Ayşan Sönmez, Gülbahar Tunç / Ağustos 2006
“Kadınların Tiyatrosu”, hazırlanış sürecinden sahnelenişine kadar, her aşamasında kadınların sorumluluk aldığı, kadın izleyiciye açık avant-garde bir gösteri formudur. Böylesi bir form belirli sanatsal ve politik ihtiyaçlardan doğmuştur. Ortaya konulan teatral etkinlik, arkasında yatan anlayış ile birlikte düşünülmelidir.
Kadınların tarihi de, deneyimleri de saklıdır ve geçmişten bugüne ya yok sayılır ya da değiştirilerek yansıtılır. Kadın deneyimi ve tarihi yüzyıllardır cinsiyetçi (erkek egemen) bir görme biçimiyle ele alınır ve kadınlar bile kendini bu kalıplar içinde devinirken bulur. Eşitlikçi varsayımın giderek güç kazandığı modern zamanlarda cinsiyetçilik farklı biçimler edinerek devam etme eğilimindedir: Özgür kadın deneyimi kontrol edilebilir belli alanlara ve sahte bir özgürlük söylemi içine sıkıştırılmaya çalışılır. Kadınlara mahsus tiyatro bu anlayışa meydan okur ve aksi yönde inisiyatif alır. Kadınları, özgül güçleri ve inisiyatifleriyle kendi deneyimlerini anlatabilecekleri, kendi taleplerini gündemleştirebilecekleri, mücadele stratejilerini belirleyebilecekleri bir alan yaratma konusunda kışkırtır. “Kadınların Tiyatrosu,” aldatıcı ve oyalayıcı özgürlük alanları yerine, kamusal alanda kadınlara da açık ve sorunlarını birlikte ele alabildikleri bir alan inşa etme girişimidir. Bu anlamda, kadın mücadelesi ve donanımı bağlamında hem temel hem tamamlayıcı bir işlev üstlenir.
“Kadınların Tiyatrosu” geleneksel kesimlerde çok fazla tepkiyle karşılaşmayabiliyor. Kadın kültürünün direnişçi ve muhalif, ama bastırılan (kamusal alandan izole edilen) geleneksel biçimleri hiç kuşkusuz esin vericidir ve kamusal alanda varlık göstermesinin ve tanınmasının önü açılmalıdır. Öte yandan, modernist ve muhalif kesimlerde, geleneksel kadın kültürüyle de beslenen “Kadınların Tiyatrosu”na karşı belli negatif tepkiler ortaya çıkabiliyor. En “iyi niyetli” tepki bile, “Kadınların Tiyatrosu”nu bir “geri adım” olmakla itham edebiliyor. Şöyle ki: Bugün kadınlar ve erkekler kamusal ve özel alanlarda ortak pratiklerde bulunabiliyorlar. Kadınlar erkeklerle birlikte aynı iş yerlerinde, aynı siyasi yapılarda ya da aynı eğlence mekânlarında “yan yana” yer alabiliyorlar. Bu, uzun mücadelelerin sonucunda elde edilmiş bir kazanım ise sadece kadınlara açık ya da “diğerini dışlayan” bir etkinlikle, geri bir noktaya düşülmüyor mu?
Günümüzde, kadın erkek eşitliği konusunda belli bir mesafe kat edilebildiğini ve belirli kazanımların elde edilebildiğini söylemek mümkün. “Kadınların Tiyatrosu” kadın hareketinin mücadeleleri sonucunda elde edilmiş kazanımları elbette görmezden gelmez. Bu kazanımlar değerlidir ve kazanımlar sayesinde kadınlar kamusal alanda bir varlık gösterme imkânı bulmuştur. Ancak bu durum, ataerkinin ve cinsiyetçiliğin temelden ve tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez. Ataerki, bugün her çağda olduğu kadar güçlü bir şekilde kadınları mağdur etmeye devam etmektedir. Kadınlar hâlâ savaşların, yoksulluğun, militarizmin, ırkçılığın ve her türlü tahammülsüzlük eyleminin birincil mağdurlarındandır. Bunun yanında ataerki, demokratik ve özgürlükçü olduğunu söyleyen toplumlarda ya da muhalefet bölgelerinde de kadınları mağdur etmeye devam eder. Bu bölgeler de cinsiyetçilikten arınmış değildir. Ataerki buralarda sinsice iş görür: Kadınlara bazı özgürlük alanları ve özerk bölgeler tanıyıp onları bu alanlara hapseder, bazı haklarla kadın sorununu gündemden düşürmeye çalışır. Kadın sorunu, bu aldatıcı özgürlük alanlarında kadınların birtakım haklarla donatılmasıyla hallolacak bir sorun değildir. Sorunun muhatabı öncelikle kadınlardır ve kadınlar kendi aralarındaki buluşma biçimlerini arttırmak ve çeşitlemek durumundadır. Her türlü alternatif kimliğin, öncelikli taleplerini gözeterek kendi mücadele biçimini belirleme hakkı vardır. Kendini feminist olarak tanımlayan kadınlar da ataerkiye karşı verilecek mücadelede kendi taleplerini ortaya koyabilir, kadınlara öncelik tanıyabilir ve kadınlara pozitif ayrımcılık yapabilir. Kadınlar ve erkekler arasında gerçek bir eşitlik sağlanana kadar pozitif ayrımcılık meşrudur.
“Kadınların Tiyatrosu” Tarihçesi
“Kadınların Tiyatrosu” formunun arayışı üniversite yıllarına dayanır. Okul yıllarında, Boğaziçi Üniversitesi öğrenci yurtlarında başlayan etkinlikler öncelikle üniversite kampüsüne, mezuniyet sonrasında ise İstanbul’un yanı sıra pek çok yere taşınmış ve tartışmaya açılmıştır. Formun tarihsel gelişimini, kamusal alanda görünürlük kazanma mücadelesi olarak tarif edebiliriz.
“Kadınların Tiyatrosu” formunun ve oyunlarının dramaturjik arka planında Feminist Kadın Çevresi (FKÇ) içinde yürütülen eğitim-araştırma çalışmaları, toplumsal cinsiyet konusundaki tartışmalar ve 8 Mart’a yönelik hazırlanan etkinlikler vardır. Bu alanlarda sağlanan birikim, sonrasında kadınların kültürel ve sanatsal çalışmalar yürüttükleri bir çatı örgütü olan Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) bünyesine taşınmıştır.
Feminist Kadın Çevresi, Boğaziçi Üniversitesi’nde 90’lı yıllardan beri 8 Mart haftasına özel etkinlikler düzenler. Dünya Kadınlar Günü’nün kutlandığı Kadın Şenlikleri, kadınlara ve kadınlarla ilgili gündemlere açılır; hafta boyunca paneller, söyleşiler düzenlenir, kitap sergileri açılır, filmler gösterilir, bültenler ve panolar hazırlanır, tiyatro ve dans-müzik gösterileri sergilenir. Kadın Şenliği’nin protest bir niteliği vardır; etkinlikler, kadınların “gerçek” gündemlerini ve taleplerini dillendirir. Kadınlar bu gün erkek egemen algı kalıpları içine hapsedilmiş kadınlık durumlarını reddeder, alternatif arayışları kışkırtır, tartışmaya açar ve kadın gündemlerine pozitif ayrımcılık talep ederler.
Feminist Kadın Çevresi’ni kültür-sanat çalışmalarını öğrenci kulüplerinde sürdüren kadınlar kurmuştur. Sahneleme çalışmalarında toplumsal cinsiyet ve feminist dramaturji önemli bir unsur olarak ele alınır, ortaya konan ürünlerde kendini güçlü bir şekilde hissettirir. Kadın Şenliği programında gösteri sanatlarıyla bağlantılı bir etkinlik; bir tiyatro gösterisi veya konser mutlaka yer alır. 8 Mart haftası için hazırlamaya başlanan gösteriler zaman içinde “Kadınların Tiyatrosu”na evrilmiştir. Bu sürecin çeşitli tartışmalara ve kırılma noktalarına sahne olduğunu söylenebilir. Bu aşamalardan bahsetmek tercih edilen sahneleme formunun anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Kadın Şenliği’nde her yıl, programın bir gecesi kızlar yurduna ayrılır. Hazırlanan skeçler ve konser yurtta, küçük bir alanda, seyircilere sunulur. Bu gösterilerde elbette ki kadınlara pozitif ayrımcılık yapılmaktadır. Söylenen şarkılar/türküler kadınlarındır veya kadınları anlatır; skeçlerde kampüs ve yurt sorunları kadınların gözüyle ele alınır ve sahnelenir.
Kadınlar günü kutlaması için kız yurdunun mekân seçilmesi enteresan değildir. Yurt gecelerinin hem şenlikli hem de protest bir niteliği vardır. Kız yurdu etkinliklerinde sadece kadınlara tahsis edilmiş bir özel alan olan kız yurdu -ki biz bunu verili bir kadın mekânı olarak değerlendirebiliriz- kadınların taleplerinin ve sorunlarının dillendirildiği bir eylem pratiğinin merkezi haline gelmiş olur. Kız yurdu gecelerinin protest atmosferi, bu özel alanın verili anlamının değişime ve radikalleşmeye açık olduğunu ima eder. Kadınlar herhangi bir mekanizmadan -ne okul yönetiminden ne de devletten- kendi sorularının tespitinin yapılmasını beklemeden bizzat kendileri özgül taleplerini dillendirebilir ve bunların takipçisi olabilir. Kız yurtlarında halen süren yurt geceleri, “Kadınların Tiyatrosu” fikrinin ortaya çıkmasında önemlidir.
FKÇ’nin gelenekselleşen 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamaları başlangıçta, kampüsteki etkinlikler özelinde, kadın ve erkeklerden oluşan karma bir seyirciye açıktı. 1996 yılına değin, öncesinde Orta Saha’da, kadınların ve erkeklerin birlikte izlediği açık alanda gerçekleştirilen konserlerin bu yıldan sonra kapalı bir mekâna taşınıp, sadece kadın izleyiciye açılması tercih edildi. Müzisyen kadınlar bu yılın programına bir rock konseri hazırlamıştı. Rock konserini sadece kadınlara açmak kamusal alan içerisinde kadınlara özel bir kamusal alan yaratmanın ilk girişimi oldu. Bu rock kültürünün ve onun eğlence ortamlarındaki erkek egemen niteliğine bir meydan okumaydı; kadınlar rock yapabilir, diğer kadınlar bunu izlemeye gelebilir ve konserin tadını çıkarabilirdi. Sahneye çıkan herkes kadındı, hazırlığın tüm aşamalarında kadınlar çalışmıştı ve konser de sadece kadınlara açıktı. Kamusal alanda kadınlara özel bir etkinlik, üstelik bir rock konseri düzenlemek gürültü koparan bir girişim oldu. Kampüsteki kadınlarla ve erkeklerle ciddi karşılaşmalar yaşadık. Bu tercih genel bir şaşkınlık yarattı.
O yıl ilk kez konser formatında denenen kadınlara açık gösteri etkinliği, “Kadınların Tiyatrosu” formu için önemli ipuçları sundu ve benzer form sonraki yıllarda tiyatro özelinde kullanılmaya başlandı. Üniversite kampüsünde tiyatro gösterileri 1997 yılında başladı ve sonraki yıllarda da sürdü.
Boğaziçi Üniversite Mezunlar Derneği 1997 yılında üyelerine yönelik bir tiyatro atölyesi başlatmıştı. Tiyatro Boğaziçi’nden Sevilay Saral ve Cüneyt Yalaz da atölye katılımcılarına eğitmenlik yaptı. Bu ve sonrasındaki yıl, kampüsteki Kadın Şenliği kapsamında Sevilay Saral’ın kaleme aldığı 2 kısa kadın oyunu sergilendi: Beş Kadın ve Kadın Masalları. Üniversite öğrencilerinden ve mezunlardan oluşan kadın-erkek karma bir seyirciye açık gösteride Boğaziçi Üniversitesi mezunları rol aldı. Bu iki oyun için uygulanan form “Kadınların Tiyatrosu”ndan ziyade kadın tiyatrosuna yakındır. Oyunların yazarı bir feministtir, sahnedeki oyuncuların çoğu kadındır; kadın temalı bir oyun sergilenmektedir; ancak üretim süreci ve seyir aşaması erkeklere de açıktır. Sahne üzerinde, yurtlarda sahnelenen protest doğaçlamalardan ziyade, bütünlüklü kurgusu olan bir oyun metni vardır; eylem formatına özgü doğaçlama estetiğinden yavaş yavaş sahne estetiğine geçilmeye başlanmıştır.
“Kadınların Tiyatrosu”nun ilk uygulaması 2000 yılının 8 Mart’ında sahnelendi. Sevilay Saral’ın kaleme aldığı, BGST üyesi tiyatrocu kadınların rol aldığı Uykudan Önce, sadece kadın seyirciye açık ilk oyundur. Oyun sadece kadınlara açıldığında, seyircilerle rock konseri deneyimindekine benzer bir karşılaşma yaşanmadı. 8 Mart haftasında kadınlara özel etkinlikler düzenlemek kampüs içinde artık genel olarak kabul görüyordu. Uykudan Önce’den sonra, iki yıl boyunca Sevilay Saral’ın kaleme aldığı 2 kadın oyunu Şenlik programında yer aldı: Düş Dostları ve Kadın-Doğum.
2003 yılına geldiğinde ise belirleyici bir tercih noktası ön plana çıkmıştır: Ya oyun çıkarmak üzere, bir proje özelinde dönemsel olarak bir araya gelinecek, oyun sahnelenecek ve çalışmalara bir süre ara verilecek; ya da “Kadınların Tiyatrosu” formu, kampüs dışına da taşınacak ve bu form özelinde sürekliliği olan sistematik bir çalışma alanı kurulacaktır. Tercih edilen ikincisi, “Kadınların Tiyatrosu”na bir sistematik kazandırmak ve üretimlerini kamusallaştırmak olmuştur.
2003 yılının 8 Mart Şenliği’nde sahnelenen 7 Kadın adlı oyunun kampüsteki gösteriminden sonra üzerinde çalışılmaya devam edildi. 7 Kadın bir proje olarak BGST’nin repertuarına girdi ve Mayıs ayında İstanbul’da 2 kez gösterimi yapıldı. Oyun ve gösteri formu öncelikle İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu’ndaki kadın tiyatroculara açıldı, sonra da İstanbul’daki kadın gruplarına ve kadınlara. 7 Kadın 2004 ve 2005 tiyatro sezonunda bağlantı kurabilen her bölgeye taşındı ve turne mekânlarındaki kadınlarla form ve oyun üzerine bir tartışma yürütülmeye özen gösterildi.
“Kadınların Tiyatrosu”nun bir çalışma alanı olarak açılmasıyla birlikte bu alana yönelik çalışmalar sistematik bir nitelik kazanmaya başladı: kadınların tiyatro pratiklerinin dünyadaki tarihselliğine, gösteri sanatları içinde toplumsal cinsiyet tartışmalarına; çeşitli feminist dramaturji ve sahneleme yöntemlerine dair bir eğitim-araştırma süreci gelişti. Bu araştırmaların sonuçlarının bir kısmına, Mimesis 12 Feminist Tiyatro Özel Sayısı’nda yer verilmiştir.
“Kadınların Tiyatrosu”nun 7 Kadın’dan sonraki üretimi tek kişilik bir kadın oyunu oldu: Bir Kadın Uyanıyor. Bu oyun, kadın hareketi bağlamında ve feminist bakış açısıyla alternatif bir tarih yazımı çalışması ve bu çalışmanın kadınlara dönük teatral sunumu (tartışmaya açılması) olarak ele alınabilir. Oyun yazım süreci, bir başka kadını da gösteri formunun içine katarak ilerledi. Kurgusu gerçek bir hayat hikâyesinden, bir kadınla yapılan söyleşilerden yola çıkarak oluşturulan oyunu Sevilay Saral kaleme aldı, Aysel Yıldırım oynadı. Bir Kadın Uyanıyor, 2004 Kadın Şenliği’nde kampüste sahnelendi, sonbahar sezonunda ve 2005 yılında İstanbul’da ve ulaşabildiği her ilde sahnelenmeye başlandı.
2006 yılında ise bir oyun hazırlığı içine girmek değil, bir atölye çalışmasına başlamak tercih edildi. Bir çalışma yöntemi oluşturmak ve benzer kaygılarla tiyatro yapmak isteyen kadın tiyatrocularla buluşmak ve deneyimlerin paylaşılması heyecan verici bir yönelim oldu. Atölye içeriği kadın anlatılarını esas aldı ve bu anlatıları, içindeki kadınlık durumunu, sistemik mağduriyeti, direnişçi yönü ve mizahı açığa çıkaracak şekilde kadın bakış açısıyla yeniden anlatmayı hedefledi. 2006 yılının 8 Mart etkinliklerinde şenlik katılımcılarına atölye çalışmasının ilk sonuçları taşındı ve çalışma yöntemi üzerine bir sunum yapıldı. Bu çalışmanın olgunlaştırıp turne bölgelerine taşınması da hedefler arasındadır.
“Kadınların Tiyatrosu” gösteri sanatları alanındaki sanatsal ve politik ihtiyaçlar sonucu oluşmuş bir gösteri formudur. Belli sınırlar içinde devinmekten sıyrılıp kamusal alanda görünürlük kazanma iddiası taşıyan her türlü mücadele için model olabilir.