Aşağıda tartıştığımız haber gündemlerinden de anlaşılacağı üzere önümüzdeki dönem, özellikle de seçimler cinsiyet eşitliği, kadın, LGBTİQ+ ve çocuk hakları açısından kritik bir öneme sahip. İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinde bir sorun görmeyen Danıştay’dan tutun da, altı yaşındaki çocukları evlendiren tarikatlara ses çıkarmayıp, kadınların kılık kıyafetiyle, LGBTİQ+’ların haklarıyla meşgul olan siyasetçilere kadar birçok aktör Türkiye’de cinsiyet eşitliği ile ilgili kazanılmış ne varsa elimizden almaya adeta ant içmiş gibi. Sağlık Bakanlığı’nın asıl olarak kız ve oğlan çocuklarına ağırlıklı olarak uygulanırsa koruma sağlayacak HPV aşısında bile ahlak kartını çıkarıp yaş ve medeni durum sınırlandırması getireceğini açıklaması akılla ve bilimle ters düşmenin açık bir göstergesi.
İstanbul Sözleşmesi
2023’e Danıştay’dan gelen bir haberle girdik. Bilindiği gibi kadın örgütleri ve siyasi partilerin de aralarında bulunduğu pek çok kurum Cumhurbaşkanı’nın İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararını Danıştay’a taşımıştı. Danıştay 10. Daire, İstanbul Sözleşmesi’nin feshini hukuka uygun bulunarak davanın reddine karar vermişti. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na yapılan temyiz başvurusu da reddedilerek karara bir kez daha hukuki zemin kazandırılmış oldu. Dava sürecine dahil olan avukatlar kararın yanı sıra kararın duyurulma biçimini de eleştirdiler. Davacı avukatların resmi tebligat olmadan kararı medyadan öğrenmiş olmasının problemli olduğunu ifade ettiler. Zira, karar duyurulduğunda gerekçesi ortada yoktu. Avukat Selin Nakipoğlu yaptığı açıklamada 6251 sayılı onay kanununun ve dolayısıyla sözleşme maddelerinin yasal olarak yürürlükte olduğunu belirtti. Kadın hareketi şu an Anayasa Mahkemesi’nin kararını takip ediyor. Anayasa Mahkemesi’nden de sözleşme lehine bir karar çıkmazsa kadın örgütleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuracaklarını belirtiyorlar. İstanbul Sözleşmesi’nin bu şekilde işlevsizleştirilmesi hem iktidarın içine girdiği seçim ittifakları için faydalı bir koz oldu hem de zaten iktidarın kurmak istediği cinsiyetçi sistemi perçinleyen bir hamle oldu. Fakat, kadın hareketi de sözleşmenin bu şekilde oldu bittiye getirilmesine karşı direnmekte kararlı.
Hiranur Vakfı’nda Çocuğa Yönelik Cinsel Şiddet/İstismar
Geçtiğimiz yıla damgasını vuran olaylardan biri ise Hiranur Vakfı’nın kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı -takma adıyla H.K.G.’nin-, babasının kendisini 6 yaşında imam nikahıyla “evlendirdiğini”, çocukluğunda her gün cinsel istismara uğradığını söyleyerek şikâyetçi olmasıydı. Bu hukuki şikâyeti takip eden gazeteciler Timur Soykan ve Murat Ağırel tüm riskleri göze alarak bu olayı haberleştirdiler ve olay birden Türkiye’nin gündemine oturdu. Bu olayın kamuoyuna yansımasında gazetecilik faaliyetinin önemi bir kez daha ortaya çıkarken tarikatların yanında olan çevreler olayı haberleştiren gazetecileri hedef tahtasına oturttu.
Gazetecilerin verdiği bilgiden bunun daha önce de şikayet konusu olduğu ancak olayın üstünün kapatıldığı anlaşılıyor. Şu an yirmili yaşlarında genç bir kadın olan şikayetçi, 14-15 yaşında hastaneye gittiğinde doktor çocuğun yaşadığı cinsel şiddeti anlayarak yetkilileri bildiriyor. Çocuk, kemik yaşı tespiti için hastaneye sevk edildiğinde yerine başka birisi tıbbı kontrole sokuluyor ve kemik yaşı 21 olarak kayda geçiyor. Böylece dava kapanıyor. Çocuğun yaşadığı cinsel şiddet devam ediyor. Genç kadın, bir radyoda çocukların cinsel istismarına dair bir haber dinlediğinde o güne kadar kendisine önce oyun olarak gösterilen ve ilişkiler ağı içinde normalleştirilen bu durumun hiç de “normal” olmadığını anlıyor. Yaşadıklarının ne olduğunun adını koymak için araştırmalara başlıyor. Şikayette bulunmak için deliller topluyor, ses kayıtları ve fotoğraflarla yaşadıklarını belgelemeye çalışıyor ve 2020 yılında konuyu hukuki şikayete dönüştürüyor. Bunun üzerine koruma altına alınıyor. Gazetecilerin haberleştirdiği bu olayla birlikte konunun Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın gündemine 2020 yılında girdiği, ancak aradan geçen süre boyunca şikayete konu olan kişilerle ilgili hiçbir tedbir alınmadığı, Hiranur Vakfı’nın faaliyetlerine dönük hiçbir takip yapılmadığı da ortaya çıktı. Konunun kamuoyuna yansımasıyla gelen tepkiler sonrasında hakkında şikayette bulunulan kişiler gözaltına altına alındı.
Bazı dini çevrelerin kız çocuklarını regl oldukları andan itibaren evlenebilir kabul ettiklerini biliyoruz fakat, Hiranur Vakfı’nda söz konusunun 6 yaşındaki bir çocuk olması yeni bir ahlaki eşiğin daha atlandığına işaret ediyor. Olayın toplumda tepki görmesinin nedenlerinden biri de bu cinsel suçların 6 yaşındaki çocuklara kadar inmiş olmasıydı. Diğer yandan kamuoyunda infial yaratan bu olayın etkisi sadece bir hafta sürdü. Ertesi hafta gelen Ekrem İmamoğlu davasının kararı ile birlikte bu korkunç hak ihlali hızla gündemden düştü.
Bu olay, çocuk hakları, kadın hakları, aile-çocuk ilişkileri, tarikat-eğitim ilişkileri, tarikat-siyaset-devlet ilişkileri, tıp ve hukuk sisteminin işleyişi, laiklik ilkesi üzerinden çok boyutlu ele alınabilecek pek çok konuyu yeniden gündeme getiriyor. Bunu sadece iktidarın tarikatlarla ilişkisi üzerinden değil diğer siyasi yapıların da tarikatlarla ilişkileri üzerinden genel bir çerçevede değerlendirmek gerekir. Tarikatların siyasi partilere, siyasete verdiği destek ya da köstek ilişkisi, tarikatların kullanışlılığı onlara müdahale edilip edilmemenin sınırlarını da belirliyor. Siyasetin merkezinde çoğu zaman kadınların ve çocukların haklarını korumak yerine oy pazarlığı çerçevesinde tarikatları korumak yer alıyor. Mesele kadın ve çocuk haklarına yaklaşımda ilkesel bir çerçeve üzerinden değil belirli çıkar ilişkileri etrafında şekilleniyor.
Tarikat-cemaatler içinde toplumda infial yaratan olaylar açığa çıktığında ya münferit bir konu olarak görülüyor ya da faillere ağır cezalar verilerek toplum vicdanı rahatlatılmaya çalışılıyor. Ensar Vakfı davasında olduğu gibi bu olayda da faillere ağır cezalar verilerek olayın üstünün kapatıldığını görebiliriz. Bu noktada hak mücadelesi verenlerin ne yapıp edeceği önemli bir yerde duruyor.
Bugün genç bir kadın olan H., 6 yaşından itibaren yaşadıklarının, çocukluğunun hesabını sormaya çalışıyor. İçine doğduğu sıkışmış ortamdan çıkarak kendine yeni bir hayat kurmaya çalışıyor; adalet arıyor. Kendi hayatına ve çocukluğuna sahip çıkan bir kadının mücadelesi çok umut verici. Yüksek siyaset seçim tavizlerini kadınların ve çocukların haklarına gasp etmek pahasına verirken, genç bir kadın tarikat ve aile baskısına rağmen sesini yükseltebiliyor. H.’nin bu çıkışı, tarikat ve cemaatler içinde benzer durumları yaşayan başkalarına da cesaret vererek başka ifşaların çıkmasına neden olabilir mi sorusunu da gündeme getiriyor. Ancak, tarikat çevrelerinin erkek tahakkümü ile kuşatılmış ortamında bu cesareti gösterebilmek hiç kolay değil. Kız ve oğlan çocuklarının zorla evlendirildiği, kız çocuklarının kendilerinden onlarca yaş büyük erkeklerin kölesi yapıldığı bu ortamlarda Müslüman aydınların, feministlerin de ortaya çıkarak çocuk ve kadın hakları konusunda örgütlü bir biçimde sorumluluk alması hayati bir yerde duruyor.
Anayasa Değişikliği Önerisi
AKP, MHP ve BBP’nin anayasanın 24. ve 41. maddelerine yönelik değişiklikler içeren kanunun teklifi büyük tepki gördü. Değişiklik önerisi din ve vicdan hürriyetini düzenleyen 24. maddeye ve ailenin korunması ve çocuk hakları konulu 41. maddeye yönelik olarak gündemleştirildi. Anayasanın 24. maddesinin şu şekilde değiştirilmesi önerildi:
“Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ile kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanılması, hiçbir kadının başının örtülü veya açık olması şartına bağlanamaz.
Hiçbir kadın; dinî inancı sebebiyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı eğitim ve örenim, çalışma, seçme, seçilme, siyasî faaliyette bulunma, kamu hizmetlerine girme ile diğer herhangi bir temel hak ve hürriyeti kullanmaktan ya da kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanmaktan hiçbir surette yoksun bırakılamaz. Bu nedenle kınanamaz, suçlanamaz ve herhangi bir ayrımcılığa tâbi tutulamaz. Alınan veya verilen bir hizmetin gereği olan kıyafet söz konusu olduğunda Devlet, ancak dinî inancı sebebiyle kadının başını örtmesini ve tercih ettiği kıyafetini hiçbir surette engellememek şartıyla gerekli tedbirleri alabilir.”
Bu öneride dikkat çeken noktalar hem dini inancın yalnızca İslam dini üzerinden tanımlanması hem de düzenlemenin kadınların kılık kıyafetini düzenlemeye yönelik olarak formüle edilmesi. Dini inancın uygulanmasına yönelik bir düzenlemenin anayasa düzenlemesiyle yer alması laiklik ilkesinin de bir ihlali oluyor.
Aynı teklifte 41. maddeye yönelik önerilen düzenlemede ise
“Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.
Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.”
ifadeleriyle yer alan maddeye yönelik
“’temelidir ve’ ibaresi “temelidir. Evlilik birliği, ancak kadın ve erkeğin evlenmesiyle kurulabilir ve”
şeklinde bir değişiklik öneriliyor. Bu değişiklik ibaresiyle zaten yasalarca aynı cinsler arasındaki bir evlilik hukuki bir geçerlilik içermezken bu durumu anayasayla düzenlemek ve bu konudaki duruş net bir biçimde gösterilmek isteniyor. Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) bu teklife karşı bir kampanya yürütüyor. Muhalefet partileriyle görüşmeler organize ediyor. Bu yazının yazıldığı dönemde muhalefet partileri arasından HDP’nin ardından CHP ve İYİ Parti de AKP’nin anayasa teklifi görüşmesini reddetti.
HPV Aşısı
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, rahim ağzı kanserine yol açan HPV virüsüne karşı geliştirilen aşının kullanımına dair bir plan hazırlığı içinde olduklarını belirtti. Fakat, bakanın planın ülkemizin sosyal gerçekliklerine dikkat çekmesi ve aşının yaş gruplarını ve medeni hâli göz önünde bulundurularak yapılacağını ifade etmesi eleştiri konusu oldu. Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği açıklamayı kabul edilemez bulduğunu açıkladı. Aşının 9-14 yaşındaki tüm kız ve erkek çocuklara yapılması gerektiğini belirten dernek, bakanın açıklamasının endişe verici olduğunun altını çizdi.
İran’daki Protestolar
İran’daki protestolar 17 Eylül tarihinden bu yana sürüyor; ülkeden ölüm haberleri de gelmeye devam ederken devlet idamlara da başladı. Devlet medyası ise protestoları kalkışmalar olarak lanse ediyor. İran Genel Başsavcısı Mohammad Cafer Montazeri zorunlu başörtüsü yasasının gözden geçirileceğini duyurmuştu. İrşad devriyelerinin akıbetine dair ise çelişkili bilgiler geliyor. Bazı kaynaklar devriyelerin kaldırıldığını duyururken, İçişleri Bakanlığı’nın konu hakkında sessiz kalması haberin doğrulanmasını engelliyor. Af Örgütü 6 Aralık’ta, İran Başsavcısı Cafer Muntazeri’nin irşad devriyeleri ile ilgili söylediklerinin bilinçli bir muğlaklık yaratma çabası olduğunu ifade etti.
Protestolar sırasında öldürülen kişi sayısı ise 400’ün üzerinde. Bu sayının önemli bir bölümünü çocuklar ve gençler oluşturuyor. Tutuklu sayısı ise 15.000’i aşmış durumda ve tutuklananlar için istenen idam cezaları da infaz edilmeye başlandı. İranlı Kürt rap sanatçısı Saman Seydi ve LGBTİQ+ aktivisti iki kadın Zahra Sedighi Hamedani ve Elham Chubdar da idama mahkum edilenler arasında. BM ise 23 yaşındaki Muhsin Şikari’nin idam edilmesini kınadı. Yüksek Mahkeme Şikari’nin suçunun Allah’a karşı savaş yürütmek olduğunu belirtmişti.
AB ve İngiltere İran’a yeni yaptırımlar uygulama kararı da aldı. Yaptırımlar arasında seyahat kısıtlamaları, varlıkların dondurulması ve İranlı kişi ve kuruluşlara yönelik fon yasağı var. Bunun yanında ülke içinde baskı aracı olarak kullanılabilecek teknolojilerin de ülkeye satışına dair yaptırımlar getirildi. Yaptırımlar İran İçişleri Bakanı Ahmed Vahidi’yi, İran İletişim ve Bilgi Teknolojileri Bakanı İsa Zarepur’u, İran Siber Güvenlik Polisi Müdürü Vahid Mecid’i, Jina Mahsa Amini’yi gözaltına alan ekibin dört üyesini, İran Devrim Muhafızları Ordusunun bazı komutanlarını ve Kara Kuvvetleri Komutanı Kiyumers Heydari’yi de içeriyor.
İnsan Hakları Derneği’nin çağrısıyla, Türkiye’den de 357 sanatçı, aydın ve hak savunucusu protestocuların insan haklarının korunması için 14 Kasım 2022’de ortak bir açıklama yayınladılar.