Ekmek ve Gül ile Söyleşi: “Bizi ancak dayanışma, örgütlenme ve mücadele kurtarır”

Söyleşiyi yapan: Öykü Eke, Özlem Aslan

Öncelikle “Ekmek ve Gül’’ün yolculuğundan başlayalım mı? Ekmek ve Gül fikri nasıl doğdu? Bu platformu kurarken nasıl bir hayalin peşinden gittiniz? Başlarken koyduğunuz hedeflerin neresinde görüyorsunuz kendinizi?

Ekmek ve Gül’ün yolculuğu işçi kadınların “Yaşamak için ekmek, ruhumuz için gül istiyoruz” talebiyle sokaklara dökülmesine dayanan 100+15 yıllık bir yolculuk. Bundan tam 15 yıl önce, sırtımızı tam da kadın işçilerin ekmek ve gül mücadelesine dayayarak, bu mücadeleden güç alarak yayın hayatımıza başladık. Kadınların ülkede, dünyada yaşanan gelişmeler karşısında sadece izleyici hâline getirilmek istendiği medya düzenine karşı seslerini daha da yükseltebilecekleri, birbirlerinin sözünü büyütebilecekleri kürsüyü 2008 yılında Hayat Televizyonu’nda bir kadın programı olarak başlattık. Mahallelerde, işyerlerinde, üniversitelerde kadınların mikrofonu eline alabildiği programımıza ek olarak farklı şehirlerden, farklı işyerlerinden kız kardeşlerinde seslenebilecekleri, yaşadıkları sorunları, çözümleri tartışabilecekleri dergimizi de çıkardık. OHAL zamanında KHK ile Hayatın Sesi Televizyonu’nun kapatılması ile bir televizyon programı olarak sürdürdüğümüz yayınımızı 7/24 yayın yapan bir internet sitesine dönüştürdük. Bugün ekmekvegul.net de 6 yaşında. Kadınlar mahallelerinde yan yana gelerek kadın derneklerini oluşturdular, Ekmek ve Gül gruplarını kurarak buluştular, tanıştılar ve mücadele ettiler, etmeye de devam ediyorlar. Bugün kadınların bu örgütlü ağı deprem bölgesinde yalnız bırakılan depremzede kız kardeşlerine hayatı yeniden kurma çağrısını yapıyor ve ülke genelinde bir dayanışmaya dönüşüyor… Ekmek ve Gül bugün işçi, emekçi, öğrenci kadınların işyerlerinde, üniversite kampüslerinde, plazalarda, tarım alanlarında, mahallelerde, atölyelerde, direnişlerde, grevlerde, eylemlerde yan yana geldiği, birlikte dayanışmayı büyüttüğü, mücadele ettiği bir örgütlenme ağı aynı zamanda.

Deprem olduktan sonra kadınların özel durumlarını ortaya koyan inisiyatiflerden birisiniz. Bu süreci biraz anlatır mısınız? Haberi aldıktan sonra nasıl eyleme geçtiniz? İlk andan bugüne deprem bölgesiyle kurulan ilişkide önceliklerinizi ve stratejilerinizi nasıl belirlediniz?

Depremin ardından çeşitli illerdeki Ekmek ve Gül grupları, kadın dernekleri, kadın toplulukları zaten hemen depremzede kadın ve çocukların ihtiyaçları için çalışmaya başladılar. Zaten kendine gıdayı, bebeğine bezini zor alan bu kadınlar depremzede kız kardeşleri için maaşından, sofrasından arttırdıklarıyla dayanışmanın bir parçası oldu. Çocuklar için uzmanlarla birlikte çocuk çadırı, gebe kadınlara yeni doğan bebek kitleri hazırlayıp gönderdiler, hijyen kitleri hazırladılar. Depremzede kadınların ihtiyaçlarının daha planlı ve sürekli karşılanabileceği ama aynı zamanda kadınların talepleri için yan yana gelip mücadele edeceği, hayatı birlikte yeniden kurmanın olanaklarını yaratacağı Kız Kardeşlik Köprüsüyle Hayatı Yeniden Kuruyoruz kampanyasının çağrısını tüm Ekmek ve Gül gruplarına, kadın derneklerine, kadınlara yaptık. Depremden önce de bölgede bulunan Ekmek ve Gül gruplarından arkadaşlarımızın da içinde bulunduğu bir koordinasyon oluşturduk ve nerede kadınların öncelikli olarak nelere ihtiyacı olduğunu, diğer illerde de hangi olanakların nasıl seferber edilebileceğini belirledik.

Kızkardeşlik köprüsü fikri nasıl doğdu? Buraya deprem bölgesindeki kadınlardan ilgi nasıldı? Ne tür tepkiler aldınız bu çalışmayı yaparken?

Depremin hemen ardından depremzedelerin en temel ihtiyaçlarının karşılanması için halk seferber oldu. Ancak bu süreçte AFAD tarafından yayımlanan öncelikli ihtiyaç listelerinde kadınların ihtiyaçlarına yer verilmediğini, pedin o listelere girmediğini gördük; hâlâ o listelerde yer almıyor. Zaten cinsiyet eşitsizliği sebebiyle hayatın “olağan” akışında da ihtiyaçları görmezden gelinen kadınların depremlerin ardından ihtiyaçları da sorumlulukları da yükleri de riskleri de arttı. Depremzede kadınların bu ihtiyaçları kısa süreli ihtiyaçlar değil, orta ve uzun vadede de bu ihtiyaçların onlara sürekli ulaşması gerekiyor. Depremzede kız kardeşlerimizin ihtiyaçlarını sürekli ve planlı bir şekilde deprem bölgesinin dışındaki illerdeki kadınların dayanışması ile karşılamaya çalışıyoruz. Ancak bu köprü bir yardım ulaştırma köprüsü değil. Depremzede kadınların deprem bölgesi dışındaki kız kardeşlerinin desteği ve dayanışması ile hayatı yeniden kurmalarının olanaklarını yaratmaya çalışıyoruz. Yani dışarıdan gelen gönüllülerin depremzede kadınlara ihtiyaçlarını ulaştırması için değil, depremzede kadınların mahallelerinde, çadırkentlerinde hayatı yeniden kurmaları, koşullarını değiştirmeleri, yaşadığı alanın yönetiminde söz sahibi olmaları, ihtiyaçlarını belirlemeleri, ihtiyaçları için kapıları birlikte aşındırmaları, hesabı birlikte sormaları için bu kız kardeşlik köprüsünü oluşturuyoruz. Kadınların yan yana gelişlerinin kalıcılaşması; insanca, şiddetsiz, eşit, güvenli, korkusuz bir yaşamı birlikte kuracakları mekanizmaları oluşturmaları için… Bu kampanya aynı zamanda diğer illere göç eden depremzede kadın ve çocuklarla dayanışmayı da kapsıyor. Bir afetzede olmamak için kendi yaşadığı mahalleyi afetlere dayanıklı hâle getirmenin mücadelesini vermeyi de.

Zaten kendileri de birer depremzede olan deprem bölgesindeki illerden Ekmek ve Gül gruplarımızdaki arkadaşlarımızla deprem bölgesindeki kadınları yan yana getirdik, ihtiyaçlarının neler olduğunu görünür kılmaya çalıştık. Pek çok kadın da bu köprünün aktif bir parçası oldu, çevresindeki kadınların ihtiyaçlarının neler olduğunu birlikte belirlediler, hijyen kitlerinin dağıtımına katıldılar, çocuk çadırında depremzede uzmanlar görev aldılar, kadın buluşmalarına katıldılar…

İskenderun Mustafa Kemal Mahallesi’ndeki çadırlarınızın AFAD tarafından kaldırılma sürecini anlatır mısınız? Tam olarak süreç nasıl işledi? AFAD’ın gerekçesi neydi? Bu eylemle Ekmek ve Gül’ün ya da Kız Kardeşlik Köprüsü’nün bölgedeki tüm çalışma noktaları ortadan kalkmış mı oldu? Başka yerlerde de çalışmalarınız var mı?

Depremlerin hemen ardından depremlerden etkilenen pek çok ile AFAD’ın hemen ulaşmadığını biliyoruz; arama kurtarma faaliyetlerinden hayatta kalmış depremzedelerin temel ihtiyaçlarının karşılanmasına… İskenderun’un merkezinde olan ve pek çok binanın yaşanamaz hâle geldiği Mustafa Kemal Mahallesi de halkın temel ihtiyaçlarına -barınma, yeme, içme- ulaşamadığı yerlerden biriydi. İskenderun’daki Mustafa Kemal çadır alanı, depremin ilk günlerinde bizim de içinde yer aldığımız pek çok gönüllü kuruluşun çabalarıyla oluşturuldu. Bu alanda depremzedelerin en temel ihtiyaçlarının karşılanması için tamamen gönüllü emeğiyle barınma, beslenme, hijyen, sağlık, çocuklar için etkinlik alanları oluşturuldu. AFAD ise sonraki günlerde bu alana boş çadırlar kurdu, alanda düzenleme bile yapmadı, çadırlarda asgari bir yaşam için ihtiyaç duyulan malzemeleri bile sağlamadı. Bu alanın yaşamaya daha elverişli hale getirilmesi, güvenlik ve hijyen ihtiyaçlarının devlet tarafından giderilmesi, konteyner sağlanması konusundaki taleplere kulak asmadı. Bu alanda kadınların ve çocukların en temel ihtiyaç malzemelerini Kız Kardeşlik Köprüsü kampanyamıza ülkenin dört bir yanından emek veren kadınlar sağladı. Beslenme ve barınma koşulları bu alanda gönüllülük temelinde çalışmalar yapan kuruluşlarca el birliği ile sağlanmaya çalışıldı. Kadın ve çocuk çadırlarıyla, gönüllü sağlık emekçilerinin hizmet verdiği çadırlarla depremzedeler için birlikte bir yaşam kurmak, yaraları sarmak için günlerdir çadır kentteydik. Depremin ardından 36. günde Belediye’nin spor salonuna geçici olarak çadır kentteki depremzedelere gönderilmiş yardımları yerleştirdiğimiz için, Kaymakam spor salonunu boşalttırmış, “Devletin alanını kullanamazsınız” demişti. O gün yoğun bir yağış olmuş, çadırlar su dolmuştu. Ertesi gününde yani depremin üzerinden 37 gün geçtikten sonra AFAD, sabahtan Rotary Kulübü’nün depremzedelerin konaklaması için kurduğu çadırları kaldırdı; depremzedeler konteyner talep ederken yerlerine AFAD logolu çadırları 2 saat içerisinde yeniden kurdular. Bu durum, depremin ardından ilk anlarda çadıra ulaşamamış ya da mahallelerinde evlerinin yanında çadırda kalmak isteyip çadır talep eden ve “yok” cevabıyla karşılaşan depremzedeler tarafından “Demek ki ellerinde çadır varmış” denerek tepkiyle karşılandı. Bu aynı zamanda kadın çadırına da etkinlik çadırına da, çadır kenttekilere diğer illerden gelen ihtiyaç malzemelerini ulaştırdığımız çadırlara da el konmasının önünü açacak bir hamleydi. Sabah yağmur yağdığında çadır kentteki depremzedeler eşyalarını ıslanmadan toparlayıp yeni çadırların kurulmasını beklerken gönüllü çadırlarına da el konacağı söylendi. Büyük bir aceleyle çadırları boşaltmamız istendi. Depremin ardından 38. günde “Gidin, artık devlet geldi”, “Acele edin AFAD geliyor” denerek çadır kentten çıkarıldık. AFAD, “Bu alanı boşaltın, burası tümüyle AFAD’ın kontrolüne alınacak” diyerek kadın ve çocuklar için kurduğumuz alanlara, hem çadır alanında hem de çevre mahallelerde dağıtılmak üzere depoladığımız hijyen, oyuncak, eğitim, sağlık malzemelerinin olduğu depo çadırımıza el koydu, çadır kente girişimize izin verilmedi. Dayanışmanın, depremzede kadınların taleplerinin görünür olmaya başlaması sebebiyle AFAD, 38. günde depremzedelerin ihtiyaçlarını karşılamak için değil dayanışmayı kırmak için çadır kente geldi. Ancak tabii ki kadınlarla dayanışmaktan vazgeçmiyoruz. Depremzede olan kadınlar da kız kardeşlik köprüsünü inşa ediyorlar. İskenderun’da da diğer deprem bölgelerinde de hayatı yeniden kurmak, kız kardeşlik köprüsünü büyütmek için kadınlar yan yana geliyorlar, ihtiyaçlarını, taleplerini belirliyorlar, mahallelerinde buluşuyorlar, yetkililerin kapılarını birlikte aşındırıyorlar. Deprem bölgesindeki kadınların ihtiyaçları için toplanan malzemeleri kız kardeşlerimize ulaştırmaya devam ediyoruz. Malatya’da, Antep’te, Hatay’da kadınların yan yana gelecekleri, buluşmalar yapabilecekleri, eğitimden uzaklaştırılan çocukların afet sonrası atmosferden uzaklaşması için uzmanlarla buluşabileceği ağları yaratıyoruz.

Sizinle birlikte başka grupların da çadırları kaldırıldı. Bu gruplarla aranızda bir paylaşım oldu mu? Onlar nasıl tepkiler verdiler?

Gıda-İş, İletişim-İş, BirTek-Sen, Ekmek ve Gül, ODTÜ Mezunları Derneği ve Rotary Kulübü’nün kurduğu ve depremin 4. gününden itibaren depremzedelerin barınma, beslenme, hijyen, sağlık ihtiyaçlarının karşılandığı çadırların 38. günde Kaymakamlık kararıyla kaldırılmasına elbette tüm kurumlar olarak tepki gösterdik ve bunu engellemeye çalıştık. Çadırlara el konmasının ve gönüllülerin kaldığı çadırların da kaldırılmasının ardından sadece çadırları kaldırılan ve çalışma yapması engellenen kurumlarla değil İskenderun’daki emek ve demokrasi güçleri ile de basın açıklamaları gerçekleştirdik. Kamuoyunu da olabildiğince bu konuda bilgilendirmeye çalıştık çünkü çalışma sürdüren gönüllülere dair devlet yetkilileri tarafından pek çok kara propaganda yapıldığını biliyoruz. Hiçbir kurum elbette bu engellemeyle çalışmalarını bitirmedi, deprem bölgesinde depremzedelerle dayanışma sürüyor.

Güncel bir gelişme de Ekmek ve Gül’ün okullarda bir öğün ücretsiz sağlıklı yemek hakkı için başlattığı kampanya kapsamında Ankara Tuzluçayır Kadınları Dayanışma Derneği’nin Milli Eğitim Bakanlığı’na dava açmasıyla ilgili. Bu dava süreci hakkında bilgi verebilir misiniz? Bu bağlamda deprem bölgesindeki çocukların durumuyla ilgili tespitleriniz nelerdir? Onların gıda güvenliği, eğitim hakkı, yaşam hakkı ile ilgili nasıl hak ihlalleri ya da gelişmeler gözlemliyorsunuz?

Eylül ayında okullarda her öğrenciye bir öğün ücretsiz ve sağlıklı yemek verilmesi talebini yükseltmek için tüm kadınlara, kadın derneklerine, velilere, eğitimcilere, sendika ve meslek odalarına çağrı yapmıştık. Bu talep okullar açılıp beslenme çantaları boş kalınca kadınlar tarafından çokça sahiplenilen bir talep oldu. Kadınlar kendi çevrelerinde imza toplamaya başladılar, İl Milli Eğitim Müdürlüklerine, belediyelere gittiler. Milletvekillerine yaptığımız çağrı sonucunda kampanyamız Meclis’te de gündeme geldi, bütçe görüşmelerinde milletvekilleri çocuklara okullarda ücretsiz ve sağlıklı yemek verilmesi için ek bütçe teklifinde, kanun tekliflerinde bulundular. Bunlar reddedildi. “Kaynak yok” diye çocuklar aç bırakılırken bugün MEB bütçesinden Maarif Vakfı’na milyarlarca lira bütçe ayrılıyor. Yani kaynak var, biliyoruz. Kampanyamızın başından beri Milli Eğitim Bakanlığı’nın, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın, Sağlık Bakanlığı’nın çocukların yaşam, eğitim, sağlık haklarından sorumlu olduklarını dile getiriyorduk. Okullarda bir öğün ücretsiz sağlıklı yemeğin bir “sosyal yardım” değil, her çocuğun hakkı olduğunu ısrarla söylüyorduk. Okullarda 1 Öğün Ücretsiz Sağlıklı Yemek kampanyasının bir parçası olan Ankara Tuzluçayır Kadınları Dayanışma Derneği adına Demokrasi İçin Hukukçular’dan kadın avukatlarla Milli Eğitim Bakanlığı’na dava açarak yargı yoluyla da bu hakkın çocuklara sağlanması için süreci başlattık. Dava açmadan önce Ankara Tuzluçayır Kadınları Dayanışma Derneği, çocuklara bu hakkın sağlanması için Milli Eğitim Bakanlığı’na bir başvuruda bulunmuştu; ancak başvurularına yasal süre içerisinde yanıt gelmedi. Bu süre içerisinde artan yoksullukla çocukların boş beslenme çantaları daha da gündeme gelmeye, talep her geçen gün daha da çok sahiplenilmeye başlandı. Milli Eğitim Bakanlığı yeni eğitim-öğretim dönemi başlarken okul öncesi öğrencilerine de ücretsiz yemek sağlayacağını duyurmak zorunda kaldı. Ancak eğitimin her kademesindeki çocuklara sağlanması gereken bu hak için talebimizden vazgeçmedik. Bu kararın MEB tarafından duyurulmasının ardından başvurumuza yanıt geç de olsa geldi. MEB yanıtında, 2022-2023 eğitim-öğretim yılının ikinci döneminden itibaren ücretsiz bir öğün beslenme uygulamasının başlamış olduğunu söyledi. Oysa Milli Eğitim Bakanlığı ikinci dönemden itibaren sadece taşımalı eğitime ve okul öncesi eğitimde bu uygulamaya başladı. Bizim talebimiz ise tüm devlet okullarında, ayrımsız tüm öğrencilere bir öğün ücretsiz sağlıklı yemek sağlanmasıydı. MEB’in bu yanıtı üzerine Okullarda Bir Öğün Ücretsiz Yemek Verilsin kampanyası kapsamında Tuzluçayır Kadınları Dayanışma Derneği adına, “Tüm öğrencilerin beslenmelerinin MEB tarafından karşılanması zorunlu ve kanun gereği de görevidir” diyerek dava açtık. Süreci sitemizden ve sosyal medya hesaplarımızdan duyurmaya devam edeceğiz.

Deprem bölgesindeki çocuklar ise tamamen imkânsızlıklara terk edilmiş durumdalar. Pek çok yerde okullar hâlâ açılmadı, çocukların da kadınların da en büyük talepleri çocukların güvenli binalarda ya da konteynerlerde eğitim hayatlarına devam edebilmesi. Okulların açıldığı mahallelerde de veliler okulun başlarına yıkılması korkusuyla çocuklarını okula göndermiyorlar. Çocuklar eğitimden tamamen kopmuş oluyorlar. Deprem bölgesinde hem çocukların yaşadıkları travmatik deneyimden uzaklaşması ve yaşamlarının rutine girmesi hem de güvende olabilecekleri ve gelişimlerinin ve sağlıklarının garanti altına alınabilmesi için çocuklar için derslikler ve oyun alanlarının mahalle mahalle planlanması ve hızlıca işler hâle getirilmesi gerekiyor. Temiz suya bile pek çok yerde erişilemiyor. Su, en temel ihtiyaç. Örneğin İskenderun’da çeşme suyu içilmemesi için uyarılar sürüyor ancak içme suyuna ulaşamayan kadınlar mecburen çocuklarına çeşmeden su içiriyorlar. Çocuklar sürekli hasta oluyorlar ancak çocuklar hasta olduklarında gidebilecekleri hastaneler ise çok kısıtlı ve ulaşım açısından uzak. Depremlerin ardından pek çok kişi işini ve geçim kaynağını da kaybetti. Artık erzak yardımları da azalınca ve yetersiz kalınca sağlıklı gıdaya ulaşmak bir o kadar zor hâle geldi depremzedeler için. Özel ihtiyacı olan çocuklar için ise aileler hiçbir bakanlığın çocukların durumuna dair aramadığını söylüyorlar. Dayanışma ile ancak bazı ihtiyaçlar karşılanabiliyor.

Kadın hareketinden farklı aktörlerin deprem bölgesinde farklı çalışmalar yürüttüğünü görüyoruz. Bu çalışmalar arasında bir koordinasyon kuruldu mu? Bir bilgi alışverişi, dayanışma söz konusu mu?

Elbette deprem bölgesinde çalışma yürütenler olarak birbirimizle de hem dayanışma hem de bilgi alışverişi içerisindeyiz. Zaten kadın mücadelesi içerisinde pek çok kez yan yana durduğumuz, birlikte mücadele ettiğimiz kadınlar ile halihazırda olan iletişimlerimiz ve ağlarımız üzerinden birbirimizden haberdar oluyoruz.

Son olarak, yaşanan deprem İstanbul’da beklenen depremle ilgili de uzun süredir bastırılan, yok sayılan soruları gün yüzüne çıkardı. Kadınlar olarak İstanbul’u ve kendimizi depreme hazırlamak için yaşanılan depremden çıkarmamız gereken sonuçlar nelerdir?

Maraş depremlerinin ardından Süleyman Soylu, “Biz İstanbul depremine hazırlanmıştık” açıklamasını yapmıştı. Bunun doğru olmadığını herhalde yaşadığımız evlerimizin, çalıştığımız işyerlerimizin depreme dayanıklılığına olan güvensizliğimizden, hastanelerin apar topar plansızca boşaltılmasından, okulların apar topar boşaltılmasından biliyoruz. İmar aflarıyla pek çok depremde yıkılacak binaya izin verildi, sorumluluk bina sahiplerinin üzerine atıldı. İstanbul depremi için öncelikle depremin yaratacağı riskin azaltılması gerekiyor. Yerinde dönüşüm, depreme hasarlı bina tespitlerinin ücretsiz ve kamu kurumları, meslek örgütleri tarafından yapılmasını talep etmek, toplanma alanlarının imara açılmasına karşı çıkmak, toplanma alanları oluşturulmasını istemek, olası depremin ardından mahallelerde, sokaklarda depremin ardından ihtiyaç duyulabilecek temel malzemelerin depolanması için konteynerler talep etmek, sokak sokak ücretsiz ilkyardım eğitimi, ilgililerle arama kurtarma ekipleri oluşturmak… Listemiz uzadıkça uzar. Ama tüm bunları yapacaksak önce yan yana gelmek zorundayız. Çünkü 12 Kasım’daki tatbikattaki gibi “tek başına” alınacak önlemlerle kendimizi kurtaramayız. Bizi ancak dayanışma, örgütlenme ve mücadele kurtarır.