Söyleşiyi Yapan : Selda Öztürk
Komela Jinên Hûnermend û Dengbêj / Kadın Sanatçıları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği üyesi kadın dengbêjler, “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” dolayısıyla, farklı mekanlarda çeşitli etkinliklere katılmak ve konserler vermek üzere İstanbul’a geldi. Ağustos 2011’de “Komela Jinên Serhedê” adlı bir albümü çıkan ekiptende Dengbêj Gazîn, Dengbêj Mukaddes ve Elif Bîyanî’yle Ermeniler, Kürtler, Akhtamar, Van depremi ve dernekleri üzerine bir sohbet ettik.
Van’da kurduğunuz Kadın Sanatçıları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği/ Komela Jinên Hûnermend û Dengbêj ile başlayalım mı sohbetimize, derneği ne zaman, hangi amaçla kurdunuz, şimdi neler yapıyorsunuz?
E. Bîyanî: Gazîn abla ile biz zaten uzun zamandır tanışıyoruz. Gazîn abla Kürt müziğinde bir dengbej. Bizim nazarımızda Ayşe Şan gibi giden bir sanatçı. Bir gün dedi ki böyle bir plan programım var, yapalım mı birlikte? Ben de çok sıcak baktım. Sonra 6-7 kadın biraraya geldik, derneği açmaya karar verdik, yönetimini kurduk ve yasal işlemlere başladık. 2010 Kasım ayında da derneği açtık. Herkes kendi çevresine söyledi bir açılış düzenledik. Açılış ses getirdi. Kadınlar sıcak baktılar, çok katılım oldu. Üyelerimizi toparladık, projelerimizi oluşturduk. Enstrüman kursları açtık. Gruplar oluşturmak istedik. Mesela kendi açımdan Kürt müziğinde dengbêjlik okuyamam diyordum, şaşırıyordum nasıl okuyorlar diye. Ben de Kürdüm, ama müziğe başladıktan sonra öğrendim Kürtçeyi. Onların yanına geldikten sonra daha fazla okumaya başladım. Şimdi okuyabiliyorum diyebiliyorum en azından. Sonra tam güzel şeyler yapacaktık ki deprem hepimizi dağıttı. Bina yıkıldı, hasar gördü. Yönetimdeki her bir kişi başka illere göç etmek zorunda kaldı. Hem eğitim hem de hava koşullarından dolayı göç ettik, dağıldık. Şimdi de İstanbul’da buluştuk tekrar. Benim ailem Mersin’e yerleşti, ben buradayım.
Peki bu fikir ilk nasıl ortaya çıktı?
D. Gazîn: Şöyle oldu. Dengbêjlerin hepsi genelde erkekti, kadınlar çok azdı. Amacım kadınları biraraya getirmekti. Biz bu derneği kurduk, çünkü ben daha önce erkek dengbêjlerle çok çalıştım, çok sıkıntı yaşadım, rahat değildim. Sonra dedik ki kendimize kadın kadına bir dernek açalım. Gerçekten iyi gidiyordu. Arkadaşlarımın çoğu dengbêj, ama erkeklerin içinde söyleyememişlerdi, ama hep bir şeyler yapmak isteyen kadınlardı. Biz de öncelikle kurs vermeye karar verdik. En azından 4-5 tane genç kadın dengbêj sanatçımız yetişsin istedik. 15-20 kişi üye oldu. Geçen sene bağlama, Kürtçe dil kursunu organize ettik. Bizim amacımız Kürt müziğini ve kültürünü tanıtmak, yeni nesile aktarmak. Çünkü Kürt kültürü gerçekten kayıptır. Mesela benim kendi çocuklarım da sürekli Türk müziği dinlemekten artık Kürt müziğini, dengbêjleri sevmiyorlar.
E. Bîyanî: Kürt müziğinde kadın sanatçı hem çok az, hem de varsalar da kırsal bölgelerde seslerini duyuramıyorlardı. Bizim amacımız bunların hepsini biraraya toplayıp, temelden bir eğitim verip, işte biz buradayız ve böyle şeyler yapıyoruz diyebilmek aynı zamanda.
D. Mukaddes: Benim de bu derneğe girmem Gazîn abla vesilesiyle oldu. Bir gün oraya gittim; dedi ki böyle bir durum var, sen gelir misin, ben de biraz düşüneyim dedim. Sonra karar verdim gittim. Sesimi doldurduğum 12 kasetim var evde. Hep gizli kapalı perdeler ardında yaptım bestelerimi. Ama bir türlü onları çıkaramadım, duyuramadım. Sadece düğünlerde gelin başında söyledim. Milletten korkumdan söylemedim, izin vermediler. Hâlâ bile izin vermiyorlar. Çadırda prova yapıyordum, gelip “vay efendim sen çadırda okumuşsun” diye laf ettiler. Kürt kültürü yavaş yavaş kayboluyor, biz de toplandık, dedik ki elimizden ne gelirse yapacağız, artık bırakamayız.
D. Gazîn: Köylerde bir sürü dengbêj var. Benim amacım onlara ulaşmaktı. Bütün köyleri gezmek oradaki bütün kadın dengbêjleri biraraya getirmekti. Bütün konserler hep şehirde oluyor, oradaki kadınlar gelemiyorlar. Eğer imkanımız olsaydı her köyde kadınlar için konser verecektik ki kadınlar daha rahat dışarıya çıkarabilsinler.
E. Bîyanî: Amacımız çok büyüktü aslında. Gerçekten şimdi de çok büyük emek sarfetmek lazım.
Depremde dernek yıkılmıştı değil mi?
D. Gazîn: Çökmedi, ama çok hasar oldu. Ondan sonra da girmek istemedik, ne varsa elimizde hepsi gitti. Gerçekten desteğe ihtiyacımız var. Sağolsun Mimar Sinan Üniversitesi, destek amacıyla bize burada bir konser organize etti. Dernek için konteyner yaptıracaklar. Olursa orada devam edeceğiz çalışmalarımıza. Meral hoca var, Merak Özbek sağolsun bizi tekrar biraraya getirdi. Bazı arkadaşlarımız daha hiç konsere çıkmamışlardı, ilk olacak.
Depremden sonra şu an Van nasıl? Nelere ihtiyaç var?
D. Gazîn:Valla şu an sen kendin de geldin gördün insanlar hep göçtü, Halen de deprem oluyor, insanlar korkuyor. O nedenle hâlâ çadırlarda kalanlar var.
D. Mukaddes: Enkazları yavaş yavaş kaldırıyorlar. Konteynerlar da boş, yerleştirmemişler kimseyi doğru düzgün, alt yapısı yapılmamıştı; daha yeni yapılıyor. Evi yıkılmayana da vermediler zaten. Gidenlerin bir kısmı da dönüyor Van’a.
D. Gazîn: Depremin ilk zamanlarından sonra çarşıya gitmeyi hiç istemezdim, sıkılırdım. Şimdi maşallah her taraf kalabalık olmuş. Çünkü giden insanlarda gittikleri yerde o sevgiyi şevkati görmediler.
D. Mukaddes: Arkadaşlar Antalya’ya gitmişlerdi, anlattı. Pankart asmışlar “it girer Kürt giremez” diye. Dedi ki,yükümüzü indirmeden çıkıp geri geldik. Afet olmuş, savaş değil bir şey değil. Arkadaşımın anlattıkları yalan değil, isterseniz telefon açıp konuşturabilirim. Kürt, Türk meselesi değil ki bu depremdir, Allah tarafından gelmiş.
E. Bîyanî: Allah’ın verdiği depremi siyasi bir hale getirdiler.
D. Gazîn: Geçen gün bir arkadaşa rastladık. O da dedi ki biz gittik, ama bize köpek muamelesi yaptılar. Bizim sohbete giden kadınlarımız var Van’da, cemaatçiler. Ermeniler geldi Van’a, Akhtamar’a gittiler, deprem o yüzden oldu diye bir mesele çıkardılar şimdi. Geçen gün genç küçük bir kız gelmiş bana “abla Ermeniler gelmiş Van’a, onun için deprem olmuş” dedi. Çocukların kafasına böyle berbat şeyler sokuyorlar.
Gazîn abla, Akhtamar ile ilgili bir projenden bahsetmiştin, onu anlatırmısın?
D. Gazîn: Akhtamar’ın açılışı olduğunda bütün Ermeni kardeşlerimiz oradaydı, hatta bize de misafir oldular. Onlara da demiştim, dengbêjler olarak Akhtamar için bir konser vermek istiyoruz diye. İnşallah bu sefer organizasyon yapılırsa, bize yardım edilirse, bunu yapmak istiyoruz.
Akhtamar’ın hikâyesini nasıl biliyorsun?
D. Gazîn: Şimdi bu tabii Meryem ile Ali’nin meselesidir. Ali müslüman, valiye, keşiş diye de geçiyor, hizmet yapan kişiymiş. Meryem’de İsa’nın kızı, Ermenidir. Vali, Van’ın içinde faytonla gezerken bakıyor ki bir kapının önünde çok güzel bir kız var. Kıza aşık oluyor. Ali’yi gönderiyor, git bak bakalım bu kimin kızıdır, öğren gel diyor. Ali de öğrenmeye gidiyor, ama Meryem de Ali’ye aşık oluyor. Vali güçlü olduğundan kız ondan kurtulamıyor, mecbur kalıyor valiyi kabul etmeye. Meryem, Ali’ye onu kabul ettiğimi söyle, ama bana bir hafta izin versin, ben de faytonla köyde gezmek istiyorum, diyor. Ali faytonu getiriyor, gezdiriyor Meryem’i, sonra da kayığa bindirerek Akhtamar’a götürüyor. Ondan sonra orada bir savaş çıkıyor, bir sürü insan ölüyor. Şarkısında atışma olarak geçiyor bunlar. Vali, Ali’ye “Meryem’i bana teslim et sana bu kadar altın vereceğim”, Ali’de “kabul etmiyorum, ben seni öldüreceğim” diyor. En sonunda Meryem ile Ali’nin nikahını yapıyorlar. Dengbêj o şarkının içinde onların hayatını, Meryem, Ali ve valinin atışmalarını anlatıyor. Hikayede 2 erkek üç kadın var, biz bu hikâyeyi kısmet olursa bu seneki Akhtamar etkinliklerine hazırlamak ve dengbêjler olarak anlatmak, söylemek istiyoruz.
E. Bîyanî: Benim bildiğim Akhtamar’ın hikâyesi daha farklı. Çok fakir bir çocuk kralın kızını aşık olmuş. Bunlar birbirlerini çok seviyorlarmış ve her gece buluşuyorlarmış. Geceleri kız ışık tutuyormuş, çocuk yüzerek adaya gidiyormuş. Sonra bir gün bunları görmüşler ve krala haber vermişler. O gece yanlış işaret vermişler. Genç aşık yolunu kaybederek boğulmuş orada. Boğulurken de kıza “Ah Tamara” diye seslenmiş. Ada’nın ismi oradan kalmış.
D. Gazîn: Meryem’in ki ayrıdır, bu hikâye ayrıdır.
Bu anlattığın sanırım hikâyenin daha çok bilinen hali. Akhtamar’ın başka bildiğiniz şarkısı var mı?
D. Gazîn: Akhtamar için iki şarkı biliyorum, fazla bilmiyorum. Tabii Ermenilerin başına gelenleri biliyorum. Mesela Gulê ile Hecî Mîso hikâyesi var. Hecî Mîso Müslüman bir beydir, çok zulümkâr biri. 14 yaşındaki Ermeni kızı Gulê’ye aşık oluyor. Gulê’ye “sen Müslüman olacaksın, benimle evleneceksin” diyor. Gulê, onun elinden kaçmak istiyor, ama kurtulamıyor. Hecî Mîso, Gulê’ye işkence yapıyor, kız ne yapıyorsa kurtulamıyor ondan. Gulê çok mücadele ediyor, diyor ki; “sizin dininizde zorla Müslüman olmak kabul müdür, benim inancıma göre zorla olursa kabul değildir”. Mecbur kalmış din değiştirmeye, ama zorla oldugu için kendisi Müslüman olmamış. Zorla evlilik yaptırmışlar. Gulê, kendi üzerinden bu besteyi çıkarmış ve sürekli söylemiş. Sonra Gulê bir şekilde İstanbul’a kaçmış, orada yaşamış. Daha sonra da Avrupa’ya gitmiş. Ben küçükken nenem sürekli bu şarkıyı söylerdi, çok severdim. Bir gün hikâyeyi sordum, dedi ki; “Gulê bir “harsık”tır. Ermeni demedi, kızlara “Hars” diyorlar. Önceden ben bu hikâyeyi nenemden dolayı başka türlü biliyordum. Gulê’nin işkencede öldüğünü, ölmek üzereyken bunu bestelediğini anlatmıştı. O zaman sormuştum niye kızı öldürmüşler diye. Nenem dedi ki kız Müslüman değildi, çok işkence yapmışlar, ben böyle aşırı insanları hiç sevmiyorum, çok hakaret ettiler onlara, genç kızları, hamile kadınları öldürdüler. Ermenilerle Kürtlerin arası iyiyken hep gelip giyorlarmış birbirlerine o zamanlar. Ermeniler çok akıllı insanlarmış. Mesela Bitlis taraflarının köylerini gezdiğimde görüyorum. Orada en cok Ermenilerden miras kalmış. Müslümanlar, Kürtler hiç bir şey yapmamışlar. Kürtler hep kim nereye yönlendirmişse o tarafa gitmişler. Mesela üzüm bağları Ermenilerindir. Kilise yapmışlar hâlâ da kalıyor. Baktılar ki bunlar verimli, toprağa değer veren insanlar, dediler; bunlar Müslüman değil, nasıl birlikte yaşıyorsunuz. Nenem derdi ki; “Ben onları çok severdim ama bizim aramızı çok bozdular. Asker gelirdi, bize de çok hakaret ederdi, ama yine de biz Müslümanız onlar Ermeni diye farklı bakılırdı, onlar için çok ağlardım. Hepsini öldürdüler, giden gitti, kalan kaldı. Hatta benim anam da Ermenilere katliam yapılırken bir kaç kişiyi saklamış tandırın içinde. “Biraz büyüdüler sonra Müslüman oldular” dedi. Bizim köyde çok var Müslüman olmuş Ermeni. Kürt kadınları hep yardım etmiş, Müslüman gibi büyütmüşler çocukları. Çocuklar büyüyünce de anlatıyorlarmış, sen Ermenisin diye, ama tabii iş işten geçmiş oluyor. Ben küçüktüm hatırlıyorum, bizim köyde çok yaşlı biri vardı, Müslüman olmamıştı. Her zaman gider yanına otururdum, niye hiç evlenemedin diye sorardım. Yemin etmişti bir Müslüman kadınla evlenmemek için. Ermeni kimse de olmadığı için ölene kadar bekâr kaldı. Onun abisinin çocukları halen bizim köydedir. Köyde kiliseleri, mezarlıkları var. Onların mezarları çok farklıdır bizimkilerden, dümdüzdür; hiç bir taş başlık yoktur. Ama onların mezarlarına hiç değer vermiyorlar. Yıksalar, ezseler hiç kimse demez ölüdür, günahtır. Ben kendim hiç bir zaman bu insanlara hakaret etmemişim, hep korumuşumdur. Kim olursa olsun bir ölüye hakaret etmek gerçekten güzel bir şey değil.
D. Mukaddes: Ermenileri bir eve doldurup yakmışlar. Bilmiyorum yalan mı söylüyorlar, ama demişler yedi tane Ermeni öldüren cennete gidermiş. Böyle bir şey olur mu? Alem herkesindir, tek Müslümanların değil. Artık yeni nesiller gezip gördüler doğrularını, şimdi dini, ırkı ne olursa olsun birlikte yaşanıyor. Herşey güzel olur inşallah.
Hiç Ermenice şarkı biliyor musunuz?
D. Gazîn: Yok bilmiyorum, çünkü onlarla beraber yaşamadım. Bir kişi vardı Ermeni, o zaman da biz küçüktük. Bir de bizde izin vermiyorlar öyle dengbêjlik yapmaya. Eğer bıraksalardı Ermenice şarkıda sorardım. Bir tek Gulê’yi anlattı nenem bana küçükken, o da Kürtçe anlattı. O şarkıyı sonra hep söyledim. Hatta kızımın ismi de Gulê’dir. Benim bildiğim ilk kadın dengbêj, Ermeni Gulê’dir. Tabii Kürtlerde de varmış, ama hiç bir zaman böyle ortalıkta söylememişler, Ermeniler daha cesaretliymiş. Evdalê Zeynikê Müslümandır, Gulê’ye aşık oluyor. Gulê şairmiş, çok akıllı bir kızmış, sürekli şiir yazarmış. Evdalê Zeynikê ile 3 gün 3 gece karşılıklı söylemişler.
D. Mukaddes: Gulê demiş ki “beni kim yenerse onunla evleneceğim”. Tabii kadın nefesi erkek kadar kuvvetli olamaz. Evdalê, Gulê’yi yenmiş, Gulê de onunla evlenmiş, tabii sevgi de var arada. Kimisi de diyor ki 7 gün 7 gece karşılıklı atışmışlar.
D. Gazîn: Bizim köyde bir dere var, diyorlar ki Ermeni kızları hep oraya götürüp tecavüz edip öldürmüşler. Ben duydum, vallahi vicdan azabı çekiyorum. Bu katliam olmuş yani. Müslümanlık ile arada düşmanlık yarattılar. Bir de Kürtlere de söz vermişler, siz bunları öldürürseniz şunu veririm, bunu veririm diye. Tabii Kürtler de biraz kolay kandırıldığı için eskiden katliam yapmışlar. Eskiden onların başına gelen şimdi de bizim başımıza geliyor. O zaman Ermenilerin evleri, köyleri herşeyi talan edildi, bizim de aynı şekilde talan edildi. Bütün köylerimizi boşalttılar, hayvanları öldürdüler. O zaman birbirimizi korusaydık, şimdi böyle olmazdı. Hepimiz insanız sonuçta. Nereden bileceğim, belki benim kökenim de Ermenidir.
Gazîn abla, Şubat ayında Cenevre’de “Festival Mêmoire Blessêes” / Yaralı Hatıraların Festivali kapsamında Ermeniler ile ilgili düzenlenen bir etkinliğe de katılmıştın. Son olarak onu da anlatır mısın?
D. Gazîn: Bu anlattığım Gulê-Hecî Mîso hikâyesindeki Gulê’nin torunu iki sene önce Van’a geldi, beni gördü. Bu şarkı için beni İsviçre’ye davet etti, onun için gitmiştim. Burada da hem deprem olmuştu, hem de havalar çok kötüydü, geç kaldım. Konserime 5 dakika kala vardım salona, çok stresli ve heyecanlıydım, Gulê’nin bazı meselelerini de unuttum anlatmayı. Çok güzel bir gece hazırlamışlardı. Ben de Gulê’nin hayatını anlattım, şarkısını okudum orada.
Çok teşekkürler…
Biz de teşekkür ederiz, bu vesileyle de bütün kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutlarız…