Pınar Bektaş / Kasım 2020
Bu yazı Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü’nün (BÜKAK) bü’de kadın gündemi adlı bülteninin Güz 2020 tarihli 39. sayısında yayınlanmıştır.
Tam adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan ya da bugün sıkça “İstanbul Sözleşmesi” olarak zikrettiğimiz metin, İstanbul’da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplantısında 11 Mayıs 2011 tarihinde imzaya açılmıştır. İstanbul Sözleşmesi olarak anıldığı için sadece Türkiye’de ya da İstanbul’da yürürlükte olan bir sözleşme olduğu düşünülse de uluslararası bir sözleşmedir ve Türkiye’de 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye 11 Mayıs 2011 tarihinde sözleşmeyi imzalayan ilk ülke olmuştur. Sözleşme, 2020 yılının Temmuz ayı itibarıyla 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanmıştır. Tarafların söz konusu sözleşmenin hükümlerini etkili bir biçimde uygulamalarını sağlama amacıyla bir izleme mekanizması oluşturulmuştur. Tarafların sözleşme kapsamında vermiş oldukları taahhütler, bağımsız uzmanlar grubu GREVIO1 tarafından izlenmektedir.
İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddeti, aile içi şiddeti önleme ve şiddetle mücadelede devletlerin yükümlülüklerini belirleyen bir insan hakları sözleşmesidir. İlk maddesinde sözleşmenin maksatları detaylı bir biçimde açıklanmıştır2:
Sözleşmenin maksatları şunlardır: Sözleşme kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak; kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak; kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlamak; kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak; kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak.
Sözleşmenin 3. maddesi kadına yönelik şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımlayarak başlar. Bu şiddet tanımının içerisinde psikolojik, fiziksel, cinsel ve ekonomik şiddet biçimleri yer alır. Madde, aile içi şiddet kavramından ne anlaşılacağını açıklayarak devam eder. Bu noktada şiddet mağdurunun fail ile aynı hanede yaşıyor olma şartı konmaması korumanın kapsamı açısından önemlidir. Maddenin devamında toplumsal cinsiyet kavramı tanımlanırken şu ifadeler kullanılır: “Herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler olarak anlaşılacaktır.”
Sözleşmenin bugünlerde sıkça tartışılan 4. maddesinde; sözleşmenin cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hâl, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmamasını koruma altına aldığını görürüz. Ayrıca türü fark etmeksizin çerçevesi çizilen şiddetin ve yaşanabilecek olası mağduriyetlerin (potansiyel mağduriyetler) yetkili kurumlara iletilmesini teşvik etmek ve buna uygun bir ortam sağlamak da sözleşmenin gerektirdiği yasal tedbirler arasında ele alınmıştır. Bu madde ile sözleşmenin farklı toplumsal statüleri ve dezavantajlı grupları koruma alanına dahil ettiğini, kapsamlı bir eşitlik talebine vurgu yaptığını söyleyebiliriz.
Sözleşme, toplumsal hayata bakıldığında kadınların erkeklere oranla daha fazla şiddete maruz kalmasından yola çıkılarak yapılan düzenlemelerin eşitlik ilkesine aykırı olmadığını ve erkeklere yönelik bir ayrımcılık gerçekleştirilmediğini vurgular. Ayrıca 4. madde uyarınca devletleri kadına yönelik şiddetle ve her çeşit ayrımcılıkla mücadelede kendi iç hukukunu düzenleme yükümlülüğü altında tutar. Sözleşme, devletlerin kendi hukukunda bu sözleşmeye aykırı bir biçimde ayrımcılık ve şiddeti destekleyen yasalar kabul etmesini yasaklar.
Sözleşmenin 5. ve 6. maddesi imzacı devletlerin yükümlülüklerinden söz eder. Bu maddeler uyarınca taraf devletler şiddet eylemlerinin önlenmesi, soruşturulması, cezalandırılmasına yönelik yasal tedbirler almakla mükelleftir. Sözleşmenin bu maddeleri imzacı devleti yalnızca cezai yaptırım uygulamakla sorumlu tutmaz. Devletler toplumsal cinsiyet konusunda hassasiyet gerektiren politikalar üretmekle, bu politikaları hayata geçirmekle, yaygınlaştırmakla ve denetlemekle yükümlüdür. Sözleşmenin II. bölümünde (Bütüncül politikalar ve veri toplama) ve III. bölümünde (Önleme) devletlerin hayata geçirmekle mükellef oldukları bu politikalara yönelik detaylı açıklamalar yapılmıştır. Bu bağlamda devletler şiddetle mücadele konusunda kapsamlı, etkili ve bütüncül politikalar üretmeli; buna dönük finansal kaynak tesis etmelidir. Bu politikaları hayata geçirirken çeşitli kurum, kuruluş, sivil toplum örgütleri ile işbirliği hâlinde çalışmalıdır. Devletler her türlü şiddet eyleminin önlenmesi konusunda farkındalığı artırmakla yükümlüdür. Taraflar kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların eğitim alanında resmî müfredata eklenmesine yönelik hamleler almalıdır.
Bahsi geçen II. ve III. bölümlerde zikredilen ifadeler ışığında; sözleşmenin gerçekleşmiş olan şiddet mağduriyetlerini cezalandırmayı öngörmekten öte devletleri, toplumdaki şiddet ve toplumsal cinsiyet algısını dönüştürmeye yönelik detaylıca çalışmaya teşvik ettiğini görürüz. Buna en önemli örnek yukarıda bahsi geçen ve eğitime yönelik düzenlenmiş olan 14. maddedir. Eğitim kurumlarının ve müfredatların düzenlenmesiyle toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve şiddete yönelik farkındalığın artırılarak önüne geçilebileceği vurgulanmış olur.
Sözleşmenin IV. bölümü (Koruma ve destek) taraf devletlerin her türlü devlet mekanizması, kurumları ve sivil toplum kuruluşları dahil olmak üzere işbirliği hâlinde yasal tedbir almakla yükümlü olduklarını belirtir. Bu bağlamda psikolojik danışmanlık hizmetleri, finansal yardım, sağlık hizmetleri sağlama gibi konular “Genel destek hizmetleri” isimli 20. maddede örneklenir. 23. madde uyarınca mağdurlara, özellikle kadın ve çocuklara güvenli ve erişilebilir barınak sağlanması; 24. madde uyarınca ise telefon yardım hatlarının oluşturularak her türlü şiddet karşısında ulaşılabilir hâle getirilmesi öngörülür.
Sözleşmenin V. bölümünün (Esasa müteallik hukuk) 32. ve 42. maddeleri arasında zorla evlendirme, çocuğun evliliğe zorlanması, kadın sünneti, kürtaja veya kısırlaştırmaya zorlama, psikolojik şiddet, taciz amaçlı takip, fiziksel şiddet, cinsel şiddet eylemleri ve “sözde” namus adı altında işlenen suçlar dahil olmak üzere tüm şiddet biçimlerine yönelik hukuki korumalar açıklanır.
Sözleşmenin 46. maddesi uyarınca suçun kanunlarca kabul edilen eş, eski eş ya da birlikte yaşanan bireye karşı aile üyelerinden biri tarafından, mağdurla beraber yaşayan biri tarafından veyahut sahip olduğu yetkiyi suistimal eden biri tarafından işlenmesi durumunda ceza ağırlığı artırılır. Bu maddede özellikle boşanılan erkeğin, birlikte yaşanan bireyin/partnerin uyguladığı veya hane içinde yaşayan bireylere -özellikle çocuğa- uygulanan şiddetin önlenmesine yönelik geniş bir hukuki koruma alanı oluşturulduğu görülür. 48. maddede bu sözleşme kapsamına alınan her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak arabuluculuk ve uzlaştırma gibi alternatif hukuk yollarının kullanılması yasaklanır.
Son olarak sözleşmenin VII. bölümünde (Göç ve sığınma), tarafların iltica başvurusu yapanlar için toplumsal cinsiyete duyarlı ülkeye kabul usullerinin ve destek hizmetlerinin yanı sıra mülteci statüsünün belirlenmesi ve uluslararası koruma için başvuruyu da kapsayan, toplumsal cinsiyete duyarlı sığınma usullerini oluşturmak için gerekli yasal veya diğer tedbirleri almakla yükümlü oldukları belirtilir.
İstanbul Sözleşmesi’nden Önce
Sözleşmenin hazırlanmasında Türkiye’de büyük ses getiren ve emsal teşkil eden Nahide Opuz davası büyük önem taşıdı. Nahide Opuz, kendisine ve ailesine şiddet uygulayan, tehdit eden kocasını devlet makamlarına 36 kez şikâyet etmesine rağmen onu koruyamayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı 15 Temmuz 2002 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) dava açtı. AİHM, 9 Haziran 2009 tarihinde Türkiye hakkında devletin vatandaşını koruyamadığı gerekçesiyle tazminat ödenmesi kararına hükmetti.3 Nahide Opuz davası, İstanbul Sözleşmesi’ne ilham kaynağı oldu.
Türkiye’de 2012 yılına kadar 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına İlişkin Kanun yürürlükteydi. 2010 yılında Ayşe Paşalı’nın koruma talebi mahkemece reddedildi ve Ayşe Paşalı boşandığı erkek tarafından öldürüldü.4 Bu dava kadın cinayetlerinde emsal teşkil eden bir dava hâline geldi ve kamuoyunda oldukça ses getirdi. Sivil toplum kuruluşları ve kadın hareketinin öncülüğünde, kadınların boşandıkları erkekler tarafından öldürülmesine yönelik koruma sağlayan yasaların eksikliğine dikkat çekildi. Bu mücadele, 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un 2012 yılında TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmesinde büyük rol oynadı.
Bu kanunla ilgili olarak medyada ve hukuk çevrelerinde en çok tartışmaya açılan konu “kadının beyanı esastır” ilkesi üzerine şekilleniyor. Bu ilkeye dair özellikle hukuk çevrelerinde “masumiyet karinesine5 aykırılık” söylemi göze çarpıyor. Kişinin suçu sabit olmadan, ortada bir delil yokken kadının veya çocuğun beyanının esas alınmasının hukuk güvenliğine aykırı olduğu gerekçesi ileri sürülüyor. “Kadının/ çocuğun beyanı” ifadesi 6284 Sayılı Kanun’da veya İstanbul Sözleşmesi’nde tanımlanmıyor. Ancak Yargıtay’ın “kadının beyanı” ifadesini kullandığı emsal kararlar mevcut:
Kadının beyanı, yargılama sırasında; hayatın olağan akışına uygun, samimi, tutarlı ve istikrarlı, mağdur ile bir husumetten kaynaklanmayan, olay ertesinde hemen tanıklarla paylaşılmış, doktor raporları ile belgelenmiş ve sanık tüm bunları çürütemedi ise hüküm esastır.
En basit ifadeyle ilke, delil yetersizliği olan durumlarda kadın veya çocuğun beyanının esas alınarak şiddete yönelik koruma sağlanması anlamına geliyor. Çocuğa veya kadına yönelik potansiyel şiddet durumlarında 6284 Sayılı Kanun’a göre korunma talep eden kişi, tedbir için aile mahkemesine veya savcılık ya da kolluk birimlerine delil olmadan talepte bulunabiliyor. Delillendirme zaman alabileceğinden bu süreçte akut bir tedbir olarak hâkim, şiddet mağduru lehine tedbir kararına hükmedebiliyor. Bu karar medyada çarpıtıldığı üzere gözaltına alınma, tutuklanma gibi bir anlama gelmiyor. İddia olunan mağduriyetin gerçekleşmediği mahkemeye ispat edildiği takdirde tedbir kararı kaldırılabiliyor.
Sözleşmeye Yönelik Saldırılar
2020 yılının Şubat ayında İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasının gündeme getirilmesiyle beraber çeşitli haber yazılarında, siyasi figürlerin söylemlerinde İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırılara şahit olduk. İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmaya açıldığı temel noktalar; sözleşmenin geleneksel aile yapısını bozduğu, nikahsız birlikteliğe teşvik ettiği yönündeydi. Sözleşmede yer alan “toplumsal cinsiyet”, “cinsel yönelim”, “cinsel kimlik” gibi ifadelerin gençleri ahlaksızlığa/ sapkınlığa ve eşcinselliğe sürüklediği iddia edildi. Aile ve din kavramlarını yerle bir ettiği iddia edilen bu “Fesat Sözleşmesi”nin6 nikaha karşı olduğu, nikahsız birlikteliğe, evlilik dışı ilişkiye teşvik ettiği; LGBTİ+ veya sapkınlığı meşru kıldığı belirtildi. Ayrıca delilsiz beyan esas alınarak dürüstlük kavramının sekteye uğratıldığı, kul hakkına girildiği, hukuk düzleminin bulandırıldığı iddia edildi. Bu kesimlerce tüm bu fikirlerin Batı ideolojisi kaynaklı olduğu ve bu sözleşmeyle Türkiye’ye dayatılmaya çalışıldığı düşünülüyor.7
“İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!”
İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırılar ve sözleşmeden çekilme veya bazı maddelere çekince koyma gibi gündemler kamuoyunda büyük ses getirdi. Çeşitli kadın grupları farklı illerde eylemlilikler düzenledi. Bu eylemlerde birçok kadın gözaltına alındı.8 Kadınlar, eylemlerde İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek bir yana, sözleşmenin derhâl uygulanmasına yönelik taleplerini dile getirdi. Sosyal medyada kamu- oyunun dikkatini çekmek için çeşitli kampanyalar ve hashtag’ler başlatıldı. Uluslararası Af Örgütü, İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması için imza kampanyası başlattı. Sosyal medyada sözleşmenin çeşitli maddeleri okundu. Kadınlar birbirlerini desteklemek, artan şiddete, kadın cinayetlerine ve İstanbul Sözleşmesi’ne dönük saldırılara karşı tepki göstermek için siyah beyaz fotoğraflarla #challengeaccepted kampanyası başlattı. Çeşitli üniversitelerde faaliyet yürüten kulüpler ve topluluklar sözleşmenin destekçisi olduklarına ilişkin bildiriler yayımladı.9 Sözleşmenin önemini vurgulayan panel, söyleşi gibi etkinlikler gerçekleştirildi.10
15 Ağustos 2020 tarihinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sözleşme ile ilgili “Tercüme metinler yerine artık kendi çerçevemizi kendimiz belirlememiz gerekiyor.” dedi. Sözleşme ile ilgili iki seçenek masada. Sözleşmenin tartışmaya açılan “cinsel yönelim/kimlik” ifadelerinin bulunduğu 4. ve 6. maddesine şerh konulacağı ya da yeni bir sözleşme yapılabileceği söyleniyor. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Adalet Bakanlığının bu konuda bir çalışma yürüttüğü öğrenildi. Edinilen bilgiye göre sözleşme yeniden yorumlanıyor. Maddenin “Türkiye’de hayatın içinde var olan ancak normal görmediğimiz eşcinsel ilişkilere yönelen bireylerin, ilişki yaşamaları ve evlenmelerini kast etmemekle birlikte, bunların sadece ‘şiddetin’ hedefi olmalarına engel olacağız.” şeklinde düzenlenmesine karar verildi. AK Parti kurmayları “Cinsel yönelimden neyi anladığımızı söyledik. Her kim olursa olsun, şiddetin her türlüsüne karşıyız. Bu madde olmasa da biz hukuken de ‘eşcinsel dövülsün’ diyemeyiz. Herkesin hukuki hakları var. Türkiye’de eşcinsel olmak suç değil. Bu yüzden Avrupa Konseyi’ne yorum beyanında bulunmamız gerekiyor. Biz bu maddeden ne anladığımızı yazdık. Çalışmalarımızı tamamladıktan sonra Avrupa Konseyi’ne bunu sunacağız.” dedi.11
Sözleşmeye dönük saldırılara karşı yapılan eylemler sözleşmenin hayati yönünü yeniden vurguladı ve dünyanın birçok yerinden destek gördü. Bu güçlü tablo yalnızca Türkiye’de değil, dünyada da büyük bir yankı uyandırdı. Süreç, örgütlü veya örgütsüz birçok grup tarafından takip ediliyor. Maddelere şerh koymak, sözleşmeden çekilmek bir kenara dursun sözleşmenin derhâl uygulanması ve her türden şiddetin son bulması için İstanbul Sözleşmesi’ne dönük saldırılarla mücadele hâlâ devam ediyor.
- GREVIO, İstanbul Sözleşmesi’nin (Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi) uygulanmasını sağlayan mekanizmadır.
- İstanbul Sözleşmesi’ne ulaşmak için bkz.: <https://rm.coe.int/CoERMPublicCommonSearchServices/DisplayDCTMContent?documentId=0900001680462545>
- “Türkiye, AİHM‘de Kadını Korumadığı İçin Mahkum Olan İlk Ülke”, 9 Haziran 2009, 8 Ekim 2020 tarihinde erişilmiştir <https://m.bianet.org/bianet/ dunya/115094-turkiye-aihmde-kadini-korumadigi-icin-mahkum-olan-ilk-ulke>
- “Türkiye, eski eşi tarafından öldürülen Ayşe Paşalı‘nın ailesine 50 bin Euro tazminat ödeyecek”, 16 Nisan 2020, 8 Ekim 2020 tarihinde erişilmiştir. <https://t24.com.tr/haber/turkiye-eski-esi-tarafindan-oldurulen-ayse-pasali-nin-ailesine-50-bin-euro-tazminat-odeyecek,873132>
- Masumiyet karinesi, hukukun en temel ilkelerinden biridir ve bir kişinin suçu sabit oluncaya kadar o kişiye suçsuz gibi davranmayı gerektirir. Masumiyet karinesi, Anayasa‘nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.“ şeklinde düzenlenmiştir. İlgili mevzuat için bkz. <https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.2709.pdf>
- “Fesat Sözleşmesi’nde Doğan imzası!”, 6 Ağustos 2020, 8 Ekim 2020 tarihinde erişilmiştir. <https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/zekeriya-say/fesat-sozlesmesinde-dogan-imzasi-33112.html>
- “Aileleri yıkan İstanbul Sözleşmesi TBMM‘de 26 dakikada kanunlaştırılmış”, 12 Kasım 2019, 8 Ekim 2020 tarihinde erişilmiştir. <https://ilkha.com/analiz/aileleri-yikan-istanbul-sozlesmesi-tbmmde-26-dakikada-kanunlastirilmis-108513>
- “Kadınlar tüm yurtta alanlarda: İstanbul Sözleşmesi‘nden vazgeçmiyoruz”, 4 Ağustos 2020, 8 Ekim 2020 tarihinde erişilmiştir. <https://www.evrensel.net/haber/410925/kadinlar-tum-yurtta-alanlarda-istanbul-sozlesmesinden-vazgecmiyoruz>
- “Boğaziçi Üniversitesi kulüplerinden ortak İstanbul Sözleşmesiaçıklaması”, 21 Eylül 2020, 11 Ekim 2020 tarihinde erişilmiştir. <https://kaosgl.org/haber/bogazici-universitesi-kuluplerinden-ortak-istanbul-sozlesmesi-aciklamasi> “Üniversite öğrencilerinden İstanbul Sözleşmesi çağrısı”, 13 Ağustos 2020, 11 Ekim 2020 tarihinde erişilmiştir. <http://yeniyasamgazetesi2.com/universite-ogrencilerinden-istanbul-sozlesmesi-cagrisi/> “ODTÜ’de 52 topluluktan ortak açıklama: İstanbul Sözleşmesi uygulansın”, 22 Temmuz 2020, 11 Ekim 2020 tarihinde erişilmiştir. <https://www.birgun.net/haber/odtu-de-52-topluluktan-ortak-aciklama-istanbul-sozlesmesi-uygulansin-309268>
- “İzmir’de kadınlar bir araya geldi: İstanbul Sözleşmesi yaşatır”, 5 Ağustos 2020, 8 Ekim 2020 tarihinde erişilmiştir. <https://www.birgun.net/haber/izmir-de-kadinlar-bir-araya-geldi-istanbul-sozlesmesi-yasatir-310810> “Boğaziçi Üniversitesi’nde İstanbul Sözleşmesi söyleşisi”, 23 Eylül 2020, 8 Ekim 2020 tarihinde erişilmiştir. <http://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/231418-bogazici-universitesi-nde-istanbul-sozlesmesi-soylesisi> “Beyoğlu’nda İstanbul Sözleşmesi konuşulacak”, 6 Şubat 2020, 8 Ekim 2020 tarihinde erişilmiştir. <https://t24.com.tr/haber/beyoglu-nda-istanbul-sozlesmesi-konusulacak,859645>
- Paragraftaki bilgiler için bkz.: “İstanbul Sözleşmesi ile ilgili yeni gelişme! Masada 2 seçenek var…”, 15 Ağustos 2020, 8 Ekim 2020 tarihinde erişilmiştir.
<https://www.sabah.com.tr/gundem/2020/08/15/son-dakika-istanbul-sozlesmesi-ile-ilgili-yeni-gelisme-masada-2-secenek-var>