Gülbahar Tunç / Şubat 2006
“Kadınların Tiyatrosu” belirli sanatsal ve politik ihtiyaçlardan doğdu. Ortaya konulan tiyatral etkinlik, arkasında yatan anlayış ile birlikte düşünülmelidir. Kadınların tarihi de, deneyimleri de saklıdır ve geçmişten bugüne ya yok sayılır ya da değiştirilerek yansıtılır. Kadın deneyimi ve tarihi yüzyıllardır cinsiyetçi (erkek egemen) bir görme biçimiyle ele alınır ve kadınlar bile kendini bu kalıplar içinde devinirken bulur. Eşitlikçi varsayımın giderek güç kazandığı modern zamanlarda cinsiyetçilik farklı biçimler edinerek devam etme eğilimindedir: Özgür kadın deneyimi kontrol edilebilir belli alanlara ve sahte bir özgürlük söylemi içine sıkıştırılmaya çalışılır. Kadınlara mahsus tiyatro bu anlayışa meydan okur ve aksi yönde inisiyatif alır. Kadınları, özgül güçleri ve inisiyatifleriyle kendi deneyimlerini anlatabilecekleri, kendi taleplerini gündemleştirebilecekleri, mücadele stratejilerini belirleyebilecekleri bir alan yaratma konusunda kışkırtır. “Kadınların Tiyatrosu,” aldatıcı ve oyalayıcı özgürlük alanları yerine, kamusal alanda kadınlara da açık ve sorunlarını birlikte ele alabildikleri bir alan inşa etme girişimidir. Bu anlamda, kadın mücadelesi ve donanımı bağlamında hem temel hem tamamlayıcı bir işlev üstlenir.
“Kadınların Tiyatrosu” geleneksel kesimlerde çok fazla tepkiyle karşılaşmayabiliyor. Kadın kültürünün direnişçi ve muhalif, ama bastırılan (kamusal alandan izole edilen) geleneksel biçimleri hiç kuşkusuz esin vericidir ve kamusal alanda varlık göstermesinin ve tanınmasının önü açılmalıdır. Öte yandan, modernist ve muhalif kesimlerde, geleneksel kadın kültürüyle de de beslenen “Kadınların Tiyatrosu”na karşı belli negatif tepkiler ortaya çıkabiliyor. En “iyi niyetli” tepki bile, “Kadınların Tiyatrosu”nu bir “geri adım” olmakla itham edebiliyor. Şöyle ki: Bugün kadınlar ve erkekler kamusal ve özel alanlarda ortak pratiklerde bulunabiliyorlar. Kadınlar erkeklerle birlikte aynı iş yerlerinde, aynı siyasi yapılarda ya da aynı eğlence mekânlarında “yan yana” yer alabiliyorlar. Bu, uzun mücadelelerin sonucunda elde edilmiş bir kazanım ise sadece kadınlara açık ya da “diğerini dışlayan” bir etkinlikle, geri bir noktaya düşülmüyor mu?
Günümüzde, kadın erkek eşitliği konusunda belli bir mesafe kat edilebildiğini ve belirli kazanımların elde edilebildiğini söylemek mümkün. “Kadınların Tiyatrosu” kadın hareketinin mücadeleleri sonucunda elde edilmiş kazanımları elbette görmezden gelmez. Bu kazanımlar değerlidir ve kazanımlar sayesinde kadınlar kamusal alanda bir varlık gösterme imkânı bulmuştur. Ancak bu durum, ataerkinin ve cinsiyetçiliğin temelden ve tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez. Ataerki, bugün her çağda olduğu kadar güçlü bir şekilde kadınları mağdur etmeye devam etmektedir. Kadınlar hâlâ savaşların, yoksulluğun, militarizmin, ırkçılığın ve her türlü tahammülsüzlük eyleminin birincil mağdurlarındandır. Bunun yanında ataerki, demokratik ve özgürlükçü olduğunu söyleyen toplumlarda ya da muhalefet bölgelerinde de kadınları mağdur etmeye devam eder. Bu bölgeler de cinsiyetçilikten arınmış değildir. Ataerki buralarda sinsice iş görür: Kadınlara bazı özgürlük alanları ve özerk bölgeler tanıyıp onları bu alanlara hapseder, bazı haklarla kadın sorununu gündemden düşürmeye çalışır. Kadın sorunu, bu aldatıcı özgürlük alanlarında kadınların birtakım haklarla donatılmasıyla hallolacak bir sorun değildir. Sorunun muhatabı öncelikle kadınlardır ve kadınlar kendi aralarındaki buluşma biçimlerini arttırmak ve çeşitlemek durumundadır. Her türlü alternatif kimliğin, öncelikli taleplerini gözeterek kendi mücadele biçimini belirleme hakkı vardır. Kendini feminist olarak tanımlayan kadınlar da ataerkiye karşı verilecek mücadelede kendi taleplerini ortaya koyabilir, kadınlara öncelik tanıyabilir ve kadınlara pozitif ayrımcılık yapabilir. Kadınlar ve erkekler arasında gerçek bir eşitlik sağlanana kadar pozitif ayrımcılık meşrudur.
***
Bir Kadın Uyanıyor uzun yıllar sonucunda oluşturulan bir birikimin ürünüdür. Oyunu yazan ve sahneleyen kadınlar, bağımsız bir kadın örgütlenmesi olan Feminist Kadın Çevresi (FKÇ) içinde toplumsal cinsiyet çalışmaları yürüten ve hâlihazırda bu çalışmalarına devam eden kişilerdir. “Kadınların Tiyatrosu” formunun ve oyunlarının dramaturjik arka planında; FKÇ içinde yürütülen eğitim araştırma çalışmaları, toplumsal cinsiyet konusundaki tartışmalar ve 8 Mart’a yönelik hazırlanan etkinlikler vardır. Bu alanlarda sağlanan birikim, sonrasında kadınların kültürel ve sanatsal çalışmalar yürüttükleri bir çatı örgütü olan Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) bünyesine taşınmıştır.
Bir Kadın Uyanıyor, kadın hareketi bağlamında ve feminist bakış açısıyla alternatif bir tarih yazımı çalışması ve bu çalışmanın kadınlara dönük tiyatral sunumu (tartışmaya açılması) olarak ele alınabilir. Hikâyesi anlatılan kadın, Alev, “iyi bir kız çocuğu” olarak yetiştirilmiştir, karşısına çıkan ilk “doğru” erkekle evlenmiş, çocuk sahibi olmuş, aldanmış, aldatılmıştır. İntikamını almaya uğraşmış, ayrılmış, yeni bir hayat kurmaya girişmiş, çocuklarını kendi başına yetiştirmeye başlamış, kavga etmiş, hep kavga ederek uyanmış bir kadındır. Erkek egemen tarih, Alev gibi “kavga ederek uyanan” kadınların hikâyesini anlatmaz. Alev’in anlattıkları bu tarih için değersizdir ve deneyiminde insanlığın ders çıkaracağı kayda değer bir malzeme yoktur. Alev’in saklı kalmış hikâyesi ile feminizm ilgilenir; çünkü feminizm, bu hikâyede ataerkinin göremeyeceği bir şeyi görür: bir kadının mücadelesini. Feminist bakış açısıyla “Kadınların Tiyatrosu” yapan kadınlar Alev’i önce kendi ağzından dinler. Bir sözlü tarih çalışması yapılır. Anlatılar, içerikleri değiştirilmeden kaydedilir. Anlatan ve dinleyenler arasındaki paylaşım, zaman zaman “iç dökmelere” ve özdeşleşmelere dönüşebilir ki bu türden duygusal paylaşımların yaşanması, doğaldır; hatta aktarılan deneyime yabancılaşmamak için gereklidir de. Bu anlamda, anlatıyı teatral bir malzemeye dönüştürmek kolay bir şey değildir ve tam da bu noktada feminist dramaturji devreye girer. Anlatıların metin biçimi alması ve sahneye taşınması aşamasında, yol gösterici dramaturjik ilkeler devrededir. Feminist dramaturji, sahneye taşınan malzemeyi, kadının ataerkil sistem içindeki konumlanışı ve ataerkiye karşı yürüttüğü mücadele bağlamında değerlendirir.
Feminist dramaturjinin anlatıyı farklı kılan bir diğer niteliği ise, hikâyesi aktarılan kadına geliştirilen erkek egemen bakışı bertaraf edebilmesidir. Erkek egemen bakış, Alev’in deneyimini kendi süzgecinden geçirir ve çarpıtarak sunar. Onu, “deliliğe” mahkûm eder; sahip oldukları ile yetinmemekle suçlar. Diğer yandan feminist dramaturji, Alev’i ve eylemlerini içinde yaşadığı bu ataerkil koşullar içinde oyuna taşır. Alev’le karşılaşan seyirci artık ataerkil bakış açısıyla aktarılan bir anlatıya değil, farklı bir anlatıya tanıklık etmiş olur. Bu tanıklığın sonucunda, seyircinin, Alev gibi kadınlara dair kendisine sunulan erkek egemen bakışı sorgulayabilmesinin önü açılmış olur.
Diğer yandan Bir Kadın Uyanıyor, bir kadın yüceltmesi olarak değerlendirilmemelidir. Feminist dramaturji içinde Alev’in hikâyesi, gerçekçi bir yaklaşımla, bütün çelişkileriyle resmedilir. Dolayısıyla oyunda, aynı zamanda, yapıcı özeleştirel boyutu içerecek şekilde eleştirel bir tutum geliştiren bir kadını görürüz. Son söz hepimize dair bir uyarıyı içerir.
“Uyanmak kavga etmek, hiç durmadan kavga etmektir kardeşim. Dinlenmek hakkım olsa da, uyumak haram. Bir gün yorulur vazgeçersem eğer, uyanışım da biter o zaman.”