Söyleşiyi Yapan: Esra Aşan, Seda Saral
Feryal Öney’in, Anadolu’nun konar-göçer Türkmenlerinin ezgilerini seslendirdiği Bulutlar Geçer adlı albümü, Kalan Müzik etiketiyle yayınlandı. Feryal Öney’le albümü, müzikal birikimi ve müzik alanında kadınların var oluşuna dair yapılmış bir söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.
Bulutlar Geçer, Azeri şarkılarından oluşan Hardasan albümünden sonra ikinci solo albümün. Müzik çalışmalarına nasıl başladığından bahseder misin? Müzikal altyapını oluştururken kimlerden etkilendin?
“Bu kız şarkı söyleyebiliyor” dendiği günden beri söylüyorum. Çocukluk yıllarımda ağırlıklı olarak 45’lik plâkları, Türkiye’de dinlenen popüler şarkıları ve aralarında Ajda Pekkan, Cem Karaca, Orhan Gencebay, Nesrin Sipahi, Erkin Koray, Kamuran Akkor’un adını sayabileceğim şarkıcıları dinlerken, lise yıllarında, müzik öğretmenimin de etkisiyle, türkü dinlemeye ve söylemeye başladım. Daha çok Azeri şarkıları ve Orta Anadolu türküleri ilgimi çekiyor, sesim de o tarzlara yakışıyordu. Boğaziçi Üniversitesi’ne gelip Folklor Kulübü’ndeki müzik çalışmalarına katıldığımda, Kardeş Türkülerprojesi ortaya çıktığında ağırlıklı olarak Azeri şarkıları ve Orta Anadolu Türkmen türkülerini söylemeyi tercih ettim, söyleyebildiğimi gördüm.
Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nun Kardeş Türküler projesinde yer alıyorsun. Sadece, Türkmen müziğine odaklanan bu albüm fikri nasıl ortaya çıktı?
Bulutlar Geçer, Kardeş Türküler projesinin ortaya çıktığı ’93 yılından bugüne kadar Türkmen müziği konusunda edindiğim(iz) birikimin sunumudur bana göre. Albümün repertuarını oluştururken, solist olarak yıllarca üzerinde çalıştığım türküleri özellikle seçmeye gayret ettik “Biz” diyorum; çünkü albüm Vedat, Ayhan, Selda gibi BGST’li arkadaşlarım ile Kardeş Türküler konser ve albümlerinde bir dönem yer almış olan Barış Güney ‘in gerek düzenleme, gerekse repertuar seçimi konusunda yardım ve yönlendirmeleriyle ortaya çıktı. Albüm çalışması yaparken aynı zamanda Türkmen Alevilerine, Türkmen kültürü ve müziğine dair okumalar yapmış olmak da, tematik, coğrafî ve forma dayalı çerçevenin oluşmasına kaynaklık etti. Bir yandan Neşet Ertaş külliyatını dinlerken, diğer yandan Yaşar Kemal’in romanlarını, o “mecbur insanlar”ın hikâyelerini okumak, albümdeki türküleri yorumlamada esin kaynağı oldu.
Bu albümün odaklandığı Türkmen müziğini, bu müziğin icra edildiği bölgeyi nasıl tanımlarsın? Türkmen müziğinin önemli isimleri kimlerdir? Sen kimlerden etkilendin?
Gerek konargöçerlikleri, gerekse yaptıkları işler, toprak edinmeye çalışmamaları, gibi nedenlerle tarih boyunca göçer bir topluluk olarak bilinen Türkmenlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgeler (Orta Anadolu, Akdeniz ve Ege), projenin coğrafi hattını oluşturdu. Ağırlıklı olarak Abdal müziğinden örneklere yer verildi. Afganistan’dan gelerek Anadolu’nun muhtelif yerlerine yerleştiği söylenen Abdallar, Haptal/Eftalit Türkmenleri’ndendir; Adapazarı, Orta Anadolu, Toroslar, Silifke ve Antalya bölgelerinde yaşarlar. Abdal müziğinin en önemli temsilcilerinden Neşet Ertaş’ın birçok türküye kaynaklık etmesi bunda etken oldu, diyebilirim. İnanç ve ritüeller de Türkmen müziğinin temel hatlarından birini oluşturdu Dikkat edilirse, herhangi bir aşk türküsünde bile Alevi-Bektaşi felsefesinden izlere rastlamak mümkündür.
Türkmen müziğinin temelinde yer alan bozlak, barak, oyun havası, zeybek, semah, deyiş gibi formlar bu projenin temel müzikal hattını oluşturdu. Türkmen aşiretlerinin kendilerini en iyi ifade ettikleri bir kalıp olduğu için bozlağın Yörük-Türkmen aşiretinin yoğun olarak iskân ettiği Yozgat, Kırşehir, Ankara, Kayseri, Nevşehir, Çorum, Konya, Aksaray, Niğde gibi Orta Anadolu şehirlerinde geliştiğini söyleyebilirim. Aralarında Muharrem Ertaş, Neşet Ertaş, Çekiç Ali’nin bulunduğu en büyük bozlak temsilcileri bu şehirlerden yetişmiştir. Barak Türkmenlerinin yaşadığı yörelerde yaygın olup özellikle Oğuzeli, Kilis, Nizip, Adana ve Maraş’ın kimi kesimlerinde canlılığını koruyan barak formundaki uzun havaların sözlerinde genellikle iskân, doğa, sevda, ölüm ve halk hikâyelerinden alınan konuları bulmak mümkün. Yörede bu türün başarılı seslendiricilerden Adana’lı Halit Araboğlu ile Dilber Ay’ı sayabilirim.
Müzikal tavır, formasyon konusunda; Orta Anadolu Türkmen müziğinin köşe taşları sayılacak olan Muharrem Ertaş, Bayram Aracı, Çekiç Ali; Türkmen müziğinin şehirli dinleyiciler arasında da yaygınlık ve popülarite kazanmasını sağlamış olan Neşet Ertaş, Musa Eroğlu gibi isimler, bu ustaların ses kayıtlarından oluşan kişisel arşiv yol gösterici oldu benim için. Kadın solistlerden Gülşen Kutlu, Bedia Akartürk, Emel Taşçıoğlu ve Dilber Ay’ın albümleri de bu dönemde yanı başımdaydı.
Türkmen kültürünü milliyetçi bir çerçeve içinden ele alma eğilimi oldukça hâkim. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Türkmenler Anadolu’ya geldiklerinde onları kardeşçe karşılayan Ermeniler, Rumlar, gibi çeşitli topluluklar vardı; bu beraberlik yüzyıllarca devam etti. İnançları, ritüelleri o kadar benziyordu ki birbirine, birlikte kutladılar çoğu bayramı.
Yüzyıllar boyu iktidar tanımayan, toprağa yerleşip vergi vermemek için direnen Türkmenlerin yaşadığı bölgeler, bugün daha ziyade yükselen milliyetçiliğin kaleleri konumunda. Artık “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur!”diyenlerin susması, dinlemeyi, birlikte yaşamayı, hoşgörüyü öğrenmesi lâzım.
Barış Güney’le birlikte yaptığımız, Türk-Kürt tüm anaların “savaşlar olmasın artık!” diyen seslerini, öfkelerini dile getirmeye çalıştığımızIrak Olduk’ta tam da bunu ifade etmeye çalışıyoruz: “Tek sen misin seven (bu ülkeyi) / Sıkma, boğma, az sev, yeter!” diyerek…
Albüm çalışmanda Türkmen geleneksel müziklerini hangi anlayış/anlayışlarla ele aldınız?
Yaklaşık yirmi yıldır, üniversiteye geldiğimden beri, İstanbul’da yaşıyorum ve tabii ki buranın kültürel ikliminden besleniyorum. “İstanbul” denen şehir, aslında doğusuyla, batısıyla, güneyi ve kuzeyiyle küçük bir Anadolu; Anadolu’nun yansıması. Her milletten, dinden, dilden, cinsiyetten insan var ve bu birliktelik, yapılan müziklere de yansıyor. Kardeş Türküler projesinin ilk yıllarından bu yana edindiğimiz birikimi/tecrübeyi de katarak söyleyebilirim ki; İstanbul’da yaşayan, doğulu-batılı her tür müziği dinleyen, her tür müzikten etkilenen insanlar olarak yaptığımız şey, aslında İstanbul’un müziği. Bu durum, geleneksel müzikleri ele alışımıza da yansıyor; formuna, dokusuna zarar vermeden, geleneksel enstrümanlarla, bugünün elektronik/akustik enstrümanlarını bir araya getirdiğimiz bir düzenleme çıkıyor ortaya. Solist yorumları da tabii ki bu yaşamdan, bu müzikten etkileniyor; kim bilir ne zaman yaratılmış türküler, bugünün imgeleriyle yorumlanıyor; dinleyici de kendi yaşamıyla özdeşlik kurarak dinliyor bu eski zaman türkülerini.
Kadın ağzı türkülere yönelik çalışmalarını biliyoruz. Türkmen müziğinde kadın figürü nasıldır?
Türkmen edebiyatının en meşhur ozanlarından Karac’oğlan’ın bir dörtlüğü bile bizim oralarda kadına bakış konusunda ipucu veriyor:
“çocuğunu verir ele beletir
kabını yumaz da ite yalatır
alman kötü avradı huri de olsa…”
Kadınlara bakış, kadınlarla ilgili yer etmiş düşünceler, davranış biçimleri tüm açıklığıyla yer buluyor türkülerde… Bu, Türkmen türkülerinde de böyle, Lazca türkülerde de, başka geleneksel şarkılarda da…
Diğer taraftan, kadınların duygu ve düşüncelerini özgürce dile getirdikleri kadın ortamlarında lâfı dolandırmadan söyledikleri/yaktıkları türküler de kadınların dünyasını, yaşadıkları sorunları, isyanlarını tüm açıklığıyla ulaştırıyor bizlere:
“babamın öküzü beştir
kızların emeği hiçtir
anadan ayrılmak güçtür…” (Konya, Kütahya, Kayseri)
Çoğunun söyleyeni belli olmasa da, kadın ağzı türküler bize birçok kadının ortak yazgısını, bu yazgıya, en azından türkü söyleyerek, başkaldırışlarını, içlerinde birikmiş öfkeyi, isyanı yansıttığı, biz kadınlara bizi, lâfı dolandırmadan, tüm gerçekliğiyle anlattığı için bir feminist olarak özellikle sahipleniyorum.
AlbümdeAynalı Körük adlı oyun havasının sadece kadın müzisyenler tarafından icra edildiği fark ediliyor. Böyle bir tercihin nedenleri nelerdir?
Yaklaşık on yıldır, Feminist Kadın Çevresi‘nden kadınlar olarak her 8 Mart’ı şenliklerle kutluyor, bu şenliklerde sadece kadınlara açık ortamlarda kadın ağzı türküler de söylüyoruz. Ben zaten böyle bir gelenekten geldiğim ve içinde yer aldığımız projelerde de “kadın” temasına özellikle yer verdiğimiz için doğal olarak bu albümde de kadın ağzı türküler yerini aldı Bir kına gecesi/düğün türküsü olanAynalı Körük’ü de, gerçekte olduğu gibi, sadece kadınlar olarak çalıp söyledik.
Türkiye müzik piyasasına ve kadınların bu piyasa içinde konumlanışına dair neler söylersin? Sence profesyonel müzik alanında kadınlara yönelik engellemeler var mı?
Sanat faaliyetleri içinde kadının ikincil olarak kendini konumlayışı/konumlandırılışı başlı başına bir engel olagelmiş hep. Sadece yaşadığımız coğrafyaya, örneğin geleneksel müziklere şöyle bir baktığımızda, âşıkların/ozanların daha ziyade erkek olduğunu, türkü yakıcı kadınların isimsiz kahramanlar olarak var olabildiğini görüyoruz. Bunu, daha çok anonim türkülerin kadın ağzı olmasından yola çıkarak söylüyorum. Geleneksel müziklerin yaygınlık kazanması, popülerleşmesi sürecinde kadınlar daha çok türkü söyleyen/icracı/solist olarak konumlanmışlar, TRT yılları, 45’lik plâklar, vs. Bana göre, müzik endüstrisi içerisinde kadınların daha ziyade solist/yorumcu olarak yer alması geleneği, ’70’li yıllarla birlikte yıkılmaya başladı. Fikret Şeneş gibi kadın söz yazarlarının çıkması, Sezen Aksu’nun kendi sözünü ve müziğini yapmakta ısrar etmesi aklıma gelen ilk örnekler. Bugün Sezen Aksu, Nazan Öncel, Aylin Aslım, Şebnem Ferah gibi kadın şarkıcıların kendi sözlerini söylemeleri, besteler yapmaları bizler için motive edici oluyor. Kadınlar artık; “Ben müzik yapacağım, kendi şarkılarımı yaratacağım.” diye ortaya çıkma cesareti buluyor.
Yeri gelmişken Feminist Kadın Çevresi‘nden, ’90’lı yılların başında FKÇ‘yi kurma sürecinde yaptığımız tartışmalardan söz edeyim: ’80’li yılların sonunda BÜ‘ye (Boğaziçi Üniversitesi) gelen ve sanat kulüplerinde çalışmaya başlayan kadınlar olarak, “sanatta kadının ikincil konumlanışı, bu konumun reddi ve değiştirmek için neler yapılabileceği”konularında tartışmaya başladık. Yapılan verimli tartışmalar neticesinde,’90’ların başında FKÇ kuruldu. Temel dertlerimizden birisi; kadınlık durumlarını/ikincil konumlanışımızı anlamaya, tartışmaya çalışmak, bu konuda aydınlanma çalışmaları yapmak; diğer yandan, içinde yer aldığımız karma sanat topluluklarında aktif, yaratıcı kadınlar olarak var olabilmekti. Bu tartışmalar söz yazmak, müzikal düzenlemelerde aktif olmak gibi konularda biz müzisyen kadınları belli bir noktaya getirdi. Zamanla 8 Mart kadın şenliklerinde kadınlar olarak hazırladığımız konserler, sayısı az da olsa yapmış olduğumuz besteler bu motivasyonun sonucudur. Ya da bugün artık albümlerde, konserlerde “kadın şarkıları” olması, sözümüzle, bestemizle, düzenlememizle yer alışımız da… Bunları küçük ama önemli adımlar olarak değerlendiriyoruz.
Profesyonel bir kadın müzisyen olarak nasıl bir çalışma programın var? Başka ne gibi müzikal projeler düşünüyorsun?
Profesyonellik, her şeyden önce alanında eğitimli olmayı gerektiriyor. İcracılık alanında kendimi solist olarak tanımladığım için vokal eğitimi, vokal dersleri önemli benim için. Özellikle albüm kayıtları döneminde Cavit Mürtezaoğlu’ndan aldığım derslerin faydasını gördüğümü söylemeliyim. Şu anda da solo konserlere hazırlanıyorum Hardasan’dan beri solo konser deneyimi yaşamadığım için zorlanacağımı düşünüyorum; iyi çalışmam lâzım.
Solo konserler dışında, on yılı aşkın süredir içinde yer aldığım bir BGST projesi var: Kardeş Türküler. K.T.konserlerinde/albümlerinde ve gelecek sonbaharda yayınlamayı düşündüğümüz Kardeş Türküler kitabının hazırlanmasında belli sorumluluklarım var ve olacak…
Kardeş Türküler projesinin yanında, BGST’li Kadın Müzisyenler olarak yapmayı hedeflediğimiz bir “kadın şarkıları”projesi var. Henüz bir takvimlendirme/projelendirme yapmadık ama albümlerde ya da konserlerde kadın müzisyenler olarak hazırladığımız şarkılara verilen olumlu tepkiler “kadın şarkıları” projesini ciddiyetle ele almamız gerektiğinin sinyallerini veriyor.
Türkiyeli müzisyenlerden kimler, Türkiye dışına çıkacak olursak, dünyadaki çeşitli müzikler arasından hangi türler veya müzisyenler ilgini çekiyor?
Tabii ki içinde yaşadığımız dönemler, benim o dönemki eğilimlerim ve ruh halim etkili oldu hep dinlediğim müzik ve müzisyenleri seçmede. Üniversite yıllarında klasik ‘rock’ ve ‘rock’çılar, Latin müziği ve siyahî vokalistlerin söyledikleri yoğun olarak dinlediklerim arasındaydı; Tina Turner’ı hep sevdim, hâlâ da dinlerim. Çocukluğumda, lise yıllarımda, üniversite ve sonrasında dönem dönem hep dinlediğim Türkiyeli şarkıcıların başında Cem Karaca gelmiştir, bu pek değişmedi şimdiye dek. Ve yaptığımız müziğin gereği, Türkiye’deki geleneksel müzikler, müzisyenlerin derleme kasetleri hep başucumdaydı. Şu dönemde evimde, sokakta, yolculukta dinlediğim müzisyenler Manu Chao, Şebnem Ferah ile Mor ve Ötesi; bunlar bir zaman sonra değişebilir de…
Müzik dışında uğraşı alanların nelerdir?
Müzik ve edebiyat hayatım boyunca hep iç içe oldu. Müziğin doğasında edebiyat, edebiyatın içinde müzik olduğundan belki. Lise hayatım boyunca hep müzik eğitimi veren bir üniversite hayal ettim fakat edebiyattan da vazgeçemedim, neticede BÜ Türk Dili Edebiyatı’nı kazandım. İyi ki öyle olmuş, kendimi çok şanslı hissediyorum, hem müzik hem edebiyat bir araya geldi bu sayede. Edebiyat, deyince yazarçizerlik değil kastettiğim, daha ziyade okur olduğumu söyleyebilirim. Özellikle ’90’lı yıllarla birlikte “etnik” diyebileceğimiz edebiyatın içinden kitaplar okudum, Ermeni, Kürt, Azeri, Türkmen… edebiyatından seçkilerin olduğu bir arşivim var. Ama üniversite yıllarından bugüne ağırlıklı olarak Türkiyeli kadın yazarların kitaplarını okudum, okuyorum. Albüm dönemini yoğun yaşadığım için son okuduğum kitabın Elif Şafak’ın Baba ve Piç’i olduğunu söyleyebilirim.