Büşra Üner, Öykü Eke
Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü ve Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Haftası etkinlikleri kapsamında “Kadınların Gözünden Yeni Türkiye” panelini düzenledi.
Boğaziçi Üniversitesi İbrahim Bodur Oditoryumu’nda gerçekleşen panele avukat Canan Arın, gazeteci Sevda Karaca ve Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’ndan (BGST) Ülker Uncu konuşmacı olarak katıldı. Panelin moderasyonunu Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü’nden Feyza Arlı yaptı.
Panelde Yeni Türkiye’nin inşa süreci ve bu sürecin kadınlar ve kadın hakları açısından ne ifade ettiği hukuk, medya, kültür ve sanat alanlarındaki dönüşümler üzerinden tartışıldı.
Feyza Arlı: Yeni Türkiye’yi üniversitenin yeni koşulları çerçevesinde tartışacağız
Siyasetçiler, yayın hayatına devam edebilen basın yayın kuruluşları bir süredir yeni bir Türkiye’den bahsediyor ve bu Yeni Türkiye’yi demokrasi ve özgürlükler ülkesi olarak tanımlıyor. Feyza Arlı, Yeni Türkiye’nin vaatlerinin ülkenin gerçekleriyle çeliştiğini; Türkiye’de son yıllarda yaşanan gelişmelerin ve Olağanüstü Hal koşullarının temel hak ve özgürleri gittikçe kısıtladığını söyleyerek sözlerine başladı. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Türkiye, Kanun Hükmümde Kararnamelerle yönetilen bir Olağanüstü Hal rejimine geçti. Bu süre boyunca binlerce kişi darbeci olduğu gerekçesiyle tutuklandı, on binlerce kişi işinden atıldı ya da açığa alındı. Sağlık kurumları, özel okullar, yurtlar, vakıflar, dernekler, üniversiteler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları, basın yayın kuruluşları kapatıldı. Kapatılanlar kurumlar arasında Van Kadın Derneği, Selis Kadın Derneği, Gökkuşağı Kadın Derneği, Gündem Çocuk Derneği gibi kadın ve çocuk haklarını savunan dernekler ve JINHA Haber Ajansı, İMC TV, Hayat TV gibi kadın ve LGBTİ+ haklarından yana haber yapan yayınlar olduğunu belirten Feyza Arlı bu paneli de Boğaziçi Üniversitesi’nin yeni koşulları içinde düzenlediklerini aktardı. Bilindiği gibi yazın yapılan rektörlük seçimlerini oyların yüzde 86’sını alarak kazanan Gülay Barbarosoğlu uzun bir süre rektör olarak atanmadı. Geçtiğimiz günlerde çıkarılan bir Kanun Hükmünde Kararname ile seçimlere dahi katılmayan bir öğretim üyesinin rektör olarak atanmasını Feyza Arlı üniversite iradesinin ve özerkliğinin yok sayılması ve darbe mantığının üniversitelerde uygulanması olarak değerlendirdi.
Feyza Arlı’nın konuşmasında değindiği diğer bir konu din ve vicdan özgürlüğünü de koruyan laiklik ilkesinin fiilen yok sayılmasıydı. Özellikle son yıllarda kadın ve LGBTİ hakları dini referanslarla yeniden belirlenirken özgürlük alanlarında kısıtlamalara gidiliyor: Kadının yerinin aile, asli rolünün annelik olduğunu, Müslüman ailenin doğum kontrolü yapmayacağını, çocukların dinen evlendirilmesinde bir sakınca olmadığını son yıllarda sıklıkla duyuyoruz. Dine özgürlük adına LGBTİ+ Onur Yürüyüşü iki senedir engelleniyor, LGBTİ+ hakları yok sayılıyor. Darbecilerin kadınlarının erkeklere helal olduğu, kadınların kıyafet biçiminin erkeklerin dini inançlarını istismar ettiği söyleniyor. Bu örnekler üzerinden dinin bir inanç biçimi olmaktan çıkıp toplum üzerinde bir tahakküme dönüştüğünü söyleyen Feyza Arlı, konuşmasında dini tahakküme karşı özgürlükçü bir laiklik anlayışını savunmanın bugün çok daha önemli olduğunu vurguladı.
Feyza Arlı saldırgan erkeklik kültürünün üniversite çevresinde de arttığını belirtti ve Hisarüstü Mahallesi’nde artan cinsel tacizlere karşı ses çıkarmak için BÜKAK tarafından Mor İğne Kampanyası’nın yeniden başlatıldığını ve gece saatlerinde öğrencilerin ulaşımını kolaylaştırmak amacıyla üniversite yönetiminden mekik talebinde bulunduklarını aktardı.
Canan Arın: Yeni Türkiye kadınların haklarını ellerinden alıyor
Avukat Canan Arın konuşmasına 25 Kasım’ın Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nün sembolü olan Latin Amerika’nın şiddete uğramış kadınlarını anarak başladı. 80’ler kadın hareketindeki eylemliliklerin önem kazandığı ve 90’lar ve 2000’lerse kadın hareketindeki bu eylemliliklerin kazanımlara dönüştüğü yıllardı. Canan Arın da cumhuriyetin kurulduğu dönemlerdeki eşitlik vurgusuyla kadın ve erkeğin kanunlarda eşitmiş gibi gösterildiğini ve bu algının ancak 80’lerdeki kadın hareketi sayesinde kırıldığını anlattı. 80’lerde bilinç yükseltme grupları sayesinde kendilerine dönüp konuşmaya başlayan kadınlar kanunların aslında eşitlik ilkesini ihlal ettiğini fark ettiler.
80’li yıllardaki bilinç yükseltme gruplarının yanı sıra Canan Arın Eski Medeni Kanun’daki “Aile reisi kocadır.”, “Kadının yerleşim yeri kocanın yerleşim yeridir.” gibi eşitliğe aykırı olan maddelerden bahsetti. 2004 yılında T.C.K Kadın Platformu kuruldu ve bu platform T.C.K. kanun maddelerini düzenlemek üzere mücadele verdi. Bu dönemde yapılan düzenlemelerle “cinsel dokunulmazlığa dair suçlar tanımının” ilk kez anayasada kullanıldığını, “tecavüzün” tanımının anayasaya konulduğunu anlattı. Ancak, Yeni Türkiye’nin Boşanma Komisyonu Raporu’nun resmi nikah olmaksızın dini nikah kıyılabilmesi ve 12-15 yaş arası çocukların tecavüzcüleriyle evlendirilmesi gibi anayasal düzenlemelerle kazanılmış birçok hakkı geri aldığını söyledi. Çocukların tecavüzcüleriyle evlenmelerini düzenleyen yasa tasarısı, çocukların rızası adı altında erken yaşta evlilikleri arttıracak ve evlilikle tecavüzcünün cezası ertelenecek. Bir yandan da Canan Arın 12-15 yaş arası çocukların imam nikahıyla evlendirilmesinin çocuk hakları sözleşmesine aykırı olduğundan bahsetti ve cinsel istismar ya da cinsel şiddet suçlarında ağır cezanın olmasının önemli olmadığını; önemli olanın cezaların suçluya sonuna kadar uygulanması olduğunu söyledi. Yeni Türkiye’deki anayasal düzenlemelerle hukuk sisteminin Anayasa Mahkemesi ile ortak çalışarak ortadan kalktığını vurguladı.
Sevda Karaca: Ancak yayılırsak kazanabiliriz
Sevda Karaca geçtiğimiz günlerde kapatılan Hayat TV’deki Ekmek ve Gül programının koordinatörlüğünü yapıyordu. O da konuşmasına başlarken yüz kırk altı basın-yayın kuruluşunun kapatıldığını söyledi. İktidarın norm oluşturmasının en sıradan ayağının medya olduğunu belirtti ve aileye sıkıştırılan, vatana çocuğunu hibe eden kadınların ve devletin ailedeki temsilcisi erkeğin medyada da temsillerini görebildiğimizi söyledi.
Sevda Karaca’ya göre aslında medya alanında OHAL öncesinde de “olağan haller” yaşanıyordu. İktidar “Kürtaj cinayettir!” dedikten sonra bu konu medyada dini referanslarla tartışılmış ve kadın bedeni hakkında medyatik konuşmalar dönmeye başlamıştı. Aile dizilerinde kadınların hayallerinin vurgu noktasının evlilik olduğunu söyleyen Sevda Karaca, medyada büyük yankı bulan dizilerdeki dekolte tartışmalarını hatırlattı. Sevda Karaca, tüm kanallarda iktidar dilini günlük dile çeviren bilirkişiler olduğunu ve normların kadınlara bilirkişiler aracılığıyla aktarıldığını, bu normların dışına çıkan kadınların da öcüleştirildiğini aktardı.
Sevda Karaca bir yandan da medyadaki haberlerin temsiliyetine dikkat çekerek cinayet haberlerinin “cinnet” haberleri adı altında erkek şiddetini meşrulaştırdığını söyledi. Medya alanında çalışan kadınların mücadelesiyle RTÜK’ün Cinsiyet Eşitliğini Sağlama alt komisyonu kurulmasına rağmen dizilere verilen cezalar “aile değerlerine ve aile yapısına uygun olmama” şeklinde gerekçelendiriliyordu.
Kürt illerinde ilan edilen OHAL’lere de değinen Sevda Karaca, bölgede yaşayan halka yapılan zulümleri anlattı ve o dönemde Kürt bölgelerinde çalışan çoğu gazetecinin kadın olduğunu belirtti. Kadınların ablukayla nasıl baş etmeye çalıştıklarını anlatan tüm muhabirler de KHK’lerle kapatılan basın-yayın kuruluşlarında çalışıyordu.
“Olağan haller”den OHAL’e geçiş sürecinde kapatılan basın-yayın kuruluşlarındaki kadın çalışan oranlarının bu süreçten ne şekilde etkilendiğinden bahsetti. İMC TV’nin %50’si, Hayat TV’nin %75’i, JINHA’nın tüm çalışanları kadındı ve bu basın yayın kuruluşlarının kapatılmasıyla kadın odaklı habercilik susturuldu. Sevda Karaca, kadın odaklı habercilik yapan bu basın yayın organlarının susturulmasıyla medyada dram hikayelerini daha çok görmeye başladığımızı aktardı.
Konuşmasının sonunda son dönemlerde benimsediği bir sözü belirtti: “Kadınlar üstten sürekli bastırılıyorlar. Onlar bastırdıkça biz yerin altına girersek kaybederiz. Ancak yayılırsak kazanabiliriz. Onlar bastırdıkça biz yayılalım, dağılalım arkadaşlar!”
Ülker Uncu: Düzenlenen her kültür-sanat faaliyeti politik bir karşı duruştur
Uzunca bir süredir artarak devam eden bir şiddet ve baskı ortamındayız. Bu süreci kültür ve sanat faaliyetleri bakımından değerlendiren BGST’den Ülker Uncu yaşadığımız baskı ortamını Gezi Parkı süreci ve sonrasındaki süreçten itibaren anlattı. Daha önce medyada da yer alan haberlere göre hükümet tarafından Gezi Parkı protestolarına destek veren firmaların, kişilerin, sanatçıların içinde bulunduğu bir kara liste oluşturulmuştu. Bu haberlere değinen Ülker Uncu, kara liste ile Kültür Bakanlığı’nın özel tiyatrolara verdiği fonları kestiğinden; salon vermediğinden söz etti. Gezi Parkı protestoları sonrası artan baskıların farklı bir tablo sunduğunu söyleyen Ülker Uncu son 2 yılda getirilen yasakların, erişim engellerinin dini referanslarla gerekçelendirildiğini ve genel ahlak kapsamında cezalar verildiğini anlattı. Konuşması boyunca verdiği çarpıcı örneklerle artan baskı ve şiddet ortamında kültür-sanat alanında yapılan kısıtlamalara, yasaklara değindi. Geldiğimiz şu dönemde düzenlenen her kültür-sanat faaliyetinin politik bir karşı duruş olmasının yanında bu faaliyetlerin katılımcısı ve seyircisi olmanın da bir karşı duruş ifade ettiğini ve kültür-sanat alanına destek açısından çok önemli bir yerde olduğunu söyledi.
Soru-Cevap: Öncelikle yasalarda sözü geçen eşitliğin gereği yerine getirilmeli
“Boşanma komisyonu raporu ve cinsel suçlarda caydırıcılık sağlamak amacıyla çıkarılan bir hadım yasası üzerine ne düşünüyorsunuz? Hadım yasası cinsel suçlarda caydırıcı olabilir mi?” şeklindeki soruya Canan Arın’ın cevabı şöyle oldu:
“Bu bir çözüm değildir. Önemli olanın en başta verilen cezaların sonuna kadar uygulanması olduğunu düşünüyorum. Sürekli af çıkarıldığında ve haksız ceza indirimleri verildiğinde suçu işleyenlerin kolayca, ceza almadan kurtulabileceğine dair bir algı oluşuyor. Ağır cezalar bu noktada çözüm sunmuyor. Cinsel suçların azalması ve bitmesi için zihniyetin değişmesi gerekiyor. Bu da ancak okullarda cinsel eğitimin verilmesi ve eğitim sisteminin değişmesiyle mümkün.”
“Boşanma komisyonu raporu kadınları güçlendirmek yerine şiddetle mücadele adı altında aile kurumunun korunmasını amaçlıyor. Öncelikle yasalarda sözü geçen eşitliğin gereği yerine getirilmeli. Bu noktada kadın hareketinin dilinden düşürmemesi gereken bir söylem bu.”
Panel boyunca farklı alanlardan konuşmacıların yeni bir Türkiye’nin inşasına dair ortaklaştığı bazı noktalar dikkat çekiciydi. Konuşmacıların üçü de aslında OHAL dönemi öncesinden başlayarak artan baskılardan bahsettiler ve bu durumun planlanan bir dönüşümün devamı olduğunu belirttiler. OHAL dönemi öncesinden başlayan ve bu dönemde artan cinsiyetçi şiddetin farklı alanlara yansımalarını somut örnekler ve değişimler üzerinden anlattılar. Yapılan uygulamaların tümü doğrudan cinsiyetçi sonuçlar doğurmasa da sistemin ataerkil bir şiddet uyguladığını gözler önüne seren bir nitelikteydi.
Panelin tam metnini 8 Mart’ta çıkacak olan bü’de kadın gündemi’nin 32. sayısında bulabilirsiniz.