Sevilay Saral / Mart 2006
Bir Kadın Uyanıyor, “kadınların tiyatrosu” formunda -üretim sürecindeki asli rolleri kadınların üstlenmesini ve sadece kadın seyirciye oynamayı hedeflediğimiz- tek kişilik bir kadın oyunu. Yazdığım diğer oyunlardan farklı olarak, kurgusu gerçek bir hikâyeye dayanıyor. Doğal anlatıcı[1] bir dizi söyleşi çerçevesinde hikayesini anlatmış, ardından yazar bu söyleşilerde oluşan malzemeyi sahnelemeye dönük olarak yeniden yorumlamış ve biçimlendirmiştir. Anlatıcı-oyuncu da söyleşi etkinliklerinde yer almış ve malzemenin oluşumuna tanık olduğu gibi biçimlenmesine de katkı sunmuştur.
Söyleşi yoluyla oyun metni oluşturma ilk kez uyguladığım bir yöntem. Söyleşileri projede oyunculuk sorumluluğu alan Aysel Yıldırım ile birlikte yürüttük. Söyleştiğimiz kadın arkadaşımız, bir anlatıcı olarak çok değerli bulduğum bazı özelliklere sahipti. Öncelikle konuşmayı ve anlatmayı hararetle seviyordu. Kayıt aletimizin record tuşuna bastığımız andan itibaren saatlerce kesintisiz anlatıyor ve asla yorulmuyordu. Teatral bir anlatımı vardı. Bir olayı anlatacağı zaman önce genel tabloyu vermeye özen gösteriyordu. Yer yer taklit yapıyor ve dili çarpıcı bir ustalıkla kullanıyordu. Bu nedenle, anlatım tarzının oyun metnindeki esprili dile ciddi katkıları oldu. Anlattığı olayları, gerektiği ölçüde ayrıntılandırabiliyordu. Söyleşi esnasında anlattıklarının üzerinde belli oranda bir otosansür mutlaka olmuştur; ama üç kadın olarak kurduğumuz ortamın sıcaklığının da etkisiyle, bu otosansürün söyleşinin açılımına zarar verecek boyuta ulaşmadığı kanaatindeyim. Ayrıca söyleşiyi rahatlatan diğer bir özellik, hafızasının gücüydü. Aradan geçen uzun zamana rağmen, yaşadığı olayları neredeyse tüm ayrıntılarıyla aktarabiliyordu. Bu durum, söyleşinin çerçevesini toparlamada ve yeni soruların oluşmasında bize kolaylık sağladı.
Doğal anlatıcının yukarıda sıraladığım özellikleri söyleşiler yoluyla bir oyun metni oluşumuna önemli katkılar sunmakla beraber, bu yöntemin birtakım zorlukları olduğunu da eklemek isterim. Söyleşide anlatılanlar, olduğu gibi sahneye aktarılmadı elbette. Hatta gerekli görüldüğü hallerde, tavrımızın/dramaturjimizin altını daha iyi çizmek adına bazı hayali sahneler de oluşturuldu. Örneğin birinci perdedeki “Doğum Günü” sahnesini söyleşilerden hareketle elde etmedik, hayal ettik. Bu eklemelerin oyundaki diğer öykülerin yanında ayrıksı durmaması ve bu anlamda inandırıcılığın devamının sağlanması konusunda titizlikle çalışmamız gerekti. Yazar olarak en çok, kurguladığım bu hayali bölümlerde zorlandığımı düşünüyorum. Çünkü yazacağım her yeni satırın, bize aktarılan ve çerçevesini çizdiğimiz evrene yedirilmesi gerekiyordu.
Dramaturjik bağlamda altını özellikle çizdiğimiz tavırların, feminist bakış açısını öne çıkardığımız öykülerin ve eklediğimiz bölümlerin söyleştiğimiz kişi tarafından da kabul edilir olması bizim için ayrıca önemliydi. Bu anlamda biz, öyküleri alıp kaba birer malzeme gibi kullanmadık. Söyleştiğimiz kişiyi, üretim sürecinde söz hakkı olacak şekilde kadroya dahil etmeye özen gösterdik. Elbette bu aşamada birtakım ciddi anlaşmazlıklar çıkabilirdi; ama bizim çalışmamız içinde böyle bir durum oluşmadı. Söyleştiğimiz kişiyle anlaşmazlığın yaşandığı noktaların sayısı azdı ve bunları çözebildiğimiz yapıcı bir diyalog ortamı kurulabildi.
***
Bir Kadın Uyanıyor’un oyun metninde ve sahnelemesinde üç farklı anlatım biçimi kullanıldı:
Birinci anlatım biçiminde; oyuncu, doğrudan seyirciye konuşan bir anlatıcıdır. Bu sahneler seyirciye dönük (dışa dönük) oynanır. Oyuncu, bugünden, yani kadının 45 yaşı içinden konuşur; hayatı ve aktardığı olaylar üzerine yorum yapar; seyirciye sorular sorar vs. Anlattıklarına karşı mesafeli bir duruşu vardır. Ayrıca bu pasajlar, genel olarak sahneleri birbirine bağlama işlevi görür. Bu bölümler, yalın ve yer yer mizahi bir üslupta kaleme alınmıştır.
İkinci anlatım biçiminde anlatım, içe dönüktür. Oyuncunun önce Yeşilırmak’la daha sonra da İstanbul Boğazı’yla sohbet ettiği sahneler vardır. Burada yine yalın ama dramatik bir üslupta oynanır. Bu sahnelerde ışıklandırmadan da faydalanarak seyirciyle oyuncunun oynadığı mekân uzaklaştırılır. Kadının suyla konuşması bir açıdan “delice” bir eylemdir ve psikolojik bir etki oluşturma riskini taşır. Bu sahnelerin “acıklı” sahneler olmaktan kurtulması için yalın bir oyunculukla icra edilmesi gerekir.
Üçüncü anlatım biçiminde ise, anlatıma mizahi bir üslup hakimdir. Oyunda anlatılan kadının farklı yaş dönemlerine ait anılarının canlandırıldığı sahneler vardır. Bu sahneler mizahi bir üslupla oynanır. Oyuncu, anlattığı olay esnasındaki yaşını oynar ve bu sahneler, oyuncunun argoyu en çok kullandığı bölümlerdir. Oyuncu, anılarını anlatırken karşısına çıkan karakterleri elindeki kalemle çizerek oynar. Seyirci, resmi çizilen bu karakterlerin ne söylediğini hiç duymaz; ama oyuncunun repliklerinden konuşulanın ne olduğunu anlar. Oyun metninde, çizim yerine taklit etme yöntemi sadece üç karakter için kullanılır: Cinci hoca, meyhanedeki delikanlı ve fal bakan kadın… Bizim çalışma sürecimizde taklidin de sahnelemeye dahil edilmesi, oyuncunun kendi tercihi olmuştur. Aslen Çarşambalı olan Aysel Yıldırım, bu yerel karakterlere dair çok canlı gözlemlere sahiptir ve bunun avantajıyla çok çarpıcı tiplemeler çıkarmayı başarmıştır. Bu taklitler seyirde bir üslup sorunu yaratmadığı için korunmuştur. Ancak başka bir oyuncu bu taklitleri diğer karakterler gibi ele almayı, yani taklit etmek yerine çizim yöntemiyle oluşturmayı tercih ederse bunun da önü açıktır.
[1] Söyleşi yapılan kadın, kimliğine dair bilgilendirme yapılmamasını talep ettiği için bu yazıda ismi kullanılmamıştır.