27 Şubat-20 Mart 2022 Gündem Değerlendirmesi

20 Mart 2022

27 Şubat- 20 Mart 2022 tarihleri arasında Türkiye’den ve dünyadan toplumsal cinsiyet gündemiyle ilgili çeşitli haber ve yazıları 20 Mart’ta yaptığımız buluşmamızda ele aldık. Ortaya çıkan tartışma noktalarını aşağıda paylaşıyoruz. 

RUSYA’NIN UKRAYNA’YI İŞGALİ

24 Şubat’ta başlayan Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline diğer hükümetlerden savaş karşıtı tepkiler gelmeye devam ediyor. Almanya’dan ise benimsediği prensibi yıkacak karşıt bir hareket geldi. Bugüne kadar sıcak savaş ve çatışmaların sürdüğü bölgelere silah satmama prensibinin geçerli olduğu Almanya hükümeti 1000 tanksavar ve 500 stinger füzesini Ukrayna’ya göndermeye karar verdi. Üstelik bununla da yetinmeyerek Hollanda ve Estonya’daki Alman silahlarının Ukrayna’ya verilmesine onay verdi. Bu karar karşısında Rusya’dan nasıl bir hamle geleceği de merak konusu. Bunun akabinde 1 Mart tarihinde Avrupa Birliği (AB) bir bilgilendirme metni yayımlayarak yaptırımların kapsamını ve amaçlarının ne olduğu konusunda açıklama yaptı.  Şimdiye kadarki en sert kısıtlayıcı tedbir metni olduğunu belirten AB, yaptırımların amacını; Kremlin’in savaşı finanse etme kabiliyetini kırmak, Rusya’nın işgalden sorumlu siyasi elitlerine açık ekonomik ve siyasi bedeller ödetmek ve Rusya’nın ekonomik temellerini zayıflatmak olarak sıraladı. AB’nin bu yaptırımlarının hedefinde Rus siyasi elitler, devlet başkanı Putin ve Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov dahil olmak üzere 654 kişi ve 52 kuruluş bulunmaktadır. Bu kişi ve kuruluşların üzerinde seyahat yasağı, varlıklarının dondurulması ve fon sağlama yasağı gibi birtakım kısıtlamalar söz konusudur. Bunlara ek olarak AB, yaptırım listesine alma kriterlerinin genişletilmesi için çalışıyor. Aynı tarihte Polonya’daki Lask Hava Üssü’nü ziyaret eden NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ise, Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda ile ortak basın toplantısı düzenledi. Toplantıda NATO’ya ait uçakların ve üslerin kullanımın Ukrayna’ya açılıp açılmayacağı sorularına; “NATO müttefikleri çeşitli askeri destekler veriyor. Bunlar arasında anti tank silahları, hava savunma sistemleri ve diğer askeri ekipmanların yanı sıra insani yardımlar ve mali destek bulunuyor. Ancak NATO çatışmanın parçası olmayacak. NATO, Ukrayna’ya asker göndermeyecek veya Ukrayna hava sahasında uçak uçurmayacak.” şeklinde yanıt verdi.

Sıcak savaşın ortaya çıkardığı sorunlardan biri de göçmen meselesi. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri, işgalin başlangıcından 8 Mart tarihine kadar ki sürede Ukrayna’dan komşu ülkelere geçen mülteci sayısının 2 milyona ulaştığını açıkladı. Bu yoğun göç ortamını fırsata çevirmeye çalışan insan kaçakçıları da özellikle kadınlar ve çocuklar için büyük bir tehlike oluşturuyor. Komşu ülkelere “ücretsiz” ulaşım teklif edip sınırı geçtikten sonra para isteyen suç çetelerinin elinde kadınların ve çocukların olduğu haberleri şimdiden gelmeye başladı.

Ukrayna’nın işgali ile komşu ülkelere göç meselesi aynı zamanda sömürgeci ve ırkçı söylemlerin de turnusol kâğıdı oldu. Birçok gazeteci ve siyasetçi Ukraynalı mültecilerin Irak, Suriye ve Afganistan’daki mülteciler gibi olmadığını, kendileri gibi “sarı saçlı, mavi gözlü insanlar” olduğunu belirttiler. Geçtiğimiz sene birçok ülkenin sınırlarında çok sayıda Suriyeli ve Afgan donarak hayatını kaybetmişti. Savaştan kaçan kişileri kategorize etmekten çok Ukrayna’daki kaostan kaçanların da diğer savaşlardan etkilenen insanlar kadar haklı nedenlerinin olduğunu objektif olarak anlamak önemli bir noktada duruyor.

Savaş atmosferinin getirdiği kriz ortamında dünyadaki pek çok kadın; savaşa, ağır çalışma koşullarına, eşitsizliğe karşı ses çıkarıyor. Litvanya’da, kadınlar Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini protesto etti, Ukrayna’daki savaşı durdurmaya çağırdı.

 

İŞÇİ GREVLERİ- ÇALIŞMA HAYATI

Ekonomik krizin giderek derinleşmesi özellikle dar gelirlileri daha da çok etkilemekte. Pek çok sektörde işçiler, işten çıkarılmalarına, düşük ücretle ve uzun süreler çalıştırılmalarına ve sendikalaşma haklarının engellenmesine karşı grev yapıyorlar. Bazı büyük işletmeler işçilerin sendika haklarını kazanmalarını, işçileri rahatça işten çıkarılabilmeleri karşısında engel olarak görüyor. Depo ve fabrika işçilerinin, market çalışanlarının ağır çalışma koşulları ile düşük ücretleri protesto etmek için eylemlerini sürdürdüklerini görüyoruz. Bu grevlere kadın işçilerin de yoğun ve aktif katılımı var.

Esenyurt’ta bulunan Migros depo işçileri, direnişlerinin kazanımla sonuçlandı. Direnişin başlarında işten çıkarılma korkusuyla eyleme katılmayan işçiler mevcuttu. Ancak bir anda işyerindeki 80 kişinin işten çıkarılması ile hem eyleme katılmayan işçiler hem de işçilerin aileleri rahatsız oldular. Özellikle greve katılmayan işçi ailelerinin, işten çıkarılan arkadaşlarının yanında eyleme destek olmaları konusundaki tutumları, işçilerin eyleme katılmalarında en büyük dayanak oluyor. Eyleme destek vermek için daha fazla işçi greve başladı. İşçiler, patronun kendilerini kaale almadığını düşünüyorlar. Aynı şekilde Antep’teki tekstil işçileri, Divriği’de iş bırakan madenciler, Farplas’ta eşit işe eşit ücret alamayan kadın işçiler de “Patronlarının işçiyi insan yerine koymadıklarını” düşünüyorlar. Kimsenin malına zarar vermedikleri hâlde anayasal haklarını kullanmalarının engellediğini söylüyorlar. Kadın işçilerin öncelikli talepleri arasında; “eşit işe eşit ücret”, “az ücretle kötü koşullarda çalıştırılmanın son bulması”, “geçinememe sorununun çözümü”, “sendikal haklarının engellenmemesi” yer alıyor. İşçiler, çalışırken hiç göremedikleri arkadaşlarıyla direniş sırasında doğan samimi ve güç veren bir ortamın oluştuğunu anlatıyorlar. “Kadın kadının kurdudur” diye yanlış bir söz olduğunu, grev ve dayanışma eylemlerinin kendilerine güç verdiğini, birbirlerine güven duyduklarını, işe döndüklerinde de bu güvenin ve direnmenin yarattığı yakınlığın değişmeyeceğini söylüyorlar. “Kadın kadının kurdu değil, yurdudur” biz bu eylemlerden bunu da öğrendik diyorlar[1].

Bir başka eylemin de beyaz eşya firmalarına üretim yapan Pas South fabrika işçileri tarafından başlatıldığını görüyoruz. Bu fabrikada çalışanların yüzde 90’ı kadın. İşçiler, çalışma koşullarının ağırlığından yakınarak, düşük ücret ve telafi çalışması dayatmasına karşı haklarını istiyorlar. Petrol-İş Sendikası Trakya şubesinde örgütlenmeye başladıklarında, bir kısım işçi hemen işten atılıyor. İşçiler “küçülme” bahanesiyle işten çıkarıldıklarını ancak sendikalaşmayı başlattıkları için işten atıldıklarını söylüyorlar. İşveren, işten çıkarmadan önce erzak ve ikramiye sözünü de yerine getirmiyor. “Sendika içeriye girmesin de bakın biz haklarınızı vermeye çalışıyoruz” diyerek, gösterme bir tavır sergilendiğini, ardından daha fazla işçinin sendikalaşmasının önünü kesmek için çıkarılan bazı işçilerin geri alındığını ancak bu işçilerin işyerinde olmadığını söylüyorlar. İşçilerin en fazla şikâyet ettikleri konu ise “telafi çalışması”. Fabrikada o hafta yapılacak iş yoksa veya sipariş alınmamışsa işçiler çalıştırılmıyorlar. Sonraki hafta ise haftalık 45 saat (günlük 7.5 saatten) normal mesailerinin üzerine 3.5 saat de fazla mesai çalışıyorlar. Bu çalışmaları “telafi çalışması” olarak kabul ediliyor. Bu şekilde 250 saat çalışma borcu olan işçiler bulunuyor. İşçilerin tuttukları kayıtlar değil, işverenin kayıtları esas alınıyor. Sürekli eksik maaş alarak daha fazla çalışmış oluyorlar. İşçiler telafi çalışma borçları olduğu gerekçesiyle maaşlarının direkt olarak o borca gittiğini ve eksik ödeme aldıklarını söylüyor. Sendikalaşma isteğinin işveren tarafından kabul edilmemesi nedeniyle grev yapan işçiler, Petrol-İş desteğinin ve kendi aralarındaki dayanışmanın önemine vurgu yapıyorlar. Zor koşullarda eylem yapan kadın işçilerin talepleri, anayasal hakları olan sendikalaşma hakkı.

Ford Otosan Kocaeli fabrikasındaki kadın işçilerin, erkek işçilerin sürekli cinsiyetçi söylemlerinden rahatsız olduklarını görüyoruz. Erkek işçilerin; “bedavadan para alıyorsunuz”, “burada üç çocuk yapsanız, yatarak emekli olursunuz”, “kadınlar ve engelliler olmasa burası ağır sanayi görülecek ve biz daha fazla ücret alacağız”, “kadınların yaptıkları iş mi?” gibi cinsiyetçi ve küçümseyici cümlelerine maruz kalıyorlar[2].

Kadın işçilerin bu söylemlerden rahatsızlıklarının yanı sıra fabrikada, süt veren anneler için hijyenik yerlerin olması, hamile kaldıklarında hat üzerinde çalıştırılmama, sadece gündüz vardiyasında çalıştırılma, süt izni hakkı ve kreş gibi talepleri var. Ayrıca pandemi sürecinde işçiler işveren tarafından sabun ve havlu dağıtılması yerine hijyenik ped verilmesinin daha büyük ihtiyaç olduğunu söylüyorlar.

İşçilerin haklı taleplerine destek olmak ve daha fazla görünür kılmak için çalışma hayatına dönük konuların ele alınması, gündemde tutulması oldukça önemli. İşçinin elindeki en büyük güç iş bırakma eylemi. Bu eylemlerin tüketici tarafından desteklenmesi, işçilerin gücünü artıracaktır. Grev yapılan işyerleri, geniş tüketici kitlesine hitap eden firmalar olduğunda, tüketici boykotları daha faydalı olabiliyor. Migros depo işçi eylemlerine bu şekilde tüketici desteği ile katılmak mümkün olsa da Farplas gibi bireysel tüketiciye hitap etmeyen firmalara ulaşmak daha zor. Farplas, Birleşik-Metal İş Sendikası’nı tanımıyor. Türk-Metal sendikasını önererek işçileri de bu sendikaya örgütlemeye çalışıyorlar. Bu nedenle işçiler arasında bir birlik oluşamıyor ve üretim durdurulamıyor.

8 Mart öncesinde DİSK’in hazırladığı kadın emeği raporundaki[3] istatistikî bilgiler; Türkiye’de kadınların istihdama katılım oranının AB ve OECD ülkelerinden oldukça geride olduğunu ortaya koyuyor.  İşsizlikten en fazla genç kadınlar etkileniyor. OECD ülkeleri ortalamasında istihdamda cinsiyet açığı yüzde 14.5 iken, AB ülkeleri ortalamasında yüzde 10, Türkiye’de yüzde 39.1 bu oran. 2020 yılında geniş katılımlı kadın işsiz oranı yüzde 36.6 olarak bildiriliyor. Türkiye’de 13.3 milyon kadın ücretsiz bakım emeği verdiği için çalışma hayatına katılamıyor. Her on kadından üçü kayıt dışı çalıştırılıyor. Her on kadından sadece biri sendikalı. Pandemi koşulları, işsizlik oranını artırdığı gibi ev içi ve bakım işlerinin kadınlar üzerindeki artışı da kadınların çalışma alanının daralmasına neden oluyor.

Derin Yoksulluk Ağı’nın verilerinin paylaşıldığı çalışma raporunda[4]; kadınların yoksulluk içinde yaşama olasılığının erkeklere oranla yüzde 35 daha fazla olduğunu, dünya çapında gelir karşılaştırmasında aynı iş için kadınların yüzde 24 daha düşük ücret aldıkları tespit ediliyor. Kadınlar, erkeklerin en az iki katı kadar ücretsiz bakım işi üstleniyorlar. Dünyadaki bir yıllık karşılıksız bakım yükü maliyeti yaklaşık olarak 10,8 trilyon dolar. Kadınların yüzde 52’si çalışma hayatına çocuk sebebiyle katılamazken, erkeklerin yalnızca yüzde 1’i çocuk bakımı nedeniyle çalışma hayatına katılamıyor. Bu veriler, kadın üzerindeki ücretsiz iş yükü boyutunu ve ekonomik durumu göstermesi bakımından önemli. Derin Yoksulluk Ağı raporunda; kadınların eğitim hakkına, sağlık hizmeti ve doğum kontrolü ürünlerine, şiddete maruz kaldıklarında adalete erişemedikleri, ekonomik sebeplerle çocuk yaşta evlendirildikleri, bakım yükü sebebiyle çalışamadıkları gibi tespitler de yer alıyor. Bunlara karşı neler yapılabileceği konusunda ise; eğitim, sağlık, güvenli barınma hakları ile eşit işe eşit ücret politikalarının savunulması, nafaka hakkının korunması, İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe konulması çalışmalarının önemine vurgu yapılıyor.

8 Mart haftasında, Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın Komisyonu’nun[5] “ILO 190’ı tanıyın, çalışma yaşamında şiddet ve taciz son bulsun” sloganı ile sözleşmenin imzalanması ve uygulanması talebini görüyoruz. Sözleşme, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve taciz dahil, çalışma yaşamında şiddet ve taciz için ilk kez uluslararası bir tanım getiriyor. Bu, cinsel şiddeti bir iş güvenliği konusu olarak görmesi açısından önemli. ILO 190, bütün sektörlere bu iş güvenliği sorununu çözme yükümlülüğü getiriyor, devletlere de sorumluluk yüklüyor. Sözleşmelerin sadece devletler tarafından kabul edilmesi elbette yeterli olmayacaktır. Hakların kazanılması ve savunulması da ayrı bir mücadele alanı. Kadın hakları konusundaki bilgilendirme ve hukuki mücadeleler bu kazanımların elde edilmesi ve korunması bakımından oldukça önem kazanıyor.


NAFAKA ve YARGI PAKETİ

Nafaka gündemi, 2016 yılında Meclis’te kurulan boşanmaları araştırma komisyonunun raporu sonrasında kamuoyuna sunuldu. Raporda yer alan birçok öneri, kadın örgütleri tarafından “kadın haklarında geri adım” olarak değerlendirilmişti. İktidar partisi “nafakadaki problemleri” çözeceğiz dedi. Son birkaç yıldır “Süresiz Nafaka Mağdurları Platformu” sosyal medyada nafakanın kendilerini ‘mağdur’ ettiğini gündemde tutmaya çalışıyor ve nafakanın bir yıldan uzun süreli olmaması gerektiğini dillendiriyorlar.

Boşanma komisyonu raporunda belirtilen konular, belli dönemlerde gündeme getiriliyor ve dirençle karşılaşmadıkları yerde Meclis’ten geçirilmek isteniyor. 2019’da Yargı Reformu Strateji Belgesi[6] kapsamında 2.yargı paketinde “süresiz nafaka ve icralık çocuk tartışmalarının sona ereceği” yer almıştı. Gelen eleştiriler üzerine nafaka düzenlemesi paketten çıkarıldı. AKP’nin yaklaşık üç yıldır nafakayla ilgili çalışmalar yaptığını görüyoruz. 2. yargı paketinden sonrakilerde ve son olarak 6. yargı paketinde de nafakanın belirli süreye bağlanması gündeme alınmış ancak çalışmalar tamamlanmadığından bu düzenlemede yer almadığı bildirilmişti. İktidar partilerinin bir yandan “nafaka mağdurlarına” verdiği sözü gündemde tutmaya çalıştığını, diğer yandan genellikle nafaka alacaklısı olan kadınları karşısına almaktan çekindiğini söylemek mümkün.

Kamuoyunda ‘Süresiz nafaka’ olarak adlandırılan yoksulluk nafakası, her gündeme geldiğinde kadın örgütlerinin itirazlarına neden oluyor. Yoksulluk nafakası, evliliğin boşanma kararıyla sona ermesi üzerine yoksulluğa düşecek olan eşe, diğerinin ödemesi gereken nafaka. Bu nafakaya karar verilebilmesinin temel şartı; “boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olmak.” Ancak talep edilmesi durumunda nafakaya karar veriliyor. Mahkeme, kusurluluk oranına göre değil eğer boşanma sonrası yoksulluk oluşacaksa nafakaya karar verebiliyor. Kaldı ki hukukta ‘süresiz nafaka’ da yer almıyor. Nafaka alacaklısı tarafın çalışmaya başlaması, yeniden evlenmesi veya bir başkasıyla fiilen evli gibi yaşaması durumlarında yoksulluk nafakası kesiliyor. Yani nafaka kesin bir hüküm değil. Değişen sosyo-ekonomik koşullara bağlı olarak mahkemeden nafakanın artırılması veya kaldırılması da talep edilebiliyor.

Her ne kadar boşanma kararıyla yoksulluk nafakasının düzenli olarak ödenmesi gerekiyorsa da aslında Türkiye’deki nafakaların yüzde 66’sının hiç ödenmediğini resmi otoriteler de kabul etmekte.  (Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın, geçtiğimiz ay “Türkiye’deki nafakaların yüzde 66’sı ödenmiyor” açıklaması bu söylemi destekliyor.) Boşanan kadına bağlanan nafaka miktarının ortalama 262 lira olduğunu da dikkate almak gerekir. Bu nafakayla kadının kendisine bir yaşam kuramayacağı çok açık. Son yıllarda çokça dillendirilen “Boşandığım eşim yan gelip yatıyor, ben süresiz nafaka ödüyorum” gibi söylemlerin de gerçekten uzak olduğu ortada. Kadın aldığı nafaka ile yaşayamıyor. Ailesinin yanına gittiğinde ise bu nafaka kadına ufak bir katkı sağlamış oluyor. Boşanan kadınların destek alabileceği sosyal yardım sistemi, güvenceli işlerde çalışmaları konusunda politikalar mevcut değil. Bununla birlikte mevcut sosyal yardımlar hayatı idame ettirecek yeterlilikte değil ve kadınların bunlara ulaşması kolay da değil.

Aslında kamuoyunda nafakanın “süresiz” olduğu algısıyla, yoksulluk nafakası ile iştirak nafakasının birbirine karıştırıldığını da görüyoruz.  İştirak nafakası, boşanma sonrasında velayeti kendisine verilen çocuğun bakım masrafları için diğer eşin ödemesi gereken katkı nafakası. Genellikle velayeti annede olan çocuklar için nafaka ödemek istemeyen erkeklerin de sosyal medya aracılığıyla “nafaka mağdurları” algısı yaratmaya çalıştıkları görülüyor.

Nafaka düzenlemesi taslağı ana hatlarıyla şöyle;

Yapılmak istenen düzenleme ile “nafaka ödeme süresine üst sınır getirilmesi” ve “evlilik süresine göre nafaka ödenmesi” öngörülüyor. Basına yansıyan detaylarına göre; 2 yılın altındaki evliliklerde 5 yıl, 5 yılın altındaki evliliklerde 7-8 yıl, 5 ila 10 yıl arasındaki evliliklerde 12 yıl, 15 yılın üzerindeki evliliklerde, evlilik süresi dikkate alınarak nafaka süresi planlanıyor. Süre sınırında takdirin, ‘eşlerin iş ve gelir durumuna’ göre yargılamayı yapan hâkim tarafından belirleneceği belirtiliyor.

Yeni düzenlemenin geçmişe yönelik de uygulanması öngörülüyor. Nafaka süresi sonunda nafaka alan eşin maddi olumsuzlukları devam ediyorsa ‘ara süre’ uygulanması üzerinde duruluyor. Buna göre boşanma ile birlikte kadınların gelir durumu, iş imkanı olmaması ve yeniden evlenmemesi durumunda bağlanan nafaka süresinin bitmesinin ardından 2 – 3 yıl gibi bir geçiş süreci planlanıyor.

Ara sürenin dolmasının ardından Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın devreye girmesi, kadının nafaka alma ihtiyacının devam etmesi durumunda belirli miktar bir maaşın ödenmesi de getirilmek istenen düzenlemeler arasında.

Kadın örgütleri, nafakanın ekonomik anlamda güçsüz olanın yaşamına küçük bir katkı sunsa da önemli olduğunu kabul ediyor. Süre sınırlaması talebiyle 2016’dan beri sesi duyulan “nafaka mağdurlarının” taleplerini yerine getirmek, bir yandan da çok fazla tepki çekmemek için değişik formüller arandığı düşünülüyor. Nafakanın erkek üzerinde bir yük “mağduriyet” gibi gösterilmesi büyük bir yanılsama yaratıyor. Kadınların büyük çoğunluğu bıçak kemiğe dayanmadan boşanmıyor ve kadınlar boşanma aşamasının bir an önce bitmesi için çoğu kez nafakadan ve başka haklarından da vazgeçebiliyorlar.

Son yıllarda nafakanın ve İstanbul Sözleşmesi’nin tartışılması, kadınların güçlenmesine bir itiraz gibi duruyor. Düzenlemeler hukuki olsa da siyasi saiklerin belirleyici olduğunu söylemek mümkün. Sadece nafaka konusunda değil, boşanma davalarının hızlandırılmak istenmesi, aile hukukunda arabuluculuk sisteminin konuşulması ve Medeni Kanun’da değişiklik yapma hazırlıkları söz konusu. Erkeklerin bir an önce ve nafaka ödemek zorunda kalmadan boşanmaları, başka bir hayat kurmalarının önü açılmak istenirken, kadının gerçekten mağdur olabileceği görmezden geliniyor.

Nafaka sistemindeki sorunların (nafakanın çok düşük belirlenmesi, ödenmemesi gibi) nasıl daha iyi hale getirilebileceği asıl tartışma konusu olmalı. Birçok nafaka borçlusunun düşük nafaka ödemek için mahkemede mal varlığını gizlediği bir gerçek. Sonuç olarak, mal varlığını gizleyen/ devreden birinin sadece aldığı ücrete göre nafaka belirlenmesi de nafaka alacaklısını mağdur etmekte. Bu sorunların çözümü için çalışılması gerekirken, “nafaka mağdurları” algısı yaratılarak sorunun saptırılmasıyla yoksulluk nafakasına süre sınırlaması getirilmesi, kadın açısından gerçek mağduriyetlere gebe görünüyor.

Ayrıca, arabuluculuk sisteminin aile hukukunda uygulanması kadın üzerindeki boşanmama baskısını artıracak, kadına şiddeti körükleyecek ve kadının can güvenliğini daha da tehlikeye atacaktır. Eşlerin aralarında protokol yaparak anlaşmalı boşanmaları zaten mümkün. Çekişmeli boşanmalarda ise tarafları arabuluculuk görüşmelerinin yapıldığı ofislere yönlendirmek, dengesiz iki gücü bir araya getirmek olacaktır. Boşandığı kadına karşı dahi şiddetin devam ettiği, her gün kadın cinayetlerinin yaşandığı bir toplumda bu sistemin getireceği tehlikeyi görmezden gelemeyiz.

 

İstanbul Sözleşmesi’nin Fesihinin Yıldönümü

20 Mart İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye açısından feshedilmesinin yıldönümüydü. 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzalanan “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” nin 20 Mart 2021 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine karar verilmişti. Karar, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesine göre Cumhurbaşkanı imzasıyla alınmıştı. Ancak birçok hukukçu, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerin Meclis kararıyla uygun bulunduğunu belirterek, bu sözleşmelerden çıkılmasının da yine Meclis kararıyla olabileceğini savunmuşlardı.

Sözleşme, kadın-erkek eşitliğini sağlamayı, kadına karşı şiddeti önleyecek mekanizmaların oluşturulmasını öngörüyor. Sadece kadınların değil tüm bireylerin aile içi şiddete karşı korunmasını da amaçlıyor. Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirlerle işbirliğini yaygınlaştırmak; kadına karşı şiddet ve hane içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi amacıyla kuruluşların ve kolluk güçlerinin birbiriyle etkili biçimde işbirliği yapmalarına destek sağlamak sözleşmenin amaçları arasında.

Sözleşmede; “Taraflar, bu Sözleşmeyi tüm aile içi şiddet mağdurları için uygulamaya teşvik edilir. Taraflar bu Sözleşmenin hükümlerinin uygulanmasında toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin kadın mağdurlarına özel olarak dikkat göstereceklerdir” deniliyor. Şiddeti önleme ve cinsiyet eşitliğini sağlama konusunda taraf devletlere de sorumluluklar yüklüyor. Sözleşmeye göre devletler şiddeti önlemek için yasal tedbirler almak ve bu konuda politikalar geliştirip bu politikaları etkin bir biçimde uygulamak ve bunun için finansal kaynak sağlamak zorunda.

Türkiye ise ilk imzacılarından olduğu sözleşmeyi, 20 Mart 2021 tarihinde feshetti. Cumhurbaşkanı’nın sözleşmeyi fesih kararının Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle CHP ve İYİ Parti’nin yanı sıra kadın örgütleri başta olmak üzere birçok kişi ve kuruluş dava açmıştı. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) İstanbul Sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin kararın yürütülmesinin durdurulması talebiyle açılan davayı reddetti. Davayı açanların, fesih kararına karşı Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunma hakları bulunuyor.

8 Mart Dünya Kadınlar Gününde, Danıştay savcısı mütalaasında;“Cumhurbaşkanı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilemeyeceğini” belirtti.

İYİ Parti liderinin İstanbul Sözleşmesi’nin feshi kararına karşı Danıştay’a yaptığı başvuruda savcı Nazlı Yanıkdemir, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde dava konusu başvuruyla ilgili mütalaasını verdi. “İstanbul Sözleşmesi Cumhurbaşkanı kararıyla feshedilemez” dedi.
Danıştay savcısı, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından uygun bulma yasasıyla kabul edilen bir sözleşmenin ancak aynı yöntemle yürürlükten kaldırılabileceğine işaret ediyor.

Savcı Yanıkdemir mütalaasında; Anayasanın 6. ve 90. maddelerine atıfla, “Kanun hükmü kazanan milletlerarası andlaşmaların hukuki etkileri de göz önüne alındığında, bu andlaşmaların hükümlerinin değiştirilmesinin, sona erdirilmesinin veya feshedilmesinin, Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerinin ayrıntılı bir şekilde tanımlandığı Anayasanın 104’üncü maddesinin 17’nci fıkrası uyarınca Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenmesi mümkün değildir. TBMM’nin uygun bulma kanunu uyarınca onaylanarak yürürlüğe giren bir milletlerarası andlaşmanın feshi ancak TBMM’nin uygun bulma kanununu yürürlükten kaldırması veya sona erdirmeyi uygun bulduğuna ilişkin yeni bir kanun çıkarması sonrasında alınacak bir Cumhurbaşkanı kararı ile mümkün olabilecektir. Yani, bir başka ifadeyle, dava konusu Sözleşme, TBMM tarafından 24/11/2011 tarih ve 6251 sayılı Kanunla uygun bulunduğuna göre, feshedilmesine ilişkin bir kanun çıkarılmadıkça, sadece Cumhurbaşkanı kararıyla feshedilemez…”

“…20/03/2021 tarih ve 31429 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinin Türkiye Cumhuriyeti Bakımından feshedilmesine ilişkin, 19/03/2021 tarih ve 3718 sayılı Cumhurbaşkanı Kararının iptali yönünde karar verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.” diyor.

İstanbul Sözleşmesi’nin feshi kararının hukuksuz ve gerekçesiz olduğunu, savcının mütalaasından da anlayabiliyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nden erkeklerin lehine çıkıldı. Kadınları tamamen korumasız bırakan devlet, yoksulluk nafakası söz konusu olunca erkek tarafında yer alıyor. İstanbul Sözleşmesi şiddetin söz konusu olduğu durumda arabuluculuğu yasaklamaktaydı. Şimdi ise arabuluculuğun şiddet olmayan durumlarda getirileceği söylense de şiddetin sadece fiziksel şiddetten ibaret olmadığını biliyoruz.

 

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ 

Bu yıl 8 Mart Kadın Platformu’nun çağrısıyla 6 Mart’ta düzenlenen Büyük Kadın Buluşması için kadınlar Kadıköy’de buluştu. Buluşmanın bildirisi Türkçe, Kürtçe ve Arapça olarak okundu. Eylemde; İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı sonrasında her geçen gün artan şiddete, nafaka hakkına, kadın işçilerin taleplerine, savaşa karşı barış isteğine ve hasta tutsakların durumuna yer verildi.

Bu buluşmadan sonraki eylem, 8 Mart’ta Taksim’de düzenlenen 20. Feminist Gece Yürüyüşü oldu. Uzun zamandır İstanbul’daki en kitlesel kadın eylemi olan Feminist Gece Yürüyüşü’ne bu yıl da sert polis müdahalesi oldu. 8 Mart günü öğlen saatlerinden itibaren Taksim bölgesinde polisin yoğun bir arama tedbiri ve müdahalesi vardı. Bu durum eylem saatlerinde daha da yoğunlaştı ve eylemdeki kalabalığın parçalanmasına neden oldu. Engellemelere rağmen sokakları terk etmeyen kadınlar ve LGBTİ+’lar okunan açıklamada “Patriyarkanın, kapitalizmin, ırkçılığın, savaşın, işgalin, dini baskının, emek sömürüsünün olmadığı eşit ve özgür bir dünya kurmadan feminist isyan bitmeyecek! Yaşasın feminist mücadelemiz!” dedi.

Türkiye’nin diğer şehirlerinde de 8 Mart eylemlerine dair benzer müdahaleler oldu. Ankara’da Feminist Gece Yürüyüşü için Madenci Anıtı’nda buluşmak isteyen kadınlar ve LGBTİ+’lar polis müdahalesi ile karşılaşınca Sakarya Caddesi’nde toplandılar.

Diyarbakır, Dersim, Mardin, Batman, Şırnak ve Van’da da kadınlar “Şimdi Özgürlük Zamanı” şiarıyla meydanlardaydı. Diyarbakır’da miting alanına kortejler hâlinde girmek isteyen kadınlar uzun süre polisler tarafından engellendi. Ardından yaşanan arbede ile polis gözaltı yaptı. Ancak tüm engellemelere rağmen kadınlar miting alanını doldurdu ve mitinge, Kandıra Cezaevi’nde şüpheli şekilde hayatını kaybeden Garibe Gezer için bir dakikalık saygı duruşunda bulunularak başlandı. Diyarbakır ve diğer illerdeki mitinglerde Aysel Tuğluk’un sağlık durumuna, savaşa, yoksulluğa, şiddete dikkat çeken Kürtçe pankartlar ve sloganlar vardı. Kürt illerinde gerçekleşen coşkulu 8 Mart mitingleri sonrasında polis, 16 Mart tarihinde Diyarbakır’da ev baskınları yaparak 23 kadını gözaltına aldı. 8 Mart, 25 Kasım ve İstanbul Sözleşmesi eylemleri nedeniyle gözaltına alınan Kürt Kadın Hareketi aktivistlerinin çoğu adli kontrol şartıyla serbest bırakıldılar. Yapılan gözaltılar hem Kürt Kadın Hareketi’nin hem de 8 Mart eylemlerinin devlet tarafından kriminalize edilmeye çalışıldığını gösteriyor.

 

HAK İHLÂLLERİ

Dersim’de 5 Ocak 2020 tarihinden bu yana kendisinden haber alınamayan üniversite öğrencisi Gülistan Doku ile ilgili Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturmada 2 yılın sonunda baş şüpheli Zaynal Abakarov gözaltına alındı. Gülistan Doku’nun ailesinin avukatı Ali Çimen, 2 yıldır soruşturmanın eksik işletildiğini ve bu gözaltına alınma ile ilk ciddi sorgunun anca yapıldığını belirtti. Ancak sorgunun ardından Zaynal Abakarov adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

Eylül- Ekim 2014 yılındaki Kobanî Olayları sırasında tutuklananların yargılandığı Kobanî davasının 10’uncu duruşmasının 7’nci oturumu 10 Mart tarihinde Sincan Cezaevi Kampüsü duruşma salonlarındaki Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Davada 13’ü kadın olmak üzere 22 tutuklu ve 108 kişi yargılanıyor. Birçok kadın derneği ve STK’ların da bulunduğu duruşmada kadın sözcüler “Aslında kadın mücadelesinin, sistemin şiddet üreten mekanizmalarını yargıladığını” ifade ettiler ve bu ülkede kadınların ve halkların özgür bir biçimde yaşaması için mücadele ettiklerini ve etmeye de devam edeceklerini belirttiler.

HDP Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel’in, PKK’li Volkan Bora ile fotoğraflarının bulunması ve “teröre finansman” sağladığı gerekçesiyle hakkında yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair fezlekeler düzenlenmişti. 1 Mart tarihli TBMM Genel Kurulu’nda yapılan oylamada HDP ve TİP dışındaki partilerin fezlekelere verdikleri evet oyu ile Semra Güzel’in yasama dokunulmazlığı kaldırıldı. Karar sonrasında HDP milletvekilleri genel kurulu terk ederek TBMM bahçesinde protesto yaptılar. Ardından verilen karar Batman’da da “Diyarbakır halkına ve kadın iradesine yönelik bir saldırıdır.” denilerek protesto edildi. Semra Güzel, verilen kararın iptaline yönelik Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulundu.

 

 

[1] https://ekmekvegul.net/gundem/migros-depo-iscisi-sevda-biz-kazandik-sira-direnisteki-diger-iscilerde

[2] https://www.evrensel.net/haber/456392/ford-iscisi-8-mart-vesilesiyle-bir-araya-gelmek-bizim-tek-dermanimiz

[3]https://bianet.org/system/uploads/1/files/attachments/000/003/575/original/Kad%C4%B1n_Eme%C4%9Fi_Raporu.pdf?1646126500

[4]https://m.bianet.org/bianet/kadin/258747-kadinlarin-yoksulluk-icinde-yasama-olasiligi-erkeklere-gore-35-daha-fazla

[5]https://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/258520-tgs-kadin-komisyonu-ilo-icin-sosyal-medya-eylemine-cagiriyor

[6] https://sgb.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/23122019162931YRS_TR.pdf