İptal Kültürü Üzerine Bir Değerlendirme

Erva Uçtu
Seher Erkenci
Selenay Boz
Su Doğa Şahan

Bu yazı, Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü’nün (BÜKAK) bü’de kadın gündemi adlı bülteninin Bahar 2022 tarihli 42. sayısında yayınlanmıştır.

“İptal kültürü” sosyal medyada sık rastlamaya başladığımız bir kavram. Sosyal medyada 2018 yılına kadar içinde iptal kültürü geçen paylaşım sayısı 100’ü bulmuyordu ve 2019’a kadar Google’da bu kelimeyi neredeyse kimse aratmamıştı. Sözlüklerde de böyle bir ifadenin karşılığı yoktu.1 Yakın zamanda gündemimize giren bu kavramı, 2021 bahar döneminde yaptığımız dosya çalışması bağlamında ele aldık. Tartışmalarımız ışığında iptal yönteminin neden tercih edildiğini, bunun ifade özgürlüğüne etkilerini ve bu yöntemi sistem eleştirisi bağlamında inceledik.

Son yıllarda sosyal medya tartışmalarıyla ilişkili olarak sıklıkla duyduğumuz cancel culture yani iptal kültürü Amerika bağlamında ortaya çıkan bir pratik. Genel anlamıyla çeşitli pratikleri ve söylemleri kabul edilemez bulunan kişilerin gruplardan ve kurumlardan dışlanması talebini içeriyor. Bu nedenle kimi yerde boykot kültürü ya da linç kültürü adlandırmalarıyla da birlikte kullanılıyor. Bu konu ülkemizde de tartışılıyor. Mesela okumalarımız sırasında da yazılarından yararlandığımız Müge Yüce iptal kültürü için şöyle kapsamlı bir tanım yapıyor: “Ünlü ya da topluma mal olmuş kişilerin, sosyal medya kullanıcılarının ve kurumların, egemen özne konumlarından ürettikleri transfobik, cinsiyetçi, türcü, tacizci, ırkçı, homofobik vb. gibi ötekilere yönelik ofansif söylem ya da eylemlerine, azınlıkçı politikaları savunanlar, feministler, LGBTİ+lar, siyahlar ve pek çok başka azınlıklar tarafından gösterilen tepkiler. Ofansif ifadenin/eylemin failinin, gücünü aldığı konumundan uzaklaştırılması veya boykot edilmesi talepleri; faillerin işverenleri tarafından disipline edilmesi/uyarılması çağrıları, karşıtları tarafından negatif anlamlar atanarak iptal kültürü olarak tanımlanıyor.”2

Bu kavramın nereden ve nasıl çıktığına bakacak olursak kavramın kökeninin 1950’ler ve 1960’larda gerçekleşen Sivil Haklar Hareketi’ne3 kadar gittiğine ve bu dönemde siyahlar tarafından gerçekleştirilen boykotların da iptal kültürü formu olarak değerlendirilebileceğine dair argümanlar var.4 Günümüzde iptal denince akıllara gelen örnekler boykottan ayrışıyor. İptal kültürü, kişiye yönelik ve yaptırım talep eden bir kavramken boykot daha sistematik bir tepkiyi ifade ediyor.

İptal dediğimiz kavramın başka nerelerde kullanıldığına ve nasıl yaygınlaştığına bakacak olursak New Jack City5 filmiyle karşılaşıyoruz.6 Wesley Snipes’ın Nino Brown adında bir gansgteri oynadığı 1991 yapımı filmde Nino, kız arkadaşı için “Cancel that bitch. I’ll buy another one.” [İptal et şu kaltağı. Yenisini alacağım.] diyerek kızdan ayrılıyor. 2010 yılında Lil Wayne, “I’m Single” şarkısında filme atıfta bulunarak “Yeah, I’m single/Nigga had to cancel that bitch like Nino.” [Ben bekarım. Dostum, Nino gibi o kaltağı iptal ettim.] diyor.

İlk büyük yankılanma VH1 kanalında yayımlanan Love and Hip-Hop New York [Aşk ve Hip Hop New York] adlı reality şovla oluyor. Cisco Rosado, sevgilisi Diamond Strawberry’ye kavga esnasında “You’re cancelled.” [İptal edildin.] diyor. Bunun ardından bu söylem Twitter’da gündem olarak esprili bir şekilde kullanılmaya başlanıyor. İptal kavramını yukarıdaki gibi popüler örneklerde görmemiz kavramın yaygınlaşmasını sağlamıştır.

Günümüzde ise daha çok şu yaşanıyor: Popüler kişilerin, şirketlerin ya da insanların çeşitli söylemlerinin kimi insanların hassasiyetlerine dokunmasıyla sosyal medya üzerinden bir tartışma başlıyor. Kimi zaman eleştirilen kişiler özür diliyor, geri çekiliyor kimi zaman da kendini savunuyor. Tartışmanın etki alanının büyümesiyle birlikte bu durum kişinin gündelik pratiğini etkiliyor. Bu bir şirket ise ürettiği ürün boykot edilebiliyor; bir yazar ya da sanatçı ise ürettiği ürünler satın alınmıyor, sıradan bir kişi ise tepkinin büyüklüğüne göre işini kaybedebiliyor. Bu durumun hem olumlu hem olumsuz yanları olduğunu söylemek mümkün. Irkçı, cinsiyetçi, homofobik vb. söylemleri nedeniyle bir kişiye sosyal medya üzerinden tepki göstermenin o kişinin geri adım atması, bu söylemleri tekrarlamaması açısından faydalı yanları olabilir. Diğer yandan sosyal medyada gelen tepkiler kontrol edilemeyebiliyor ve bu durum bir tartışma açılmaksızın yargısız infaza neden olabiliyor.

2018 yılından itibaren #MeToo hareketinin yükselmesiyle birlikte daha çok kadının ve LGBTİ+nın yaşadığı cinsel tacizi ifşa ettiğine şahit oluyoruz. İfşaların artmasıyla birlikte bazı vakalarda ifşa edilene yönelik iptal talebi olduğunu görüyoruz. Yani, iptal kültürünün bu ifşalardan beslendiğini söylemek yanlış olmaz. Ancak yapılan bu ifşalarda ifşa eden kişi her zaman iptal talep etmiyor. Örneğin Asia Argento’nun 2018 yılında Cannes Film Festivali’ndeki kapanış konuşmasında Harvey Weinstein tarafından cinsel saldırıya uğradığını söylemesinin ardından iptal talebinde bulunmamıştı. Fakat artık bir cinsel taciz iddiası söz konusu olduğunda hemen herkesin aklına ilk gelen şeylerden biri “Bu insan hâlâ çalıştığı yayınevinde/ajansta/şirkette kalmaya devam mı edecek?” sorusu oluyor. Bu soruların sorulması bir iptal talebinin olduğunu gösteriyor. Peki, neden böyle bir talepte bulunma gereği duyuyoruz?

İptal Kültürünü Tercih Etmek

İptal kültürünü incelemek için “internet feminizmi” ve “etiket feminizmi” kavramlarına da değinmek gerekir. Son dönemlerde sıkça rastladığımız bu kavramların pratikteki yansımaları ve iptal kültürü birbirini besliyor. İnternet feminizmini veya etiket feminizmini hukuki süreçlerdeki adaletsizlik ve eksiklikleri sosyal medya aracılığıyla duyurup farkındalık yaratmaya çalışmak olarak da tanımlayabiliriz. Haksız gözaltıları, tacizci veya katillerin serbest bırakılma haberlerini artık ana akım medyadan ziyade sosyal medya üzerinden duyuyoruz. Sosyal medyanın haber aracına dönüşmesinin yanı sıra orada yankı uyandıran hashtag’lerin kamuoyu oluşturarak ilgili davaların kararlarında değişikliğe sebep olduğunu da görüyoruz. Cinsel şiddet faillerinin serbest bırakıldıktan sonra tepkiler üzerine tekrar tutuklanması veya haksız gözaltıların serbest bırakılması gibi sonuçlar gözlemlenebiliyor. Etiket veya internet feminizminin bu kadar yaygınlaşması da gitgide hukuk sisteminin zayıflaması ve hukuka duyulan güvenin azalmasının sonuçlarından biri. Hatta öyle ki bazı durumlarda hukuka başvurulmadan şikâyetlerin hashtag yoluyla sosyal medyada paylaşıldığını ve çözüm arandığını görüyoruz. Bu noktada iptal kültürünü, hukuk sisteminin karşısına koymak yerine onun yanında konumlandırarak buradaki eksiklikleri gidermek için kullanmak daha faydalı olabilir. Herkesin kendi adaletini sağlamaya çalıştığı bir düzen yerine hukuk sistemindeki eksiklikleri işaret ederek hukuk sistemini herkes için adaletin sağlanabileceği şekilde dönüştürmek daha yapıcı bir çözüm olacaktır.

Yine de neden iptal yönteminin tercih edildiğine net bir yanıt vermek mümkün değil. İptalin tercih edilmesinin çeşitli sebepleri olabilir. Öncelikle bahsettiğimiz gibi hukuk sisteminin zayıf olması insanları iptali bir yöntem olarak kullanmaya yöneltiyor. Söz konusu suçun ya da hak ihlalinin hukuki bir yaptırımı olmayacağı düşünüldüğünde ya da uygulamada yaptırımı olmayan durumlarda insanlar iptal kültürünü tercih etmeye yönelebiliyor. Bunun yanında iptal kültürü ilk seçenek olarak da kullanılıyor. Yani hukuki hiçbir başvuru olmaksızın bir kişinin eylemlerinden ya da söylemlerinden dolayı iptal edilmesi ile ilgili bir talep oluşabiliyor. Buna hukuki süreçlerin gereğinden fazla uzatılması veya yaptırımlarının düşük olması sebep gösterilebilir. Ek olarak kimileri sisteme eleştirel yaklaşarak hukuk sistemini tanımamak gerektiğini düşünüyor. Bunun bir yanılsama yarattığını söylemek yanlış olmaz. Var olan sistemi doğrudan reddetmenin sistemin hâlâ işlediği gerçeğini değiştirmediğini hatırlamak gerek. Dolayısıyla hukuk sistemini reddetmekle sadece bu alandan çekilmiş oluyoruz. Kimi zaman iptal etmenin daha çok işe yarayacağı düşünülürek kimi zaman da politik bir tercih olarak iptal yöntemi seçiliyor. İptal edilen kişinin söyleminin nefret söylemi kapsamında mı yoksa ifade özgürlüğü kapsamında mı değerlendirileceğinin göreceli olması iptali karmaşıklaştıran bir olgu.

İptal kültürünün tercih edildiği durumlarda iptal edilmiş olmanın nasıl sonuçlar doğurduğunu tartışmak için bir ayrımın yapılması gerektiğini düşünüyoruz. İptali talep edilen kişiler bazen hakkında taciz, cinsel saldırı gibi suç iddiaları olan kişilerken bazen bir söylemi veya etik suç denilebilecek, hukukta belli bir karşılığı olmayan ifadeleri sebebiyle işaret edilen insanlar oluyor. İptal etmek üzerine tartışırken taciz suçunu işleyen birinin iptali ile bir kimseyi söylemi sebebiyle iptal etmeyi birbirinden ayırarak konuşmakta fayda var. Yapılan söylemler bağlamında ifade özgürlüğü tartışması açılabilir, bu söylemi dönüştürecek ortamlar kurulabilir. Öte yandan taciz suçunu işleyen biri için böyle bir tartışma açılamaz çünkü burada iptalin ötesinde hukuka başvurulması gereken bir durum vardır.

İptal kültürünün karşısındaki söylemlerden biri insanları itibarsızlaştırmanın, bir hatada kariyerlerini bitirmenin ne kadar yanlış olduğu üzerine. Burada iptal edilmek istenen kişi eğer kanıtlanmış bir tacizciyse “bir hata” olarak bahsedilen şeyin esasen hata olarak addedilemeyeceğinin, suç olduğunun ve hukuk sisteminde cezai bir karşılığı olduğunun farkında olmak gerek. Örneğin transfobik söylemlerde bulunan J.K. Rowling ile dayak, silahla yaralama gibi suçlar işlediği bilinen İbrahim Tatlıses’in iptalinden bahsederken ikisinin farklı sonuçlar doğuracağını göz önünde bulundurmak gerekiyor. J.K. Rowling’in bulunduğu konumu göz önüne alırsak geniş bir kitleye hitap ettiğini dolayısıyla transfobik söyleminin doğurabileceği sonuçların küçümsenmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Bunun yanında J.K. Rowling için ifade özgürlüğü üzerinden neyin neden problematik olduğuna dair bir tartışma açılabilecekken İbrahim Tatlıses için fail olduğunu bilerek konuşmalıyız.

“İptal edilenlere ne oluyor?” diye sorduğumuzda öncelikle bu kişilerin gerçekten iptal edilip edilmediklerine bakmak gerekiyor. Woody Allen, üvey kızı Dylan Farrow tarafından, çocukluğunda istismar edildiği iddialarıyla suçlandıktan sonra onlarca film yaptı ve Oscar ve Altın Küre de dahil olmak üzere birçok ödül kazandı.7 Kevin Spacey hakkında taciz suçlamaları gündeme geldiğinde yer aldığı dizinin kadrosundan çıkarılmıştı. Şimdi hakkında açılan davalar hâlâ sürerken kendisi yeni bir filmde rol almaya hazırlanıyor.Bahsettiğimiz örneklere bakılırsa iptali talep edilen kişilerin kariyerlerinin bitmesinin söz konusu olmadığını görüyoruz. Bu kişilerin bazen özür dilediğini, bazen özür dilemeye dahi yeltenmediğini ya da süreç içinde değişen açıklamalar yaparak bir süre sonra gündemden düştüğünü gözlemliyoruz.

Öte yandan failin ceza almasıyla sonuçlanan hukuki süreçler sonrasında failin ne noktaya kadar iptal edileceği sorusu da meydana geliyor. Cezası bittikten sonra bu kişi yine de iptal edilecek mi? Bu soru bizi cezaların ne kadar dönüştürücü olduğunu sorgulamaya itiyor. Üstelik bu dönüşümün yaşanıp yaşanmadığını hemen fark etmek mümkün değil. Ayrıca suçların önlenmesi için yalnızca ceza talebinde bulunmak da yeterli değil. Ceza sistemini nasıl kurguladığımız büyük önem taşıyor. Bu noktada adaleti ceza ile sağlamanın ayrı bir tartışma noktası olduğunu düşünüyoruz.

İfade Özgürlüğü Bağlamında İptal Kültürünü Tartışmak

İptal kültürü, taciz vakalarının cezasız sonuçlanması ve bunun sonucunda sosyal medyada adalet aranmasıyla birlikte yaygınlaştı. Fakat şimdilerde yanlış bulunan söylemlere sahip kişilerin de iptal edilmesine, bir dönüşüm yaratıp kişiyi doğruya yönlendirme çabası yerine sadece onu dışlamaya yönelik çabalara dönüştü. Bunun en bilinen örneklerinden biri de transfobik söylemlerde bulunduğu gerekçesiyle iptal edilmesi talep edilen J.K. Rowling.

2020 yılında Harper’s Magazine üzerinden ifade özgürlüğünü savunan bir açık mektup9 yayımlandı. Mektup, iptal kültürünün bizi sansürcülüğe götürdüğünü ve bunun da ifade özgürlüğünü kısıtlayan bir noktaya eriştiğini söylüyordu. Bu yolla demokratik katılımın da olumsuz etkilendiğinden bahsediyordu. Yaklaşık 150 kişi tarafından imzalanan mektubun imzacıları arasında birçok feminist ve akademisyen de vardı. Fakat fırtına J.K. Rowling’in de bu mektuba imzacı olmasıyla koptu. Bunun sonucunda Amerikalı yazar ve trans aktivist Jennifer Finney Boylan mektubun yayımlanmasından birkaç saat sonra transfobik söylemleri olan insanlarla aynı mektuba imzacı olduğu için halka açık bir şekilde özür dileyerek mektuptan imzasını çektiğini duyurdu.10

İfade özgürlüğünü savunan bir mektuptan sadece J.K. Rowling’in de imzası var diye çekilmek fazlasıyla ironik. Aslında mektubun politik söylemi kim imzalamış olursa olsun değişmiyor, hâlâ ifade özgürlüğünü savunuyor. O zaman transfobik olmakla suçlanan J.K. Rowling gibi kişiler buna imzacı olduğunda insanlar neden kendilerini bu durumdan sıyırmak zorunda hissediyorlar? Çünkü iptal kültürü, zaman zaman bireylerin kendilerini özgürce ifade etmekten çekindikleri bir ortam oluşturuyor. Yukarıdaki örnek gibi ne söylendiğine değil kiminle birlikte söylendiğine bakılan vakalarda bir kişinin korkmadan fikrini beyan edebilmesi yeterince zor. İfade özgürlüğünü kısıtlayan başka bir durum ise internetteki kullanıcıların bir kısmının “nefret söylemi” olarak sınıflandırabileceği ya da hassas bulduğu konularda bir söylem üretmek. İptal kültürü buna müsamaha göstermeyen bir ortam oluşturuyor. Bu durumda nefret söylemi ortadan kaldırılmış gibi gözükse bile aslında bu, söylemlerin sadece ifade edilmemesine yol açıyor. Bu kişiler de dışlanma korkusundan gerçek fikirlerini dile getirmedikleri için düşüncelerinin kime, nasıl zarar verebileceğini öğrenememiş oluyorlar. Böylece insanların hata yapmaları, bunlarla yüzleşmeleri ve hatalarından öğrenmeleri engelleniyor.

Bu durumun su yüzeyine çıkardığı bir diğer sorun ise ifade özgürlüğü tartışmalarının açıldığı bağlamın manipüle edilmesi. Herkes tarafından gündeme getirilmesi ve savunulması gereken ifade özgürlüğü genellikle “iptal edilen” kişiler tarafından, iptal edilme sonrasında tartışmaya açılıyor. J.K. Rowling örneğinde de benzer bir durumu görüyoruz, transfobik söylemler yaymakla suçlandığında kendisinin sarıldığı ilk savunmalardan biri de ifade özgürlüğünü korumak gerektiğiydi.

J.K. Rowling özelinde olsun ya da olmasın bunun doğurduğu sonuçlardan biri ifade özgürlüğü olarak bir nefret söyleminin sarf edilmesi. Bu bağlamda nefret söylemi sarf edildiğinde ifade özgürlüğünü öne sürerek beyanını tartışmaya kapatan kişilerin problematik bir tutum sergilediğini söyleyebiliriz. Böylece bir tarafta nefret söylemi olarak sınıflandırılan ifadelerde bulunan ya da nefret söylemi olan kişilerle görünürde aynı safta bulunan insanları sosyal medyadan ve sosyal çevreden dışlamaya çalışan bir kesim oluşuyor. Öbür tarafta da ifade özgürlüğü bağlamında nefret söylemi üretmeye çalışanlar duruyor. İki ortamda da dönüşüme giden yollar kapalı çünkü bir taraf hata yapmaya asla müsamaha göstermezken öbür taraf da bir hak altında konuştuğuna inandığı için hata yaptığını düşünmeye meyilli değil.

İptal kültürüyle yaratılan bu alanın bir “güvenli alan” yaratmak için gösterilen çabanın sonucu olduğunu düşünebiliriz. Bu “güvenli alan” teorik olarak içinde bulunan herkesin rahatça yaşadığı, tacize uğramadığı ve nefret söylemine maruz kalmadığı bir alan. Ancak bu alan her hata yapanın iptal edilmesi yoluyla oluşturulduğunda sadece bir grup için “konfor alanı”na dönüşebilir. Bu alanda düşünceleri ifade etmek kısıtlanmış olacaktır. Bu kısıtlama da “güvenli alan”daki hâkim görüşün belirlediği kriterlere göre şekillenecek. Bu yüzden de “güvenli alan”ımız kolayca manipüle edilebilen bir alana dönüşerek belli bir kesimin istediği tarzda şekillenecek. Suistimal edilmeden, gerçekten iyi niyetle oluşturulan bir “güvenli alan” bile aslında çok fazla eksikliğe sahip olacaktır. Örneğin, gerçekten bütün ataerkil baskılardan arındırılmış bir alan yaratmak mümkün müdür? Ya da bu alanı oluşturan kişiler sadece kendi gördükleri ve bildikleri baskıları mı engelleyecek? Böyle bir alan oluşturduğumuzda dışarıdaki gerçekliklerden uzaklaşmış, kendimizi soyutlamış olmaz mıyız? Ve bu dışlama sonucunda sadece küçük bir alanda güvenliğin içinde kalabilirken dışarıya çıktığımızda yine ataerkil pratiklerle karşılaşmaz mıyız?

Yukarıdaki soruların cevapları, böyle kurgulanan bir güvenli alanın ancak bir yanılsama olduğunu gösteriyor. Burası içinde bulunan bireylerin rahatça kendilerini ifade edemediği, tartışmalara kapalı ve dışarıyla bağlantının koptuğu bir alana dönüşüyor. Nefret söylemine maruz kalan kişinin, kendisiyle karşıt görüşteki herhangi birini iptal ederek kendi adaletini kendinin aradığı bir alan. Bunun yerine, bireylerin tartışmalarına açık bir alan kurgulanabilirse bahsedilen bu “güvenli alan” güçlendirici bir noktada durabilir. Ortamın güvenli ve rahatça yaşanabilen bir alan olabilmesi için bu ortamın güvenli olabileceğine inanmamız; özgür ve baskıdan uzak hissedip bazı şeyleri söylemekten çekinmememiz gerekiyor. Eleştiriye açık olduğumuz, eleştirilerimizi dile getirebildiğimiz aynı zamanda da aklımızda oluşabilecek soru işaretlerini tartışmaya açarak giderebildiğimiz bir alana ihtiyacımız var. Böyle bir alanda örneğin homofobik bir söylem dile getirilse bile yapıcı eleştiriler ve tartışma sonucu dönüşüm gerçekleşebileceği için bu alan güvenli sayılacaktır. Hem bireylerin ifade özgürlükleri korunacak hem de dönüşüm gerçekleşeceği için daha sağlıklı ilerleme sağlanacaktır. Söylemde bulunan ve söyleme maruz kalan kişilerin karşılaşması, bu söylemin etkilerini somutlaştıracak ve böylece dönüşüme giden bir yol açmış olacaktır. Hata yapmaktan korkmadığımız, yaptığımızda da hatalarımızla yüzleşip etkilerini gördüğümüz bir alan ancak güvenli olabilir.

İptali Bireye İndirgemek

İptal kültürünü ele aldığımızda tartışmaların vurgu noktalarından biri de bu pratiğin ilgiyi kurumlardan ve sistemden bireye kaydırıp kaydırmadığı hakkındaydı. İptal edilmenin özellikle kişiler üzerinden tartışılan ve uygulanan bir pratik olduğunu sıklıkla görüyoruz. Ancak bu, dikkatimizi kurumsal yapılardan uzaklaştırmakta büyük bir rol oynuyor. Örneğin bir grup için aşağılayıcı ya da ayrımcı söylemler içeren bir yazının yayımlandığı bir yayında çözüm olarak yazarın işten çıkartıldığını ya da tüm eleştirilerin bir kişi üzerinde toplandığını görüyoruz. Bu da aklımıza şu soruları getiriyor: Bir yazarın işten çıkmasıyla çalıştığı kurumun yayın politikasında bir dönüşüm görmek mümkün mü? Ya da söz konusu kurumda bundan sonra üretilecek olan söylemlere bu cezalandırma yönteminin etkisi oluyor mu? Kurumlar yerine kişilerin eleştirildiği ve cezalandırıldığı durumlar, o kurum açısından her zaman dönüştürücü olmayabilir. Kurumsal bir yapı içinde problematik ya da tepki çeken bir söylem olduğunda sorumluluğu yalnızca bireylere yüklemek bu söylemde neyin problematik olduğunu tartışmayı da engelliyor. Dolayısıyla tartışma ortamının kurulamadığı bu durumlarda bir dönüşüm görmek mümkün olmuyor. Kurumlar tepkileri hızla söndürecek hamleyi alıyorlar çünkü buradaki motivasyonları zararın engellenmesi oluyor. Olumsuz tepkilere ve eleştirilere yanıt da buna bağlı olarak kişilerin kurumlarla ilişkilerinin kesilmesiyle veriliyor. Eylemin ya da söylemin sahibinin cezalandırılmasıyla bir tür adalet duygusunun yaratıldığını ve genelde tepkilerin söndüğünü görüyoruz. Bu gibi örnekleri farklı alanlar ve sektörlerde görmek mümkün.

Sorunu bireye indirgeyen yaklaşımın problematik olmasının bir sebebi de bireyi toplumdan soyutlayarak bakan bir yanı olması. Hiç kimse toplumdaki ataerkil ya da ayrımcı bakış açısından azade büyümüyor. Dolayısıyla bu tip eylem ya da söylemlerle karşılaşıldığında yalnızca bireyi suçlamak ve cezalandırmak dönüştürücü bir çözüm üretmemiş oluyor. Bundan elbette suçların cezasız kalması gerektiği gibi bir anlam çıkarmamak lazım. Suçlar ve etik sorunlar ayrıştırılarak cezalandırılabilir ve aynı zamanda buna sebebiyet veren ya da içselleştirdiğimiz pratikler göz önünde bulundurularak toplumsal bir tartışma açılabilir. Ancak bu yolla içinde bulunduğumuz ortamın veya kurumların dönüştürülmesi sağlanabilir.

Sonuç Yerine

Yazı boyunca bahsedildiği gibi hem iptal kültürünün tarihini göz önünde bulundurarak hem de güncel tartışmalardan yola çıkarak nasıl etkileri olduğuna dair bir değerlendirme yapmak istedik. Son yıllarda sıkça karşılaştığımız iptal kültürünün ne anlama geldiğini, iptal edilenler için nasıl sonuçlar doğurduğunu, bunun ifade özgürlüğüne etkilerini ve sosyal medyanın yaygın kullanımıyla pratikte nasıl işlevlendiğini de bu bağlamda inceledik. İptal talebinin bir cezalandırma talebi olması bize bir adalet arayışı olduğunu gösterir nitelikte. Ancak iptal kültürüyle sağlanmaya çalışılan adalet duygusu birçok noktadan eksiklikler barındırıyor ve yeni tartışmalar açıyor. Tartışma ortamını kısıtlayıcı etkilerinden dolayı iptal kültürünün oluşturduğu güvenli alanlar ifade özgürlüğü açısından da sorunlu noktalar barındırıyor. Son olarak, iptal kültürünün dikkati kurumsal yapılardan ve toplumdan bireye çekerek ne gibi sonuçlar doğurduğunu aktardık. Bir tartışma ortamı kurulmadan, bazen hukuki süreçlere başvurulmadan yapılan iptal taleplerinin geçici bir çözüm sunarken toplumsal dönüşümün önüne koyduğu engelleri de göz önünde bulundurmak gerektiğini düşünüyoruz.

  1. “İptal kültürü: Aktivizm mi linç mi? | Tamer Karadağlı, Mehmet Ali Erbil ve diğerleri”, 29 Aralık 2021, 25 Ocak 2022 tarihinde erişilmiştir. <https://www.youtube.com/watch?v=Trt4XpnU9BQ>
  2. Müge Yüce, “Bazı feminist patırtılar: İptal kültürü, politik doğrucular ve duyar kasanlar”, 11 Eylül 2020, 25 Ocak 2022 tarihinde erişilmiştir. <https://catlakzemin.com/bazi-feminist-patirtilar-iptal-kulturu-politik-dogrucular-ve-duyar-kasanlar/>
  3. ABD’deki Sivil Haklar Hareketi, ırk ayrımı sistemini muhafaza eden yasaları feshettirerek siyah Amerikalılar için sivil haklar bakımından eşitliğin kurulmasını amaç edinen hareketti. Detaylı bilgi için bkz. 30 Ocak 2022 tarihinde erişilmiştir. <https://tr.wikipedia.org/wiki/Afroamerikan_sivil_haklar_hareketi>
  4. Aja Romano, “The second wave of ‘cancel culture’”, 5 Mayıs 2021, 11 Şubat 2022 tarihinde erişilmiştir. <https://www.vox.com/22384308/cancel-culture-free-speech-accountability-debate>
  5. Mario Van Peebles (yön.), New Jack City (1991).
  6. İlgili kaynak için bkz.<https://www.youtube.com/watch?v=Trt4XpnU9BQ>
  7. Konuyla ilgili ayrıntlı bilgi için bkz. “The complicated case of Allen v. Farrow, in one timeline”, 24 Şubat 2021, 25 Ocak 2022 tarihinde erişilmiştir. <https://www.vox.com/culture/22295290/woody-allen-mia-farrow-timeline-hbo>
  8. “Kevin Spacey taciz suçlamalarının ardından film setine dönüyor”, 24 Mayıs 2021, 25 Ocak 2022 tarihinde erişilmiştir. <https://www.ntv.com.tr/galeri/sanat/kevin-spacey-taciz-suclamalarinin-ardindan-film-setine-donuyor,jdXcJfslGE2cmD4zA8zcOQ/6hoqnFL3-Uaetlv9q61aYg>
  9. “A Letter on Justice and Open Debate”, 7 Temmuz 2020, 30 Ocak 2022 tarihinde erişilmiştir. <https://harpers.org/a-letter-on-justice-and-open-debate/>
  10. “JK Rowling joins 150 public figures warning over free speech”, 8 Temmuz 2020, 25 Ocak tarihinde erişilmiştir. <https://www.bbc.com/news/world-us-canada-53330105>