Yazar : Alexandra Carter
Özetleyen: Berna Kurt
Dansa dair feminist yaklaşımın temel meselesi, kadın imgelerinin temsil ve sunum biçimleri ve bu imgelerle kadınların toplum içindeki rolleri ve konumları arasındaki ilişkidir. [1] Dans dünyasına hakim olan kurumlar, inançlar ve değer sistemleri de, kadınların burada nasıl konumlandıklarını incelemek üzere araştırılabilir.
Dans araştırmalarının, feminist analize konu olabilecek farklı ama birbiriyle ilişkili en az beş alanı tanımlanabilir: Bunlar; dans kavramları, dans tarihi, dans etkinliğinin doğası, ürün olarak dans eseri ve dansın eleştirel kabulüdür.
Kadınların dans yazımına katkıları, dansın temel kavramlarından biri olan ‘koreografi’nin tarihsel sınırlamaları yüzünden genellikle görünmez kılınmıştır. Yirminci yüzyıldan önceki dönemde ün kazanan az sayıda kadın koreograf olması yalnızca tarihin seçici niteliğiyle açıklanamaz; ‘koreografi’ teriminin kendisinin de kavramsal analizinin yapılması gerekir. Dans yazımı stüdyonun içinde yani özel alanda gerçekleştiği için kadınların bu alandaki katkıları gün yüzüne çıkarılamamıştır; çünkü matbaada basılan ve kamusal dolaşıma sokulan program dergisinde yalnızca bale uzmanının ismi bulunur. Sonuçta, kadınların çalışmaları ‘kayda değer bulunmaz’ ve genellikle sınırları tarihsel olarak belirlenmiş olan düzenlemecilik, yaratıcılık, tasarımcılık, koreograflık ya da sanatsal ortaklık tanımlarının dışında görülür.
Kadınların baleye olan katkısı genellikle icracılıkla sınırlanır ve diğer alanlardaki yaratıcı katkıları görmezden gelinir; bunun sonucunda genç kadın dansçılar örnek alabilecekleri rol modellerinden de mahrum kalmış olur. Batılı sahne dansları tarihsel olarak incelendiğinde, koreografinin erkek alanı olarak tanımlanmasının kurgusal olduğu ortaya çıkar. Yirminci yüzyıl dans tarihinin en yaratıcı dönemlerinde birçok kadın yer almıştır. Kadınların, büyük şirketlerden ya da kurumlardan bağımsız şekilde hem icracı hem eser sahibi olarak çalıştıkları dönemlerde, kendi yöntemleriyle kendi imgelerini yaratabildikleri görülür.
Kadınların yaratıcı katkılarının ortaya konması; erkeklerin “yaratıcı deha”lar, kadınların da onlara cevap veren “ilham perileri” olarak tanımlandığı geleneksel ayrımın kırılmasını sağlar. Ancak feminist tarih yaklaşımı, yalnızca ünlü ya da önemli kadınların görünür kılınmasından ibaret değildir; bizi bilginin tarafsızlığını ve tarihsel ‘gerçekler’in nesnelliğini de sorgulamaya davet eder.
Feminizm, dansın biçimi ve bileşenlerinin (hareket, dinamik nitelikler, alan kullanımı, dansçıların rolleri ve ilişkileri, kostüm, ses) incelenmesini ve bu bileşenlerin tema ya da konuyla bağlantılı olarak okunmasını gündeme getirebilir; böylelikle dansı ve onun sahip olduğu konumu yalıtılmış bir sanat olgusu değil de bir kültürel üretim biçimi olarak sorgulayabilir.
Bir dans eserinin seyirci tarafından algılanışı, bireylerin kişisel tarihi, anlayışı ve bilgisiyle bağlantılıdır ancak dansın yorumlanması; işaretler, simgeler, biçimler, yapılara…vs. atfedilen ortak kültürel anlamlarla da ilişkilidir. Dans metnine atfedilen anlamlar, kamusal alana eleştirmenlerin yazılarıyla çıkar. Dansın her türlü yazılı ya da sözlü yorumu da feminist analizin konusudur çünkü tarihsel metnin yazarın kişisel çıkar ve ideolojik duruşunu içermesi gibi, eleştiri de nihayetinde öznel bir etkinliktir. Feminist analiz yazarın eleştirel duruşunu sorgular ve onun toplumsal cinsiyetle ilgili beklentilerinin, daha sonra kamusal bilgide somutlanacak olan kişisel algılarını nasıl biçimlendirdiğini inceler. Örneğin genellikle kadın dansçıların icraları, yeteneklerinden çok görünümleri bağlamında değerlendirilmiştir (tabii ki kadınların yaptıkları işlerden çok görünümleriyle tanımlandıkları tek alan dans değildir).
Özetle, dansa yönelik feminist yaklaşımın ortaya koyduğu sorular; dans kavramları, tarihi, pratikleri ve ürünleri yoluyla erkek egemen kadın imgelerinin yeniden üretilmesiyle bağlantılıdır. Bu bağlamda, feminizmin en önemli katkısının dansı bir hegemonya pratiği olarak tanımlaması olduğu söylenebilir. Böylece, dansın yalnızca toplumsal kültürel normları güçlendirmediği, tüm bunlara meydan okuma ve onları yıkma potansiyeline de sahip olduğu ortaya çıkar.