Düzenleyen: Maide Atay, Serra Deniz, Zeynep Kurt
Bu yazı, Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü’nün (BÜKAK) bü’de kadın gündemi adlı bülteninin Bahar 2023 tarihli 44. sayısında yayımlanmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü (BÜKAK) olarak 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında İran’da Kadın Hakları adlı söyleşiyi düzenledik. Bu söyleşide İran’daki kadınların koşullarını ve taleplerini daha iyi anlayabilmek için İran’da kadın haklarının durumuna, kadınların mücadelesine tarihsel bir açıdan bakmayı amaçladık ve İran üzerine çalışan akademisyen Gizem Aslantepe ile buluştuk. 24 Kasım 2022 tarihinde yaptığımız söyleşinin metnini sizlerle paylaşıyoruz.¹
BÜKAK: Merhabalar, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele günü kapsamında düzenlediğimiz etkinliğimize hepiniz hoş geldiniz. Bildiğiniz gibi BÜKAK olarak her yıl 25 Kasım kapsamında düzenlediğimiz etkinliklerle kadına yönelik şiddet konusunu kampüste gündeme getiriyoruz. Bugün İran’da kadın haklarını tartışmak üzere Gizem Aslantepe ile bir aradayız.
Eylül ayından bu yana belki de İran kadın hareketi tarihindeki en büyük protestolardan birine şahit oluyoruz. Protestolar 22 yaşındaki Jîna Mahsa Amini’nin başörtüsünü düzgün takmadığı gerekçesiyle ahlak polisi tarafından gözaltına alınması ve darp edildikten sonra hayatını kaybetmesinin ardından kadınların özgürlük talebi ve öncülüğüyle başladı. Rejimin sert müdahalesine rağmen bu protestolar İran’ın birçok şehrine yayılarak devam etti, hâlâ devam ediyor. Ayrıca bu protestoların ülkenin diğer sorunlarıyla da iç içe geçtiğini ve rejim karşıtı bir karakter edindiğini de görüyoruz.
İran; erkek egemenliğinin resmî olarak rejim tarafından güvence altına alındığı, kadınların erkeklerle eşit vatandaş statüsünde olmadığı bir ülke. Kadınlar yıllardır bu erkek tahakkümüne karşı mücadele ediyor. Jîna Mahsa Amini’nin ölümü sonrası gelişen protestolar İran’da kadın haklarını ve kadınların taleplerini yeniden ve yakıcı bir biçimde gündeme getirdi. İran’daki kadınların hak mücadelesine Türkiye’den ve dünyanın birçok ülkesinden kadınlar da destek veriyor. Biz de bu dönemde İran’da kadın haklarını ve kadınların hak ve özgürlük mücadelelerini tartışacağımız bu etkinliği düzenlemek istedik.
Kadınların farklı tarihsel dönemlerde ve farklı coğrafyalarda hakları için verdiği mücadeleleri tanımak, bunların hem çoğulcu yapısını hem de birbiriyle ilişkisini görmek ve bugüne etkilerini yorumlamak BÜKAK içindeki çalışmalarımızda öncelikli bir yer tutuyor. Bugün dünyanın pek çok ülkesinde ve Türkiye’de kadınların haklarının geri alınmaya çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Kadının nafaka hakkı yeniden tartışma konusu oluyor. Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri hız kesmeden devam ediyor. ABD’de kürtaj hakkının anayasal güvence altında olmaktan çıkarılması, Polonya’da kürtajın yasaklanması kadınların üreme haklarını tehdit altına alıyor. Cinsel taciz ve cinsel şiddet, kadınların gündelik yaşamından iş yaşamına kadar hayatlarını etkiliyor. Tüm bu gelişmeleri bir dünya savaşının arifesinde, militer politikaların güçlendiği bir dönemde yaşıyoruz. Kadınların mücadelesi ve dayanışması da yeni biçimler alıyor.
Kadınların kıyafetlerinin sadece bireysel bir kıyafet özgürlüğü meselesi olmadığını, bunun siyasetin de temel gündemlerinden biri olduğunu kendi coğrafyamızdan da biliyoruz. Örneğin Osmanlı ve Türkiye tarihine baktığımızda kadının kıyafetinin modernleşmenin, Batılılaşmanın simgesi olduğunu görüyoruz. Kadının nasıl giyineceği, başını örtüp örtmeyeceği siyasetin gündemi oldu ve burada pek çok hak ihlali yaşandı. Örneğin, yakın tarihimizde 28 Şubat döneminde başörtülü kadınların üniversitelerde eğitim hakkı engellendi. Kadınlar üniversitede eğitim alabilmek için başlarını açmaya zorlandılar, bunu reddeden kadınlar eğitim alanından uzaklaştırıldılar. Bugün resmî olarak böyle yasaklamalar söz konusu değil. Fakat hem siyasette hem günlük hayatta erkekler kadınların kıyafeti üzerinde söz söylemeye devam ediyor. Yakın zamanda başörtüsü konusu tekrar gündemimize girdi. Başörtüsü siyaseten çözülmüş bir konuyken Anayasa’da değişiklik önerisiyle tekrar siyasetin malzemesi hâline getiriliyor. Kadınlar ise Anayasa’ya kadınların kılık kıyafetine dair düzenlemelerin sokulmasının barındırdığı tehlikelere dikkat çekiyor. Bir yandan kadının etek boyunun, dekoltesinin televizyon programlarında, din görevlilerinin söylemlerinde yer bulduğunu görüyoruz. Kısacası bugün de erkekler kadınların giydikleri kıyafetlerle ilgili pervasızca konuşmaya devam ediyor. Hem İran’da hem Türkiye’de hem de dünyanın pek çok ülkesinde kadınlar bu erkek egemen anlayışa karşı durarak kendi bedenleri ve yaşamları üzerindeki kontrolü ellerine almak istiyorlar.
Bu mücadelenin tarihini bilmek kadınlar olarak bize bugünü şekillendirmek için mücadelemizde güç veriyor. Bugün, İran’daki kadınların koşullarını ve taleplerini daha iyi anlayabilmek için İran’da kadın haklarının durumuna, kadınların mücadelesine tarihsel bir açıdan bakmak istedik ve İran uzmanı Gizem Aslantepe ile buluştuk. Gizem Aslantepe konuşmasında İran’da kadın haklarını tarihsel çerçevede ele alacak. Kendisi bize İran’da kadınların hakları, toplumdaki statüleri, tarih içinde bunlarda yaşanan değişimler, kadınların talepleri ve bu taleplerin nasıl ifade edildiğine dair genel bir çerçeve çizecek. İran’daki son protestoları da bu bağlamda değerlendirecek. Konuşmasının ardından katılımcıların soru sorabileceği veya katkıda bulunabileceği tartışma bölümüne geçeceğiz.
Kadınların hak mücadelelerinin dününü ve bugününü öğrenmenin kadınlar olarak şiddetsiz ve savaşsız bir dünya için verdiğimiz mücadeleyi güçlendireceğine inanarak sözü Gizem Aslantepe’ye bırakıyorum.
Gizem Aslantepe: Merhaba. Benim için burada olmak çok kıymetli çünkü İranlı kadınların verdikleri bu mücadele ve gösterdikleri direniş gerçekten çok önemli ve takdire şayan. Destek olmamız gereken bir mücadele veriyorlar fakat maalesef dünyanın dört bir tarafında İranlı kadınlara destek eylemleri düzenlenirken ilk defa İran dışında bir ülkede sesini çıkartan kadınlara müdahale edildi: O ülke Türkiye. İranlı kadınlara destek olmak isteyen, slogan atan kadınlara polis müdahale etti. Dolayısıyla bu müdahaleyi buradan da kınıyorum ve İranlı kız kardeşlerimle dayanışma içerisinde olduğumu bir kez daha belirtiyorum.
İran’da kadın mefhumu kısa sürede anlatılabilecek bir konu değil, elimden geldiğince özetlemeye çalışacağım. Bugünden baktığımızda İran’daki kadın hareketleri sadece protestolar bağlamında düşünebileceğimiz bir hareket değil, tarihselliği olan bir süreçten bahsediyoruz. Bu eylemsellik 19. yüzyılın başlarından beri devam ediyor. Kadınlar ilk defa Tütün İsyanı’yla sokaklara çıktılar. Tütün İsyanı, İran’daki tütünün işletmeciliğinin ve rantının İngilizlere geçmesiyle birlikte toplumun buna topyekûn karşı çıkmasıyla başladı. Protestoların başlamasının ardından kadınlar da protestolara destek oldular. Tabii ki sokaklara çıkan kadın sayısı azdı fakat bu süreç içerisinde var olmaları; eşlerine, kardeşlerine, çocuklarına destek olmaları bir şekilde eylemsellik içerisinde olduklarını gösteriyordu. Bu bağlamda sivil hakları, özgürlükleri, sosyal adaleti yani kendi haklarını ifade etmek için sokaklara çıkmadılar. Bu bilinç, Ortadoğu’nun birçok bölgesinde olduğu gibi İranlı kadınlarda da çok geç uyandı. Ama en azından bir eylemsellik içerisinde olmaları önemliydi.
Tütün İsyanı’ndan sonra kadınları Anayasal Devrim’le sokaklarda gördük. 1906 Anayasal Devrimi’nde kadınlar yine son sürat sokaklarda eylemdeydiler. Ama bu sefer de İran’daki ulemaların ve Şii din alimlerinin etkisiyle sokaklardaydılar. Şiilik kendi içerisinde protest bir tavır sergileyen bir mezhep olduğu için kendi başına bile kadınların sokağa çıkmasında çok etkilidir. Dolayısıyla bu mezhebi yaşatmaya çalışan geleneksel İran halkı içerisinde Hazreti Zeynep, Hazreti Fatıma örnek gösterilerek kadınlar bir şekilde dışarıdaki davaya ulema tarafından dahil edilmeye çalışıldılar. Yani kadınlar bir araç olarak kullanıldı. Kadınlar kendi haklarını savunmak için değil, daha çok ulemanın gösterdiği yolda ilerleyebilmek için bu eylemlere dahil oldular. Zaman içerisinde Muhammed Musaddık’ın başbakan olduğu, İran’da demokratik ara dönem dediğimiz 1951-1953 yılları arası süreçte kadınlar çeşitli dernekler kurarak bir şekilde örgütlenmeye çalıştılar. Kadınların en özgür olduğu dönem bu süreçteydi. Fakat sonrasında CIA ve İngiliz destekli Ajax Operasyonu’ndan, yani 1953 İran Darbesi’nden sonra dengeler Muhammed Rıza Şah’ın lehine değişmeye başladı.
1941’de babası Rıza Şah’ın ardından Muhammed Rıza Şah başa geçti. Burada hatırlatmam gereken bir olay var: Muhammed Rıza Şah başa geçtiği zaman babasının yürürlüğe koymuş olduğu Kashf-e hijab ismiyle bilinen tesettür yasasını kaldırdı. Rıza Şah 1936’da bu yasayı çıkararak kadınların örtünme hakkını elinden almıştı. Nasıl ki 1979’da kadınlar zorunlu örtünmeye tabii tutuldularsa, 1936’daki bu yasayla kadınların kendi bedenleri hakkında kendilerinin karar vermesine bir olanak tanınmadan, resmî bir kanunla örtünmeleri yasaklandı. Kadınlar evlerine kapanmak zorunda kaldılar, kamusal alanın dışına itildiler. Bu bağlamda özellikle geleneksel bir toplum olan İran’da, kadınların bu şekilde evlerine hapsolması geçmişte verdikleri mücadeleye de çok zarar verdi. Nitekim Muhammed Rıza Şah başa geldiğinde bu durumu değiştirmeye çalıştı. En azından hijab² konusunda esnetmeler yaparak babasının gittiği yoldan gitmeyerek kadınları bir noktada daha özgür bir yaşama alıştırmaya çalıştı. Ama İran toplumu çok geleneksel bir toplum ve Şiilik insanlara farklı bir yaşam biçimi atfediyor. Dolayısıyla bu yaşam biçiminin içerisinde hijab denilen şey sadece bir başörtüsünden ibaret değil. Aynı zamanda; üzerinize aldığınız palto, ayağınıza giydiğiniz ayakkabı, yaptığınız makyaj… Üzerinizde ne varsa o sizin hijab’ınız, örtünüz oluyor. Dolayısıyla “Hijab e ijbari” olarak bilinen zorunlu örtünme kadınlara sadece bir başörtüsünü dayatmıyor. Aynı zamanda bir yaşam biçimini, İslami bir yaşam formunu dayatıyor. Kadınlar bugün sokaklarda buna karşı çıkıyorlar.
Bugün kadınlar hijab’ın veya başörtüsünün yasaklanması için sokaklarda değiller, geçmişte yaşanılan yanlışları tekrarlamak istemiyorlar. Bugün kadınlar “Bırakın da kendi bedenlerimiz hakkında biz karar verelim. Bizi ve bizim bedenlerimizi siyasete alet etmeyin. Modernleşmenizi de İslamileşmenizi de bizim bedenlerimiz üzerinden yansıtmayın. Bundan sonra biz size bu hakkı vermeyeceğiz.” diyor. Bu çok önemli ve bunlar sanırım Türkiye’den görülmüyor. Eylemleri ilk günden beri takip ediyorum, bugün eylemlerin altmış dokuzuncu günü ve henüz Türkiye Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan bir açıklamaya rastlamadım.
Kadınların Jîna Mahsa Amini’nin cenaze töreninde başlattıkları eylem öncelikle İran’ın Kürdistan eyaletinde, Sakkız kentinde etkisini gösterdi. Ardından da özellikle azınlıkların yaşadığı vilayetlerde ve Tahran, İsfahan, Şiraz, Hemedan gibi birçok vilayette ve eyalette devam etti. Ayrıca bu protestolar farklı kesimleri de içerisine aldı. Bence şu an yaşanılan protestoların önceki protestolara nazaran çok önemli farkları var ve bunların altını çizmemiz gerekiyor. İran, protesto kültürünün çok güçlü olduğu bir ülke. Bu protestolar ilk defa yaşanmıyor. 2017, 2018 ve 2019 senelerinde İran’da çok güçlü protestolarla karşılaştık. Bu protestolar, Meşhed ve Kum gibi Şii İslam’ın İran’daki kalesi diyebileceğimiz şehirlerde patlak verdi. Buralar din ve devlet adamı yetiştiren ve müesses nizamın³ çok önemli isimlerinin yetiştiği medreselere sahip şehirler. Bu protestolar genellikle ekonomik saiklerle; yolsuzluk, rüşvet, kayırma, iltimas gibi sebeplerle ortaya çıktı. Özetle kötü yönetim sebebiyle insanlar sokağa çıktı ve bu eylemsellik bir şekilde büyüdü. Bugünkü mesele 2018’deki, 2019’daki gibi değil, buranın altını çiziyorum: Bugün insanlar özgürlük derdindeler. Tabii ki ekonomik krizin de etkisi var, İran pandemiden sonra ciddi bir kriz yaşadı. Ülke enflasyon sarmalına girdi ve çıkamıyor. İran Riyali her geçen gün değer kaybediyor, küçük işletmeler ve KOBİ’ler iflas ediyor. Fakat bugünkü eylemlerdeki temel nokta bu değil. Bugün biz Meşhed’de, Kum’da çarşaf giyen bir kadın ile örtüsü olmayan bir kadının el ele ve omuz omuza mücadele ettiğini görüyoruz. Bir komşu ülke olarak bunu gündemimize taşımamız gerektiğini ve bunun sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum. Bu protestolar dünyanın her yerinde ciddi bir şekilde takip edildiği gibi, İran rejimi tarafından da takip ediliyor. Rejim bir yandan ne yapacağına da karar veremiyor. Devrim Muhafızları kadınları bastırmak için sokaklara çıktılar ama karşılarında hiç beklemedikleri bir kitleyle karşılaştılar. Karşılarında kadınlarla birlikte mücadele veren Kürtleri, Beluçlar ve Azeri Türklerini gördüler. İran farklı etnik, dinî ve mezhepsel azınlıkların bir arada yaşadığı bir ülke ve farklı azınlıklar bu mücadeleye destek oldular, direnişi büyüttüler. Bugün Kürtlere ve Beluçlara yapılan, bunu söylemekten imtina etmeyeceğim, kıyım ve katliam ile diğer bölgelerde gördüğümüz müdahaleler bir değil. Tahran’da Şiraz’da, İsfahan’da yapılan müdahaleler ile Kürdistan eyaletindeki vilayetlerde yapılan müdahaleler kesinlikle bir değil. Şu anda bu vilayetlerdeki insanlar doğrudan hedef alınıyor, insanlara kurşun sıkılıyor, insanların evlerine giriliyor, evlerden insan toplanıyor. Öğrencilerin Şerif Teknoloji Üniversitesi’nde yaşamış olduğu müdahaleyi⁴ bütün dünya izledi. Dolayısıyla hepimizin bir sorumluluğunun olduğunu düşünüyorum.
Rejimin artık reformlarla veya başka bir şekilde müesses nizamı yeniden inşa edebileceği bir süreçte değiliz. İran’daki kadınlar ve genel olarak muhalif halk 2009’dan beri bunun mücadelesini veriyor. 2009’daki Yeşil Hareket’te insanlar sivil özgürlükler bağlamında sokaklara çıktı, radikal İslamcı Mahmud Ahmedinejad karşısında oylarının peşine düştü. Ardından öğrenci protestoları yaşandı. Daha önce de söylediğim gibi İran 2017’de, 2018’de protesto dalgalarıyla çalkalandı. 2018’de yine kadınların başlatmış olduğu farklı bir eylem daha vardı: Beyaz Çarşamba hareketi. Bir sivil itaatsizlik eylemi olarak kadınların yüksek bir yere çıkarak, başlarındaki örtüyü çıkarıp bir dalın ucuna bağladıklarını ve sallamaya başladıklarını gördük. Kadınlar herhangi bir şekilde örgütlenmeden, slogan atmadan, sadece sessizce ve örtüsüz bir şekilde durarak orada bir eylem sergilediler. Yine çeşitli müdahalelere uğradılar. Dolayısıyla İranlı kadınlar zaman içerisinde hem var olan haklarını hem de devrimle yeniden kazanacaklarını düşündükleri hakları kaybetmiş oldular. Bunu tahmin de edemezlerdi çünkü 1979 İslam Devrimi’ni içerisinde anayasacıların, liberallerin, milliyetçilerin; farklı birçok siyasi fraksiyonun bulunduğu bir güruh yapmıştı. Fakat devrimi sahiplenen, devrimden sonra bir şekilde İslami standardizasyonu sağlayan ve İslami kaidelere uygun bir rejim inşa eden ulema oldu. Çünkü ulema bunu yapabilecek örgütlü yapıya sahipti. Dolayısıyla kadınlar her ne kadar mücadele ettilerse de toplumun farklı kesimleri, solcular bu noktada çok iyi bir iş çıkardılarsa da hiçbiri ulema kadar örgütlü değildi. Çünkü ulemanın elinde mali kaynaklar vardı. Ulema dediğimiz din adamları sınıfı çarşı esnafından, Farsça ismiyle bazaari’den, khums denilen bir vergi alıyor. Çarşı esnafından almış oldukları vergiler, kendilerine ait özel mülkler vb. zaman içerisinde ulemanın örgütlenmesini kolaylaştırdı. Bu protestoların diğerlerinden bir farkı da ilk defa çarşı esnafının, baazari denilen kesimin, yani İslam Devrimi’nin ve kurulan İslam Cumhuriyeti’nin finansörü olan kesimin kepenk kapatmasıydı. Hiç beklemediğimiz bir durumdu. İşçilerle, kadınlarla, farklı azınlıklarla birlikte bu mücadeleye omuz verdiler ve kepenk kapattılar. Tabii belki protestolardan etkilenmemek için de kepenk kapatmış olabilirler ama en azından rejimin yanında olmadıklarını gösterdiler. Rejimin karşısında değilseler bile yanında da değillerdi. İşçi direnişlerini de gördük. Özellikle İsfahan’da demir çelik fabrikasında bulunan işçilerin, şeker fabrikası çalışanlarının bu süreçte büyük grevleri oldu ve kadın eylemlerine destek verdiler.
Unutmamamız gereken nokta bu eylemleri başlatanın kadınlar olduğu ve eylemlerin kadın aktivizminden doğduğu. Evet, ekonomik saikler ve İran’daki kötü yönetim insanların sokağa dökülmesinde etkiliydi ama zaten bunlar 2019’dan beri devam ediyordu. Kötü yönetim 43 senedir var. Şimdi ne oldu da bu eylemler patlak verdi? Artık kadınlar can güvenliklerinin kalmadığını fark ettiler. Jîna Mahsa Amini kardeşiyle birlikte Sakkız’dan Tahran’a gezmek için gelmişti. İrşad Devriyeleri -ahlak polisleri- Mahsa’nın yanına yaklaşıp başörtüsünün bad hijab olduğunu yani rejimin istediği şekilde örtünmediğini söylediler. Ben İran’a gittiğimde beni de uyarmışlardı çünkü ben de onların istediği gibi örtünmemiştim. Beni de İranlılara benzettikleri için uyarma gereksinimi duydular. Ben onlara yabancı olduğumu söylediğimde polis kendisine çekidüzen vermeye çalıştı. Sanıyorum ki durumu dışarıya böyle aksettirmemeye çalışıyorlar. Ama kendi insanlarına, kendi kadınlarına karşı çok acımasız davranabiliyorlar -ki Mahsa örneğinde de bunu gördük. Mahsa bu durumunun ilk örneği değil. Bundan önce de kadınlar ahlak polisleri tarafından defalarca gözaltına alındılar, defalarca yerlerde sürüklendiler. Mesela ehliyetlerine el kondu. Bu çok önemli çünkü İran’da kadınların araba kullanması da büyük bir problemdi. Ama bu durum arabalarının içinde örtülerini çıkarttıkları zaman daha büyük bir sorun hâline geldi. Çünkü arabanın içerisinin mahrem olup olmadığı sorusu din adamlarının cevaplaması gereken önemli sorulardan biri hâline gelmişti. Kadınlar müesses nizamın kararlarını kabul etmeyerek araçlarının içerisinde örtülerini çıkardılar. Kimisi ehliyetinden oldu, kimisi tutuklandı, kimisi bir merkeze götürülerek burada nasıl örtünmesi gerektiğine dair kısa sürelik bir dinî eğitime tabi tutuldu. Kadınlar gerektiğinde velilerinin gelmesi, imza atması gibi çeşitli hukuki süreçlere de tabi tutulabiliyor. Bu şekilde kadınların özgürlüğünü baltalayabiliyorlar. Bunlar Tahran gibi, Şiraz gibi büyük kentlerde değil de daha çok merkez dışında, kırsal kesimde karşılaşılan müdahaleler. Bu yüzden bugün kadınların verdiği mücadelenin sadece büyük kentlerle sınırlı kalmaması, kırsal kesime de yayılması gerçek anlamda büyük bir direnişin varlığına işaret ediyor. Bunun bir noktada bir sonuca bağlanması gerekiyor: Eğer ki bu sonuç rejimin tekrardan güçlenmesi olursa İranlı kadınları çok daha zor günler bekleyecek. Diğer ihtimal rejimin geri adım atmak zorunda kalması -ki ben henüz bunu beklemiyorum. Rejimin şu anda başörtüsü yasağını kaldırması gibi bir şey söz konusu olamaz. Çünkü zorunlu başörtüsü uygulamasının kaldırılması rejim için fire vermek demek, bunun iç ve dış politikaya bir yansıması da olacak. Bu durumun Amerika’dan, İsrail’den ya da Sünni kampın başını çeken Suudi Arabistan tarafından nasıl görüleceği kritik. Zorunlu başörtüsü uygulamasının kaldırılması rejimin zayıfladığı ve içeride kan kaybettiği anlamına geliyor. Kadınlar başörtüsünü çıkarttığı zaman artık İslami kaidelere de uygun giyinmemeye başlayacak. Bunu henüz pek görmüyoruz, kadınlar genelde sadece başörtüsüz fotoğraflarını yayımlıyor fakat ilerleyen süreçte kadınların giydikleri tunikler, pardösüler olmadan İslami kaidelere hiç uymadan giyindiklerini görebiliriz. Dolayısıyla rejim vereceği firenin pahalıya patlamasından korkuyor ve kadınlara böyle bir alan açmak istemiyor. Fakat kadınlar da vazgeçecek gibi değil.
Bir protesto sarmalına girdik ve bu protestoların nasıl sonuçlanacağını ben de merakla bekliyorum. Ama buradaki ciddi boyuttaki eylemselliğin de farkına varmak lazım. Mesele ekmek değil, oy değil, 2009’daki gibi değil; mesele daha çok özgürlükle alakalı. Kadınlar özgürlük istiyor, bedenleri konusunda kararları kendileri vermek istiyorlar. Önce devlet müdahalesi, ardından aile müdahalesi ve toplum müdahalesi kalksın istiyor çünkü çok katmanlı bir baskı mekanizması var kadınların üzerinde. Ben İran’a gittiğimde her şeye rağmen -bütün hukuki ve cezai yaptırımlara, geleneksel topluma rağmen- İranlı kadınların özgürlük peşinde koştuğunu, çok protest bir tavır sergilediklerini fark ettim. Belki bize de bir özeleştiri olarak ben Türkiye’de bazı noktalarda onlar kadar protest davranamadığımızı düşünüyorum. İranlı kadınlar bu protest tavrı birçok açıdan sergiliyorlar çünkü bir kesimi ne kadar bastırırsanız o kesim o kadar var olmaya ve kendini görünür kılmaya çalışacaktır. Maalesef Türkiye’de de son zamanlarda bunu fazlasıyla tecrübe ediyoruz ama İran’da daha sert bir baskı mekanizması var. İran’da birbirine paralel çok fazla güvenlik aygıtı var: Devrim Muhafızları, Artesh denilen İran Ordusu, ahlak polisleri… Bu birimlerin hepsi şimdi sokaklarda, İran artık çıkmazda olduğunun farkında.
Yargı Erki Başkanı Muhsini Ejei birkaç hafta önce yapmış olduğu açıklamada protestoculara seslenerek onlarla konuşarak sorunları çözmeyi teklif etti. Yani bir şekilde protestocularla uzlaşma dahi denendi fakat bunun gerçekleşmediği görüldü. Şu anda kadınlar çeşitli reformlarla rejimin yeniden güçlenmesini asla istemiyorlar. Mevcut olan rejimin tamamen yıkılmasını ve yerine laik, demokratik; sivil özgürlüklerin, sivil hakların sağlandığı bir toplum, devlet ve rejim inşa etmek istiyorlar. Bunu hep beraber yapmak istiyorlar fakat 1979’da yapılan hataları tekrarlamak istemiyorlar. Şu anda, az önce bahsettiğim azınlıkların da olduğu, farklı fraksiyonların olduğu örgütlü bir yapı var. Mevcut müesses nizam yıkılır da yerine yeni bir rejim inşa edilirse 1979’daki hataların yapılmaması yani sol kesimin yerin altına itilmemesi gerekiyor. Çünkü İran’da İslamcı sol denilen kesimi 1980 döneminde bitirdiler. Örneğin Halkın Mücahitleri Örgütü çok etkili bir örgüttü. Sonrasında Amerika ile olan ilişkiler bağlamında da İran’da meşruiyetini yitirdi ama bugün İran’ın cumhurbaşkanı olan İbrahim Reisi bu örgütü yargılayan hâkim konseyindeydi. Yani Reisi’nin elinde solcuların kanı var ve Amerika başta olmak üzere birçok ülke kendisine yaptırım uyguluyor.
Dolayısıyla bu noktada İranlı kadınların sadece müesses nizamla değil güvenlik aygıtlarıyla da karşı karşıya kaldıklarını biliyoruz. O yüzden verdikleri mücadele çok değerli. Ben özet geçmeye çalıştım, protestolar da sürdüğü için büyük konuşmak istemiyorum fakat şu an için mücadelenin devam edeceğini söyleyebilirim. Kadınların ufak tefek reformlarla asla evlerine çekilmeyeceklerini biliyoruz. Artık İran’da bu eşik aşılmış oldu. Dinlediğiniz için teşekkür ederim.
BÜKAK: Biz de çok teşekkür ederiz. Şimdi sözü izleyicilere bırakıyoruz. Sorularınızı ve katkılarınızı bizlerle paylaşabilirsiniz.
Soru: Bugünkü muhalefetin profilini ve örgütlülük düzeyini anlatabilir misiniz? 1979 dönemi ile şimdiki dönem arasında ne gibi farklar var? Kadın örgütlülüğü ne durumda? Bireysel protestoların ve anlık buluşmaların olduğunu görüyoruz. Kadın örgütlülüğünde ne gibi değişiklikler var? Ayrıca farklı güvenlik mekanizmalarından, mesela ahlak polisinden bahsettiniz. Bunları biraz açıklayabilir misiniz?
Gizem Aslantepe: Son sorudan başlayacağım. Ahlak polisi de dediğimiz İrşad Devriyeleri 2005 yılından itibaren polis merkezine bağlandı. Fakat 2005 yılından itibaren devreye girmiş değildi. Devrimin hemen ardından kurulan devrim komiteleri bir bakıma bugün ahlak polisinin yaptığı işi yapıyordu. Halktaki değişim ve dönüşümü sağlayan devrim komiteleri oldu. Dönüşüm derken burada zorla insanlara dayatılan bir dönüşümden bahsediyorum.
Kadınların nasıl örtünmeleri gerektiği konusunda sürekli onlara karışan, onları kenarda köşede sıkıştırıp rahatsız eden, taciz eden Besic adlı bir yapı vardı. Besic tamamen müesses nizamın elemanı olarak nitelendirebileceğimiz gönüllü ve örgütlü bir birlik. Devrim komiteleri ve sonrasında Besic keyfî davranıp insanlara o kadar kötü muamelelerde bulunuyorlardı ki rejim bunun önüne geçemediğini fark etti ve bu birlikleri kurumsallaştırmaya karar verdi. Bu güçler 2005 yılında kurumsallaştı ve polis güçlerine bağlandı.
Muhalif örgütlülük sorunuzu da şöyle cevaplayabilirim: İran’da şu an İran İslamî Şûra Meclisi’nde yani onların parlamentosunda herhangi bir muhalif parti yok, tek parti var. Dolayısıyla burada insanlar kendini siyasi açıdan farklı fraksiyonlarda ifade edemiyor ve bu fraksiyonlar yer altına itilmiş oluyor. Bunun sonucunda da örgütlü mücadele siyasi hayata hiçbir zaman yansıyamıyor. Örneğin üniversitelerdeki güçlü öğrenci hareketleri kendilerine siyasette bir yer bulamıyor. Öte yandan örgütlü mücadele konjonktürü etkileyemese de sokağın konsolide olmasını sağlıyor. Ama dağınık bir mücadele oluyor. Bugünlerde 2017, 2018 ve 2019’daki gibi büyük meydan protestoları göremiyoruz. Bunun sebebi de protestocuların geçmiş protestolardan hareketle öğrendikleri bazı şeylerin olması. Protestocular, protestoların öncesinde nerede, hangi saatte ve nasıl olacağını ilan ettiklerinde polisin onlardan önce hazırlıklı gelip müdahale edebileceğini düşünüyorlar. Aynı hataları yapmamak için strateji değiştirip dağınık bir mücadele yürüterek küçük sokak çatışmalarının öznesi hâline geliyorlar. Ancak sokağa çıkan bazı insanlar kendilerini rejimin nitelendirdiği gibi “bir avuç insan” olarak görebiliyor ve sokağa çıkmaktan vazgeçebiliyor.
Kadın örgütlülüğü bağlamında konuşursak üniversitelerde kadınlar örgütlüler. Ama bunun da herhangi bir siyasi karşılığı yok. Evet, 1990’larda başlayan ve eski Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani’nin kızı Faize Haşimi Rafsancani’nin başını çektiği bir İslami feminist hareket ortaya çıkmaya başlamıştı. Ancak bir noktada müesses nizamın izin verebildiği ölçüde hareket edebiliyordu. Kadınlar sorgulamaya ve karşı çıkmaya başlayınca rejim bu hareketi bastırmayı tercih etti.
Soru: İran’daki farklı etnik gruplar ve inanç grupları hakkında bilgi verebilir misiniz? İslami rejimin başa gelmesinden sonra kadınlara karşı baskı ve muameleler inanç ve etnik farklılıklara göre değişiyor mu?
Gizem Aslantepe: Mahsa’nın ölümünden sonra bazı çevreler tarafından protestoların bir kadın hareketi olmadığı, Mahsa’nın Kürt olmasının daha önemli olduğu söylendi. Ben buna katılmıyorum. Çünkü aynı muameleyi Beluç, Hazara Türkü, Azeri Türkü olan bir kadın da yaşayabilirdi. Mahsa’nın Kürt olması protestoların onun köyünde başlamasında etkili oldu. Sakkız kentinde kadınların başörtülerini çıkararak cenazede başlatmış oldukları bu eylem yayıldı. O yüzden rejim bunu bir azınlık sorunu hâline getirerek hedef şaşırtıyor, hem içeride hem dışarıda Kürtleri hedef göstererek mevzuyu kadın hareketi bağlamından çıkarıyor. Bu durumun bir azınlık problemi olarak algılanmasını istemesem de mevcut protestolarda gördük ki Kürdistan’a ve Tahran’a yapılan müdahale asla aynı değildi. Kürdistan’da insan avına çıktılar. Azınlık olmak müdahalelerde ayrıştırıcı bir unsur. Bu protestolarda ilk altmış günü ve son dokuz günü ayırıyorum. Çünkü son dokuz gündür Kürdistan vilayetleri bombardıman altında.
Kürtler Şafi mezhebine mensuptur, Şii değillerdir. Dolayısıyla Kürtler hem dini hem de etnik bir azınlıktır; Araplar ve Beluçlar da öyle. Beluçlar da çok şey yaşadılar: Bir cami çıkışında yapılan müdahale sonucu yüzden fazla insan öldü ve bu olay tarihe “Kanlı Cuma”⁵ diye geçti. Şii olmamaları üzerinden rejim bu grupları ayırıyor.
Soru: İran’da molla sınıfının şu anki tahakkümü hakkında bilgi verebilir misiniz? Acaba şu anki durumda tam olarak nasıllar, bu sınıf toplumda nasıl bir pozisyonda, yaklaşık kaç bin kişiden oluşuyor? Bir de bu protestolara LGBTİ+ların katılımı nasıldır ya da LGBTİ+ hakları hakkında toplumsal bir eylem var mı?
Gizem Aslantepe: İran’daki molla sınıfı aslında bütün sistemin anahtarını cebinde taşıyor. Birçoğu Kum’da, Meşhed’de; Şii İslam’ın kalesi diyebileceğimiz birçok medreseyi bünyesinde barındıran yerlerde eğitim alıyorlar ve buralardan çıktıktan sonra birçoğu devlet adamı oluyor. Ayetullah Hamaney, şu anki devrim rehberi. Kendisi sadece bir dinî lider değil, aynı zamanda ülkedeki iç ve dış politikayı da bir şekilde yönlendiren kişi. Bu rehberin altında çeşitli katmanlardan oluşan meclisler ve konseyler var. Türkiye’de olduğu gibi İran’da da meclis var. Devrimden önce Milli Şura Meclisi olan bu meclisin ismi İslami Şura Meclisi olarak değiştirildi. Aynı zamanda İran’da Uzmanlar Konseyi ve Anayasayı Koruyucular Konseyi var. Mecliste herhangi bir yasa taslağı hazırlandıktan sonra bu taslak Anayasayı Koruyucular Konseyi’ne gönderilir ve ancak bu konseyden onay alırsa yasalaşabilir. Bu konsey 12 kişiden oluşuyor: Yarısı bizzat rehberin kendi atadığı din adamları ve şerî hukukçular, diğer yarısı da sivil hukukçu yani din adamı sınıfından gelmeyenler. Anayasayı Koruyucular Konseyi bağlamında rehberin meclisten çıkacak yasalara zaten bir noktada müdahale edebildiğini görüyoruz. Uzmanlar Konseyi ise yine din adamlarından oluşan ve devrim rehberinin seçildiği konsey. Sandığa indirgediğimizde seçim demokrasisi olan da bir sistem. Ben de tezimde temsiliyetçi ve dinî vesayete dayalı kurumları aynı anda bünyesinde barındırması bakımından İran’da hibrit bir rejim olduğunu ifade etmiştim.
Şiilikte taklit mercii⁶ unvanına sahip bir imamı takip ederek Allah’a ulaşılabildiğine dayanan bir inanç var. İran’da bu mercideki Cevadi Amuli’nin protestocuları bu şekilde bastırmamak gerektiğine dair bir açıklaması var. Rejim taklit mercii üstüne bir şey söyleyemiyor. Irak’taki taklit mercii de İran’daki yetkilileri halkın taleplerini dinlemeye davet etti.
Diğer soruyla ilgili olarak, LGBTİ+lar her yerdeler ve kendilerini hissettiriyorlar. Ben metroda, metrobüste, sokakta yürürken çok fazla LGBTİ+ ile karşılaştım ve bazılarıyla muhabbet ettim. Kadın örgütleri gibi protest bir varlık sürdürüyorlar çünkü İran onlara hayatlarını özgürce yaşama hakkı vermiyor. Onlar da aktif bir şekilde bu protestolarda yer alıyorlar. Rejimin değişmesini çok istiyorlar ve eğer değişmeyecekse kaçıp gitmek istiyorlar. O yüzden İran beyin göçünün en çok yaşandığı ülkelerden bir tanesi. Genellikle Amerika’ya, Kanada’ya veya çeşitli Avrupa ülkelerine gitmenin derdindeler.
Soru: Kadınların gündelik hayatlarına dair bir soru soracaktım. Araştırma yaparken izlediğimiz birkaç söyleşide kadınların devriyelerden kaçmak için bazı kaçış yolları, taktikler bulduklarını gördük. Kadınların kendi gündelik yaşamlarında geliştirdikleri bu pratikler neler? Farklı sınıftan veya farklı etnik kökenden kadınlar için bu pratikler değişiyor mu, hepsi kendine özgü pratikler mi geliştirmek zorunda kalıyorlar?
Gizem Aslantepe: Tahran’da kaldığım süreçte gözlemlediğime göre kadınlar devriyelerin ne zaman ve nerede konuşlandıklarını biliyor ve o noktalardan geçmemeye, alternatif yollardan geçmeye çalışıyorlar. Yollarını değiştiriyorlar. Çoğu zaman sadece polisi görünce üstüne başına, başörtüsüne dikkat ederler. Ayrıca ahlak polislerinin kadınlara karşı olan tavrı cumhurbaşkanından cumhurbaşkanına değişiyor. Ahmedinejad dönemindeki ahlak polislerinin müdahalesi ile ondan önceki Hatemi dönemindeki müdahale bir değil. Ruhani dönemi ile bir önceki cumhurbaşkanı döneminde de bir değildi. Şu an İbrahim Reisi ile bambaşka bir müdahale sistemi görüyoruz. Baştaki kişi reformist ise buna uygun bir politika geliştiriyor, sürekli uyarılarda bulunuyor. Mesela Hatemi’nin meydanlara çıkıp polislere “Sizin işiniz kadınlara müdahale etmek değil, onları rahat bırakın. Müdahaleci olmayın, siz asayişi ve güvenliği sağlayın. Gerisi sizi ilgilendirmez.” dediğini biliyoruz. Ruhani de benzer söylemlerde bulunmuştu.
Mesela şimdilerde devriyeler ev mahrem görüldüğü için istedikleri gibi içeri giremiyorlar. Giriyorlar da bir prosedürü var bu işin diyelim. Ancak önceden öyle değilmiş; sürekli ev baskınları yapıp evde alkol olup olmadığına, kadın ve erkeğin yan yana olup olmadığına bakıyorlarmış çünkü evli değillerse büyük bir problem. Artık ev baskınları yapılmadığı için ev partileri veriliyor. Ben buralarda birkaç kere bulundum ve çok farklı insanlara rastladım. Birçok farklı etnik kökenden ve mezhepten insan bir araya geliyor. Bu partilerde LGBTİ+larla da tanıştım. Yani aslında İranlılar tüm baskı ve cezalara rağmen eğlence kültürünü yaşatıyorlar diyebilirim. Tabii ki bu yine dönemin hükümetine göre değişebiliyor ve bazen sert önlemler alınabiliyor.
Soru: Ben kadınların toplumdaki konumunu merak ediyorum. Eğitime, sanata, spora erişim veya mesleki yaşama katılımları nasıl?
Gizem Aslantepe: İran, Ortadoğu’da kadınların aktif olarak iş hayatına en çok katıldığı ülke. Siyasal İslam’ın varlığına rağmen kadınlar eğitim konusunda da çok iyi durumdalar. Okuma yazma oranları çok yüksek, yükseköğretimde çok fazla kadın var.
1979’dan sonra kadınların çeşitli meslekleri yapması engellendi. Birçok meslek grubundan kadın ülkeyi terk etti ve birçok kadın profesör zorunlu olarak emekli oldu. Zaman içinde kadınlar bu döngüyü kırdı, şu an üniversitede çok fazla kadın akademisyen var. Ancak kadınlar iş hayatında “çador” denilen çarşafı giymek zorundalar. Bu kadınları çok kısıtlıyor. Buna rağmen İranlı kadınlar bu alanlarda var olmaya devam ediyorlar. Bunlar haricinde kadınları spor müsabakalarında da görüyoruz. Yakın zamanda İran kadın basketbol takımının tüm oyuncularının başörtülerini çıkardıkları bir fotoğraf yayınlandı. 1979’dan sonra ilk kez yaşanan bu olay ülkedeki tüm kadınları heyecanlandırdı. Bu oyuncular belki tutuklanacaklar belki meslekten men edilecekler. Ancak bu durum onları durdurmadı. Bu gibi durumlarda rejim bir işkence yöntemi olarak tutukladığı kadınları korkutup onlara kamera karşısında özür diletiyor ve itirafçı olmaya zorluyor. Televizyona çıkan kadın bir anlık gaflete kapıldığını ve pişman olduğunu söylüyor. Geçtiğimiz sene İran’da idam edilen kadın güreşçi Nevid Efkâri, idam edilmeden önce resmî kanallarda itirafa zorlandı. Bir devrim muhafızını öldürdüğü gerekçesiyle tutuklanan Nevid Efkâri, aslında sadece bir muhalifti ve muhalif olmanın bedelini canıyla ödedi. Dünya genelinde çok ses getiren bu olaya tepkiler yağsa da idam kararı askıya alınmadı. Şu anda Nevid’in kardeşleri de tutuklu. Müesses nizam bir aileyle uğraşmaya başladığı zaman peşini bırakmıyor: Nevid’i idam ettikten sonra üstüne kardeşlerini de tutukladılar. O protest damarı bastırmaya, yok etmeye çalışıyorlar ama insanların pes etmediklerini görüyoruz. Toplumsal hareketi ne kadar çok bastırırsanız o kadar patlak veriyor. Şu anda protestoların bitmemesinin sebebi de bu. Kolay kolay da bitmeyecektir diye düşünüyorum.
Soru: İran İslam Devrimi’nden sonra kadınların talepleri devletten nasıl bir karşılık buldu? Kadınların mücadeleleri sonucunda elde ettikleri kazanımlar var mı?
Gizem Aslantepe: Devrimden sonra kadınlar en önemli haklarını kaybettiler. Aile Koruma Kanunu, 1962 yılında Muhammed Rıza Şah döneminde kabul edilmiş bir kanun. Kadınlara miras, boşanma gibi alanlarda, boşandıktan sonra evlatlarını yanına alabilme, istediği meslekte çalışabilme gibi çeşitli haklar tanıyor. Aslında bu bizim medeni hukuk dediğimiz şey. Muhammed Rıza Şah döneminde bu bir yasa şeklinde düzenlendi ve hızlı bir referandumla kabul edildi. Referandum süreci tartışmalıydı, şaibeli bulunmuştu. İran’da geleneksel bir toplum var ve ulema toplumu kanuna karşı örgütlüyor. Buna rağmen yasa o referandumdan %98’le geçtiyse şaibe vardır. Muhammed Rıza referandumdan bu sonucu istiyordu. Bunu kendisinin çok demokratik olmasından değil de Batı’nın gözüne girmeye çalışmasından anlıyoruz. Onun meselesi kadınların modernleşmesi, demokratik haklara sahip olması, kamusal alanlarda daha çok var olması değildi. Hatta bazı söylemlerinde kadınların bugüne kadar ne yaptıklarını, hangi önemli lideri çıkardıklarını soruyor. Bu yasayı çıkarma sebebi Batı’nın gözüne girmek, Amerika’yla birlikte hareket etmek istemesiydi. İran, Amerika’nın Ortadoğu’daki jandarmasıydı ve Muhammed Rıza iki ülke arasındaki ilişkileri korumak istiyordu. Peki bir devlet modernleşmeyi nasıl yansıtabilir? Kadınlar üzerinden yansıtır. Örneğin bir erkeğin İslamcı olduğunu dış görünüşünden anlayamazsınız ama bir kadını anlayabilirsiniz. Dolayısıyla rejim, modernleşmeyi de İslamileşmeyi de hep kadın bedeni üzerinden yansıtmaya çalıştı. Muhammed Rıza Şah döneminde getirilen Aile Koruma Kanunu ile kadınlar gerçekten önemli haklara sahip oldu. Fakat 1979’daki devrimle birlikte Aile Koruma Kanunu devrim komiteleri tarafından kaldırıldı. Böyle bir yasaya ihtiyaç olmadığını düşündüler. “İslam kadınları yeterince korumuyor mu?” dediler. Kurulan yeni rejimin adının İran İslam Cumhuriyeti olmasının temel sebebi de bu. O dönemlerde ulemalar arasında bazı tartışmalar dönüyor. Birkaç kişi “Neden İran Demokratik İslam Cumhuriyeti değil de sadece İran İslam Cumhuriyeti diyoruz?” diye soruyor, “Çünkü İslam yeterince demokratik.” cevabı alınıyor. Bir daha “demokratik” kelimesi kullanılırsa İslam’ın içinde var olan demokrasinin ortadan kalkacağını düşünüyorlar. Kanunun kaldırılması kadınların bu haklarını kaybetmelerine sebep oluyor tabii. Örneğin şu an kadınlar pasaport çıkartmak için bir erkeğin gözetiminde ilgili yerlere başvurabiliyor. Hâlâ iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine denk. Bu kabul edilemez. Kadınlar bununla mücadele etmeye çalışıyor. Bu yüzden meselenin başörtüsü olmadığını her yerde söylüyorum. Mesele, başörtüsünün bir simge hâline geldiği İslami yaşam tarzını kırmak, ortadan kaldırmak. Buna uygun yaşamak isteyenin yaşaması ama yaşamak istemeyenin de buna zorlanmaması gerekiyor.
Soru: Protestoların bir reformdan ziyade rejim değişikliği talebine doğru gittiğini de görüyoruz. Kadınların, farklı etnik kimliklerin, farklı bileşenlerin talepleri var. Bu noktada öncü bir grubun varlığından veya önerilen bir programdan bahsetmemek nasıl sorunlara yol açabilir? Bizim bunları bilmememiz bir stratejik hamlenin parçası mı?
Gizem Aslantepe: Mevcut protestoların çıkmaza girdiği nokta tam da burası: Bir lider yok. Bu protestolara yön verebilecek bir liderin veya bir lider grubunun olmaması protestocuların çok dağınık hareket etmelerine yol açıyor. Birbirleriyle dayanışan halklar var: Batı Azerbaycan ve Kürdistan eyaletlerindeki eylemlere baktığımızda sloganlarla birbirlerine selam gönderdiklerini, birbirlerini kolladıklarını görüyoruz. Aynı konuda ortaklaşıyorlar: “İslami rejim yıkılsın da ne olursa olsun.” 1979’da da aynı konjonktür vardı: “Şah gitsin de ne olursa olsun.”
Bu sonrasında çok büyük problemlere sebep olabilir. Yani 1979’daki hatalar, lidersizlikten dolayı tekrarlanabilir. O lidersizliği 1979’ta ulema kendi lehine çevirdi çünkü ulemanın kendi mali ve ekonomik bağımsızlığı, finansörü ve çok ciddi bir örgütlenmesi vardı. O dönem farklı şehirlerde medreselerde yetişen öğrenciler Humeyni’nin tek bir sözüyle harekete geçtiler. İslam Devrimi için aynı zamanda “Kaset Devrimi” derler. Humeyni’nin Paris’teyken yaptığı konuşmalar yanındaki kişiler tarafından kayda alınıyor ve bu kasetler el altından, Irak üzerinden İran’a sokuluyor. Hüseyniyelerde⁷ bunlar sürekli dillendirilerek ve dinletilerek insanların Humeyni’nin söylemleriyle hareket etmesi sağlanıyordu.
Bugün İran’da aynı dönem ve aynı konjonktür tekrardan yaşanıyor ve bu lidersizlik bir noktada hareketi çıkmaza sürükleyebilir. Bir süre sonra eylemler tansiyonunu kaybedebilir. Sokaklarda eskisi gibi çatışmaları göremeyebiliriz, insanlar yavaş yavaş sokaklardan çekilebilirler. Bir yılgınlık, yorgunluk, yıpranmışlık söz konusu olabilir. Rejim tekrardan güçlenirse yine sarmala girilmiş olacak. İbrahim Reisi tekrardan yükselmiş olacak ve kadınlar istedikleri taleplere ulaşamamış olacaklar. Bunun kolayca olacağına, sokakların terk edileceğine ihtimal vermiyorum. Ama bir an önce kendi aralarında bir encümen kurup, bu tarz liderliklerle encümenler vasıtasıyla bir araya gelip taleplerini net bir biçimde söyleyip ortak bir duruş ve tavır sergilemeleri lazım çünkü artık bu sadece sokakta çözülebilecek bir şey değil. 1979’a girerken devrim sürecinde çok fazla encümen kurmuşlardı. Bu encümenler içerisinde dernekler, anayasacılar, liberaller, milliyetçiler vardı ama ortak bir noktada buluşabiliyorlardı. Bugün de bunu kurmak, yani sahada da masada da hep beraber çözmeleri gerekiyor.
Soru: Bu protestolar aslında genç kadınların başlattığı bir şeydi ve devamında erkeklerin ve farklı yaş gruplarından insanların katıldığı protestolar da oldu. Evet, önceden de eylemler varmış tabii ki fakat yeterli olmamış ki bugün bunları yaşıyorlar. Bugünkü protestoları öncekilerden ayıran şey ne?
Gizem Aslantepe: Şu andaki protestoları diğerlerinden ayıran en önemli şey kız liselerinin devreye girmiş olması. Yani üniversitelerdeki protestolara alışıktık ama liselerdeki protestoları ilk kez görüyoruz. Protestoların başlarında liseliler de sokaklara çıktılar. Maalesef on sekiz yaşından küçük çok fazla çocuk katledildi. Altmışa yakın çocuğun öldüğünü biliyoruz. Bu çocuklar sokaklarda hayatlarını kaybettiler ve birçoğu direkt olarak hedef alındılar. Rejim, çocuklara ve gençlere karşı çok zalimce davranıyor. Neyse ki çocuklar şimdilerde biraz sokaklardan çekildiler, buna seviniyorum çünkü protestolara destek olmak önemli olsa da hedef alınıyorlar. Çocukların eylemlerini şu an daha çok sınıflarda görüyoruz, kara tahtaların önünde çeşitli şekillerde öfkelerini kusuyorlar. Eski nesillere, annelerine ve babalarına kızmaktan ziyade umutla bakıyorlar. Bir noktada kızmaları da doğal, sonuçta bu devrimi İran hep beraber yaptı ve o zaman sahip çıkılsa, süreç mollalara bırakılmasa böyle olmazdı. Fakat umutları var ve dünyayı, en başta da İran’ı değiştirebileceklerine inanıyorlar. Küreselleşen bir dünyadan bahsediyoruz, sosyal medyadan akranlarının yaşamlarını görüyorlar: Amerikan gençliğini görüyorlar, Avrupa’daki yaşam standartlarını görüyorlar ve bu baskının altında artık yaşamak istemediklerini söylüyorlar. Bunu bir şekilde kırmak istiyorlar, bu yüzden protestolara katıldılar. Dolayısıyla artan şiddetten sonra şu anda çocuklar eskisi gibi sahada değiller ama hâlâ aynı protest tavırları sınıf içerisinde sergilemeye devam ediyorlar. Benim çok şaşırdığım bir olay var: Bir okula konuşma yapmak için gelen Besic üyelerini kız öğrenciler okulun dışına, sokağa kadar kovalıyor ve konuşmalarına izin vermiyorlar. Bir başka okulda da okul müdürünün konuşmasına izin vermiyorlar, o öfkeyi gözlerinde görebiliyorsunuz. Bunlar birkaç ay öncesine kadar asla hayal edilemezdi. Mesela sarık düşürme eylemleri en yaratıcı eylemlerden biri. Bazıları bu tarz eylemlerden çok hoşlanmasa da bana göre bu eylemler çok yaratıcı, birkaç ay öncesine kadar bunu bir mollaya yapmak asla mümkün değildi. Mesela sosyal medyada paylaşılan videolarda metroda, otobüste, sokakta kadınlara hakaret eden, kadınlara sürekli hijab’larını düzeltmeleri gerektiğini söyleyen din adamları görüyorduk. Bugün bu din adamları sokaklarda kıyafetleriyle dolanamıyorlar. Kıyafetlerini arabalarının içinde değiştiriyor, sarıklarını ve pardösülerini çıkartıyorlar, sivil kıyafetlerle sokakta geziyorlar. Bence çok önemli bir kazanım. Kadınlar bugün ne elde ettiler diye soracak olursanız, cesaret elde ettiler. Şu anda o cesareti; mücadeleyi, kavgayı, direnişi büyüttüler. İran’da eşik aşıldı. Yani geri de dönülemeyecek bir noktaya geldi, birbirlerine omuz vererek neleri elde edebileceklerini gördüler. Bu çok değerli bence.
Soru: Batılı feminist gruplar arasında İslam dünyasındaki kadınlar için zavallı, çaresiz başörtülü kadınlar söylemi öne çıkabiliyor, “Müslüman kadınları kurtaralım” gibi söylemler olabiliyor. İranlı kadınların genel pratikleri bununla örtüşüyor mu, diye soracağım. Bir de bu protestolarda diğerlerinden farklı olarak Batı’dan da sosyal medya üzerinden inanılmaz bir destek geldiğini gördük. Siz bu desteği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gizem Aslantepe: Son sorudan başlayayım. Farklı ülkelerden, Batı’dan -özellikle Avrupa’dan- çok destek geldi. Almanya’da seksen bin kişilik bir protesto düzenlendi. Bu daha önce hiç görülmemiş bir şeydi. Farklı sosyal medya hesaplarında da Avrupa’da, ABD’de yapılacak eylemler saat saat paylaşılıyor ve bu irili ufaklı eylemlerden neredeyse her gün yapılıyor. Bu açıdan kıymetli buluyorum ama daha önce de dediğim gibi, bu durumun İran rejiminde bir yansıması yok. Evet, İranlı kadınlar destek buldukları için, mücadeleyi büyüttükleri için bundan memnuniyet duyuyorlar ama bir yandan da bunun rejim karşısında bir etkisi olmadığı için kendileri dışında kimsenin onlara yardım edemeyeceğini biliyorlar aslında. Bu çok acı bir durum maalesef. Evet; Birleşmiş Milletler’den çıkan raporlarda, Uluslarası Af Örgütü’nden yapılan açıklamalarda rejim sürekli kınanıyor ama rejim kınanmaya o kadar bağışıklık kazanmış durumda ki bu kınamanın herhangi bir karşılığı olmuyor maalesef. Ama bunun kadınlar üzerindeki etkisi olumlu çünkü psikolojik bir savaş da yaşıyorlar aynı zamanda ve tabii ki destek görmeleri onları iyi etkiliyor. Türkiye’de olan şeyler apayrı bir durum. Arkadaşlarımla konuştuğumda bundan gerçekten hicap duyduklarını söylediler. Eylemlere destek için toplanan kadınlar, daha yeni açıklama yapmaya başlamışlardı ki polis müdahalesiyle karşılaştılar. Dünyanın başka hiçbir yerinde bu destek eylemlerine, oradaki kadınlara müdahale edilmedi. Müdahale edilmesine alışığız ama İranlı kadınların Türkiye’deki hükümetten bir talebi yok ki. Bırakın seslensinler, dayanışma göstersinler, omuz versinler, açıklama yapıp dağılsınlar. Ne zararı olacak bu açıklamanın? Toparlayacak olursam, İranlı kadınlar bu psikolojik savaşta destek görmekten gerçekten mutluluk duyuyor diyebiliriz.
Diğer soruya yönelik olarak İslam, feminizm, kadın hareketi aslında çok çetrefilli konular. Konuşurken de çok imtina ederek konuşuyorum çünkü bu konularda çok farklı görüşler var. Kadının İslamiyet’ten önce daha özgür olduğunu düşünen bir kitle var mesela. İslamiyet’in dayatmış olduğu bu yaşam tarzında çok eşlilik ve erkeğin nezareti olmadan dışarı çıkamaması gibi birçok uygulama var. İslamiyet’in gelişinin kadınların özgürlüğünü ellerinden aldığını söylüyorlar. Bir kesim de şundan bahsediyor: “Hayır, kadın daha özgür değildi. Tam tersine kadın Cahiliye Dönemi’nde çok daha aşağı bir konumdaydı ve İslamiyet’ten sonra bazı haklara kavuşmuş oldu.” Başörtüsü meselesi bağlamında konuşacak olursak İslami feministler bunun İslami bir kaide değil, hak olduğunu söylüyorlar. Mesela İslami feministler “Başörtüsüne veya diğer bu gibi meselelere hak olarak bakmalıyız. Bunlar kadınların kamusal alanda daha çok var olmak için kazanmak zorunda oldukları haklardır.” diyor. Başörtüsüne kadını kapatan, kadını kamusal alanın dışına iten bir şey olarak bakmıyorlar. Çok farklı görüşler var. O yüzden nasıl cevap vereceğimi de tam olarak gerçekten bilemiyorum. Şii alimler de çok farklı açılardan bakıyorlar. Bazı din adamları kadının örtünmesinin onun aynı zamanda toplumsal açıdan daha güvenli bir alanda yaşamasını sağladığını düşünüyor. Başörtüsünü kadını dışarı çıktığında tehlikelerden koruyan bir perde olarak görüyorlar. Bazıları kadını daha iffetli hâle getiren bir simge olduğunu söylüyorlar. Bugün ise, bunların hepsi bir yana kadınlar “Biz bunu bir özgürlük olarak ele almak istiyoruz. Bunu takacaksak da bunun İslami bir anlamı varsa da bırakın ona biz karar verelim.” diyorlar. Yani başlarındaki örtünün başkaları tarafından konuşulmamasını istiyorlar. “Benim bedenim, benim kararım. Bu kararı da ben vereceğim.” şeklinde bir yorumları var. Farklı birçok taban bu konuda uzlaşıyor.
İran’da rejim yanlısı olmayıp muhafazakâr olan kesimler de var. Şu anda rejimin hareketlerini onaylamayan, protestoları bu şekilde bastırmasını kabul etmeyen ama muhafazakâr, dindar kesimden insanlar da var. “Ben bu çadoru giyeceğim çünkü giymek istiyorum, istemeyen de istemediği için giymeyecek. İstemeyene zorla bunu giydirerek İslami toplumu oluşturamazsın. Oluşturabilseydin 43 sene önce bunu başarmış olurdun.” diyorlar. 43 senedir kadınlar yaşam tarzlarıyla ilgili bir kavga veriyorsa demek ki rejim istediği “iffetli” toplumu elde edemedi. Bu kelimeyi özellikle kullanıyorum çünkü çok fazla dile getiriliyor. Tabii ki “iffet” kelimesini de kadın bedeni üzerinden anlamlandırıyorlar.
Soru: Bu protestoların Ortadoğu coğrafyasında bir yansıması oldu mu ya da olacağa benziyor mu? Bu protestolar Ortadoğulu kadınlar için ne ifade ediyor?
Gizem Aslantepe: Benzer olarak bu protestoların Ortadoğulu kadınlar üzerinde bir Arap Baharı etkisi yaratıp yaratmayacağı sorusu gündeme geldi. Yine İran’ın Suriye’ye benzeyip benzemeyeceği soruları soruluyor. Bu sorunun birkaç cevabı olabilir. Nereleri etkileyebileceğini bir düşünelim: Mesela Irak’ta farklı farklı yapılar var şu an. Bir hükümet var, Kürdistan bölgesel yönetimi var, Haşdi Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) dediğimiz İran destekli grup var, kırsalda hâlâ IŞİD kalıntıları var, Haşdi Şabi’ye bağlı diğer İran destekli farklı gruplar var. Bu gruplar siyasi hayatı o kadar kontrol ediyorlar ki kadınlar herhangi bir hareketi başlatabilecek özerk bir yapıya ve bilince sahip değiller. Lübnan’da çok ciddi bir hükümet krizi var, temel mesele hükümetin kurulması ve iflas etmiş devlet aygıtlarının yeniden yapılandırılması. Bu siyasal ortamda kadın hareketinin başını çektiği bir özgürleşme dalgası görülür mü? Zor gibi duruyor. Suriye’de savaş sonrası ülkenin inşa edilmesi sürecinde tekrardan bir protesto dalgası yaşanması zor, yaşanırsa Kürtler üzerinden yaşanabilir. Tunus’ta olduğu gibi farklı açılardan insanlar sokaklara dökülebilirler. Arap Baharı böyle başlamıştı. Muhammed Buazizi’nin kendini yakması bir domino taşı etkisi yaratarak bütün ülkelerde de etkisini göstermişti. Ancak Ortadoğu’nun kendi sorunlarını göz önünde bulundurunca İran’daki gibi kadın hareketinin başını çektiği bir hareketin yaşanması birçok ülke için benim nazarımda zor. İran bu noktada bir yeri etkileyecekse belki Türkiye’yi etkileyebilir. Daha örgütlü olabiliriz, daha çok omuz verebiliriz birbirimize.
Soru: Türkiye’de de başörtüsü uzun yıllardır sürekli gündem edilen bir konu ve son zamanlarda tekrar CHP’nin önerisiyle gündem edilmiş oldu. Siz Türkiye’de başörtüsü konusunun tekrar gündem edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gizem Aslantepe: CHP’nin helalleşmek ve diğer gruplarla geçmiş sorunları ortadan kaldırmak adına atmış olduğu adımları destekliyorum. Partinin burada kendine göre çıkarları ve politikaları var. Belki zamanlama hatası vardı ama o kısım tartışılır. Burada asıl önemli olan bir partinin helalleşme politikası değil, geçmişte yapılan hatalar nedeniyle kadınların helalleşmek zorunda kalınan nesneler hâline dönüştürülmesidir. Ben bir kadın olarak başörtüsünün artık bir sorun olmaktan çıkmasını istiyorum. Siyasiler oy devşirmek içi meseleleri tekrar gündeme getirmesin. Bu karar kadınlara ait, devlet kadın bedeni üzerinde tahakküm kurmaktan vazgeçmeli.
Soru: Tam da başörtüsü meselesini CHP’nin gündeme getirdiği gün meclisten Sansür Yasası geçmişti. Benim merak ettiğim konu İran’da sosyal medyanın nasıl bir etkisi olduğu. Bugün Türkiye’de sosyal medya üzerinden bir baskı kurulmaya çalışılıyor ve Sansür Yasası’yla bunun önü açılıyor. İran bu konuda ne durumda, sosyal medya kullanılabiliyor mu? Orada nasıl bir baskı var? Bir de haber medyası ne durumda? Sosyal medya kullanmayan insanlar ne görüyorlar, medya şu anki durumu ve protestoları nasıl yansıtıyor?
Gizem Aslantepe: Sosyal medyayı İran çok yoğun biçimde kullanıyor. Bu arada Instagram, Twitter’dan daha çok kullanılıyor çünkü Instagram için VPN gerekmiyordu eskiden, şimdi onun için de gerekiyor. Ben İran’dayken VPN olmadan birçok siteye erişemiyordum; YouTube’a Twitter’a giremiyorsunuz, Google üzerinden arama yapamıyorsunuz VPN olmadan. İnternet altyapısı da çok kötü, VPN olsa dahi bazı yerlerde sosyal medyaya giremiyorsunuz. Rejim sosyal medyayı tekeline almış durumda, protestolar başlar başlamaz insanlar örgütlenemesin diye interneti kesti. Bu kesintiler önce bölgesel oldu, sonra büyük şehirlerde de kesmeye başladılar. Orada internet kesilince biz de dışarıdan orada ne olduğuna dair haber alamıyoruz. Rejimin kaynaklarını kullanarak da takip edemeyiz çünkü protestolara dair hiçbir şeyi yansıtmıyorlar. Bir sürü gazete, dergi var ama hepsi bizdeki RTÜK gibi bir kuruma bağlı ve sadece rejimin istediği gibi yayınlar yapabiliyorlar. Dolayısıyla insanlar taleplerini sadece sosyal medyadan dile getirebilirler ve oradan örgütlenebilirler. Bu da kesintilerle hep sekteye uğruyor ama yine de internetin geldiği birkaç saatin içinde haberleşmeye çalışıyorlar, buluşacakları vakti konuşup günlerdir bu şekilde protestolara devam ediyorlar. Ben oradaki arkadaşlarıma günlerdir ulaşamıyordum mesela, sadece günün belli saatlerinde ulaşılabilir oluyorlar. Bu, otoriter sistemlerin insanları kontrol etmek için kullandığı yöntemlerden biri, dolayısıyla şaşırmıyorum da.
BÜKAK: Katılan herkese çok teşekkür ederiz.
- Söyleşi, etkinliği gerçekleştirdiğimiz tarih 24 Kasım 2022’ den önce İran’da yaşanan gelişmeleri ele almaktadır.
- Hijab birinci kelime anlamı olarak genelde saçı ve boynu kapatan başörtüsü anlamına geliyor. Fakat metin içerisinde sıklıkla ikinci anlamında, kadınlara dayatılan kıyafet kodları ve buna dair uygulanan zorunlu kurallar anlamında kullanılıyor.
- Devletin üst yapılarında bulunarak sosyal, ekonomik, politik karar verme mekanizmalarında gücü elinde bulunduran baskın ya da elit sınıfa işaret eden bir terim.
- 2 Ekim 2022 tarihinde üniversitedeki protestolarda polis öğrencilere müdahale etmiş ve ateş açmıştı. İlgili haber için bkz. “‘Ya Gideceğiz ya da kalıp savaşacağız’ İran’ın en prestijli üniversitesi protestoların merkezi oldu”, 28 Ekim 2022, 20 Aralık 2022 tarihinde erişilmiştir. https://tr.euronews.com/2022/10/28/ya-gidecegiz-ya-da-kalip-savasacagiz-iranin-en-prestijli-universitesi-protestolarin-merkez
- İran’ın güneydoğusunda yer alan ve Sünnilerin yoğun nüfusa sahip olduğu Sistan-Beluçistan eyaletinde 30 Eylül 2022’de cuma namazı sırasında protestocular ile İran güvenlik güçleri arasında yaşanan olaydır ve çok sayıda can kaybı yaşanmıştır.
- Şiilik içerisinde fetvasına başvurulan, en yetkili ayetullaha verilen unvan. Şu anda İran’da bu isim Ayetullah Hameyni.
- Şiilerin Muharrem ayı boyunca matem törenleri yaptıkları yer.