıkça nitelenen ayrımcılık temelleri dışındaki temelleri de kapsadığını savundu.

Ayrımcılığa karşı Türkiye’nin yasalarının yeterli olduğunu savunan Hükümet, LGBTİ+’lara ayrımcılıkla gündeme gelen Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nu da olumlu örnek olarak sıraladı.

Bu yanıtın en dikkat çekici noktalarından biri de BM yetkililerinin açıkça LGBTİ+’lara ayrımcılığı sorduğu mektuba “cinsel yönelim”, “cinsiyet kimliği”, “LGBT”, “LGBTİ” ya da “LGBTİ+” ifadelerine hiç yer vermeyerek yazılmış olmasıydı.

Kasım ayının ilk haftalarında, İstanbul Beyoğlu Bayram Sokak’ta yaşayan 18 trans kadın “korona tedbirleri” gerekçesiyle evlerinden gözaltına alındı. Bunun üzerine Pembe Hayat LGBTİ+ Dayanışma Derneği açıklama yayımladı. Dernek açıklamasında 9 Kasım’da “korona tedbirleri” gerekçesiyle trans kadınların gözaltına alınmasını koronavirüs önlemlerine aykırı ve ayrıca temel insan haklarına aykırı olduğuna dikkat çekti.

Kasım ayının toplumsal cinsiyet gündemi bağlamında önemli günlerinden biri de 20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü’ydü. Cumhuriyet Halk Partisi Gençlik Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı “20 Kasım Nefret Suçu Mağduru Transları Anma Günü Raporu” yayımladı. Rapor “Türkiye’de Genç Transların Durumu, Türkiye’de Nefret Suçları, Nefret Suçları ile Mücadelede Öneriler” gibi bölümlerden oluşuyor.

Muharrem İnce “Az Önce Konuştum” isimli programa katıldı. Burada yaptığı konuşmada CHP’nin hazırladığı yukarıda bahsi geçen raporu, “Aman, onlarla mı uğraşılacak şimdi?” diyerek ‘gereksiz buldu’. Konuşmasında bunun yanı sıra “CHP Genel Başkan Yardımcısı eşcinsellerin ameliyat paralarını devlet ödesin diyor. Yani ödemesin demiyorum da yanlış anlaşılmasın, böyle her şey güllük gülistanlık olur, Türkiye zenginleşir… Yav Türkiye, kahvehaneler kapalı, lokantalar kapalı, garsonlar işsiz, eğlence sektörü işsiz, şirketler bir bir kapanıyor. Bak yine dolar, euro fırladı gitti. Yani bir kriz içindeyiz. İnsanlar burnundan soluyor. CHP’nin gündemindeki konuya bak.” dedi.

İnce’nin bu açıklamasına oyuncu Seyhan Arman’dan yanıt geldi. Yol TV’ye konuşan Seyhan Arman: “Sen de geldin bizden oy istedin, biz de verdik. Neredeyse başkan seçilecektin. Sen ama bir şekilde o oldu, bu oldu, belirli oyunlar oldu, adam kazandı dedin çekildin gittin. Sonra ne oldu? Kemal Kılıçdaroğlu ile yan yana yürürken, el ele tutuşurken, CHP’yle aranız bozuldu. Onlara saldırmak için, en zayıf halkayı kendine göre kullanıyor. Bizi kullanıyor. Efendim işte şu anda insanlar açmış da falanmış filanmış da… İşte eşcinsellerin -onun cümlesine göre- ameliyatını devletin karşılamasıyla ilgili konuşuluyor. Birincisi, eşcinseller değil; transeksüeller. İkincisi, bütün translar Çapa’nın önünde yürüyüş yapmıyoruz bizi ameliyat edeceksiniz, paramızı ödeyeceksiniz diye. Haktan bahsediyoruz kardeşim. Hakkın zamanı, bilmem nesi olmaz. (…)” dedi.