Esra Aşan / Ocak 2019
Psikoterapist, akademisyen Murat Paker’in cinsel saldırı suçlamasıyla yargılandığı ve dört yıl iki ay hapis cezası aldığı davanın karar duruşmasının öncesi ve sonrasında kamuoyunda bu vakayla ilgili çeşitli tartışmalar yaşandı ve yaşanıyor. Bu tartışmaların büyük bir kısmı sosyal medya alanında kısa tweetler ve kısa mesajlar üzerinden yürütülüyor. Murat Paker’in suçsuzluğunu savunanlar 17 Ocak tarihli karar duruşması öncesi davaya katılım çağrısı yapan aktivistleri ve bu konuyu basına taşıyan gazeteci Melis Alphan’ı davanın seyrini etkilemekle suçluyor, hatta Murat Paker’e komplo düzenlendiğini iddia ediyorlar. Şüphesiz ki çoğu cinsel saldırı olayında verilen bu gibi tepkileri değerlendirmek oldukça önemli ancak bu yazıda Murat Paker’in suçluluğunu ya da suçsuzluğunu tartışmak niyetinde değilim. Bunun için dava sürecine ve olgulara hakim olunarak sağlıklı bir yorum geliştirilebilir. Ancak bu süreçte Melis Alphan’ın yazısını[1] eleştirmenin oldukça ‘tuhaf’ olduğunu söylemeliyim. Çünkü Melis Alphan yazısında Murat Paker’in ismini vermiyor ve bu tercihiyle kişiye değil vakaya odaklanmayı öne çıkarıyor. Cinsel saldırıyla suçlanan kişinin mesleki ve akademik tanınırlığı dikkate alındığında isim vermeyerek, hem çeşitli dedikoduların önüne kısmen geçmeye çalışıyor hem de ilgiyi vaka üzerinde tutuyor. Araştırmacı gazetecilik faaliyetinin mumla aranır olduğu Türkiye medyasında Melis Alphan’ın yazısının Murat Paker davasıyla ilgili olgulara odaklanan tek yazı olduğu da söylenebilir. Yazının diğer önemli yanı cinsel suçlarla ilgili davalarda hukuki ilkelere, mesleki etik ve sorumluluğa dikkat çekmesi. Bu davanın Murat Paker’in terapist ve akademisyen mesleklerine sahip olması nedeniyle konunun meslek alanlarında nasıl ele alındığı ya da ele alınabileceğine dair önemli tartışmalar açtığını düşünüyorum. Bu yazıyla, meslek alanlarında dava etrafında dönen tartışmalarda önemli bulduğum noktaları ele almaya çalışacağım.
Mesleki etik ve meslek örgütlerinin sorumlulukları
Bu vakanın önemli bir yanı söz konusu şikâyetin bir sağlık hizmeti bağlamında psikoterapist – danışan ilişkisi içinde geçmesi. Yani yaşadığı travmaları atlatmak için bir kadın, terapistten destek istiyor. Ailesine ve yakın çevresine anlatamadığı konuları bir uzmanla paylaşıyor, hatta belki de kendisine itiraf edemediği meselelerle terapi sürecinde yüzleşiyor. Travmaları iyileştirme/sağaltmayla sonuçlanması amaçlanan terapi süreci başka travmalara neden oluyor. Haliyle bu durum meslek örgütlerinin de ilgi alanına giriyor.
Melis Alphan, yazısında davacının eşzamanlı olarak Türk Tabipler Birliği’ne (TTB) de şikâyette bulunduğunu ve TTB’nin bu şikâyeti işleme alarak bilirkişi atadığı bilgisini veriyor. TTB’nin raporuna, tamamına olmasa da kısa bir bilgi özetine TTB sitesinden ulaşmak mümkün olmadığı için Melis Alphan’ın yazısındaki bilgileri referans alacağım.
Bu bilgilere göre TTB bilirkişi raporu Murat Paker’in terapist olarak dava sürecindeki tavrına ve şikayete konu olan terapi sürecindeki tavrına yönelik iki değerlendirmede bulunuyor. Rapor, dava sürecinde terapistin kendisinden talep edilmemesine rağmen danışanının terapi sürecinde kendisine anlattığı tüm bilgi ve kayıtları açıklamasının dosyada ilk dikkat çeken unsur olduğunu belirtiyor. TTB, danışanın terapiste açıkladığı özel bilgilerin gizli kalması kuralının böylesine sınırsız olarak ancak danışanın iyiliği söz konusuysa çiğnenebileceği ve burada terapistin ‘iyiliği’ danışanın ‘iyiliği’nin önüne geçtiği tespitini yapıyor.
TTB raporunda Murat Paker’in şikayete konu olan terapi sürecindeki tavrına yönelik ise şu değerlendirmeler yer alıyor: Bir terapistin, kendisine tacizde bulunan danışanını engellediği için onu kırdığını ya da tamir edilmesi gereken bir zarar verdiğini düşünmesi ve bunun için özür dilemesi sosyal hayatın gerçekliğine de, psikoterapötik çerçeveye de uygun değildir. Melis Alphan yazısında TTB’nin yaptığı değerlendirme sonucunda terapistin hastasını taciz ettiği konusunda yeterli ve kesin kanıt bulmadığı, ancak seans sırasında yaşananları yönetemediği, terapi tekniği açısından sınır ihlali izlenimi yarattığı, bunun kusur oluşturduğu kanaatine vararak uyarı cezası verdiği bilgisini paylaşıyor. İki doktorun ise bu karara muhalefet şerhi koyarak, ‘terapi sırasında basit taciz düzeyde cinsel içerikli bir sekansın yaşandığı, terapistin meslekten geçici süre men ile cezalandırılması gerektiği’ yönünde görüş belirttiğini söylüyor. TTB bilirkişi raporunu yazan ekip içinde görüş oluşturulurken tam bir uzlaşı olmadığı, ağırlıklı eğilimin karara dönüştüğü görülebilir
TBB’nin ne kadar incelikli bir araştırma yaptığını ve cinsel saldırıyla suçlanan meslektaşıyla, kınama cezası vermenin dışında nasıl bir ilişki kurduğunu bilmiyorum. Bu kınamadan sonra Murat Paker’in mesleğine devam edip etmediğini; devam ettiyse hangi koşullarda devam ettiğini de bilmiyorum. Akla ister istemez bu gibi durumlarda meslek örgütlerinin sorumluluklarının neler olduğu, kınamanın dışında neler yapabilecekleri soruları geliyor. Mesela bu şikayet terapistle ilgili ilk hukuki şikayetse TTB, terapistin başka danışanlarıyla da buna benzer ilişkiler kurup kurmadığını araştırmış mı? Bu tekrar eden bir durumsa başka danışanları da koruyacak mesleki tedbirler almış ya da önermiş mi? Bu durum ilk kez yaşanıyorsa bunun nedenleri araştırılmış mı? Varsayımlarda bulunacak olursak: Bir terapist, danışanına duygusal/romantik ilgi duymuş hatta aşık olmuş olabilir. Hem mesleki hem de duygusal süreci yönetememiş olabilir. Ya da mesleki alanını sorumsuzca anlık hazlarını tatmin edeceği bir alana dönüştürmüş olabilir. Sorular tersten de sorulabilir. Terapilerde sık rastlanan bir durum danışanın terapistle aktarım ilişkisi kurmasıdır. Danışan özel duygularını terapistle paylaşırken ona duygusal/romantik bir ilgi de geliştirebilir. Bu gibi durumlarda da süreci yönetecek olan terapistin kendisidir. Böyle bir durumu yönetemiyorsa da terapistin tedavi sürecini sonlandırması, buna devam etmemesi beklenir.
TTB yaptığı araştırma sonucunda terapistin sağlığını da düşünerek onu bir terapi sürecine almış ya da bunu önermiş mi? Yoksa hem mesleki alanda hem de hukuki alanda karmaşalar yaşayan bir meslektaşını yalnız mı bırakmış? Tüm bunlar olurken terapist mesleğine devam ettiyse nasıl bir ruh haliyle devam etmiş? TTB bu karmaşaları yaşayan bir terapistin mesleğine devam etmesine izin verdiyse nasıl izin vermiş? Bu gibi soruları ya da başka soruları meslek içinden insanlar çok daha iyi formüle edebilir ve nasıl çözümler geliştirilebileceği dünyadaki örneklere de bakarak tartışmaya açılabilirler.
Murat Paker davasında mahkeme kararının ardından bazı meslek örgütleri davaya ilişkin açıklamalar yaptı.[2] Her türlü taciz, şiddet ve etik ihlalin karşısında yer aldıklarını söyleyerek bu davanın ve sürecin takipçisi olacaklarını belirttiler. Cinsel saldırıya uğrayanların beyanlarına inanılmayan bir ortamda bunlar şüphesiz ki önemli açıklamalar. Bu meslek örgütleri kendilerine bir şikayette bulunulmadığı için bu vakayla ilgili bir araştırma yapmış değiller. Dava sürecini takip ederek yargının nihai kararına göre tutum alacaklar. Mesela, Türk Psikologlar Derneği Murat Paker’in cezası kesinleştiği takdirde üyelikten çıkarma işlemini uygulayabileceğini belirtiyor. Bu vaka bize terapist-danışan arasında geçen terapi süreçlerinin cinsel şiddete açık ortamlar olduğunu gösteriyor. Haliyle terapi süreçlerinin sağlıklı, mağduriyet yaratmayacak bir şekilde geçebilmesi için meslek örgütlerinin sorumluluklarını da hatırlatıyor. Meslek örgütleri süreci başından beri ciddiyetle takip etselerdi Murat Paker büyük ihtimalle danışanının dosyasını mahkeme istemeden rahatlıkla paylaşamazdı. Meslek alanı içinde danışan haklarını koruyan uygulamalar işleseydi benzer durumların önüne geçilebilirdi. Bu davanın ötesine de geçip başkalarının böyle sorunlar yaşamaması için mesleki alanda koruyucu, önleyici ne gibi tedbirler alınabileceğinin meslek örgütlerinin öncelikli gündemi olması gerektiği düşünüyorum.
Akademinin Sorumluluğu
Murat Paker’in diğer mesleki kimliği akademisyenlik. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin akademik kadrosunda yer alıyor. Bu konunun İstanbul Bilgi Üniversitesi içinde nasıl ele alındığı tam bir karmaşa. Çünkü burada neler olup bittiği sosyal medya paylaşımları üzerinden yürütülüyor. Konuyu Melis Alphan gibi gündeme getiren gazeteciler olmadığı için sosyal medya içinde kaybolup gidebilirsiniz.
Dava sonrasında Bilgi Üniversitesi Klinik Psikoloji Bölümü Öğretim Üyeleri imzalı bir metin twitter‘da dolaşıma sokuldu, sonra kaldırıldı. Metnin altında akademik kadrodan tam zamanlı 9, kısmi zamanlı 11 akademisyenin imzası vardı. Bu metin daha sonra herhangi bir gazete ya da haber kanalında yayınlanmadı; üniversitenin sitesinde de yer almıyor. Haliyle metin gerçek mi değil mi bilemiyoruz. Şimdilik doğru olduğunu varsayarak konuşabiliriz.
Metnin imzacıları uzun süredir takip ettikleri sürecin sonunda verilen mahkeme kararından üzüntü duyduklarını belirttikten sonra Yıllardır çok sayıda öğrenci yetiştirmiş; çok sayıda danışanla psikoterapi çalışması yürütmüş; Türkiye’de klinik psikoloji alanının kurumsallaşması, genişlemesi ve eğitiminin en ileri düzeyde sağlanması konusunda sonsuz emek vermiş hocamıza inanıyoruz ve yanındayız, diyerek açıklamalarını bitiriyorlar. Bu açıklama doğruysa tam bir skandal! Çünkü şikayet konusu vakaya odaklanmaya gerek görmeyerek kişinin yapmış olduğu olumlu çalışmaların cinsel saldırı gibi şikayetleri devre dışı bırakabileceğini iddia ediyor. Bir insan eğer çok sayıda öğrenci yetiştirmiş; çok sayıda danışanla psikoterapi çalışması yürütmüş; Türkiye’de klinik psikoloji alanının kurumsallaşması, genişlemesi ve eğitiminin en ileri düzeyde sağlanması konusunda sonsuz emek vermişse cinsel saldırı suçu işleyemez. İşin trajik tarafı, bu akıldışı ve bilimsellikten uzak yaklaşım bir üniversitenin eğitimcilerinin kaleminden çıkıyor.
Suç dediğimiz şey insanlar için ve belli durumlarda herkes suç işleyebilir. Kişinin uzmanlığı ve mesleki birikimi onu suç işlemez kişi haline getirmez. Suçun işlenip işlenmediğine ancak vaka özelinde, olgular değerlendirilerek kanaat getirilebilir. Bu metne imza atan akademik kadro ancak vakayla ilgili tanıklıkları varsa ya da incelikli bir araştırma yapmışlarsa bir kanaat oluşturabilirler. Ancak yazdıkları metinde böyle bir durum olmadığı görülüyor. Murat Paker’i suç işlemez kişi ilan ederlerken cinsel saldırı şikayetinde bulunan kişiye de iftira atan ya da komplocu rolü düşüyor. Metni yazanlar kadınlara yönelik cinsel suçlarda gündeme getirilen kadın beyanı esastır ilkesini hatırlamak bir yana kadın beyanı yalandır noktasına geliyorlar. Cinsel şiddet vakalarında mağdur suçlayıcılık çok sık görülen bir durum; bu açıklama da akademi içinden mağdur suçlayıcılık örneklerine yeni bir boyut getiriyor. Aydınlanmacı misyonu olan akademileri karanlığa çekiyor.
Bu vaka bize akademinin sorumluluklarını da hatırlatıyor. Bu konunun İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin kurumsal mekanizmalarında nasıl ele alındığını bilmiyoruz. Üniversitenin dava özelinde yapmış olduğu bir açıklama henüz yok.[3] Bir akademisyeni hakkında böyle bir dava süreci yürürken bu konu üniversitenin etik kurulu ya da cinsel suçları önleme misyonu üstlenen birimleri içinde gündem olmuş mu? Bilindiği gibi üniversite bünyesinde 2015 yılında Cinsel Tacizi ve Saldırıyı Önleme Birimi[4] kurulmuştu. Bu birim, cinsel tacizin ve saldırının yaşanmadığı, karşılıklı saygıya dayanan özgür bir akademik araştırma, eğitim ve çalışma ortamının yaratılmasına katkıda bulunmayı amaçlıyor. Söz konusu şikâyete neden olan olay üniversite içinde gerçekleşmiyor. Ancak bir üniversitenin öğretim üyesi hakkında böyle bir şikâyet varken üniversitenin ilgili kurumları bu konuyu takip edip ilgi örgütleyebilir ya da akademi içinden çıkan yukarıda alıntıladığım açıklama doğru ise bunu tartışmaya açabilirler. Bir akademisyeni cinsel saldırı ile yargılanırken bir üniversitenin bu durumu dikkate almama gibi bir tavrı olamaz. Cinsel taciz ve saldırı ile mücadeleyi gündemine almış bir kurumun bu süreci nasıl takip edebileceği, bu süreçten nasıl sonuçlar çıkarabileceği ve koruyucu önleyici çalışmaları artırmak ve yaygınlaştırmak için neler yapabileceği gibi sorulara verecek yanıtları olmalı. Aksi halde cinsel şiddeti önlemekle sorumlu birimler kağıt üzerinde kalan ancak kampüs hayatına nüfuz edemeyen odaklara dönüşürler. Üniversitelerde etik kurulların ve cinsel şiddeti takip eden çalışmaların pratik olarak ne kadar önemli olduğunu bu vakayla bir kez daha görüyoruz.
Ayrıca tüm bu tartışmalarla beraber Türkiye’de cinsel suçlarla ilgili hukuki düzenlemelerin ne kadar yakın tarihli olduğunu da unutmamak gerekir. Bilindiği gibi cinsel saldırı suçları 14 yıl önce, 2005 yılında Türk Ceza Kanunu’nda yeniden düzenlendi. Öncesinde bu suçlar “Genel Ahlak ve Aile Düzeni Aleyhine Cürümler” başlığı altında yer alırken 2005 yılındaki düzenlemelerle “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” kapsamına alındı. Bu düzenlemeler öncesinde cinsel taciz, cinsel saldırı suç kapsamında değilken tecavüzün tanımı da oldukça yetersizdi. Haliyle cinsel saldırı suçlarının büyük bir kısmı cezasız kalıyordu. Pratikte çok yaygın olan bu suçlar kadın kurumlarının, feminist kurumların çalışmaları sayesinde hukuki alanın gündemine ancak 14 yıl önce girebildi. Ancak kanunlar net olsa da pek çok davada uygulamada sorunlar yaşandığı biliniyor. Başka bir yazının konusu olmakla birlikte Murat Paker davasının kararında uygulamadaki sorunlara işaret eden şöyle bir durum da göze çarpıyor. Mahkeme Murat Paker’e önce 5 yıl hapis cezası veriyor. Ancak sanığın duruşmadaki tutum ve davranışları, mahkemeye karşı saygılı tutumunu dikkate alarak TCK 62/1 uyarınca altıda bir oranında indirim yaparak Paker’in dört yıl iki ay hapisle cezalandırılmasına karar veriyor.[5] Bu indirimin şikayete konu olan vakayla ilgisi olmadığı görülebilir. Vaka içinde indirim gerektiren bir neden de olabilir ancak bu örnekte mahkeme böyle bir saptama yapmamış. Mahkemedeki saygılı tutumu nedeniyle neden indirim uygulandığına hukukçular daha net açıklamalar yapabilir.
Kadın kurumları, feminist kurumlar ısrarla cinsel suçları takip etmeye, davalara müdahil olmaya ve yasaların ne kadar uygulanıp uygulanmadığını izlemeye çalışıyorlar. Cinsel suçlar gibi yaygın ve tüm toplumu ilgilendiren konular sadece kadın kurumlarının, feminist kurumların sahip çıkacakları meseleler değil. Toplumsal sorumluluk alan tüm odakların gündeminde olması gereken konular. Umarım Murat Paker vakası özelinde bu konular meslek örgütlerinin ve akademinin gündemine daha incelikli bir şekilde girer ve feminist düşünce ve pratiğin gelişmesine meslek örgütleri ve akademiler de katkı sunarlar.
[1] Melis Alphan; “Derdim yaşadıklarımı başkalarının yaşamaması”; Artı Gerçek; https://www.artigercek.com/yazarlar/melis-alphan/derdim-yasadiklarimi-baskalarinin-yasamamasi
[2] Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği’nin twitter hesabından yaptığı açıklama için bkz.: https://twitter.com/todapder
Türk Psikologlar Derneği’nin Cinsel Saldırı Konulu Dava Hakkında Açıklama metni için bkz.: https://www.psikolog.org.tr/?Detail=2129
[3] Bu konuda İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrencileri açıklama yaptı. Habere bu link üzerinden erişilebilir: https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2019/01/23/murat-paker-davasina-bilgi-universitesi-ogrencilerinden-aciklama/ Ancak üniversitenin kurumsal mekanizmaları bu konuda henüz bir açıklama yapmamıştır.
[4] Bilgi Üniversitesi Cinsel Tacizi ve Saldırıyı Önleme Birimi’nin web sitesi ve çalışmalarına bu adres üzerinden ulaşılabilir: https://ctsob.bilgi.edu.tr/
[5] Psikolog Murat Paker’e Cinsel Saldırı Suçlamasıyla 4 Yıl 2 Ay Ceza; BİA Haber Merkezi; https://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/204569-psikolog-murat-paker-e-cinsel-saldiri-suclamasiyla-4-yil-2-ay-ceza