3 Ekim – 1 Kasım 2020 Gündem Değerlendirmesi

3 Ekim – 1 Kasım 2020 zaman diliminde Türkiye’den ve dünyadan toplumsal cinsiyet gündemiyle ilgili çeşitli haber ve yazıları 1 Kasım 2020 tarihindeki buluşmamızda ele aldık; ortaya çıkan tartışma noktalarını aşağıda paylaşıyoruz. 

İstanbul Sözleşmesi

Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) bu ay, İstanbul Sözleşmesi üzerinden farklı ülkelerden feministleri bir araya getiren bir toplantı düzenledi. İstanbul Sözleşmesi’ne yapılan saldırılara karşı birlikte mücadele etmenin ilk adımı olarak tanımlanan toplantıya on beş ülkeden (Türkiye, Polonya, Macaristan, Hırvatistan, Bulgaristan, Finlandiya, Estonya, Slovakya, Gürcistan, Almanya, Avusturya, İngiltere, İspanya, ABD, Kanada) yaklaşık 200 kadın katıldı.

Türkiye’den konuşmacıların yanı sıra Hırvatistan, Bulgaristan, Macaristan ve Polonya’dan katılan konuşmacılar söz aldı. Bu konuşmalar, ülkeler farklı olsa da sözleşmeye karşı yapılan saldırıların ne kadar benzer olduğunu ortaya koydu.
Hırvatistan’da LGBTİQ+ haklarına karşı olan ve Sözleşme’nin aileye zarar verdiğini iddia eden sağcı siyasetçiler, Katolik Kilisesi ve Hırvatistan dışındaki bazı kuruluşlarla birlikte sözleşmeye karşı kampanya yürütüyor. Hırvatistan hükümeti “toplumsal cinsiyet ideolojisi”nin ülkenin hukuk ve eğitim sistemlerine dahil edilmesine karşı olduklarını açıkladı. Sözleşmeyi imzalayan ancak henüz onaylamayan Bulgaristan’da Anayasa Mahkemesi sözleşmenin anayasaya aykırı olduğunu belirten bir karar aldı. Gerekçeleri arasında toplumsal cinsiyet kavramının “iki cins arasındaki sınırı göreceli hale getirdiği ve kadına karşı şiddet ile mücadeleyi karmaşıklaştırdığı” iddiası yer aldı. Kadın hakları veya toplumsal cinsiyet eşitliği yerine aile hakları kavramının getirilmesi konusu, söz alan diğer ülkelerde de hakim bir eğilim. Macaristan’da 2020 Şubat ayında aile içi şiddetle ilgili uzmanlar grubu oluşturuldu, ancak kadın örgütleri buraya davet edilmedi. Konu ile ilgili çalışmalara kadın STK’larından çok, erkek ve baba haklarını savunan ve aralarında şiddet faili erkeklerin de bulunduğu STK temsilcileri çağrılıyor. Bu konuda Macaristan ile ortak hareket eden Polonya’da sözleşme karşıtları, sözleşmenin aileye karşı ideolojik bir saldırı içerdiğini; eşcinsel evliliklere ve LGBTİ+’ların evlat edinmesine yol açacağını, bu nedenle de “Polonya değerleri” açısından tehlike oluşturduğunu belirtiyorlar. Hristiyan odaklı kurumlar Polonya’nın Sözleşme’den çekilmesi ve yerine bir aile hakları sözleşmesinin getirilmesini talep ediyor.

Türkiye’de de İstanbul Sözleşmesi karşıtları sözleşmenin aileyi yok etmeden feshedilmesi gerektiğini, geleneksel değerlere ve dini değerlere aykırı olduğunu iddia ediyor. Aile birliğini zayıflatması, insan fıtratına aykırı olması gibi iddialar dillendiriyor. Diyanet-Sen gibi diyanetle ilişkili kurumlar İstanbul Sözleşmesi karşıtlığında önemli bir rol oynuyor. Bu anlamda Sözleşme karşıtı çalışmaların yürütüldüğü ülkelerdeki argümanların aynı ideolojik temele dayandığı görülüyor. Bu ülkelerdeki tartışmaların birbirini beslediğini düşününce Sözleşme’yi merkeze alan uluslararası bir feminist örgütlenmenin adımlarının atılması önemli. Uluslararası feminist buluşmanın kapanışında dile getirilen; kazanılmış hakları kaybetmemek, saldırılara karşı koymak ve cinsiyet eşitliğini teşvik etmek için dayanışmayı artırma çalışmalarında bulunma temennisi değerli.

EŞİK Çalışmaları

EŞİK 1 Ekim’de yeni yasama yılının başlangıcıyla birlikte meclisi göreve çağırdı. Platform, İstanbul Sözleşmesini denetleyen GREVIO Türkiye Raporu’nun meclis gündemine alınması, kadına karşı şiddet ve İstanbul Sözleşmesi ile ilgili çalışmaların meclis gündemine alınması, 25 Kasım’da mecliste kadına karşı şiddet oturumu düzenlenmesi ve sözleşmenin 70. Maddesi uyarınca sözleşmenin uygulanması konusundaki parlamenter denetimin gerçekleştirilmesi taleplerini meclise iletti.
Bu taleplerin ardından EŞİK TBMM İzleme Grubu, meclisin ilk 15 günlük çalışmasının kadın hakları performansını açıkladı. Dile getirilen taleplerin dikkate alınmadığı görüldü. Ortaya çıkan tablo şuydu: Kadın hakları ve cinsiyet eşitliği konusu meclis genel kurulunda yalnızca bir vekil tarafından 1 dakika süresince dile getirildi. Kurulda kadın cinayetlerinden söz edilen toplam süre 57 saniye. 34 kanun teklifinden sadece 2’si, 119 soru önergesinden 3’ü, 33 araştırma teklifinden 1’i, 61 basın toplantısından 3’ü kadınlarla ilgiliydi.

Nafaka

2017 yılında nafaka mağduru olduklarını iddia edenlerin beyanlarıyla siyasi gündeme giren yoksulluk nafakası konusu Ekim ayında da tartışılıyordu. Nafaka düzenlemesi için Cumhurbaşkanlığı bünyesinde ve AKP parti grubunda yapılan toplantılarda nafaka süresinin sınırlandırılması yönünde öneriler yapıldığı gündeme geldi. Adalet Bakanlığı’nın alt sınır olarak 2 yıl, üst sınır olarak da 6 yılı önerdiği, ancak bu önerinin genel kabul görmediği haberleri mevcut. Kabul edilmeme gerekçesi olarak da bazı vakalarda nafakanın gerekmediği, ama bazı vakalarda ömür boyu gerekebileceği, kararın hakim takdirine bırakılması gerektiğinin sunulduğu öğrenildi.

CHP’li 17 kadın milletvekili nafaka hakkına sınır getirileceği iddialarıyla ilgili olarak Adalet Bakanına yönelik soru önergesi sundu. Bu önerge bu yazının yazıldığı tarihte yanıtlanmamıştı.

AKP grubundan alınan duyumlara paralel olarak, Aile Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk 16 Ekim’de yaptığı açıklamada yoksulluk nafakasının süreye bağlanmasını tekrar tartışmaya açma talebini dile getirdi. Açıklamada nafaka konusunda “mağdur” olan kişileri de anladıklarını vurgulayarak pek çok formül üzerinde durduklarını belirtti.
Bu tartışmalar esnasında, Kadın Dayanışma Vakfı “Yoksulluk Nafakası Araştırma Raporu” yayınladı. 11 ilde 1994-2019 arası açılmış 140 boşanma davasının incelendiği rapora göre hükmedilen nafakanın %66,4’ü 0-500 TL, %10’u 500-1000 TL arasında, %2,1’i 1000-2000 TL arasında, yüzde 2,2’si 2000 TL’den yüksek. Ortalama ise 370 TL.
Ortalamada 370 TL’ye tekabül eden bir meblağ için başlatılan nafaka tartışmalarında hükümetin “nafaka mağduru” olduğunu iddia edenleri memnun edecek bir yol arayışında olduğu görülüyor. Ancak, bu tartışmanın bu şekilde sürmesi kadınların kazanılmış bir hakkını zedeliyor. “Mağdur babalar” ortaya çıkışının aslında toplumu etkilen bir tarafı var. Verdiği nafakadan bugüne kadar şikayeti olmayan taraflar bile bu tartışmalarla nafakayı sorgulamaya başlayabiliyor. Oysa, genelde nafaka alan kadınlar ev içinde çalışan kadınlar ve geçimlerini sağlamalarına yetmese bile bu paraya ihtiyaçları var. İş sahibi kadınların çoğu nafaka almıyor. Nafakanın tartışılması, güvencesi olmayan kadınların boşanma konusunda çekinceye düşmesine sebep olabiliyor. Aynı zamanda, babanın çocuğun masrafları için ödediği iştirak nafakası da keyfi tartışma konusu olabilirmiş gibi kadına verilen yoksulluk nafakasıyla birlikte zarar görüyor.

Avukat Selin Nakıpoğlu son tartışmaları şöyle yorumluyor: “176. Maddede nafakanın kaldırılmasına ilişkin şartlar belli. Buna göre nafakasını ödeyemeyecek durumdaki kişi dava açıp durumunu ispatlaması halinde bu yükümlülükten kurtulabilir. Ayrıca nafaka yükümlülüğü evlilik ve ölüm durumlarında otomatik, nafaka alanın yoksulluktan kurtulması ve şartlarının iyileşmesi halinde dava ile ortadan kalkar.” Son yıllardaki tartışmalarda gördüğümüz üzere bu yorum, medeni kanunda net bir şekilde tanımlanmış bir hakkın nasıl altının boşaltılmaya çalışıldığını açıkça gösteriyor.

COVID-19 Pandemisi

Kadın Koalisyonu 30 belediyeyi pandemi döneminde uygulanan 12 eşitlikçi politika üzerinden inceledi, sonuçları haritalandırdı. 12 politika şunları kapsıyor: Katılım, bilgilendirme, gıda/eşya/hijyen desteği, ekonomik destek, barınma, ulaşım/erişim desteği, kültür/sanat/spor imkanı, kadına yönelik şiddetle mücadele, sağlık hizmetine erişim, bakım desteği, kentte yaşayan canlılara destek, kurum içi önlemler. 12 politikayı uygulama konusunda daha olumlu bir noktada duran belediyeler ise şunlar: İzmir, Ankara, İstanbul, Antalya, Eskişehir, Muğla, Mersin, Adana, Şanlıurfa, Giresun ve Trabzon. Harita belediyelerin daha çok eşitlikçi politika üretmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Haritaya buradan ulaşılabilir.

HDP Kadın Meclisi pandemi raporunu açıkladı. Raporda pandemi süresince erkek şiddetinin arttığı, kadınların daha da yoksullaştığı, göçmen kadınların yaşamsal ihtiyaçlara erişim sorununun iyice çözümsüz bir hal aldığı görülüyor. Kayyumların kadın ve aile merkezlerine erkek müdür ataması, salgını bahane ederek sığınma evlerine başvuruları durdurması gibi örnekler de raporda yer aldı. Ayrıca Kod 29’un kadın işçilerin iş gücünden çekilmesine hizmet edecek şekilde kullanıldığı belirtildi. SGK işten ayrılış kodlarından biri olan Kod 29 pandemide yasak olan işten çıkarmanın tek istisnası. Ahlak ve iyi niyet dışı davranış sergilemek olarak geçiyor ve sözleşmenin tek taraflı feshedilmesine sebep oluyor.

Lean In ve McKinsey & Company’nin ABD özelinde her yıl yayınladığı “İşyerinde Kadınlar” raporunun altıncısı, her dört kadından birinin, Covid-19’un etkisiyle daha az stresli ve daha az maaşlı bir işe geçmeyi ya da işten ayrılmayı düşündüğünü ortaya koydu. Gelen yeni veriler, kadınların özellikle iş yaşamında pandemiden nasıl orantısız bir şekilde etkilendiğini gözler önüne seriyor. İşgücündeki kadınların kaydettiği ilerlemenin gerilemesi riskiyle karşı karşıya olduğumuzu açıklayan rapor, işyerlerinin çalışma koşullarını ve çalışanlarından beklentilerini pandemi koşullarına göre yeniden değerlendirmesi gerekliliğini gösteriyor.

Pandeminin eğitimdeki eşitsizliği artırması Mart ayından beri gündemde. Bu dönemde, Türkçe bilmeyen Kürt çocukların daha önceki yıllarda yaşadıkları zorluklar da katlandı. Normalde ilkokula başlayınca dili öğrenen çocuklar, okuma-yazmayı yaşıtlarına göre daha geç öğrenirken uzaktan eğitim dönemiyle birlikte dili öğrenmeleri de gecikiyor. Öğrenilen dile yeterince maruz kalmaları, akranlarıyla beraber olmaları gereken bu çocuklar eğitimden uzaklaşıyor ve başarı göstermeleri de zorlaşıyor.

İlköğretimde belirli sınıflarda başlayan yüz yüze eğitimde, aradan aylar geçmesine rağmen Milli Eğitim Bakanlığının salgın koşullarında eğitim üzerine elle tutulur bir çalışma yapmadığı görüldü. Veliler, okulların hazırlıksızlığından, virüsten korunmayla ilgili belli yüklerin velilere bırakılmasından şikayetçi ve çocuklarının kapalı ortamda sağlığının korunmasına dair endişeli. Çocukların ruhsal sağlığı ve gelişimi açısından yüz yüze eğitime geçişi savunan Eğitim-Sen ise öğrenci ve öğretmenlerin sağlıklı koşullarda eğitime devam edebilmesi için gerekli önlemlerin alınmadığını belirtiyor. Özellikle devlet okullarında, okula gitmeyen çocukların derslere katılımı öğretmen-idareci inisiyatifine kalmış durumda. Bu çocuklar izinli sayılsalar bile müfredattan sorumlu tutulacaklar. Ders saatleri oldukça düşmesine rağmen müfredatta değişiklik yapılmaması ayrı bir tartışma. Kısıtlı ders saatleri içinde matematik azaltılıp din dersi araya sıkıştırılabiliyor. Oysa bu dönemde bilimsel bir yaklaşımla her yaş grubuna göre çocukların öğrenme ihtiyaçlarına yönelik bir çalışma yapılması ve eğitimin buna göre düzenlenmesi beklenirdi.
Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi Sonbahar 2020 sayısında Cynthia Enloe ile yapılan “COVID-19, Toplumsal Cinsiyet ve Militarizm” başlıklı söyleşi yayınlandı. Koronavirüse karşı savaş söylemlerinin salgının ilk döneminde yaygın olduğunu gördük. Sağlık çalışanlarının cephede savaştığına dair benzetmeler de yapılıyordu. Cynthia Enloe pandemi dönemindeki savaş söyleminin önceki savaş söylemlerinden farkını militer varsayımla açıklıyor. Militer varsayıma göre savaş söyleminin çıkış noktası, insanların karşısında insan olan ortak bir düşman olması. Oysa koronavirüs bir insan değil, bir doğa olayından meydana gelen bir tehdit. Dolayısıyla virüse karşı yapılan mücadele için savaş söylemi kurmak hatalı. Enloe, virüse karşı alınan önlemlerinin insanların özgürlüğünü kısıtladığı iddialarına da katılmıyor. Bu önlemlerin kamu sağlığı için alınmış önlemler olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor. Alınan önlemlerin militer olması için, devletin şiddet kullanımını artırması gerektiğini, şu anki önlemler için bunun söylenemeyeceğini belirtiyor.

Pandemi Döneminde Ekonomi

Salgın başında kapanan iş yerlerinin bir kısmı tekrar açılmadı. İşçiler kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izinden faydalandırılıyor fakat sigorta primleri yatmıyor. İşvereni koruyan, işçiyi göz ardı eden bir sistem var. Şu anda kadınlar erkeklerden %31 oranında daha az gelir elde ediyor. Ücretlerde cinsiyet eşitsizliği artıyor. Ücretli kadın ve erkekler arasındaki gelir eşitsizliği büyüyor. 2007’de %12 olan gelir farkı %20,7’ye yükseldi.

BM Kadın ve Kalkınma Programı’nın son raporuna göre 2019 ile 2021 arasında %2,7 azalması beklenen yoksulluk oranı pandeminin de etkisiyle %9,1 arttı. Raporda 2021 yılına kadar 47 milyonu kadın ve kız çocuğu olmak üzere 96 milyon insanın aşırı yoksulluğa sürükleneceği ifade ediliyor.

Hükümetin salgının istihdama etkilerini azaltma çalışmaları kapsamında gündeme gelen İstihdam Kalkanı Paketi yasalaşırsa 25 yaş altı ve 50 yaş üstü çalışanlar sözleşmeyle çalışacak. Sözleşme yenilenmediğinde kıdem tazminatı alınamayacak. Sigortasız işçi çalıştırmanın bir cezası olmayacak. Türkiye’de pek çok kadın kayıt dışı çalıştığı için emeklilik hakkına sahip değil. Bu paket, emekliklerinin yalnızca %19’u kadın olan bir ülkede kadınların, emeklilik hakkına erişimini daha da zorlaştıracak.

Şiddet

Ekim ayında en az 23 kadın ve dört çocuk erkekler tarafından öldürüldü. Yedi kadına tecavüz edildi, en az 80 kadına şiddet uygulandı. En az 25 çocuk istismar edildi, en az yedi kadın taciz edildi.

İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi, 1 Ocak 2019 ile 31 Aralık 2019 tarihleri arasında İstanbul Barosu Adli Yardım Bürosu’na yapılan başvuruları değerlendirerek kapsamlı bir rapor hazırladı. Rapor için, 6284 sayılı yasa kapsamında alınan koruyucu ve önleyici tedbir kararlarını içeren 1253 dosya incelendi. Buna göre kadınların yüzde 98’i merkeze ev içi şiddet nedeniyle başvurmuş. Aile mahkemeleri, 6284 kapsamında yapılan taleplerin yüzde 97’sini kabul ederken, yüzde 3’ünü reddetti. Koruyucu veya önleyici tedbirlerin yüzde 76’sı aynı gün ya da bir sonraki gün verildi. Koruyucu tedbir kararlarından sadece yüzde 25’inde uzaklaştırma ve müşterek konutun şiddet mağduruna tahsisine karar verildi. Tedbir kararlarının sadece yüzde 23’ü 6 ay süreli verildi, geri kalanı 1-2 ay gibi kısa süreli verildi. Kadına yönelik şiddet çoğunlukla ev içinde, yüzde 92 oranında eş tarafından, yüzde 4 eski eş tarafından, yüzde 2 oranında da aile bireyleri tarafından gerçekleşti. Mahkemelerce verilen tedbir kararlarının ihlali durumunda “zorlama hapsine” dönük hiçbir karar verilmedi.

Konya’da bir kadını darp eden kişiyi engellemek isterken öldürdüğü gerekçesiyle tutuklanan Kadir Şeker’in yargılandığı davada mahkeme heyeti 15 yıl hapis cezası verdi. Heyet cezayı “iyi hal” indirimiyle 12 buçuk yıla düşürdü. Şeker’e verilen cezanın adil olup olmadığı tartışma konusu oldu. Tartışmanın ana noktasını, faili olduğu şiddetten dolayı ceza almayan ya da çok az ceza alan kişiler mevcutken koruma amacıyla araya giren ve yanlışlıkla ölüme sebep olan birinin bu kadar ceza alması oluşturuyor. Davanın kritik noktası ise, kadına yönelik şiddete müdahale etme konusunda bir örnek oluşturma ihtimalinin olması.

Kadınların her gün öldürüldüğü ve adaletin işlemediği bir Türkiye’de Kadir Şeker’e verilen ceza çok önemli bir yer tutuyor. Bu cezanın “kadına yönelen şiddete müdahale etmeyin” mesajı verdiği yorumunu yapmak çok yanlış değil. Fakat, olayın meydana geliş şeklinin hukuki açıdan tekabül ettiği suç “kasten öldürme”. Bu anlamda, bu cezanın adil olup olmadığından ziyade hukuk sisteminin başka şiddet/cinayet vakalarında nasıl işlediğini sorgulamak da gerekebilir. Problem Kadir Şeker’in 12 yıl ceza alması değil, diğer vakalarda şiddet faillerine gereğinden çok az ceza verilmesi olabilir.

Kadına yönelik şiddet haberlerinde kullanılan dil, bu ay bir şiddet haberiyle daha gündeme geldi. Aydın’ın Didim ilçesinde 4 gün boyunca kendisinden haber alınamayan ve öldürüldüğü ortaya çıkan emekli hemşire Hatice Tusu, kadınların omuzlarında taşınarak toprağa verildi. Olayla ilgili basında yer alan haberlerde Tusu’nun sevgilisi tarafından öldürüldüğü sıkça vurgulandı. Fakat Tusu’nun failin taciz ve tehditlerine maruz kaldığı, faile karşı koruma kararı aldırdığı, ondan kurtulmaya çalıştığı bu haberlerde yer almadı. En yakınları tarafından öldürülen kadınlarla ilgili haberlerde kadının suçlu olduğunu ima eden, “kötü erkekleri seçen kadın” olduğunu sezdiren bir haber dili hakim oluyor. Hatice Tusu’nun öldürülmesi üzerine yapılan haberler de bu dilin hakim olduğu haberlerden.

Dünya

Polonya’da Anayasa Mahkemesi kararına göre kürtaja sadece gebeliğin kadının hayatını tehlikeye atması, tecavüz ya da ensest sonucu oluşması durumunda izin verilecek. Polonya’da “#StrajkKobiet” (kadın grevi) etiketiyle sosyal medyada örgütlenen kadın hareketinin bir sonraki hedefinde, greve gitmek yer alıyordu. Greve 28 Ekim tarihinde gidildi. Kadınlar okula ve işe gitmedi, ev işlerini yapmayı reddetti. Sokak gösterilerinde öne çıkan kadınlar arasında daha önce hiç oy kullanmamış lise öğrencileri çoğunluktaydı. Gençlerin katılımı yeni eylem biçimlerinin de ortaya çıkmasını sağladı. Özellikle kiliselerde düzenlenen ayinlerin basılmasında bu genç kesim önemli bir rol oynuyor.

Katolik Kilisesi lideri Papa Francis “eşcinsel insanların bir aile içinde olmaya hakkı var” diyerek eşcinsel haklarını savundu. Roma Film Festivali’nde Francis belgeseli gösteriminde konuşan Papa, hiç kimsenin eşcinsel olduğu için dışlanmaması gerektiğini, medeni birliktelik yasasıyla eşcinsellerin yasal olarak korunması gerektiğini söyledi.

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından 2020’de yürürlüğe sokulacağı vaat edilen AB Ücret Şeffaflığı Yönetmeliği bilinmeyen bir tarihe ertelendi. Bunun üzerine Avrupa Sendikalar Birliği (ETUC) yazdığı mektupla “Eşit işe eşit ücret” kampanyasını ilan etti ve bir basın bildirisi yayınladı. ETUC bu konuda herhangi bir önlem alınmadığı takdirde AB genelindeki cinsiyetler arası ücret farkının 2104’ten önce kapanmayacağına dikkat çekti.