Diler Özer
Barış için yolculuğa çıkan performans sanatçısı Pippa Bacca’nın tecavüze uğrayarak öldürülmesi dünyada ve Türkiye’de pek çok kişi tarafından çeşitli şekillerde kınandı, lanetlendi. Diğer yandan, Türkiye’de konunun ana akım medyada ele alınma biçimi de feministler ve çeşitli muhalif kesimlerce eleştirildi. Medyada hakim olan ana yaklaşım şuydu: Tecavüz sokaktaki sapığa indirgenerek patalojik bir vaka olarak ele alınıyor; Türklüğe yakışmayan bir sapık yüzünden uluslar arası kamuoyunda zedelenen Türk milletinin itibarı her fırsatta tamir edilmeye çalışılıyordu. Kamuoyunda feministler ve çeşitli alternatif kesimlerce yapılan açıklamalarda ise hergün karşılaştığımız ve ancak 3. sayfa haberi olarak yer bulabilen onlarca taciz ve tecavüz haberine dikkat çekiliyor; erkek egemen sisteme dayalı cinsel şiddetin sistematik varlığına vurgu yapılıyordu.
Cinsel şiddetin birkaç kendini bilmez sapığın işi olmadığını, sistematik bir sorun olarak varolduğunu söylemekle feminizm, aynı zamanda bununla mücadelenin de sistematik olması gerektiğini gösterir bize. Erkek egemen sistemle mücadele toplumun içindeki tüm yapıları ve bu yapılara işlemiş ideolojileri deşifre ederek ve bunlara karşı durarak mümkün olabilir. Bizler, gündelik hayatta karşılaştığımız pek çok sorunun aslında sistematik olarak var olduğunu fark etmeyebilir ve böylelikle tekil gibi görünen sorunlarla mücadelenin de sistematik olması gerektiği gerçeğini gözden kaçırabiliriz. Çoğumuz gündelik hayatın akışı içinde burnumuzun ötesini göremeyebiliyoruz. Marilyn Frye’ın dediği gibi “Bir kafese çok yakından bakarsanız, sadece burnunuzun dibindeki iki teli görürsünüz. Oysa geriye çekilip de baktığınızda, karşınızdakinin aslında bir kafes olduğunu fark edersiniz.” [1] Kadınlar yıllardır alanlarda bunun için mücadele ediyor; çeşitli örgütlenmeler, dayanışma ağları oluşturuyor. Ancak, hiç beklemediğimiz bir anda erkek egemen şiddetin bin bir türlü yüzü içinde en vahşi olanıyla burun buruna geliveriyoruz…
Haberi duyduğumda herkes gibi ben de çok üzüldüm ve öfkelendim. Ancak, ister istemez hemen ardından sorduğum soru şu oldu: Pippa’yı neden kurtaramadık? Şimdi belki de bana “Pippa’yı öldürenin erkek egemen şiddet olduğunu, meselenin bir kadını korumak veya kurbanı kurtarmak değil şiddeti üretenlere karşı mücadele etmek olduğunu” söyleyeceksiniz. Bu yaklaşımı ana hatlarıyla benimsemekle birlikte; şiddete karşı “şiddete rağmen” mücadele etmek zorunda olduğumuz gerçeğini göz ardı etme tehlikesi taşıdığını düşünüyorum. Bir feminist olarak ben, daima mor iğnelerimizi bir taraftan da kendimize batırma yanlısı olanlardanım. Kimileri, belki de bana kızarak, “Böylesi bir tecavüz vakasında kadınlar olarak kendimize batıracak ne buldun?” diye sorabilir. Pippa Bacca ile bağlantısına geleceğim.
Pippa Bacca’nın bir derdi, bir sözü vardı. Bu nedenle çıkmıştı arkadaşlarıyla birlikte barış yolculuğuna: İnsanlara sözünü duyurmak ve barışa olan inancını dile getirmek için. İnandıkları uğruna mücadele eden aktivistler, daima önlerine çıkacak zorlu engelleri de göze almak durumunda kalıyor; hatta bazen yaşamları pahasına yolculuklarını sürdürmekten çekinmiyorlar. Pippa ve diğer “gelinler” de bana göre tehlikeli denebilecek bir yol seçmişlerdi. Bunu söyleyerek ben de “tehlikeli” sulara yelken açmış oldum. “Tehlikeli” derken; gelinlikle bir başına ıssız yollarda otostop çekilmesini mi kastediyorum? Şeklen, evet. Ancak bir feminist olarak bunu söylerken, tecavüze davetiye çıkarmayı kastetmediğimi anlamışsınızdır. Anlayışınıza güvenerek devam etmek istiyorum. Tercih edilen eylem biçimine –her ne kadar bir feminist olarak tartışılabilir bulsam da- saygı duyuyorum ancak burada benim kafamı kurcalayan başka noktalar var…
Dünya çapında bir barış etkinliği olan “Barış Gelinleri”nin bir parçası olan Bacca, Milano’dan 8 Mart 2008 günü yola çıkmıştı. Hedefi Slovenya, Hırvatistan, Bosna, Bulgaristan üzerinden Türkiye’ye gelmek ve buradan sonra Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin üzerinden Kudüs’e ulaşmaktı. Türkiye’de de pek çok kişi bu barış yolculuğundan haberdardı. Hatta ülkenin “en üst düzeydeki yetkililerine” kadar milletçe takip ediyorduk. Hal böyle iken, devletin alması gereken güvenlik önlemlerini bir an için geçiyor ve devam ediyorum. Peki, bu eylemin Türkiye ayağıyla ilgilenen hiçbir STK, kadın kurumu veya kişiler yok muydu? Her eylemin bir eylem planı olur; buna güvenlikle ilgili önlemler de dahildir. Ben Türkiye’de yaşayan hiçbir kadının (hatta erkeklerden de şüpheliyim) bir şeylere güvenmeden tek başına böyle bir eylem biçimini seçmeye cesaret edebileceğine inanmıyorum. Durum bu kadar netken, en azından bu kadınlara belli bir güvenlik sağlamak mümkün olmaz mıydı? Resmi güvenlikten veya polis korumasından bahsetmiyorum. Belli noktalarda kadınlardan oluşan bir güvenlik koridoru oluşturulabilirdi; uzaktan bir takip ekibi kurulabilirdi veya başka yollar bulunabilirdi. Biliyorum; bana bunun, eylemin amacıyla çelişeceğini söyleyeceksiniz. Eylemin amacının insanlara güven duyulabileceğini göstermek olduğunun ve bunun için böyle bir yol seçildiğinin farkındayım. Öyleyse bu noktada şunu mu tartışmak gerekiyor: Bu eylem bize aslında insanlara güvenilemeyeceğini mi göstermiş oldu? Çünkü Pippa tecavüze uğradı ve öldürüldü! Peki, hiç mi aklımızdan geçirmedik başına bir şey geleceğini? Bile bile izledik; bir şey olmayacağını düşünmeye çalışarak. Bana, uzun süredir tehdit aldığı bilindiği halde öylece gözümüzün önünde vurulup giden Hrant Dink’i hatırlattı. Aynı pişmanlık ve üzüntü değil mi hissettiğimiz? Aynı karanlık değil mi burnumuzun dibine kadar gelen?
Gücünü kadın dayanışmasından alan feminizmin sisteme karşı en önemli kazanımlarından birisi kamusal alanları kadınları da içerek şekilde yeniden inşa edilmeye zorlaması oldu. Bu cümlenin bir başka okunuşu da şudur: Bulduğu her çatlaktan rahatlıkla sızabilen binbir surat erkek egemen sistem karşısında kadın dayanışması, boş bıraktığı her alanın erkek egemen sistem tarafından nasıl da kolaylıkla doldurulduğunu görmekten kaçamaz. Buna, geçilen yollar da dahil. Barış için karanlıkta tek başına yürümeyi göze alan Pippa’nın yolunu fenerlerimizle aydınlatmamız mümkün olabilirdi…
Hergün yüzlerce “değersiz kurban” şiddetin bin bir çeşidine maruz kalıyor, tacize ve tecavüze uğruyor. Üstelik tacizciler yalnızca sokaklarda değil; evlerde, işyerlerinde, karakollarda, sendikalarda, partilerde; her yerde barınabiliyor. Pippa’nın mücadelesini boşa çıkarmamak için! Barış için! Hiçbir yol karanlıkta kalmamalı…