Pandemi Herkesi Eşit mi Etkiliyor: Kübra Karagöz ve Duygu Yayla ile Söyleşi

üzenleyen: İlayda Habip, Selenay Boz, Sinem Çakal

Bu yazı, Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü’nün (BÜKAK) bü’de kadın gündemi adlı bülteninin Bahar 2021 tarihli 40. sayısında yayınlanmıştır.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü kapsamında 26 Kasım 2020 tarihinde Pandemi Herkesi Eşit mi Etkiliyor: Kadınlara ve LGBTİ+lara Yönelik Şiddet adlı çevrimiçi bir söyleşi gerçekleştirdik. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’ndan Kübra Karagöz ve Genç LGBTİ+ Derneği’nden Duygu Yayla ile kadınların ve LGBTİ+ların pandemi deneyimlerini konuştuğumuz etkinliğin metnini sizlerle paylaşıyoruz. Keyifli okumalar!

BÜKAK: 2019 yılının Kasım ayında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan koronavirüs kısa zamanda tüm dünyayı etkisi altına aldı. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) mart ayında bunun küresel bir salgına, yani pandemiye dönüştüğünü açıkladı. Aynı dönemde Türkiye’de de resmi olarak ilk koronavirüs vakası açıklandı. Açıklamanın yapıldığı 11 Mart 2020 tarihinden itibaren hayatımızı salgın koşullarına göre planlıyoruz.

Bu küresel salgın karşısında ülkeler, sınırlarını kapatıp hareketliliği kısıtlayarak sorunu kendi içlerinde çözmeye çalıştılar. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de birtakım önlemler alındı. İnsanlara hareketliliği azaltmaları, evde kalmaları yönünde çağrılar yapıldı. Kamusal alanlarda yoğunluğun fazla olduğu yerlerde düzenlemelere gidildi. Örneğin kafeler, restoranlar, barlar, tiyatro ve sinemalar kapatıldı; spor müsabakalarına ara verildi. Bunun yanı sıra okullar uzaktan eğitime geçti. Kısıtlamalarla birlikte geçinemeyen işyerleri kapanmak zorunda kaldı. Haziran ayında normalleşme dönemi başladı ve alınan kısmi tedbirler de gevşetildi. Sonbaharla birlikte salgın yeniden yükselişe geçti ve giderek kötüleşen bir tablo ile karşı karşıya kaldık. Bugün, alınan tedbirlerin salgını önlemede yeterli olmadığını görüyoruz. Sağlık sektöründe büyük bir kriz yaşanıyor. Her ne kadar Türkiye’de vaka sayılarının diğer ülkelerin altında seyrettiği söylense de hastanelerin kapasiteleri doldu. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sağlık çalışanları uzun saatler çalışmak zorunda kaldılar.

Dünyada pandemi koşulları devam ederken en çok duyduğumuz söylemlerden biri de koronavirüsün herkese bulaşabildiği, dolayısıyla pandeminin herkesi eşit etkilediği oldu. Tüm bu gelişmelerle birlikte “Evde kal!” çağrıları da dünyada yaygın bir söylem hâline geldi. Ancak sürecin devamında fark ettik ki pandemi herkesi eşit etkilemiyor. Hem kendi sağlığımızı hem de kamu sağlığını korumak için evde kalma çağrılarına uymak önemli bir yerde dururken kimin evde kalabildiği veya evde kalanların güvende olup olmadığı ise bir tartışma konusu olmuyor. Pek çok kadın ve LGBTİ+ evde kalabilseler dahi şiddet tehdidiyle karşı karşıya kalıyor ve evin güvenli olduğu söylemi gerçekliğini yitiriyor.

Koronavirüs nedeniyle hâlihazırda yaşanan eşitsizlikler derinleşirken hükümetler bu duruma karşı önleyici politikalar üretmekten çoğu zaman geri durdular. Hatta pandemi ile birlikte oluşan kriz ortamını kendi siyasi projelerini hayata geçirmek için kullandılar. Örneğin salgının ilk aylarında Türkiye’de, cezaevlerindeki doluluk oranları gerekçe gösterilerek bir af yasası1 çıkarıldı ve cinsel şiddet suçu işlemesi sebebiyle cezaevinde olan erkeklerin bir kısmı da bu yasadan yararlandı. Bu uygulama, şiddet faillerinin evlerine geri dönmesi anlamına geldiği için şiddet mağduru kadınlarda büyük bir endişe uyandırdı ve kadınlar şiddet tehdidiyle tekrar karşı karşıya kaldılar.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş yaptığı bir konuşmada, “zinayı ve eşcinselliği” salgın hastalıkların kaynağı olarak gösterdi. Böylece sarf ettiği nefret söylemiyle LGBTİ+ları hedef göstermiş oldu. Bununla beraber toplumsal cinsiyet alanındaki kazanımlara yönelik saldırılar da devam etti. Cinsiyetçi şiddete karşı kadınların ve LGBTİ+ların elini güçlendiren İstanbul Sözleşmesi saldırıların hedefi oldu. Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesi veya sözleşmenin “toplumsal cinsiyet”, “cinsel yönelim”, “cinsiyet kimliği” ifadelerinin geçtiği maddelerine şerh konulması bu tartışmalardan bazılarıydı. Devletin görevlerinden biri şiddeti önlemek ve şiddete yönelik koruma sağlayan kanunları uygulamak iken bu kanunların kaldırılmaya çalışıldığına şahit olduk.

Tabii ki bu durum sadece Türkiye’ye özgü değil. Dünyanın pek çok ülkesinde hükümetler uygulamak istedikleri politikaları hayata geçirmek için salgının yarattığı kriz ortamını fırsata çevirmeye çalıştılar. Örneğin geçtiğimiz günlerde Polonya Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir kararla, kürtaj neredeyse tamamen yasadışı hale getirilmeye çalışıldı. Bunun üzerine binlerce feminist kürtaj hakkını savunmak için sokaklara çıktı. Polonya’daki grev görüntüleriyle, umutsuzluğa kapıldığımızda hatırlayacağımız kalabalıkların dünyanın dört bir yanında olduğunu bir kez daha görmüş olduk.

Yine kamu sağlığının merkeze alınması gerektiği bir dönemde, devletlerin sağlığa yatırım yapmasını beklerken hemen yanı başımızda patlak veren Azerbaycan-Ermenistan savaşı bize devletlerin önceliklerinin farklı olduğunu gösterdi. Biliyoruz ki savaşlar yüzünden bir sürü insan hayatını kaybediyor ve yerlerinden edilerek tanımadıkları ülkelerde yaşamak zorunda bırakılıyor. Mülteciler arasında bulunan kadınlar, çocuklar, LGBTİ+lar gibi kırılgan grupların karşılaştığı eşitsizlikler de derinleşiyor. Bu noktada savaşa değil sağlığa, sığınağa, eğitime bütçe ayırmak ve barışta ısrarcı olmak her zamankinden daha hayati bir noktada duruyor.

Dünyada ve Türkiye’de bu gelişmeler yaşanırken kadınların ve LGBTİ+ların pandemiden nasıl etkilendiklerini Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü (BÜKAK) olarak bu söyleşide tartışmaya açmayı hedefledik. Konuşmacılarımızla pandemide derinleşen eşitsizlikleri, kadınlara ve LGBTİ+lara yönelik artan şiddeti konuşacağız. Konuyla ilgili olarak Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Koronavirüs Salgını ve Kadına Yönelik Şiddet   Haziran 2020 Raporu’nu2 hazırladı ve Genç LGBTİ+ Derneği, COVID-19 salgınında LGBTİ+ Topluluğunun Durumu3 isimli raporu yayımladı. Raporlardaki verilerden hareketle pandeminin kadınlar ve LGBTİ+lar için ne anlama geldiğini ve dezavantajlı grupların maruz bırakıldıkları şiddet biçimlerini tartışmak istiyoruz.

Söyleşi yapacağımız konuklarımız Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’ndan Kübra Karagöz ve Genç LGBTİ+ Derneği’nden Duygu Yayla. Kendilerine yönelteceğimiz sorularla pandemiden herkesin eşit etkilenip etkilenmediğini ve pandemide biz kadınların ve LGBTİ+ların deneyimlerini konuşuyor olacağız. Evlerimizde kaldığımız bu yılın 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele haftasında, bu konu üzerine çalışma yürüten derneklerle evlerin kimler için ve neden güvenli olmadığını tartışmanın, yaşanan eşitsizlikleri görünür kılmanın ve çözümleri konuşmanın dayanışmamız için önemli bir yerde durduğunu düşünüyoruz.

Pandemi süresince, evin güvenli bir alan olduğu varsayımına dayanarak hem medyada hem de iktidar söyleminde evde kalmaya yönelik çağrılarla karşılaştık. Peki, gerçekten ev herkes için güvenli bir alan mı? Evde olmak kadınların, LGBTİ+ların şiddetle karşılaşma biçimini nasıl etkiledi? Size gelen başvurular ve raporlara dayanarak kadınlar ve LGBTİ+ların pandemi döneminde yaşadıkları şiddet biçimlerine dair neler söyleyebilirsiniz?

Kübra Karagöz: Merhaba, öncelikle bu kadar kalabalık bir grupla birlikte olmak ve 25 Kasım haftasının ardından da coşkunun devam ettiğini görmek beni çok sevindirdi. Dediğiniz gibi pandemi boyunca evlerden hep güvenli yerler olarak bahsedildi. “Evinizden çıkmayın, en güvenli yerlerinizde durun.” gibi söylemlerle karşılaştık. Tabii evler herkes için güvenli değil. Aslında “emniyetli” değil demek daha doğru olabilir çünkü pandemide evde kalan LGBTİ+lar; genç kadınlar; partneri, kocası, babası veya abisiyle yaşayan kadınların bu dönemde maruz bırakıldıkları şiddet yoğunlaştı. Hatta bu kadar uzun süre evde olmanın etkisiyle belki de arttı. Şiddet türlerinde bir değişiklik olmasa da -kadınlar zaten fiziksel, psikolojik, ekonomik şiddete maruz bırakılıyordu- pandemi ile birlikte artan yoksullukla beraber ekonomik şiddetin daha da arttığını söyleyebiliriz. Oldukça öznel bir noktadan bakarak söylüyorum bunu. Özellikle pandemi döneminde bize gelen başvurularda kadınların evi geçindirme derdinin, sosyal yardımlara olan ihtiyacının daha da arttığını gördük. Kocanın, babanın ya da partnerin vermediği veya zaten olmayan paranın daha da azaldığını görmüş olduk.

Özellikle raporlarda da vurguladığımız bir diğer konu ise genç kadınların karşılaştığı şiddet. Pandemiden dolayı okulların kapanmasıyla beraber genç kadınlar evlerine döndüler. Farklı şehirlerde ailelerinden ayrı yaşayan ya da bir şekilde evden uzaklaşmış, çoğunlukla aileden maddi destek alan veya hayatını kendi idame ettiren genç kadınlar aile evine dönmek zorunda kaldılar. Maalesef aile evine dönmenin birtakım olumsuz karşılıkları oldu. Psikolojik, ekonomik ve hatta fiziksel şiddet sebebiyle gelen başvurular pandemi döneminde yoğunlaştı. Sosyal çalışmalar yürüttüğümüz bu pandemi sürecinde en çok dikkatimi çeken şey, evde kalan veya eve dönmek zorunda olan genç kadınların yaşadığı şiddet oldu. Ayrıca pandemi döneminde bu başvuruların çoğaldığını söylemek, içinde bulunduğumuz durumu açıklar diye düşünüyorum.

Peki, pandemi döneminde LGBTİ+lar neler yaşadı?

Duygu Yayla: Kübra konuşurken “Bizim adımıza da konuşsa olurmuş!” diyeceğim ortaklıklar oldu. Ben biraz süreci başından anlatmak istiyorum. Birkaç ay öncesine kadar Genç LGBTİ+ Derneği danışmanlık koordinatörüydüm. Orada danışmanlık da yapıyorduk fakat LGBTİ+lar doğrudan bir tehdit veya olumsuzlukla karşılaşmadıkları zaman genellikle derneklere erişmeye çalışmıyorlar. Sorun ne ise onunla kendileri baş etmeye çalışıp, o sıkışmayı hissetmeden bize başvurmadıkları için biz de böyle bir anketle durumlarını yoklamak istedik. Özellikle LGBTİ+ gençler için ekonomik krizin evlerimize kadar girmiş olmasının birçok karşılığı oldu. Ailelerinden destek alamadılar ya da çalışamadılar. Özel sektörde kafelerin, barların kapatılması; performans sanatçılarının çalışamaması LGBTİ+ları bir hayli etkiledi. Zaten LGBTİ+lar, LGBTİ+ oldukları için ilk başta ailelerinden şiddet gördüklerinden çoğunlukla evden ayrılma pratiği geliştirmek durumda kalan bir topluluk. Bu süreçte LGBTİ+lar, ekonomik kriz sebebiyle işten ayrılmaları ya da kaldıkları yurtların karantina alanına dönüşmesiyle yurtlarından edilmeleri sonucunda aile evlerine dönmek zorunda kaldılar. Yani büyük bir kısmı yaşadıkları şehirden başka bir şehre gitmek zorunda kaldı. Bazıları ailesine açıktı, bazıları değildi; bazıları bu süreçte açılmak durumunda kaldı. Bu süreçte açıldıktan sonra şiddete maruz bırakıldılar veya hâlihazırda ailelerinden gördükleri şiddet arttı.

LGBTİ+lar için en büyük problemlerden biri de sosyalleşme meselesiydi. Bu, ülkemizde lüks olarak algılanan ve ihtiyaç olarak görülmeyen bir mesele fakat LGBTİ+lar ev içerisinde en yakınları tarafından daima sözlü ya da fiziksel şiddete maruz bırakıldıkları için sosyalleşme alanları bizim için kritik bir hâle geliyor. LGBTİ+ların atanmış aileleri haricinde ikinci ailelerini seçmeleri sık gerçekleşen bir olgu. Sosyalleşme eksikliği; gittiğimiz kafelerin, barların, güvenli alanların kapanmış olması büyük bir ruh sağlığı krizine dönüştü. Bunun dışında, raporlanmış şiddet vakaları da var. Pandemi sürecinde yaklaşık 40 kişi şiddete dair ihbarda bulundu. Bu kişilerin yarısından fazlası aile içinde şiddete maruz bırakıldığından bahsetti. Aynı zamanda fiziksel şiddete maruz bırakılanlar da var. Evdekilerin rahatsızlık duymasından dolayı daha önce yaptığı aktiviteleri yapamayanlar var. Mesela spor eğilimi olan bir LGBTİ+ ev içerisinde spor yaptığı için ailesinden şiddete ve tacize maruz bırakılıyor ya da kişilerin sevgilisinin olması evde bir krize yol açıyor. Ev içinde, cinsel şiddete varan bir şiddet döngüsü var as- lında. Benim rahatsız olduğum ve üzüldüğüm mesele, şiddete maruz bırakılmış kişilerin başvuracak herhangi bir kanal görmüyor olmaları. Anketin devamında şu soru da vardı: “Maruz kaldığınız şiddet için bir yere başvurdunuz mu?” Çok küçük oranlarda bir başvuru var, yalnızca iki üç kişi başvurmaya cesaret edebilmiş. Onlardan da sadece biri olumlu geri dönüş almış. Onun dışında kolluk kuvvetlerinin kişiyi aileye geri göndermesi, doğrudan aileyi arayıp “Gelin, çocuğunuzu buradan alın.” demesi gibi karşılaştıkları olumsuz durumlar olmuş. Yani pandemi dönemi, başvuranların da sonuç alamadığı bir süreç olmuş.

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın raporunda da gördüğümüz gibi, şiddet durumunda başvurabileceğimiz çeşitli mekanizmalar mevcut fakat kişilerin bu mekanizmalara başvurmakta tereddüt ettiklerini görüyoruz. Bu mekanizmalar herkes için erişilebilir mi? Erişim konusunda bölgesel farklılıklar yaşanıyor mu? Ayrıca bu mekanizmalar erişilebilirse bile gerçekten şiddete maruz bırakılanın yanında ve şiddeti önleyici bir tavır alabiliyorlar mı?

Kübra Karagöz: Mekanizmalar normal şartlarda erişilebilir ama birçok kadın için erişmenin önünde engeller var. Biri, zaten başlı başına pandemi. Pandemiden önce de çok işlemeyen mekanizmalar -özellikle kadına yönelik politikalar- pandemiyle birlikte iyice sürüncemeye bırakıldı. Bu politikaları üretmesi gereken kişiler bir anda pandeminin paniğine kapılıp ne yapacağını bilmeyerek şiddetin önceliğimiz olup olmadığını sorgulamaya başladılar. “Durun yahu, virüs var!” gibi birçok söylem duyduk. Özellikle Nisan ayında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünden (KSGM), Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan ve Emniyet Genel Müdürlüğünden (EGM) bilgi edinme başvurularımız oldu. Hatta bir izleme raporu da yayımlamıştık. Hem cevap alamadığımız hem muhatap bulamadığımız hem de “Biz koronavirüsle mücadele konusunda elimizden geleni yapıyoruz.” gibi açıklamalar duyduğumuz bir süreçti. Zaten kadınlar pandemiden evvel de buralara ulaşmaya çekiniyorlardı, pandemiyle beraber daha da çekinir oldular. Örneğin pandemiden önce aile içinde şiddet gören kişi gün içinde işe gidiyor ya da evden bir şekilde çıkıyor, sosyalleşiyordu. Ancak pandemiyle birlikte bu kişi bilfiil evde, dolayısıyla destek mekanizmalarını arayacak bir alan zaten olmuyor. Bu yüzden bir WhatsApp ihbar hattı ya da günün 24 saatinde yazılabilecek bir kanal olması gerekiyor. Bu önceden yoktu, 183’ün WhatsApp hattı çok yeni kuruldu. Mayıs veya Haziran ayında faaliyete geçirmeye çabaladılar.

Bir başka çekince, bulunduğunuz konumu terk edecekseniz sığınaklara kolluk üzerinden başvurmanız gerekmesi. Kollukta kişiden kişiye, görevliden görevliye, polisten polise hatta karakoldan karakola, aynı ilçedeki farklı karakollar arasında bile değişen çok farklı yaklaşımlar var. Kadın, kolluğu aradığında ya da kolluğa gittiğinde devlet, aile bütünlüğünün bozulmaması politikasını uyguladığı için -özellikle 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’a yönelik saldırılarda da çokça gördük- zaten var olan barıştırma ve uzlaştırma çabası, pandemide kadınları korkutmaya döndü. “Şimdi virüs var, gideceğin yerde koronavirüs var mı belli değil, evinde kal, biraz idare et.” söylemlerini duyan kadınlar oldu. Bizi arayıp “Böyle diyorlar, ne yapacağım?” diyen bir kadını, kolluk ile ısrarla konuşarak ve kadını bilgilendirerek sığınağa yerleştirdik. Erişimin önündeki engellere bir de pandemi eklenince, bu sistemde bulunan kişiler ne yapacaklarını bilemeyip “Sen evinden çıkma, bize de iş çıkarma.” yaklaşımını benimsediler. Bu, caydırıcı olan en temel nokta. Bununla beraber hükümet, şiddeti uygulayanı engelleyici bir tavır almıyor ve buna dair bir politika da üretilmiyor. Bence daha ziyade şiddeti kabul eden “Zaten şiddet var, bu şiddeti engelleyemiyoruz. Sen bu şiddete nasıl daha az maruz kalırsın, buna bakalım.” diye düşünüyorlar. Bunu da hakkıyla yerine getirmedikleri için sığınaklara gitmek, başvuru merkezlerini aramak ya da buralardan destek almakla ilgili kaygı yaşayan çok fazla kadın oluyor. Ancak pandeminin olumlu etkilerinden biri çevrimiçi araçların kullanımının artması oldu. Kadınlar daha önce duymuş olsalar da olmasalar da, kadın örgütleri ya da bu konuda söylem üreten kurumlar aracılığıyla bu çevrimiçi araçlarla karşılaşıyor. Bir yandan da özellikle ekonomik durumu iyi olmayan kişilerin bu mekanizmalara erişmesi yine mümkün olmuyor. Evinde bilgisayarı olmayan, akıllı telefon kullanmayan ya da bir şekilde o ortamı terk etmekle ilgili kaygı duyup görüşecek kimseyi bulamayan kadınlar için erişim hâlâ zor.

Bizim pandemi sürecinde en çok referans verdiğimiz ve kadınları yönlendirdiğimiz uygulama Kadın Destek Uygulaması (KADES) oldu. KADES, bakanlığın Emniyet Genel Müdürlüğü ile ortak kullandığı bir acil buton uygulaması. KADES pandemiden önce de vardı ama yalnızca pilot bölgelerde uygulanıyordu, dolayısıyla her yerden erişim yoktu. Baskılar, bilgi edinme başvuruları, telefonla zorlamalar sonucu KADES tüm Türkiye’de faaliyete geçti ancak zaman zaman uygulamadan kaynaklı aksaklıklar oluyor. Biz de kadınları en hızlı ulaşabilecekleri kanal olarak buraya yönlendirdik, yönlendirmeye de devam ediyoruz. Ama uygulamayı kullanmak için akıllı telefon ya da bir cihaz gerektirmesi erişimin önünde engel oluşturuyor. Faille bilfiil aynı yerde bulunmak, o cihazlara sahip olmamak ya da uygulamada güven kırıcı, caydırıcı deneyimler yaşamak gibi sorunlarla karşılaşılıyor. Bir yandan sığınaklarda da kötü uygulamalar olabiliyor. Bu kötü uygulamalar, pandemi ile başlamadı ve onunla da bitmeyecek. Kadınlar sığınakların koşullarını, sığınmayı düşündüklerinde araştırıyorlar ve internette kötü yorumları okuyunca zaman zaman vazgeçiyorlar çünkü sığınakta kalmış kadınların internette paylaştıkları deneyimleri okuyorlar. Giriş-çıkış saatleri, telefonların elden alınması, internet kullanmamak gibi sığınaklardaki uygulamaların keskinliği de bazen caydırıcı olabiliyor.

Önleyici destek mekanizmalarının ne kadar hayati önem taşıdığını konuşmuş olduk. Pandemi sizin çalışma koşullarınızı ve insanların size ulaşımını nasıl etkiledi? Çalışma koşullarını salgına göre nasıl organize ettiniz? Bunun yanında, yakın vakitte İzmir’de büyük bir deprem yaşandı. Genç LGBTİ+ Derneği’nin de İzmir’de faaliyet yürüttüğünü biliyoruz. Pandeminin yanı sıra depremin etkilerine dair de konuşabiliriz.

Duygu Yayla: Kurumumuzun herhangi bir devlet desteği olmadığı için bu sorunu direkt elemiş oluyoruz. Devletin yasaklamadığı ama aynı zamanda da tanımadığı bir topluluğuz. Pandemi sürecinde neler oldu ve pratiklerimiz nasıl değişti, bunlardan bahsedebilirim. Bir süre kendi aramızda toparlanmaya çalıştık. Etkilendiğimiz ve LGBTİ+lar olarak ne yapacağımızı bilemediğimiz bir kriz döneminden geçtik. Öncelikle kendimize odaklandık. Yerel ve ulusal düzeyde LGBTİ+ örgütleri ile bir araya geldik, neler yapabileceğimizi konuştuk, birlikte bir harita çıkarmaya çalıştık. Kendi eksikliklerimize yoğunlaştık. Ağustos ayına kadar derneği resmi bir şekilde açmadık. Genç LGBTİ+ Derneği olarak hem yüz yüze hem telefon hem mail yoluyla hem de sosyal medyada FacebookInstagram ve Twitter üzerinden danışmanlık veriyoruz. Telefondan ve yüz yüze danışmanlığı durdurmak zorunda kaldık çünkü halk sağlığı için derneklerin kapatılması gerektiğine yönelik bir yasa çıktı. Ancak sosyal medya üzerinden danışmanlıklarımız devam etti ve buna yönelik talep arttı.

Danışmanlıklar genel olarak ev içi şiddetle ilgiliydi. Fiziksel şiddete maruz bırakılanların çeşitli ihtiyaçlarını gidermeye ve başka tür şiddetlere maruz bırakılan kişilere temas etmeye çalıştık. Ruh sağlığı desteği ile ilgili danışmanlıklara yönelik başvurular oldukça arttı. Ağustos ayı öncesinde, pandemiyle beraber, evinde internete erişimi olan ve kendi kişisel alanlarını yaratabilen LGBTİ+ların katılabildiği Canın Sıkıldığında Tıkla Lubunya! adlı bir etkinlik organize ettik. Burada belli periyotlarla bir YouTube kanalı, bir dizi, bir film ve bir internet sitesi önerisi paylaştık. Sonrasında evde neler yapabileceğimizi tartıştık ve bir tema olmaksızın sadece sohbet etmek için bir araya geldiğimiz çevrimiçi toplantılara odaklandık. Pandemiden önce mutlaka ayda bir parti organize ederdik, kafelerde ya da derneğimizde buluşup sohbet ederdik çünkü LGBTİ+ların sosyalleşebileceği, eğlenebileceği mekân sayısı özellikle İzmir’de çok az. Bunu çevrimiçi olarak da yapmaya çalıştık. Her yıl düzenlediğimiz bir festivali çevrimiçi hâle getirdik. Sergilere, konserlere, etkinliklere, bilgilendirici okumalara, performanslara yoğunlaştık. Ağustos ayının sonlarına doğru pandeminin uzadığı ve herkesin daraldığı dönemde bir ilhama ihtiyacımız olduğunu hissettik ve İlham Veren LGBTİ+ Gençlik Hikâyeleri adlı bir seri çıkardık. Hayatında büyüklü küçüklü bazı başarılar elde etmiş LGBTİ+ların hikâyeleriyle, diğer LGBTİ+ları teşvik etmek amacıyla yaptığımız bir seriydi. Sonrasında Bi+ Forum adlı forumu düzenledik. Bi+ Forum, pandemi öncesinde yüz yüze yaptığımız bir etkinlikti, onu da çevrimiçi hâle getirdik. Bir yandan pandemi döneminde kondoma erişim konusunda problem yaşayan trans seks işçileriyle de örgütlendik. Mümkün olduğunca bu konuyla da ilgilenmeye çalıştık. Bunun dışında, yerel yönetimlerle bir araya gelip LGBTİ+ların hijyen ya da temel gıda ihtiyaçlarını karşılamak için görüşmeler yaptık.

Ofisimiz deprem bölgesine yakın bir yerde olduğu için hayli sarsıldık diyebilirim. Öncelikle kendimizi “Nasılız, ne durumdayız, iyi miyiz?” diye kontrol ettik. Kendimizi daha iyi hissetmeye başladığımızda ise ikameti İzmir’de olan üyelerimizi, gönüllülerimizi aradık, bir şeylere ihtiyaçları olup olmadığını sorduk. İzmir’in birçok yerinde açılan çadırları ziyaret ettik. İnsanların ya da hayvanların herhangi bir ihtiyacı olup olmadığına baktık. Genel olarak deprem sürecini elimizden geldiğince dayanışarak güzel bir biçimde toparladık. Depreme dair çok talep olduğunu söyleyemem çünkü LGBTİ+ derneği sadece LGBTİ+ olmak bakımından ve LGBTİ+ oluş üzerine konuşacağımız bir yer olarak görülüyor ve bu konuyla ilgili birebir danışmanlık talebi gelmedi. Ancak birlikte dayanışarak bu süreci atlattık.

Kübra Karagöz: Duygu anlatınca “Harika, ne kadar hızlı entegre olabilmişler ve çalışmalar hemen çevrimiçi ortama taşınabilmiş.” dedim. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, 30 yıldır yüz yüze ilişki kurma temeline sahip bir örgüt olduğu için pandemi başladığında odağımızı sığınağa yönelttik. Önce “Sosyal çalışmayı uzaktan nasıl sürdürebileceğiz?”, “Kadınların güvenliği ve koronavirüsten korunması konusunda neler yapacağız?” gibi sorular oluştu. Sığınak, bir çalışanın 7/24 kaldığı bir yer değil; öte yandan kadınların sürekli kendi başlarına kaldığı bir yer de değil. Bunları planlamaya zaman ayırdık. Bir yandan da her işi sağlam yapmaya çabalamak, kolektif örgüt olmak çok hızlı hareket etmeye müsaade etmiyor. Bu yüzden yüz yüze olan faaliyetleri çevrimiçi ortama nasıl taşıyacağımızı tartışırken pandeminin ilk aylarından haziran ayına kadar daha çok izleme, raporlama ve görünür kılma meselesine odaklanmaya çalıştık. Bu sebeple çoğunlukla bilgi edinme başvuruları ve kadınların bahsettiği kötü uygulamaları görünür kılma yöntemlerini araştırdık. Bu anlamda sosyal medyayı özellikle Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın Twitter hesabı üzerinden biraz daha kullanır olduk. Her hafta kötü uygulama örneklerini paylaştığımız bir dönem oldu. Bununla birlikte yüz yüze yaptığımız gönüllü atölyesi, Sığınaklar ve Da(ya)nışma Merkezleri Kurultayı gibi faaliyetleri çevrimiçi ortama taşıdık. Bu yılın kurultayı kasım ayı içerisinde oldu. Çevrimiçi etkinlikler yapmaya başladık ancak daha ziyade, başvurular konusunda çabalama evresine girdik çünkü Mor Çatı Sığınağı Vakfı’nın yaklaşımı 7/24 faal olan bir destek hattı gibi çalışmak değil. O yüzden hem 7/24 faal olan bir destek hattı gibi çalışmadan hem de gelen başvuruları kaçırmadan nasıl hamleler alabileceğimizi düşündük. Bizim için bu süreç hepimizin evlerinden çağrı alabileceği, güvenliğin ihlal edilemeyeceği sistemleri; diğer kadın örgütlerinin deneyimlerini ve onlara nasıl destek verebileceğimizi araştırarak ve konuşarak geçti.

Pandemide ev içi şiddetin arttığını ve bu durumda sığınaklara da daha fazla kadının ihtiyaç duyduğunu belirtmiştiniz. Hem pandemi öncesinde hem de pandemi döneminde devletin sığınaklara yönelik politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Söylediğiniz gibi yakın zamanda çeşitli illerden pek çok kurum ve örgütün katıldığı Sığınaklar ve Da(ya)nışma Merkezleri Kurultayı gerçekleştirildi. Buna dair farklılaşan deneyimler var mı veya bu kurultayda da sık sık vurgulandığı gibi kadınlar için hayati önem taşıyan sığınaklar bugün ne durumda?

Kübra Karagöz: Öncelikle pandemide şiddet arttığına dair söylem ile şiddetin pandemiyle birlikte ortaya çıktığına dair bir algı oluştu. Sizler de tanık olmuşsunuzdur, sanki eve kapandığımız için şiddet diye bir kavram ortaya çıktı! Bunun üzerinden bütün medya organları, gazeteler, civardaki sivil toplum kuruluşları, hatta şiddet hakkında çalışma yapmayan ama bu dönemde çalışmaya başlayan oluşumlar şiddet arttığı için kadınlara yönelik çalışmalar yapmayı tercih ettiler. Bu yüzden raporlarımızda “Şiddet arttı.” söyleminden ziyade “Şiddet yoğunlaştı.” söylemini seçtik. Çünkü zaten şiddet vardı, pandemi ile ortaya çıkmış gibi bir algı yaratılınca şiddetin yoğunluğunun görünmez kılındığını düşündük. Türkiye’de kadına yönelik politikalar gereğince üretiliyormuş ve şiddet sanki erkekler sokağa çıkamayınca ortaya çıkmış gibi bir algı oluştuğundan, suçluyu pandemi kılmadığımız bir yöntem seçtik.

Sığınak çalışmasında eleştirdiğimiz birçok şey vardı. Hükümet tarafından sığınaklar, kadınların geçici olarak kaldıkları konukevleri gibi görülüyor. Zaten “sığınak” bile demiyorlar, “kadın konukevi” diyorlar ve yönetmeliğin de ismi bu şekilde. Mevcut sistemde kadınlar yaşadıkları şiddet yüzünden sığınağa gelir, sığınakta altı ay ya da bir sene kadar kalır, bu sürede desteklenebildikleri kadar desteklenir. Ancak bu destekler kurumdan kuruma, kişiden kişiye, çalışandan çalışana değişiyor. Bazen kadınların kaldığı sürenin büyük bir kısmında nitelikli çalışma yürütülmediği olabiliyor. Bu noktada kadının kaynağı, gücü, kendi yapabilecekleri ne kadar ön plana çıkarılıyor? Bu durum yine çalışan kişinin yaklaşımı ile şekilleniyor çünkü konukevi yönetmeliğinde de boşluklar var ve o boşluklar bazen çalışanların inisiyatifiyle doldurulabiliyor. Uygulamalar da bu yüzden değişiklik gösteriyor. Her zaman feminist bir perspektif ve yaklaşım da benimsenmiyor maalesef. Buna ek olarak kadınların kendi tabiriyle hapishane gibi olduğunu söyledikleri sığınakları, kadını izole ederek şiddetten uzaklaştırma anlayışını da zaten eleştiriyoruz. Pandemi, maalesef bu izole etme yaklaşımını pekiştirdi. Bazı sığınaklarda sokağa çıkmak serbestken bazılarında ise yasaktı. Neredeyse bütün sığınma evlerinde telefon kullanmak yasak, bazılarında internet erişimi hiç yok ya da yemek saatleri, duş saatleri, bahçe saatleri var ve kadınlar bu saatlerin haricinde bu imkânlardan faydalanamıyor. Telefon kullanımına müsaade edilmediği ve internet olmadığı için kadınların dünyadan, Türkiye’den, koronavirüs gündeminden haber almak ya da yakınlarının iyi olup olmadığını öğrenmek gibi hakları da elinden alınmış oldu. Yani en temel ihtiyaçlarla ya da özgürlüklerle ilgili büyük bir kısıtlamaya gidilmiş oldu. Bizim de bütün pandemi sürecinde dikkat çektiğimiz en önemli nokta buydu. Kadınların koronavirüs testine erişimi de sorunluydu. Bir kadın, gizlilik kararı varsa adres gizliliği ve tüm sistemlerde bilgilerinin gizlenmesinden kaynaklı olarak koronavirüs testi yaptıramıyordu. Bununla ilgili sorunlar hâlâ devam ediyor çünkü koronavirüs testi yaptırabilmek için adresinizi vermek zorundasınız, ki testiniz pozitif çıkarsa filyasyon ekibi gelebilsin. Ama kadınlar adresini veremiyor çünkü kocası tarafından bulunmamak için adresini gizlemiş. Sistemlerde sürekli birbiriyle çakışan ve birbirini elimine eden durumlar yaşanıyor. Bizim de bu süreçte özellikle Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi’nden (ŞÖNİM) taleplerimiz oldu. Sığınaklarda neler yaşandığının bilgisini istedik ancak tam anlamıyla bilgi alamadık. Sığınaklarda kaç kadının kaldığı, kaçının test olabildiği, kaçının bu sistemlere erişebildiği bilgisini bakanlık asla paylaşmıyor.

Kolluğun tutumundan zaten bahsetmiştim. Pandemi yoğunlaştığı zaman sığınaklara yeni bir kabul alınırken de birçok sorun yaşandı ve bu sorunları hâlâ yaşıyoruz. Örneğin bir kadın sığınak başvurusunda bulunduğunda “Sığınaklarda yer yok.” denilerek geri gönderilebiliyor. Aslında kadını bir sığınağa yerleştirmek zorundalar. Ancak yeni birini sığınağa kabul etmekten tedirgin oldukları için ya da belki “uğraşmak istemedikleri” için “Koronavirüs olabilir.” diyerek almadıklarını duyuyoruz. Tüm sığınaklar için bunu söyleyemem elbette. Sığınaklar şiddetten uzaklaşmak için önemli araçlardan biri ve uygulama farklılıkları olsa da kadınlar için çok güçlendirici. Dolayısıyla bölgeden bölgeye, sığınaktan sığınağa farklılaşan yaklaşımlara şahit olduk ve oluyoruz ama bir şekilde sığınakların iyileştirilmesi, kadından yana politikalar ve yaklaşımlarla yürütülmesi için uğraşıyoruz.

Kadınlar ve LGBTİ+ların şiddetle zaten burun buruna yaşadığından ve pandeminin bu şiddetin daha da derin yaşanmasına neden olduğundan bahsettik. Buna karşın pandemi öncesinde de gözlemleyebileceğimiz gibi devlet ve kamu kuruluşları şiddeti önlemek bir yana, şiddetle mücadeleyi kesintiye uğratacak ve yer yer şiddeti meşrulaştıracak politikalar uyguluyor. Siz bu durumları nasıl değerlendiriyorsunuz? Örneğin Ali Erbaş’ın açıklamasından sonra LGBTİ+ların maruz bırakıldığı şiddet düzeyinde bir değişim yaşandı mı, İnfaz Yasası şiddete maruz bırakılanları nasıl etkiledi, İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırılar ataerkil şiddetle mücadeleyi nasıl etkiliyor?

Duygu Yayla: Şiddet derken toplumun her kesimine sirayet etmiş bir durumdan söz ediyoruz. Tabii ki devletin söylemlerinin etkisinin yadsınamaz olduğunun farkındayım ama gerçekten bir yasaya ihtiyacımız var. İstanbul Sözleşmesi var ama uygulanmaması konusunda ciddi bir direnç var. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni (AİHS) göz önünde bulundurarak cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dair özel düzenlemeler yapılması gerekiyor. Eşit yurttaşlık hakkına sahip değiliz. Eşit yurttaşlık hakkına sahip olmamız ve özlük haklarımızın korunması gerekiyor. Yerel ve merkezî yönetimlerin sığınaklar açması gerekiyor. Örneğin görüştüğüm kişilerden LGBTİ+ların yalnızca LGBTİ+ kimliklerini saklayarak Güçsüzler Evi’nde kalabildiklerini öğrendim. Sığınmayla ilgili çok fazla danışmanlık alıyoruz çünkü LGBTİ+lar için barınma temel bir sıkıntı. “Kadın sığınma evlerinde süreç nasıl işliyor, örneğin trans kadınlar, açık kimlikli lezbiyen, biseksüel kadınlar oraya alınıyor mu?” sorusunun cevabını bilmiyorum. Daha doğrusu bildiğim kadarıyla hayır. Bu yüzden yerel ya da merkezî yönetimlerin LGBTİ+lar için bir sığınak açması gerekiyor. Tabii ki doğrudan LGBTİ+lar için açılmamalı çünkü bu da kategorize etmek ve ötekileştirmek anlamına geliyor ama bir şekilde LGBTİ+ların da açık kimlikle bu sığınaklardan yararlanmasının sağlanması yönünde bir düzenleme yapılmalı. Ayrıca kayıtlı ve kayıtsız seks işçilerinin temel gıda ve hijyene erişim problemi var. Bunların bir an önce ekonomik destekle çözülmesi gerekiyor. LGBTİ+ların şiddetten uzak bir şekilde barınabileceği yerlere, yurtlarına geri döndürülmesi gerekiyor çünkü evde doğrudan şiddete maruz bırakılıyorlar ve yurt hizmetinden yararlanamıyorlar. Performans sanatçıları, müzisyenler ve eğlence sektöründe çalışanların bir an önce işlerine geri dönmesi ya da ekonomik destek almaları gerekiyor. Tabii ki pandemi koşullarında ideal olan, işe geri dönmeleri asla değil ve biz de bunu önermiyoruz. Ancak ekonomik desteğin sağlanması gerekiyor çünkü gelecekteki ekonomik şiddeti önlemek için bu destek önemli bir hâle geliyor. LGBTİ+ ailelerin sosyal destek alabilmesi için belediyelerin ya da Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın LGBTİ+ları kapsayacak çalışmalar yapması gerekiyor. Toplumsal düzeyde LGBTİ+ ayrımcılığı var. Bu ayrımcılığın önüne geçmek için hem yerel hem merkezî yönetime yönelik bir an önce bilgilendirme ve eğitim çalışmaları yapılması gerekiyor. Bunun dışında akran zorbalığı okulda, mahallelerde yaşadığımız en temel krizlerden biri. Bu krizin önüne geçmek için bir eğitim çalışması yapılması gerekiyor. Devletin temsilcilerinin söylemleri de bu zorbalığı destekliyor ancak artık bu gerçekliği görmeleri ve aksiyon almaları gerekiyor.

Kübra Karagöz: Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’na başvuru yapan kadınların yönelimlerini sorgulamıyoruz. Başvuru yapanlar açık kimlikli olsa da olmasa da sığınağa alınıyorlar. Erkeklerden başvuru almıyoruz ancak LBTİ olarak tabir edebileceğim kişiler de genelde bize sığınak talebiyle gelmiyor ya da belki de bu kimlik/yönelimleri ile gelmiyor demeliyim. Bunun sebebi Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM) tarafından sığınağa kabul edilmeme bilgisinin yaygınlığı da olabilir. Bunu trans kadınlar özelinde söylüyorum. Lezbiyen ve biseksüel kadınlardan gelen taleplerin sayısını da ancak kendileri cinsel yönelimlerini belirtirlerse bilebiliriz. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, politikasını şiddet üzerinden kurduğundan yönelimler, kimlikler üzerinden ayrımcılık yapması söz konusu olamaz. Ancak devlet sığınakları için böyle olduğunu söyleyemem. Yönetmeliklerde lezbiyen, biseksüel+ kadınların kabul edilmeyeceğine dair bir ibare bulunmuyor ancak içeride bir yıldırma politikası olabilir elbette. Kadın olanlar sığınağa giriş yapabiliyor fakat oradaki kadınların bu durumu olumlu karşılamayıp zorbalık yapabileceği gibi söylemler mevcut olabilir. Bundan dolayı kadınlar da doğrudan yönelimleri üzerinden sığınağı tercih etmeyebilirler. Ayrıca çalışanlar tarafından ayrımcılığa maruz bırakılma endişesi de yaşıyorlar. Burada temel bir hak söz konusu ve bu hak trans kadınlar için de geçerli ama çok çelişkili söylemlerle karşılaşıyoruz. Örneğin, ŞÖNİM müdürünün bizzat kendisinden kişinin pembe kimliği yoksa sığınağa alınmayacağını duymuştum ancak başka bir yerde farklı söylemleri de olmuş. Yine de pembe kimliği olmayan bir trans kadının, bir örgütün çabasıyla sığınağa yerleştirildiğini duydum ama ne kadar süre kalabildiğini bilmiyorum. İçeride trans kadınlar için bir yıldırma politikası olduğunu düşünüyorum. Yine de yakın ilişkide olduğumuz birtakım sığınakların yaklaşımlarını biliyorum. Trans kadınların da o sığınaklarda sorun yaşamayacaklarını düşünebiliriz ama zaten daha başvuru ve kabul aşamasında birçok engelle karşılaşıyorlar maalesef.

İnfaz Yasası’nın konusu geçtiğinde dahi kadınlar paniklediler çünkü bu insanlardan kimin, hangi durumlarda serbest bırakılacağı belli değildi. Bir noktada biz, kadınlardan daha çok paniklemiş olabiliriz çünkü zaten bu faillerin bir kısmı akrabaları aracılığıyla cezaevinden de şiddet uygulamaya devam edebiliyorlar. Tabii ki failin dışarıda olması ile cezaevinde olması arasında büyük bir fark var. Faillerin cezaevinden çıkmalarından sonraki sürece dair verileri tam olarak bilmiyorum ancak gelen başvurularda “Şimdi cezaevinden çıkacak, ne yapacağım?” veya “Çıktı ve bana ulaşmaya çalıştı.” gibi söylemleri duyduk. Sığınakta kalan bir kadının kocası cezaevinden çıktı, kadına ulaşmadı ancak çocukları üzerinden bir şekilde şiddeti sürdürmeye devam etti.

6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’a yönelik saldırılar da bir noktada kadın hareketini güçlendirdi ve bizi daha çok bir araya getirdi. Hem LGBTİ+ hareketi hem kadın hareketi Türkiye’nin en aktif ve kendini gösteren politik hareketleri. Bu yüzden bu saldırılara karşı da çok hızlı bir araya geldik diye düşünüyorum. Kadınlar sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada birçok sebepten eylem yapıyor ve sokak eylemlilikleri oldukça arttı. Tabii bu saldırılarda “nafaka mağdurları”, “mağdur babalar” gibi oluşumlar da ortaya çıktı. Devletin özellikle muhafazakâr kesime verdiği destek ile birlikte bu yasayı savunan pek çok kadın olarak zan altında kaldık. İffetsizlik, namussuzluk, feminist olmakla ilgili birtakım saldırı içeren söylemlere maruz bırakıldık; hâlâ sokakta durduk yere fiziksel şiddet gören kadınlar var. İffetsiz, namussuz olmakla ilgili hiçbir sorun yok benim açımdan ama bu, bir kesimin öfkesini yansıttığı ve bu şekilde şiddet uyguladığı bir söyleme dönüştü. Kadına yönelik şiddete karşı 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında koruma/uzaklaştırma ve gizlilik kararına başvuruyoruz. Deneyimimiz çoğunlukla İstanbul’da ama tüm Türkiye’de de örneklerini gördüğümüz gibi hakimlerin koruma/uzaklaştırma veya gizlilik kararı vermediği, karara gerek görmediği durumlar yaşanabiliyor. Genelde 6 ay süre ile alınabilen gizlilik ya da koruma/ uzaklaştırma kararları örneğin bir ay süreyle verilebiliyor. Genellikle erkek hakimlerin süreci bu yolla engelleme çabasına girdiğini düşünüyorum. Her ne kadar yargının bağımsız olduğunu iddia etsek de yargı her zaman bağımsız değil. Özellikle şiddet gören taraf kadınlar ve LGBTİ+lar ise. Hükümet kadına yönelik politikalarla ilgili yaptığı toplantılara kadın örgütlerini davet etmiyor. Bu, 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’a ve İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırıların bir uzantısı. Yandaş olmamaktan veya onlara göre etkili fikir belirtemeyecek olmaktan kaynaklanan bir uzaklaştırma çabası var.

Rapora baktığımızda “Sığınak kabullerinde fiziksel şiddet delili aranması, 12 yaşından büyük oğlan çocuklarının sığınaklara alınmaması ve bu durumlara alternatif çözüm üretilmemesi kadınların başvurularını zorlaştırıyor. Üstelik karakollarda polislerin kadınlara, sığınaklara dair yanlış bilgi verebildiklerini hatta kadınları geri gönderebildiklerini öğreniyoruz. Hâlbuki sığınak başvurusu olan bir kadın herhangi bir nedenle sığınağa alınamıyorsa dahi geri gönderilemez, ihtiyacına yönelik bir çözüm geliştirilmesi zorunludur.” ifadesini görüyoruz. Rapordaki bu kısma dair düşünceleriniz neler? Fiziksel şiddet delili zorunlu mu? 12 yaşından büyük oğlan çocuklarının sığınaklara alınmamasının yasal bir karşılığı var mı? Sığınaklardaki hijyen koşulları nasıl?

Kübra Karagöz: Pandemi başlangıcında, darp raporu olmadan bazı sığınaklarda kabul yapılmadı. Bize salgın döneminde uygulanan bir yıldırma aracı gibi gelmişti, sığınağa kabul etmemek için bir bahane olarak düşündük çünkü her kadın fiziksel şiddet görmüyor. Ancak devam eden bir uygulama olduğunu söyleyemem. Zaten hayata geçen bir uygulama değil, bazı sığınaklarda varolan kötü bir uygulamaydı.

Bir kadın sığınağa gitmek istediğinde eğer yanında 12 yaşında veya 12 yaşından daha büyük bir oğlan çocuğu varsa çocuğu sığınağa kabul etmiyorlar. Kadına ya çocuğunu bırakıp gelmesi söyleniyor ya da “Çocuğunuzu Sevgi Evi’ne yerleştirelim.” deniliyor. Yani çocuk ya babasında ya da kurumda kalacak. Çok kapsamlı olmamakla beraber, konukevi yönetmeliğine göre kişinin yanında 12 yaşından büyük oğlan çocuğu varsa ona bir ev tahsis edilmelidir. Ancak yönetmelikte; can güvenliği riski olmaması, kadın tarafından talep edilmesi üzerine gerekli olduğuna dair sosyal inceleme raporuna istinaden ve ŞÖNİM tarafından da uygun görülürse kadına bir kira yardımıyla birlikte bağımsız ev kiralanması ve sığınakta göreceği desteklerin bu evde verilmesi gerektiği söyleniyor. Bu kesinlikle uygulanmıyor çünkü uzman tarafından inceleme aşamasında uzmanlar genellikle çocuğun kuruma bırakılması gerektiğini ve rapor yazmaya gerek olmadığını söylüyor. Dolayısıyla kadınlar bu haklarından faydalanamıyor ve sığınağa gidemiyorlar. Biz Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı olarak sığınaklarımıza 18 yaşına kadar oğlan çocuklarını alıyoruz. Çoğunlukla bu gibi başvurulara da öncelik veriyoruz çünkü kadının gidebileceği başka bir yeri olmuyor. Bu gibi başvurularda yönetmeliğin ilgili maddesinin uygulanması yönünde politika ürettiğimiz, çeşitli kurumlara ulaştığımız oluyor. Nasıl ki kürtaj konusunda teoride engel yokken uygulamada varsa, bunda da teoride imkânlar var ancak uygulamada yok.

Sığınaklarla ilgili hijyen konusunda bakanlığın ya da belediyelerin yürüttüğü bir sığınakta çalışmadığım ve oradaki sistemi bizatihi görmediğim için söylediğim her şey kadınlardan duyduğum deneyimlere dayanıyor. Pandemi döneminde kadınlar, teste erişim konusunda zorlandıklarını ve zaten çok kalabalık bir ortamda barındıkları için gerekli hijyen koşullarının sağlanmadığını belirttiler. Diğer taraftan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM) pandemi başladığından beri kadınlara gerekli hijyen kitlerini sağladıklarını, sığınakları sürekli dezenfekte ettiklerini, kadınlara hijyen eğitimi verdiklerini belirtti. Dolayısıyla nerede yapılıp yapılmadığını bilmiyorum ama bunların uygulanmadığı örnekler olduğunu kadınlardan duyduk. Biz de gerekli hijyen kitlerini verdik ve dezenfektan dağıttık ancak eksik kaldığımız noktalar elbette oldu. Mümkün olduğunca kadınlarla koronavirüsten nasıl korunabileceklerine dair birebir görüşmeler yaptık, hâlâ da bu süreci beraber öğreniyoruz.

Şimdiye kadar pandemide kadınların ve LGBTİ+ların deneyimlerinden ve çeşitli kurum ve örgütlerin politikalarından bahsetmiş olduk. Sizler hazırladığınız raporlardan, saha deneyimlerinizden ve şiddetle mücadelede belirlediğiniz eksikliklerden yola çıkarak nasıl bir yol haritası öneriyorsunuz? Koruyucu ve önleyici politikalar kapsayıcı bir şekilde nasıl ele alınabilir?

Duygu Yayla: Dernek açıldığından beri bir yandan danışmanlık hizmeti verip şiddet gibi olumsuz durumlarda neler yapılabileceğine dair yönlendirmeler yaparken bir yandan da şiddeti önlemek için neler yapabileceğimize dair strateji geliştirmeye çalışıyoruz. Kanıt temelli politikalar geliştirmemiz gerektiği konusunda netleştik diyebilirim çünkü karar alıcılar kanıt görmediği sürece herhangi bir aksiyon almaktan imtina ediyorlar. Bununla ilgili olarak daha önce yaptığımız LGBTİ+ Dostu Öğrenci Yurtları Projesi’nden bahsedebilirim. LGBTİ+ların genel olarak yurtlarda ve akran zorbalığını yoğun yaşadıkları yerlerde nelerin problem olduğunu ve nelere ihtiyaç duyduklarını tespit ettiğimiz, hem deneyimlerden hem de önerilerden bahsettiğimiz bir kitapçık4 çıkardık. Bu kitapçıkta personelden müdüre, rehberlik hocalarından güvenliğe, hatta yasalara kadar herkesin üzerine düşen birçok görev olduğundan bahsettik. Bunların hepsini araştırarak bir veri hâline getirip hem özel hem de devlet yurtlarıyla buluşturduk. Daha çok özel yurtların personelleri ve müdürleriyle bir araya gelip projenin sunumunu yapabildik. Sonrasında bunu yeterli bulmadık çünkü kamudan gelen çok fazla personel olmadı, gelmek isteyen personelin de yöneticisi tarafından engellendiğini öğrendik. Telefon konuşmalarını anlatmak bile istemiyorum. Ne olduğunu bilmeyenler, duyup yüzümüze kapatanlar… Sonrasında bu kitapçığı bütün Kredi ve Yurtlar Kurumu (KYK) yurtlarına tek tek kargoladık. Hatta birkaçı geri aradı ve arayanlardan biri bunu niye gönderdiğimizi sordu. Biz de “Rehberlik hocanız varsa kitapçığı okusun ve biri, LGBTİ+ olduğu için zorbalığa maruz bırakılıyorsa onunla iletişim kurabilsin diye gönderdik.” diye cevapladık. Bu sürecin devamında da üniversitelerde LGBTİ+lar açısından izleme çalışması yapmak istedik. Bunu da köklü bir devlet üniversitesi olan Ege Üniversitesi ve yine köklü bir vakıf üniversitesi olan İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde yapmaya çalıştık. Bu çalışmada kampüslerin LGBTİ+ öğrenci, akademisyen ve idari personel açısından daha yaşanabilir olması için neler yapabileceğimizi konuşmak istedik. Bir yandan da “Yasalar ve yönetmelikler, iç düzenlemeler LGBTİ+ların haklarına dair neler söylüyor, neyi gözetiyor, neyi koruyor ya da neyi korumuyor?” sorularına cevap aradık. Bunun dışında LGBTİ+ların akademisyen veya öğrenci olarak nelere maruz bırakıldığını, neye ihtiyaç duyduğunu, hangi noktada nereye başvurduğunu ya da nereden geri dönüş alıp almadığını incelemek ve raporlaştırmak istedik. Çünkü önceden de belirttiğim gibi kanıt temelli hareket etmeye çalışıyoruz, bunun işler bir yöntem olduğunu düşünüyoruz. Bu hâlâ devam eden bir proje.

Bunlara ek olarak, LGBTİ+ların genel olarak kriminalize edilme hâli sıklıkla karşımıza gelen bir mesele. LGBTİ+ tarihine baktığımızda da sürekli şehrin dışına itilerek ötekileştirildiklerini, marjinalize edildiklerini görüyoruz. Bu konuda “Böyle bir şey yok!” diyemeyiz. Artık LGBTİ+ların hayatın içine karışabilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bunun da toplumsal düzenin LGBTİ+ entegrasyonuna alışmasından geçtiğini düşünüyoruz. Tam olarak bu sebepten, belediye seçimlerinden önce LGBTİ+ Belediyecilik Protokolü5 hazırladık. Bunu çeşitli belediye başkan adaylarına gönderdik ve bazıları bu protokole imza attı. Tunç Soyer bu isimlerden biriydi. Yerel yönetimlerde neler yapabileceğimiz üzerine konuşuyoruz. Bir yandan da barolarda, özel kuruluşlarda LGBTİ+ istihdam kotası oluşturmak istiyoruz. Pandemi bu hedefimizi sekteye uğratsa da bunun üzerine çalışmak istiyoruz. Örneğin, bir ilçe belediyesiyle düzenli olarak bir araya geliyoruz. Bizi desteklemek, dayanışmak istediklerini söylüyorlar. Onlara söylediğimiz şey şu: “Siz yönetim olarak dayanışma içerisindesiniz ancak sizin kurumunuzda bir vergi dairesine veya kent kart işlemleri yaptırmaya gittiğimizde görevli tarafından maruz bırakıldığımız şiddeti görmüyorsunuz.” Bu sebeple belli aralıklarla belediye veya baro çalışanlarına verilmek üzere -İzmir Barosu bizimle oldukça işbirliğinde olan bir kurum- her personele erişebilecek bir eğitim modeli düşünüyoruz. Bunu okullarda da yapmak istiyoruz.

Üniversitelerde toplumsal cinsiyete dönük zorunlu dersler olması gerektiğini düşünüyoruz. Keza liseler için de aynı şey geçerli ancak lise öğrencilerinin 18 yaşın altında olması, ailelerden kaynaklı olarak bizim erişimimizin önünde büyük bir engel oluyor. “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!” diyoruz ve sözleşmenin uygulanması gerektiğini vurguluyoruz. Kübra’nın da anlattığı gibi sözleşmeden doğru oluşan örgütlenmenin parçası olmaya çalıştık, birlikteydik. Bu meseleyi sürekli ayakta tutmaya çalışıyoruz.

Seks işçileri hakları ile ilgili birçok problemimiz var ancak bu noktada toplum olarak çok bilgisiz ve önyargılıyız. Öncelikle seks işçiliğinin ne olduğunu, nasıl olduğunu anlatmamız gerekiyor. Seks işçiliğinin bir işçilik olduğunu anlatmamız, maruz bırakılan sorunlardan bahsetmemiz gerekiyor. Bununla ilgili öznelerle bir araya gelerek çalışmalar örgütlemeye çalışıyoruz çünkü ihtiyaçlar düşündüğümüzden farklı çıkabiliyor. Öznelerle birlikte hareket etmeye gayret göstererek hangi ihtiyaçlar varsa bunları karşılamaya çalışıyoruz.

Bir diğer önemsediğimiz nokta, danışanlarımıza doğrudan yönlendirebildiğimiz bir psikolog/psikiyatr ağı oluşturma çalışmalarımız. Bu alanda çok talep var ve çok danışmanlık alıyoruz. LGBTİ+ların ötekileştirme sebebiyle ruh sağlığına yönelik desteğe ihtiyaçları var. Psikolog ve psikiyatrlarla bir eğitim gerçekleştirmemiz gerekiyor çünkü hem kendi deneyimlerimize hem danışanların deneyimlerine baktığımızda çoğu uzmanın bu alanda bilgisiz veya tamamen olumsuz bilgilere odaklanmış olduğunu görüyoruz. Bunun bir hastalık olduğunu düşünenler karşımıza çıkıyor. LGBTİ+ konusunda temel bilgilere sahip psikolog/psikiyatr bulmakta bile çok zorlanıyoruz. Bununla ilgili de pandemi sebebiyle ertelediğimiz ama yapmayı planladığımız Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği’nin (SPoD) İstanbul’da yaptığı ve bizim de İzmir’e taşımak istediğimiz bir çalışma var. Psikolog ve psikiyatrlarla düzenli olarak bir araya gelip öncelikle onlara temel kavramlarla ilgili eğitim verdiğimiz, sonrasında alanında uzman psikologların onlara karşılaşabilecekleri problemleri aktardığı, çözümlerden bahsettiği bir eğitim ve süpervizyonluk projemiz var. Ruh sağlığı konusunda bir uzmana erişemiyor olmak LGBTİ+lar için gerçekten çok önemli bir mesele. Bu erişim de çok hayat kurtarıyor diyebilirim çünkü çok fazla şiddet var ve bu şiddetle bir şekilde mücadele etmeyi öğrenmek gerekiyor. Bu sebeple böyle projeler yapmayı düşündük.

Kübra Karagöz: Ben sorunuzu sivil toplum örgütleri ya da kadın örgütlerinden ziyade “Politika üreticilerinin nasıl politikalar yapması ve bundan sonra nasıl ilerlemesi gerekiyor?” gibi algıladım. Hem Nisan ayında yazdığımız izleme raporunda hem de son kurultayda böyle taleplerimiz oldu. Bunlardan birkaçını paylaşmak istiyorum, raporların tamamına Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın internet sitesinden de ulaşabilirsiniz.6 En temelde hem bu süreçte hem de olağan dönemde kadına yönelik erkek şiddetinin önlenebilmesi için İstanbul Sözleşmesi’ni temel alan istikrarlı politikaların ve acil eylem planlarının uygulanmasının gerekli olduğunu gördük. Dolayısıyla pandemi, deprem gibi kriz ve afet dönemlerinde hem Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın hem de yerel yönetimlerin acil bir şekilde bir araya gelerek kadına yönelik erkek şiddetine karşı acil eylem planı oluşturması gerektiğine dair bir talebimiz oldu. En son İzmir depreminde de gördüğümüz gibi bazı kadın sığınakları Bayraklı’da, depremden en çok etkilenen bölgelerde yer alıyordu. Tabii biz kadın örgütü olduğumuz için kadına yönelik erkek şiddeti üzerine konuşuyoruz ama bu demek değildir ki buna LGBTİ+lar dahil değil.

Aynı şekilde kadına yönelik şiddetle mücadelede tüm merkezî kamu kurumları, yerel yönetimler ve kadın örgütleri bu süreçte koordinasyon içinde çalışmalı ve kadın örgütlerinin deneyimleri dikkate alınmalı. Kadın ve LGBTİ+ örgütlerinin bu alanda büyük bir deneyimi var ve bu politikaların geliştirilebilmesi için bu deneyimlerin duyulacağı alanlar açmak gerekiyor. Aynı şekilde kadına yönelik şiddetle alakalı çalışan kamu görevlilerine; sistematik şiddete maruz bırakılan tüm kadınların ihtiyacını gözeten, kapsayıcı, şiddetin farklı türlerinin bilgisini içeren, kadından yana, toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısıyla eğitimler verilmeli; deneyim aktarımları, süpervizyonlar, belki de akran süpervizyonları yapılmalı. Bir yandan da artık sistemin çevrimiçi ağırlıklı olması ve bu durumun kadınların erişiminin önünde engeller oluşturması nedeniyle sosyal hizmetlerin, sosyal destek kanallarının, çevrimiçi psikolojik/hukuki desteklerin sağlanması ve artırılması üzerine çalışmalar yapılması gerekiyor. Özellikle pandemi gibi kriz dönemlerinde en temel sorun, ALO 183 hattının kadına yönelik şiddet konusunda özelleşmiş bir acil yardım hattı olmaması. ALO 183 kapsamlı bir hat, sadece kadınlara yönelik şiddete karşı destek vermiyor; engelli, gazi veya şehit yakını gibi koşullarda başvuranlara da destek veriyor. O yüzden yine en önemli ihtiyaç 7/24 ulaşılabilir, uzman kişilerin destek verdiği, özellikle şiddete maruz bırakılan kişilere yönelik bir telefon hattı oluşturulması. Bir yandan da yakın zamanda şiddete maruz bırakılmamış, yani “sıcak şiddet”ten çıkmamış ancak şiddet sebebiyle evsiz kalmış, barınma ihtiyacı olan kadınlar var. Bu şekilde gelen çok sayıda başvuru var. Belki bu sebeple başvuran LGBTİ+lar da vardır, Duygu da şu an yaptığı çalışmada bu örneklere denk geliyor olabilir. Bu noktada özellikle barınma desteğinin sağlanmasıyla ilgili çalışmalar yapılmalı çünkü sığınaklar şiddet gören kadınlara açık alanlar oldukları için barınma ihtiyacıyla başvuran kişileri almıyorlar. Acil barınma ihtiyacı için de alan yaratılmalı, buna dair sağlık önlemleri uygulanmalı, kadınlara bununla ilgili alan açılmalı.

Kadınlara cinsel sağlık haklarına erişmeleriyle ilgili alan açılması, yine bu dönemde geliştirilmesi gereken politikalardan biri. Ayrıca tüm kadınların doğum kontrol araçlarına, kürtaj vs. gibi haklara erişimiyle ilgili de politikalar geliştirilmesi lazım. Örneğin yakın zamanda ped ve tampon İskoçya’da ücretsiz oldu. Kadınların aslında sadece pede, tampona değil doğum kontrol araçlarına da -ertesi gün hapı, kondom gibi- ücretsiz erişmesiyle ilgili alanlar açılması gerekiyor çünkü evlere kapanılan pandemi dönemi, bu araçlara erişimi engellemesinin yanı sıra korunma talebini artırdı. Korunmayı reddetmek ve kadınları bundan mahrum bırakmak sık yaşanan bir cinsel şiddet biçimi. Kürtaj yok, ertesi gün hapı alamıyorsunuz, böyle olunca mecburi bir doğum süreci oluyor. Bu yüzden bununla ilgili de mutlaka politikalar geliştirilmesi gerekiyor.

Sığınaklar ve dayanışma merkezlerinin de standartlara uygun hâle gelmesi, tüm kadınlar ve LGBTİ+lar için erişilebilir olması, nitelikli sosyal destek vermesi gerekiyor. En önemlisi de kadınların sığınaklara gitmek için en yakınındaki sosyal hizmet kurumundan destek alabilmesi, ŞÖNİM tarafından kabul edilebilmesi gerekiyor. Bunun kolluk görevlileri tarafından karakola giderek yapılması zorunluluğunun ortadan kaldırılması gerekiyor çünkü orada yaklaşımlar çok daha farklı. Kolluk görevlilerinin acil yardım için başvuran, şikâyetçi olmaktan çekinen kadınlarla 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’dan faydalanabilecekleri bilgisini paylaşması gerekiyor. Eğer o an sığınakta yer yoksa -ki böyle bir şey mümkün olamaz- failin evden uzaklaştırılarak kadının kendi evinde kalmasına yönelik bir çalışma yapılması gerekiyor çünkü bu da bahsi geçen kanunun koruma kapsamında. Aslında var olanın uygulanması gerekiyor. Sığınak ihtiyacının koşulsuz karşılanması, sığınak sayısının ve kapasitesinin artırılması gerekiyor. Bu söyleşide çok değinemedim ama ben kadınlar derken çok geniş kapsamlı, tüm kesişimsellikleri kapsayarak konuşuyorum ancak yine de adlandırmakta fayda var: Şiddete, çoklu ayrımcılığa maruz bırakılan mülteci, göçmen ve LBTİ+ kadınlara da bulundukları koşullar gözetilerek destek sağlanmalı çünkü Türkiyeli olmayan kadınlar, tüm bu bahsettiğim zorluklarla karşılaşma tehlikesiyle iki kat daha fazla karşı karşıyalar. Sırf Türkiyeli olmadıkları için ya da Türkçe bilmedikleri için sığınağa alınmıyorlar. Bu kadınlar savaştan ya da oradaki ailesinden kaçıp Türkiye’ye geliyor. Mesela mülteci bir kadının, zaten şiddet gördüğü için Türkiye’nin ona kapısını açtığını ama “Türkiye’de şiddet görmediği için sığınağa alınamayacağı” söylenerek destek alamadığını biliyoruz. O yüzden çoklu ayrımcılığa maruz bırakılan kadınlara da bu destekler sağlanmalı, kayıtlı olmasa dahi maruz bırakıldığı şiddete ilişkin desteklenmeli. İlk etapta bunlar aklıma geldi ama sayılsa kırk elli madde daha çıkar.

Katkılarından dolayı Duygu’ya ve Kübra’ya çok teşekkür ederiz. Şimdi dinleyicilerimizden gelen soruları alabiliriz.

Soru: Anketinize sadece İzmir’den mi katılım gerçekleşti?

Duygu Yayla: Hayır, 81 ilden de katılım vardı. Ama genel olarak İstanbul, İzmir, Ankara, Mersin ve Antalya illerinden katılım gerçekleşti.

Soru: Eğitimleri biraz daha açabilir misiniz? Çevrimiçi dönem, eğitimleri nasıl etkiledi?

Duygu Yayla: Bizim düzenlediğimiz eğitimlerden bahsediyorsanız, bizim çevrimiçi sisteme geçişimiz Kübra’nın bahsettiğinden daha kolay oldu. Bunun sebebi de kuşkusuz hem gençlerle çalışıyor olmamız hem de LGBTİ+ların çevrimiçi sisteme daha yakın olması diye düşünüyorum. Her ilde bir LGBTİ+ örgütlenmesi olmadığı ve büyük örgütlenmeler daha nadir olduğu için çevrimiçi erişime açık olmanız gerekiyor. Tam da bu sebeple biz bütün yayınlarımızı internet sitemizde paylaşıyoruz ki erişilebilir olsun. Zaten sosyal medyadan danışmanlık veren nadir derneklerdeniz. Pandemi öncesinde de danışmanlık veriyorduk ama bizim de eve yerleşmemizle, fiziksel olarak derneğe gitmiyor oluşumuz bize biraz güç kazandırdı. Bu yüzden çevrimiçi ortama adapte olmamız çok zor olmadı. Başta, normalde bir barda ya da kulüpte yaptığımız partileri çevrimiçi olarak uyarlamaya çalıştık fakat orada güvenlik kaygıları oldu. Uzun bir süre şunu düşündük: Bu partileri yapabilecek miyiz? Örneğin normalde mekâna girişte yaş sınırı oluyordu ama çevrimiçi olarak yaş sınırını nasıl kontrol edeceğimize dair sorularımız oluştu çünkü bu partiler interneti olan herkesin erişimine açık oluyor. Güvenlik kaygılarından dolayı bir süre çevrimiçi parti yapmamayı düşündük. Sonrasında bunun temel bir ihtiyaç olduğuna ve denememiz gerektiğine karar verdik. Yaptık, çok da büyük bir problem olmadı. Bir yandan da derneği kapatmak istemediğimizden bu konuda neler yapabileceğimize odaklandık. Bizim gönüllü ağımız çok işleyen bir ağ. Hatta ben de şu an derneğin profesyonel bir gönüllü çalışanıyım. Gönüllü ağımızla sosyal medya üzerinden iletişim kuruyoruz, belli aralıklarla bir araya geliyoruz. Orada bazı fikirler geliştirdik.

Soru: Uzaktan eğitime geçişte öğrenci LGBTİ+lar nasıl etkilendi? Bununla ilgili ankette bir veri var mı?

Duygu Yayla: Evet var. Öncelikle bunu sadece LGBTİ+lar yaşamadı, genel olarak bir kriz ortaya çıktı. Yani devlet diyor ki “Bundan sonra çevrimiçi olacaksınız, okula gitmeyeceksiniz fakat internet, tablet ve telefon kaynağı sağlamayacağız.” Bir EBA TV var; fazla sayıda kişi sisteme girdiğinde çöküyor, ayrıca her televizyondan çekmiyor. Bütün bunlar sonucunda eğitime erişim çok azaldı. Sadece kaynakları olanların erişebildikleri bir eğitim hâline geldi. Evde birden fazla kişi olduğu durumlarda kaynak yetersizliği nedeniyle “sırayla eğitim alma” hadisesi yaşandı. Okullar da bu konuda hiç aksiyon gösteremediler. Birinci öğretimlerle ikinci öğretimleri birleştirdiler, yer yer o saatler ikinci öğretimde çalışan kişileri kapsamadı, bunlar gibi pek çok problem yaşandı. Yani bu süreçteki eğitimin niteliğini hiç tartışmak istemiyorum. Çevrimiçi olarak yapılan eğitimin niteliklerinde de çok büyük krizler var. Hiçbir şeyin hazır/hazırlıklı olmayışı -ki bence bununla ilgili yeterince süremiz vardı- eğitimi ve hâliyle eğitime erişimi de büyük oranda etkiledi.

Soru: Kişilerin sığınma evinden ayrılmasına neye göre karar veriliyor? Ayrılmaları hâlinde kendilerine uygulanan şiddetin tamamen ortadan kalktığına emin olunabilir mi?

Kübra Karagöz: Bir kadının şiddet görme potansiyelinin ortadan kalktığına emin olmak bence hiçbir zaman mümkün değil, hele ki Türkiye koşullarında. Failden görmese dolmuşçudan görür, sokaktan geçen herhangi bir erkekten görür ama soruyu “o fail” tarafından hâlâ tehdit altında olması gibi anladım. Konukevi yönetmeliğinde şöyle bir ibare var: “Sığınağa kabulünden itibaren kadın, altı ay boyunca kalabilir.” Bu altı aylık süre sosyal hizmet uzmanının/çalışanının gözlemiyle değerlendirilir ve kadının ihtiyacına göre gerekli görülürse uzatılabilir. Sonrasında da eve çıkış sürecinin kadının durumu gözetilerek desteklenmesi gerekiyor ama “Süren doldu.” diyerek çıkartılan ya da başka sığınağa gönderilen kadınlar olabiliyor. Orada da tekrar yeni insanlarla, yeni sosyal çalışmacı tarafından olayların en baştan dinlendiği bir süreç oluyor çünkü maalesef bazen kurumlar arasında tam anlamıyla aktarım yapılmayabiliyor. Mor Çatı Sığınağı’nda böyle bir sınır koymuyoruz. Bu süreyi kadının kaynakları ve ihtiyacına göre kadınla birlikte değerlendiriyoruz çünkü altı ay gibi bir süre vermek başlı başına bir kısıtlayıcılık aslında. Örneğin, bazı kadınlar küçük çocuklarıyla geliyorlar dolayısıyla hem kreş desteği bulmak hem de işe girmek için uzun zamana ihtiyaçları olabiliyor. Onunla ilgili işlemin ve politikanın yürümesini sağlamak zaman alıyor. Çocuğun yaşına ve ihtiyacına göre kreş bulmak da uzun sürebiliyor tabii. Bazen kadınlar dinlenme ihtiyacıyla geliyorlar. Bir süre durmak ve dinlenmek isteyebiliyorlar. Dolayısıyla kadının durumuna, ihtiyacına ve kaynaklarına göre biz bu süreyi kendimiz belirliyoruz. Ortalama bir yıl gibi bir sürede kadınlar kendi kaynaklarını da yaratarak eve çıkabiliyorlar. Eğer bir kural ihlali yoksa zaten sığınaktan çıkan kadınlar çoğunlukla eve çıkmış oluyorlar. Eve çıkma sürecinde de birtakım sosyal yardım kanalları bulunuyor. Kadının tuttuğu evin bağlı bulunduğu belediye, kaymakamlık ve ilin valiliği kadına birtakım destekler sağlayabiliyor. Valilik bir aylık, iki aylık, altı aylık maddi kira yardımı yapabiliyor; belediyeler ise eşya desteği sağlıyorlar. Evde eşyasının olup olmadığına, neye ihtiyacı olduğuna dair yerinde inceleme yapıyorlar ve o ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Kaymakamlık yine bununla ilgili birtakım destekler veriyor. Tabii biz Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı olarak da olabildiğince bu destek kanallarına yönlendiriyoruz ya da bir kısmına destek buluyoruz. Eşya, nakliye ücreti gibi ihtiyaçlarda ve bağış bulma konusunda kendi gönüllü ağımızı harekete geçiriyoruz. Eve çıkma sürecine destek oluyoruz. Tabii ki salt eve çıkmakla iş bitmiyor. Kadınlar bu kararı verirken tüm süreçleri gözden geçirerek eve çıkmasıyla ilgili yönlendirmelerde bulunuyoruz: Çalışacak mı, evi nasıl geçindirecek, bütçe kontrolünü nasıl yapacak, faturaları hesaba kattı mı, sadece kirayı mı düşündü… Bu konularda oldukça kapsamlı bir çalışma yürütmek iyi oluyor.

Soru: Kolluk kuvvetlerinin kadına yönelik şiddetle ilgili alması gereken bir eğitim var mı? Eğer varsa bu uygulanıyor mu? Yoksa kadınlara karşı baştan savmacı tavırlarının dayanağı bir yaptırımın olmaması mı?

Kübra Karagöz: Tabii ki yaptırımın olmaması net bir faktör, kolluğa hiçbir şey olmuyor. Almaları gereken bir eğitim var mı bilmiyorum ama bu konuda bilgilerinin olması gerekiyor. Sadece, kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet birimlerinde çalışanlara eğitimler verildiğini biliyorum. Barolarda da bir eğitim veriliyor ama zaten eğitim tek başına yeterli değil tabii ki. Bir yandan şu an karakola gittiğinizde kapının önünde polisler var ve karakolun içine giremiyorsunuz. Size sokağın ortasında “Buyrun ne vardı?” deniyor ve orada derdinizi anlatmaya çalışıyorsunuz. Yaşadığımız bir taciz vakası için karakola gittiğimizde şikayetçi olmak istediğimizi söyledik ve “Buyrun anlatın.” diye cevapladılar. “Sokakta mı anlatacağız?” deyince bizi içeri aldılar. Dolayısıyla süreç kapıda başlıyor ve tek bir birimle yürümediği için o birime gelene kadar bir sürü kişi görüyorsunuz. Kadın örgütlerinden de destekle kadından yana bakış açısıyla bu sürecin nasıl yürütüleceğine dair bir aktarım alınması gerekir. Bu bir eğitim olabilir, süpervizyon olabilir, deneyim paylaşımı atölyeleri olabilir. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın tarihine baktığımızda belediyelerle ve kamu kurumlarıyla sürekli deneyim paylaşımı atölyeleri yapıldığını görüyoruz. Mutlaka bu yaklaşımın edinileceği bir şeyler olması gerek çünkü bunun sorumluluğu Emniyet Genel Müdürlüğü’nde. Bir yandan sıklıkla personel değişimi de olduğu için yanaşmadıklarını düşünüyorum. Mesela bir yerde deneyim aktarımı atölyesi yapıyorum, daha sonra aynı kişileri bir daha orada göremeyebiliyorum. Buna da kaynak ayırmak istemiyorlar.

Soru: LGBTİ+ dostu belediyelerde bunun örnekleriyle karşılaşıyor muyuz?

Duygu Yayla: Kübra’nın söylediklerine katılmakla birlikte benim bildiğim kadarıyla böyle bir eğitim var ancak son dönemlerde bu eğitimlere öncelik verilip verilmediğine dair bir bilgim yok. Belediyede zabıtaların toplumsal cinsiyet bağlamında bir eğitim aldığını biliyorum ancak belediyelerin LGBTİ+lar özelinde bir eğitimi yok. İzmir’de hem büyükşehir belediyesinin hem de ilçe belediyelerinin personeline katılımın gönüllülük esasına dayalı olduğu bir eğitim verildi ancak bunun bir tekrarı olmadı. Eğitimlerin işler olabilmesi için sürekliliği olması gerekir çünkü Kübra’nın da belirttiği gibi görevlilerin düzenli katılmadığını görebiliyoruz.

Etkinliğimizin sonuna geliyoruz, eklemek istediğiniz noktalar var mı?

Kübra Karagöz: Aklınıza takılan bir şey olursa Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı ile iletişime geçebilirsiniz.7 Telefon üzerinden ulaşmak zor olabilir ancak mail’ler sürekli kontrol ediliyor. Kişisel olarak da ulaşmanız mümkün, haberleşebiliriz. Bizlere bu alanı açtığınız için teşekkür ederiz.

Duygu Yayla: Ben de teşekkür ederim, hem Kübra’ya hem de size. Herhangi bir sorunuz olduğunda derneğimize tüm kanallarımızdan ulaşabilirsiniz.8

Katılımcılara ve konuşmacılarımıza katkıları için teşekkür ediyoruz.

  1. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) 14 Nisan 2020 tarihinde kabul edilen, kamuoyunda “İnfaz Yasası” olarak bilinen ve çok sayıda kişinin cezaevinden tahliyesinin önünü açan Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun.
  2. “Koronavirüs Salgını ve Kadına Yönelik Şiddet Haziran 2020 Raporu”na ulaşmak için bkz. <https://morcati.org.tr/izleme-raporlari/koronavirus-salgini-ve-kadina-yonelik-siddet-mor-cati-haziran-2020-raporu/>
  3. “COVID-19 salgınında LGBTİ+ Topluluğunun Durumu” isimli rapora ulaşmak için bkz. <https://genclgbti.files.wordpress.com/2020/09/covid-19-salgininda-lgbti-toplulugunun-durumu.pdf>
  4. “LGBTİ+ Gençler Öğrenci Yurtlarından Ne İstiyor?” adlı kitapçığa ulaşmak için bkz. <https://genclgbti.files.wordpress.com/2018/09/lgbti-genc3a7ler-c3b6c49frenci-yurtlarc4b1ndan-ne-istiyor.pdf>
  5. LGBTİ+ Belediyecilik Protokolü için bkz. <https://genclgbti.org/lgbti-%20dostu-belediyecilik-protokolu/>
  6. Mor Çatı raporlarına ulaşmak için bkz. <https://morcati.org.tr/yayinlarimiz/raporlar/>
  7. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı iletişim bilgileri için bkz. <https://morcati.org.tr/bize-ulasin/>
  8. Genç LGBTİ+ Derneği iletişim bilgileri için bkz. <https://genclgbti.org/iletisim/>