Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü (BÜKAK) 8 Mart haftasında bü’de kadın şenliği kapsamında feminist yazar, teorisyen ve profesör Cynthia Enloe ile “Women, Democracy and Education: Feminists Shine A Bright Light On The Vital Connections” [Kadınlar, Demokrasi ve Eğitim: Feministler Hayati Bağlantılara Güçlü Bir Işık Tutuyor] isimli bir açık ders gerçekleştirdi. Cynthia Enloe en son 2003 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ni ziyaret etmiş ve feminist merak üzerine bir konuşma yapmıştı.
Cynthia Enloe geçtiğimiz hafta zoom üzerinden gerçekleşen açık derste eğitim alanını demokrasiye katkı sunan, kadınları güçlendiren ve özgürleştiren bir hâle getirmek için hep beraber mücadele etmemiz gerektiğini ve Boğaziçi Üniversitesi’nde 4 Ocak tarihinden beri süren direnişin de bizlere bunu hatırlattığını söylerek konuşmasına başladı. Bunun yanında kadınların eğitime erişiminin de bir mücadele alanı olduğunu ve olmaya devam ettiğini belirten Cynthia Enloe, bugün dünyada okuma yazmayı öğrenme şansına erişememiş 182 milyon kadının ve kız çocuğunun olduğunu söyledi. “Kadınlar neden eğitime erişemiyorlar, okuma yazma öğrenme imkanına nasıl sahip olamadılar?” sorularının sorulması gerektiğini belirten Cynthia Enloe kadınların eğitime erişememesinin “daha az zeki”, “daha az meraklı olmalarıyla” veya “dünya hakkında bilgi sahibi olmak istememeleriyle” açıklanamayacağını; bunun, içinde yaşadığımız ataerkil düzenden kaynaklandığını vurguladı. Kadınların eğitim almasının istenmemesinin ataerkil gerekçeleri olduğundan bahsetti:
“Eğer bir kadın sadece evlenecekse veya çocuk bakacaksa neden eğitime ihtiyacı vardır? (Ki biz çocuklara bakmanın da eğitim gerektirdiğini biliyoruz.)
Kadınlar eğitime erişirse fikir sahibi olurlar ve bu tehlikelidir; kadınların daha çok imkan talep etmesine neden olur.
Eğer kadınlar eğitime erişirse kariyer sahibi olmak isterler ve edindikleri becerileri ücretli işlerde kullanırlar. (Her kadın çalışır, sadece bazıları bunun için ücret alır. Fark budur. Dolayısıyla kullandığımız dili temizlemeliyiz. ‘Çalışan kadın’ derken ‘yaptıkları iş için ücret alan kadınlar’ı kastetmiş oluyoruz.)”
Konuşmasının devamında Macaristan örneği üzerinden akademideki kadın araştırmalarına yönelik saldırılara, milliyetçi ajandaya sahip devletlerin neden kadın araştırmalarını rejimlerine tehdit olarak gördüklerine değindi:
“Çünkü meraklıyız ve bu ataerkil düşünceye sahip birçok insanı oldukça endişelendiriyor. Meraklıyız, ‘neden’ diye soruyoruz. Nasıl oldu da büyükannem okuma yazmayı öğrenme şansına sahip olamadı? Kim kadınların eğitim görmesinden korkuyor? Neden bu kadar endişeliler, neyi kaybedeceklerini düşünüyorlar?”
Kadınların eğitim alarak kendi meraklarını geliştirmelerinin, nasıl bir dünya istediklerine dair kararlar vermelerinin, “neden” sorusunu sormalarının kadınların eğitim almasını istemeyen insanlar için endişe verici olduğunu vurguladı. Güvensiz hisseden bu insanların güvensizliklerini kapatmak -ya da militerleştirilmiş tabirle kamufle etmek- için üniforma ve benzeri araçlar haricinde aynı zamanda kadınlar için en iyisini bildikleri söylemini de kullandıklarını dile getirdi.
Cynthia Enloe ayrıca eğitimin gerçekleşebileceği alanların çok çeşitli olduğunu, eğitim hakkına saldırıların olduğu bir dönemde eğitimi okul veya üniversitenin dışında düşünebilmenin önemini de vurguladı:
“Dergilerimiz olacak, bu tarz çevrimiçi forumlarımız olacak. Kendi üniversitelerinden atılmış olan insanları diğer üniversitelerde konuşmaya davet edeceğiz. Bu insanların dinlememiz gereken gerçek bilgi üreticileri olduğunun farkındayız. Sonuç olarak, onlar her kimse bir şekilde gerçek eğitimin neye benzediğini öğrenmemize izin vererek bir hata yapmış oldular. Evet, üniversiteler hayati ve onlar için mücadele etmemiz gerekiyor, fakat bir yandan öğrenebileceğimiz başka ortamlar da yaratabiliyoruz. Kitap okuma grupları önemli, tiyatro önemli, formel olmayan tartışma grupları önemli. Bizi “neden” diye sormaktan alıkoyamazlar.”
Eğitimin gerçekleştiği alternatif ortamlara örnek olarak açılan küçük müzelerden bahseden Cynthia Enloe, örneğin Japonya’da tarih ders kitaplarının içeriğine yönelik kamuoyunda gerçekleşen tartışmaya değindi. 2. Dünya Savaşı sırasında Japon ordusunun kadınlara neler yaşattığı konusu ders kitaplarından çıkarılsa da bir grup kadının insanların bu hikayeyi öğrenebilmesi için küçük bir müze açtığını anlattı. Türkiye bağlamında da şu an karşılaşılan eğitime yönelik saldırıların ne ilk ne de son olduğunu, Türkiyeli feministlerin ne kadar yaratıcı olduğunu bildiğini, eğitimin gerçekleştiği alternatif ortamlar yarattıklarını söyledi.
Dünyanın çeşitli yerlerinde mücadele eden insanlar olarak birbirimizin mücadelelerinden haberdar olmanın çok önemli olduğunun altını çizen Cynthia Enloe, dayanışmanın genişlemesi gerektiğini, örneğin Türkiye’de mücadele verirken Myanmar’da, Hong Kong’da, Tayland’da neler olup bittiğini de takip edip konuşmamız ve Türkiye’de verdiğimiz mücadeleyi dünyadaki diğer insanlara da anlatmamız gerektiğini söyledi.
Tartışılan bir diğer konu ise COVID-19 döneminde “kamu sağlığını koruma” adı altında devletlerin otoriter politikalarını meşrulaştırma çabası oldu. COVID-19 yasaklarının muhalif toplumsal hareketleri bastırmak için araçsallaştırılabileceğinden bahseden Cynthia Enloe, buna karşın şiddetten kaçınmanın, dayanışma içinde direnmenin ve başkalarının sağlığına saygı göstermenin önemine değindi. Yasaklar bu şekilde araçsallaştırılsa da feminist olmanın aynı zamanda yaratıcı olmak anlamına geldiğini ve feministlerin mücadele için yeni yollar bulacağını ekledi.
Açık dersin devamında militarist söylem ve saldırılara karşı feministlerin benzer militer bir dile düşmeden barış dilini nasıl kurabileceği ve koruyabileceği sorusu üzerine tartışıldı. Cynthia Enloe, militarist anlayışın “bize karşı onlar dünyası” görmeyi istediğini ve bu karşıtlığın şiddetle çözülmesini savunduğunu belirtti. Bu anlayışın belirsizliklerden rahatsızlık duyduğunu, belirsizlikleri toplumsal düzene karşı birer tehdit olarak gördüğünü söyledi. Bu anlamda feminist bir bakış açısıyla ele alındığında “toplumsal cinsiyet” kavramının da militarist anlayış için rahatsızlık yarattığını dile getirdi:
“Çünkü toplumsal cinsiyet akışkandır, belli kalıplara sığdırılamaz. Onlar sınırların belirli olmasını severler. ‘Kadın ya da erkek’ kategorilerini severler, aralarındaki farkın daima belirli olmasını ve bu kategorilerin içlerinde bir çeşitliliğin olmamasını isterler.”
Bu bağlamda Boğaziçi protestolarına değinerek kurulan çadırın dahi bu anlayış tarafından düzene karşı bir tehdit olarak görülebilmesine dikkat çeken Cyntia Enloe, toplumsal hareketlerin militarist anlayışın onları sıkıştırmaya çalıştığı kalıplara karşı direnmesinin önemini vurguladı.
Son olarak tartışılan bir diğer konu, pandemiyle birlikte erkeklerin de evde kalmasının ev içindeki cinsiyetlendirilmiş iş bölümünde herhangi bir değişiklik yaratıp yaratmadığı oldu. Cynthia Enloe, bunun ev ev araştırılması gereken bir konu olduğunu belirtti. Diğer taraftan bu süreçte kendi etrafında gözlemlediği örneklerden bahsetti. Uzaktan eğitimde çocukların dersleri takip etmesi zorlaşıyor ve bu ebeveynler için yeni sorumluluklar yaratıyor. Bu sorumluluğun çoğunlukla kadınların omzuna yüklendiğini belirten Cynthia Enloe, kadınların bu nedenle çalıştıkları ücretli işlerini bırakmak zorunda kalabildiklerinden bahsetti. Ayrıca pandemi döneminde artan ev içi şiddete değinerek pandemi döneminde erkeklerin evde daha çok zaman geçirmek zorunda kalmasının bazı durumlarda erkeklerin erkeklik algılarını zedeleyebildiğini ve bunun da şiddet biçiminde kendini açığa vurabildiğini belirtti.