Feminizmin Yaşam Tarzına İndirgenmesi …
Jessa Crispin’in Feminist Manifestosu Üzerine
Esra Aşan / 12 Ocak 2020
Son yıllarda feminizm üzerine yazılmış yakın tarihli epey kitap Türkçe’ye çevrildi. Bunların bir kısmı günümüz dünyasında feminizmi yeniden tanımlamaya çağrı yapan ve manifesto olarak adlandırılan kitaplar. Okuduklarım arasında Zeplin Kitap’tan çıkan Jessa Crispin’in Neden Feminist Değilim? Bir Feminist Manifesto kitabı epey ilgimi çekti. Bu ilgimin nedeni sadece son zamanlarda feminizm üzerine neler yayınlandığına dair merakım değildi. Kitabın feminizmin bir etiket haline gelerek siyasi içeriğinden arındırılmasını merkeze almasıydı.
Feminizmin bireye, yaşam tarzına indirgenmesi ve bunun yaygınlaşması bir süredir üzerine düşündüğüm bir konu. Ne kadar kadın varsa o kadar çok feminizm olabileceği fikrinin çoğu kadına çekici geldiğini, kadınların örgütlenmek yerine bireysel olarak feminist olma tercihinin yaygınlaştığını ve bu durumunun feminist örgütlenmeyi epey zorlaştırdığını gözlemliyorum. Merkezine toplumu değil bireyi koyan feminizm anlayışı günümüz neoliberal dünyası için oldukça kullanışlı bir feminizm sunuyor. Kadınların “biz” deyip örgütlenmek yerine “ben” diyerek atomize olması neoliberal kapitalist kültürünün tam da yapmak istediği şey. Diğer yandan dünyanın pek çok ülkesinde sağ muhafazakâr iktidarlar, ataerkil din yükseldikçe kadın haklarına karşı savaş açıyor, kadınların elde ettiği hakları geri almaya çalışıyor. İktidarlar ve din adına konuşan insanlar feminist düşünceye ve pratiğe karşı çıkarken toplumda feminizm yeniden keşfediliyor, sahipleniliyor. Türkiye’de de benzer bir durum olduğunu biliyoruz.
Jessa Crispin kitabında günümüz feminizmini Amerika bağlamında ele alıyor. Kitabı okurken kendinizi sık sık yazarla, metinle tartışırken bulabilirsiniz. Tepkisel ve yer yer genellemelere başvuran bir üslup kullanıyor. Eleştirdiği bağlamı tam olarak bilmemek pek çok soru işareti oluşturuyor. Yazarın anaakım feminizmle mücadele eden diğer feminizmlere kitabında çok sınırlı yer vermesi tartışmaları anlamayı zorlaştırıyor. Yine de kitap, bu eksiklikleriyle birlikte Türkiyeli okuyucu açısından da önemli noktalara, feminizmin düşürüldüğü tuzaklara dikkat çekiyor. Bu yazıyı hem kitabı tanıtan hem de kitabın açtığı tartışmaları değerlendiren bir metin olarak okuyabilirsiniz.
Yıllarca kâr gütmeyen feminist kuruluşlarda çalışmış ve feminizmi savunmuş biri olarak Jessa Crispin günümüz Amerikan feminizmini daha iyi bir dünya görüşünü şekillendiren, adalete, haklara dayalı bir dünya kurmak yerine etiketi yenileyip kadınlara ve erkeklere pazarlanan bir marka olarak tanımlıyor. Feminizm, mevcut sistemle uyumlu hale getirilerek bizzat feministler tarafından devrimci amacından uzaklaştırılıyor. Yazar feminizmin ne olmadığını şu şekilde özetliyor.
– Feminizm, kadınların din, devlet ve kapitalizmin kapısını çalıp içeri girmek için izin istemesi değil;
– Her şeyi boyunduruk altına almaya çalışan sisteme “Bana baskı yapmayı keser misin lütfen?” demek değil;
– Kendini güçlendirmeye odaklanan, kendine dönük narsist bir düşünme süreci değil;
– Sizinle aynı fikirde olmayan herkesi utandıran, susturan bir yöntem değil;
– Kültürü yıkmak yerine bu sisteme daha fazla CEO, rütbeli kadın asker kazandırmak değil;
– Siyasal gelişme kisvesi altına sığınmış kişisel çıkarlardan ibaret değil…
Bu çarpık algıların feministler tarafından feminizm olarak sunulması karşısında Jessa Crispin, feminist olmadığı ironisini Amerika’da anaakım feminizmin zarar verici sonuçlarına işaret etmek için kullanıyor. Jessa Crispin’in anaakım feministlere diğer bir eleştirisi; feminizmi zararsız, bireysel bir düşünce olarak satarlarken geçmişin radikal feministleriyle aralarına derin bir çizgi çekmeleri. İkinci dalga radikal feministlerinin işi epey abarttıklarını söyleyerek kendilerinin o ‘kötü’ feministlerden olmadıklarını sürekli vurgulamaları, hatta ikinci dalga feministleri sık sık yanlış tanıtmaları. Bir zamanların demode fikri feminizm, bugün yeniden parlatılarak herkese uygun hale getirilmek isteniyor, popüler kültür içinde dizilerle, kliplerle bir pazarlama stratejisine dönüştürülüyor. Yazarın evrensel feminizm olarak tanımladığı bu feminizm, kişinin pratiklerini sorgulamadan feminist sıfatını bir marka olarak taşıyabilmesine olanak sunuyor. Hâl böyle olunca feminizm, toplumsal bağlamından soyutlanarak herkesin kendi çıkarı için çalıştığı bir yere dönüştürülüyor.
Bu durumun bugün pek çok toplumsal hareketin içine düştüğü bir tuzak olduğunu söylemek mümkün. Sistem karşıtı hareketler sistemin birey, toplum ve çevre üzerinde kurduğu tahakküme, yarattığı tahribata karşı daha adil, eşit, özgür bir dünya için mücadele eder. Sistemin kendisini yeniden ürettiği her tür mekanizmayı ve kurumu devrimci değerler çerçevesinde dönüştürmeyi hedefler. Bu örgütlenmeler karşısında sistemin baskı ve ideolojik aygıtları daima iş başındadır. Sistem, kimi zaman onları baskı gücüyle yok eder, kimi zaman bölerek yönetir, içine sızarak çökertir, kimi zaman marjinalleştirir, toplumsal desteğini azaltır… Hareketlerin hem kendi iç örgütlenmeleri hem de diğer toplumsal hareketlerle kurduğu dayanışma ve işbirliği bu nedenle hayati önemdedir. Devrimci olmak etrafına ilgili, sorumlu olmayı gerektirir. Devrimci kalmaksa kendinle uğraşmayı; yaşama, düşünme biçimini değiştirmeyi; hatalardan öğrenmeyi, düşüp düşüp ayağa kalkmayı, derisi kalın olmayı gerektirir. Bu yol, hareketlerin ve ona dahil olan bireylerin önünü kesecek, geri döndürecek tuzaklarla doludur. Sistemin kurduğu bir tuzak da bu hareketlerin varlığını kabul ederek devrimci içeriğini boşaltıp, ilkelerinden uzaklaştırıp, bireyci bir yaşam tarzına indirgemesidir.
Yaşam tarzı feminizm de örgütlü feminizmin karşısında sistemin sunduğu bir alternatiftir. Odak noktasına toplum yerine bireyi alır. İnsanların örgütlü bir hareket yerine bireysel başarılara odaklanmasının önünü açar. İlgi ve enerjimizi topluma değil kendimize yöneltmemizi tavsiye eder. Feminist olmak için siyasi ve felsefi bir yaklaşıma sahip olmamız, cinsiyetçiliği ve onu üreten toplumsal kurumlar ve ilişkiler ağını sorgulamamız çok da gerekmez. Başkalarının iyiliğini düşünmemize de gerek yoktur. Önemli olan bireyin iyiliği, kendini nasıl mutlu hissettiğidir.
Feminist etiketi ve seçim feminizmi
Jessa Crispin kitabında kendini feminist etiketiyle tanımlama/tanımlamama meselesine geniş bir yer veriyor. Bazı kadınların erkekleri onlardan uzaklaştırdığı için, feminazi olarak görülmemek için kendilerini feminist olarak tanımlamadıklarını söylüyor. Anaakım feministlerse herkesin kendisine feminist demesi için feminizmin imajını değiştirmeye, feminizmi daha az tehditkâr ve kabul edilebilir kılmaya çalışıyorlar. Ve kadınlara şunu söylüyorlar: Hayatlarınızı, davranış biçimlerinizi değiştirmenize gerek yok. Hayatlarınızı nasıl yaşarsanız yaşayın, kendinize feminist deyin yeter! Bir kadın kendini feminist ilan ettiğinde feminist olur ve herhangi bir eylem sırf feminist bir kadın bunu yaptığı için feminist bir eyleme dönüşür.
Jessa Crispin bu durumu seçim feminizmi olarak tanımlıyor. Bir kadının yaşam tarzını, tüketim biçimini seçme hakkı vardır. Ve bunu yapan kadın kendine feminist diyorsa o seçim feminist bir seçimdir. Seçim feminizmine göre önemli olan sizin nasıl rahat edip mutlu hissettiğinizdir. Hâl böyle olunca artık yaptığınız seçimler sizi o kadar da rahatsız etmemeye başlar çünkü bunları feminizm kisvesi altında yapıyorsunuzdur. Ayrıca bir feministin seçim yapması her durumda ataerkiye karşı gelmektir. Bunu tartışmaya ve üzerine düşünmeye gerek yoktur. Jessa Crispin’in verdiği bu örnekler II. Dalga Feminizm’in kişisel olan politiktir sloganının günümüzde nasıl da çarpıtılmaya müsait olduğunu gösteriyor. Bu çarpıtma kadınların kendilerine feminist dedikleri müddetçe kendi kişisel zaferlerini politik zaferler olarak görmelerine de neden olabiliyor. Böylece pek çok eyleminize feminist gerekçeler bulabilirsiniz. Bu kariyeri yapıyorum çünkü benden sonraki kadınlar için cam tavanı kırıyorum. Buraya bir kadın olarak bir sürü zorluğu aşarak geldim; başkaları da benim gibi yapabilir, onlara örnek oluyorum. Bulunduğum yeri kadınlar için daha iyi bir yer haline getirmeme, kadınların sesinin daha çok duyulmasını sağlamama gerek yok. Benim burada bulunmam bile siyasi bir zaferdir. Örnekleri çoğaltmak mümkün…
Jessa Crispin, seçim feminizminin öne çıkarılmasının insanların nasıl yaşamayı seçtiğiyle ilgili tartışmaların da önüne set çektiğini belirtiyor. Seçme eyleminin kendisi feminist bir tavır olarak görüldüğü için buna yapılan bir eleştiri feminizme yapılmış bir eleştiri olarak yaftalanabilir. Bu durumda bir feministi eleştirmiş ve ona baskı yapmış olursunuz –ki bu da sizin cinsiyetçilikle yaftalanmanıza bile sebep olabilir. Burada önemli olan şöyle bir nokta da var. Feminist sıfatı birini eleştiriden koruyan bir kalkan görevi görürken kendine feminist demeyen birini eleştirmek de o kadar meşru hâle gelebiliyor. Kendisine feminist demeyen, doğru kelimeleri kullanmayan birini pratiğine, yapıp ettiklerine bakmadan sırf bu etiketi taşımıyor diye hedef tahtasına koyabilirsiniz.
Jessa Crispin’in bahsettiği bu tarz eğilimleri örgütlü feminist ortamlar, gruplar arasında da görmek mümkün. Benim feminizmim, senin feminizmin yarıştırması, birey merkezciliğin, grup merkezciliğin öne çıkması insanları birbiriyle tartışamaz, birlikte hareket edemez hâle getirebiliyor. Dayanışmayı değil rekabeti örgütleyebiliyor. Her birimiz ya tek başımıza kalana dek ayrışabiliriz ya birlikte durmak için ya da herhangi bir görüşün anti’si sıfatı bize yapıştırılmasın diye susup konuşmayabiliriz. Ne kadar kadın varsa o kadar çok feminizm olduğu fikri, her seçimin feminist bir seçim olduğu düşüncesi bizi tartışmadan uzak tutabilir. Başkasının feminist eylemini sorgulama haddini kendimizde görmeyebiliriz.
Tartışma kültürü
Jessa Crispin kitabında internette girişilen feminist tartışmalara da yer veriyor. Bunları cinsiyetçi olarak tanımlanan biriyle girilen tartışmalar ve feministlerin kendi aralarındaki tartışmalar olarak gruplamak mümkün. İnternet feminizmi çoğu zaman bireysel kadın düşmanlığı eylemlerini hedefine alır. Cinsiyetçi sözleri ya da eylemleri olan birine karşı örgütlenip o kişinin cezalandırılması istenir. Hedef alınan kişinin kim olduğuna bağlı olarak gördüğü muamele değişebilir. Jessa Crispin ele aldığı kimi örneklerde halkın gözünden düşmek istemeyen bir kurumun sorun yaratan kişiyi işten çıkarıp yerine çabucak başkasını aldığını söylüyor. Kimi örnekte de ifşa edilen kişiyi sahiplenen bir odak şekilleniyor. O zaman da feministlerin bir linç topluluğu olduğu söyleniyor. Öfke kültüründen beslenen bu gibi internet eylemleri kimi zaman politik doğruculuğun sapıtması olarak yorumlanıyor. Öfkeyi sosyal medya aracılığıyla boşlatmış olmak, intikam alma hissi kişide bireysel bir haz da yaratabiliyor. Jessa Crispin intikamcı yöntemlerin feminist politika üretenler arasında yaygınlaşmasına ve bunun yıkıcı sonuçlarına dikkat çekiyor.
Sosyal medyada ifşa meselesi Türkiye’de de farklı farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. Elbette her birini genelleme yapmadan kendi koşulları içinde tartışmak gerekir. Yine de şu soruların akılda tutulması önemli: Bireye odaklanıp onu alaşağı etmekten mutlu olduğumuzda söz konusu cinsiyetçi eylemi toplumsal sonuçlarıyla birlikte ne kadar tartışıyoruz? Cinsiyetçi kültürü geriletecek, toplumdaki cinsiyetçiliği dönüştürecek hangi feminist politikaları üretiyoruz? Sosyal medya eylemleri kişilerin cinsiyetçi jestleri üzerine düşünmelerini, neden ve sonuçlarını anlamalarını sağlıyor mu? Ya da yürütülen tartışmalar derinleştirilip feminist politikaya dönüşebiliyor mu? Jessa Crispin internet tartışmalarına dair enerjimizi nereye yönlendireceğimizi bilelim uyarısını yapıyor. Birinin yok olmasını, idamını isteyerek enerjimizi ve kaynaklarımızı etkin bir şekilde kullanmadığımıza, intikam, linç gibi yıkıcı dinamiklerde ne kadar uzun süre kalırsak yapıcı bir şey üretmek için o kadar az enerji sarf ettiğimize dikkat çekiyor. Sosyal medya öfkesini sisteme değil bireye yönelten, birey erkeği alaşağı ettiğinde sistem karşısında zafer kazandığını düşünen feministlerle dolu. Jessa Crispin, bu tarz eylemlerden duyduğumuz hazzı ve altında yatan dinamikleri siyaseten sorgulamayı da öneriyor.
Bu öfke kimi zaman cinsiyetçi erkeklere değil feminizmi beğenilmeyen ya da yeterli görülmeyen feministlere de yönelebiliyor. Medeni bir şekilde tartışma, yerini haddini bildirme ve hedef göstererek susturmaya bırakabiliyor. Kimi zaman da feministler, eksik ya da yanlış buldukları feminist politikaları düşman ataerkil iktidar karşısında eleştirmekten imtina edebiliyorlar. Bunu sanki düşman karşısında gücü zayıflatacak, kazanılacak zaferleri sekteye uğratacak bir pratik olarak görebiliyorlar. Oysa tartışmak birbirimize karşı sorumluluktur. Jessa Crispin tartışmanın, fikir ayrılıkları ve eleştirilerin ortaya konması, bir durumun düzeltilmesi için önemli detaylar olduğunu hatırlatıyor.
Kendini Güçlendirme Meselesi
Son olarak feminist ortamlarda da sıklıkla vurgulanan kendini güçlendirme meselesine yaşam tarzı feminizm bağlamında değinmek isterim. Feminizm cinsiyetçilik, ataerki karşısında kadınların kendi güçlerinin farkına varmasını sağlayan bir hareket. Kadınlar olarak ancak bir araya geldikçe, örgütlendikçe ataerkil kültürü dönüştürme gücüne sahip olabiliriz. Yaşam tarzı feminizm ise kadınların güçlenmesine vurgu yaparken örgütlenmeyi değil bireyi merkeze alıyor. Feminist hareketler, feminist örgütler kadınların güçlenmesine, özgüven kazanmasına imkân sağlarken buralara sirayet eden yaşam tarzı feminizm kadınların istedikleri güce kavuşunca bu örgütlenmeleri terk edebilmelerine zemin sunuyor. Feminizmin kazanımları sayesinde kadınlar daha fazla ekonomik güce, toplumsal alanda daha fazla söz hakkına, imtiyaza sahip oldu. Diğer yandan kazanımlar elde edildikçe feminist örgütlenme güç kaybetmeye de başladı. Pek çok kadın bu imtiyazlardan faydalanamadığı halde feminist hareket sayesinde güç elde eden kadınlar feminist politika üretmekten, diğerlerinin hakları için de mücadele etmekten çekilebiliyor.
Bugünün yaşam tarzı feminizmi piyasa koşullarıyla da iç içe geçiyor. Neoliberal dünya kadınların ve kız çocuklarının güçlendirilmesine vurgu yapıyor. Pek çok firma reklamlarında bu temayı kullanıyor; 25 Kasım, 8 Mart gibi kadın hareketinin simgesel günlerinde kampanyalar organize ediyor. Kadınların ve kız çocuklarının güçlendirilmesi fikri firmaların ürünlerini satmaları için reklam malzemesi haline geliyor. Pek çok sivil toplum kuruluşu kadınların bilgi ve becerilerinin gelişmesi, özgüven kazanmaları için projeler yürütüyor.
Jessa Crispin provokatif üslubuyla bu güçlenme meselesini narsizmle eş tutarak tartışıyor. Kadınları güçlendiren çalışmaların önemi tabii ki küçümsemez. Ancak feminizm açısından önemli olan buralarda sorunun sistem yerine bireye indirgeniyor olması. Bu şekilde toplumsal cinsiyet eşitliği meselesinin önündeki gerçek engeller görünmez hâle geliyor. Bireylerin tercihlerine vurgu yapan neoliberal proje kadınların kendine dönük bir ilgi ve hayat biçimi geliştirmesine neden oluyor. Mutluluk, refah ve güçlenmeyi bireysel bir çerçeveden öne çıkaran feminizm, kişinin rahat etmesini sağlayacak bir kişisel gelişim meselesine indirgenmiş oluyor. Kişiyi içinde yaşadığı toplumsal bağlamdan, toplumsal ilişki ağlarını gözeterek hareket etmekten koparıyor. Bizi mutlu eden, etmeyen deneyimlere ve tercihlere odaklı bir yaşam sürerken bu tercihlerin hangi bağlamlarda şekillendiğini sorgulamaktan da uzaklaşabiliyoruz.
Yaşam tarzı feminizmin, feminizmin politik içeriğini boşaltmasının ve onu sisteme entegre etmesinin feministlerin tartışması gereken önemli bir konu olduğunu düşünüyorum. Siyasi duruşu ne olursa olsun feminizmin her kadının yaşam tarzına monte edilebileceği, kadınların yaşamlarını ve ataerkil kültürü sorgulama¬dan, değiştirmeden feminist olabileceği fikri feminizmin asimile edilmesine neden oluyor. Feminizmin ilkelerini muğlaklaştırarak feminist dayanışmaya ve örgütlenmeye güç kaybettiriyor. Feminizmin bu çarpıtılmış hallerine karşı kadınların sadece kendi hayatlarına değil birbirlerinin hayatlarına, haklarına ve feminist örgütlenmeye sahip çıkması dileğiyle..