Tek Seferde İki Mücadele: Feminizm ve Çevrecilik

 

Ariana Athena Lippi
Vanessa Daza

Çev.: Ezgi Karadayı
Selenay Boz

Bu yazının İspanyolca orijinali ve İngilizce çevirisi Dejusticia sitesinde yayımlanmıştır. [1]  Yazı, Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü’nün sitesinden alınmıştır.

İrlanda’nın ilk kadın cumhurbaşkanı, günümüzde toplumsal cinsiyet eşitliği ve iklim adaleti aktivisti olan Mary Robinson “İklim değişikliği erkek eliyle yapılan ve feminist bir çözümü olan bir sorun.” diyor. Mary Robinson, bu ifadesinde iklim değişikliği kadar geniş ölçeğe sahip acil bir çevre sorunu için feminizmin yeni bir çözüm sunduğunu öne sürüyor. Fakat feminizm çevreciliğe tam olarak ne sunuyor? Kadınların baskıcı bir sosyal, politik, ekonomik ve kültürel sistemden kurtuluşuna odaklanan bir hareket, insan türünü yok olmaktan kurtarmaya odaklanan bir harekete ne sağlayabilir?

Feminizm ve çevrecilik kesinlikle iki farklı mücadele gibi görünüyor. Ancak çevresel bozulmanın ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin aynı madalyonun iki yüzü olduğunu gösteren bir tutum uzun yıllardır var. 70’ler ve 80’lerdeki feminist hareket ve ekoloji hareketlerinin arasındaki etkileşimin kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan ekofeminizm, baskı biçimlerinin birbirine bağlı olduğu varsayımına dayalıdır. Ekofeminizm, çevresel bozulma ve kadınların ezilmesi arasında bir bağlantı kurmaya çalışır. Maria Mies ve Vandana Shiva[ gibi ekofeministler için bu bağlantı yaygın bir tahakkümün kaynağından doğuyor: ataerkil-kapitalist güç yapısı.Bu yapı[, ataerkil anlayışı ve bir kesimin diğerlerinden üstün olduğu hiyerarşik sosyal düzende ortaya çıkmış ikili dünya düzenini (kadın/erkek, insan/doğa), zenginliğin olabilecek en az maliyetle yaratılması ve biriktirilmesini toplumun ilerlemesindeki tek yol olarak gören kapitalist mantıkla birleştiriyor. Ataerki ve kapitalizm arasındaki bu ortaklık beyaz, erkek, “insan” öznelerin üstünlüğünü destekleyen ve haklı çıkaran ikili ve hiyerarşik yapıya yol açıyor. “Öteki/ler”in karşıt ve tam da bundan dolayı aşağı konumda sayılmasına izin veriyor. Böylelikle, kadın ve doğa istedikleri zaman beyaz erkekler tarafından kullanılabiliyor; erkekler onların sırtından geçinerek kalkınıyor, zenginleşiyorlar.

Kadınların ve doğanın muzdarip olduğu baskı arasındaki bağlantıyı açıklamanın yanı sıra ekofeminizm şunu göstermeye çalışır: Feminizm ve çevrecilik iki paralel mücadele olmaktan ziyade o kadar iç içe geçmiştir ki birindeki ilerleme ya da gerileme, diğerinde yeniden yaratılır veya diğerine yansır. Ekofeminist yazar Rosemary Radford Ruether’ın da önerdiği gibi[, ancak bu amaçla güçlerimizi birleştirdiğimiz sürece cinsiyet eşitsizliğini yok edebilir ve deneyimlemekte olduğumuz ekolojik krize bir çözüm bulabiliriz.

İklim değişikliğinin etkilerinin en büyük yükünü taşıyanlar kadınlardır. Kaynak: World Bank Photo Collection, Flickr[ (CC BY-NC-ND 2.0[).

Feminizm ve çevrecilik arasındaki bu bağlılığı en iyi örnekleyen çevresel problemlerden biri iklim değişikliğidir. Tıpkı kadınlar ve erkekler arasındaki sosyal, ekonomik ve politik farkın kapanmasının bizim iklim değişikliğiyle başarıyla mücadele etmemize bağlı olması gibi, insan türünün hayatta kalmasını sağlamak için küresel sıcaklık artışının yavaşlaması da feminist bir çözüme ihtiyaç duyar.

Peki neden feminizm iklim değişikliğine karşı mücadeleyi önemsemelidir? Çünkü pek iyi belgelendiği gibi kadınlar -özellikle de yoksul kadınlar- iklim değişikliğinin etkilerinin en büyük yükünü taşıyanlardır. Bu yalnızca gelişmekte olan ülkelerdeki kadınları değil, aynı zamanda yoksulluk düzeyini önemli ölçüde artıran ayrımcılıkların farklı formlarını deneyimleyen siyah kadınları, yerli kadınları ve trans kadınları da içeriyor.[

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın 2016’daki raporuna[ göre, iklim değişikliğinin tarım ve gıda güvenliği üzerinde ciddi etkileri var ve olmaya devam edecek. Bu, öncelikli olarak gelişmekte olan ülkelerdeki nüfusu, özellikle de geçinmek için tarıma muhtaç olan kadınları etkiliyor. Bilhassa kadınlar, ailelerine gıda ve su temin etmekle doğrudan sorumlular. İklim değişikliğinin etkilerinin derinden hissedildiği yerlerde kadınların daha uzun mesafeler katetmesi gerekiyor ve bu da eğitim için daha az zaman, sağlık tehdidi ve şiddete daha çok maruz bırakılmak anlamına geliyor. Benzer bir şekilde gelişmekte olan ülkelerde tarım işgücündeki kadınların sadece %10-20’si toprak haklarına sahip. Bu durum kadınların tarım kredilerine ulaşımını sınırlıyor. Eğer tarım kredisine erişimleri olsaydı ekin zafiyeti azalacak ve tarımla geçinmeleri mümkün olacaktı. Kadınlar, erkeklerle aynı iş olanaklarına erişimde birçok yasal engelle karşı karşıyayken[ iş değiştirmek de kolay bir seçenek değil. Tüm bu unsurlar bir araya geldiğinde, iklim değişikliğinin şiddetle hissedildiği yerlerde kadınların hem kendi geçimlerini hem de ailelerinin geçimini güvence altına almakta erkeklerden daha büyük zorluklar yaşadıkları ve yaşayacakları sonucunu ortaya koyuyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) bir raporu[, olağanüstü iklim olaylarından kadınların sağlığının erkeklerinkine göre daha çok etkilenebileceği özgün durumları da gösteriyor. Örneğin kuraklıkların, sellerin ve fırtınaların erkeklerden çok kadınları öldürdüğünü teyit ediyor. 1991 yılında Bangladeş’teki bir kasırgada ölen 140.000 insanın %90’ı kadındı. 1993’te Nepal’in Sarlahi Bölgesi’nde yaşanan selden sonra yapılan bir araştırma, kadınların ölüm oranlarının daha fazla olmasının, insani yardımların erkekleri öncelemesi gibi, yiyeceklerin dağıtılmasındaki ve tıbbi müdahaledeki ayrımcı pratiklerden dolayı olduğunu tespit etti. Rapor aynı zamanda, yükselen sıcaklıklara bağlı sıtma salgınları ve sıcak hava dalgaları sebebiyle kadınların ölüm riskinin daha yüksek olduğunu gösterdi. Yalnızca iklim değişikliğine bağlı doğal afetlerin sıklığı arttıkça bu sayılar yükselecek.

Kenya’daki bu çiftlik gibi projeler, yeni tarımsal stratejiler vasıtasıyla iklim değişikliğini hafifletmeye çalışıyor. Kaynak: Cecilia Schubert, Flickr (CC BY-NC 2.0).

Sıcaklık değişiklikleri, özellikle doğal afetlerden sonraki acil durumlarda, kadınları ve genç kızları cinsel şiddet, cinsel istismar, insan ticareti ve ev içi şiddet konusunda daha büyük risk altında bırakıyor. Bu sonuca varan 2007 Dünya Afet Raporu[, 2004’te Hint Okyanusu’ndaki tsunamiden sonra Sri Lanka’dan, Açe’den ve Hindistan’dan birçok kadının ve genç kızın artık aileleri onları geçindiremediği için “tsunami dulları” ile evlenmek zorunda bırakılması örneğiyle bunu açıklıyor. Ekim 2018’de Florida’da Michael Kasırgası meydana geldiğinde kasırgadan etkilenen ailelerde ev içi şiddet artmıştı. Sığınma Evi’nin ev içi şiddet mağdurları başvuru merkezi yöneticisi Meg Baldwin’e göre,[ Florida’daki merkezleri kasırga sırasında normalin iki katı sayıda kadını kabul etti. Bu istatistiklere rağmen doğal afetlerin ev içi şiddet indeksleri üzerindeki etkisi sıklıkla görmezden geliniyor.[

İklim değişikliği kadınların savunmasızlığını ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini artırmaya devam ederken feminist hareketin, gezegeni ve insanlığı kurtarmak için yüzünü çevresel çabaya dönmesi son derece önemlidir. Eşitlik vaadi iklim değişikliğinin sonucu olarak ortaya çıkan her bir sağanakla, kuraklıkla ya da fırtınayla birlikte daha da uzaklaşıyor.

Aynı şekilde, eğer iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve onlara adapte olmak için alınan önlemlerin etkisini sağlama almayı amaçlıyorlarsa çevresel hareketin de feminist mücadeleleri desteklemesi gerekir. Daha evvel bahsi geçen Dünya Sağlık Örgütü (WHO) raporu[, planlarına ve uygulamalarına kadınları dahil ettiklerinde risk yönetiminin ve küçültme protokollerinin etkisinin arttığını öne sürüyor. Örneğin, Hindistan’ın Maharaştra ve Gucerat eyaletlerinde bir depremin ardından yapılan yardım programı faaliyetlerine dahil olan kadınlar için kapasitenin büyümesine odaklanmak ve uzun soluklu çözümler üretmek bu faaliyetlerin tesirleri açısından elzemdi. Kadınların katılımlarının, etkilenen ailelere yardım etmek için kaynak biriktirmede ve yardımların dağıtımında da önemli bir etkisi var. Kadınların desteği ve daha bütünsel bakış açıları toplumun direncini güçlendirmede kilit rol oynuyordu. Benzer şekilde, Birleşmiş Milletler’in Kadının Statüsü üzerine 52. oturumundan bir rapor[, kadınların tarihsel bir sorumluluk olarak evlerine ve topluluklarına kaynak sağlama zorunluluklarından dolayı, bu yeni çevresel gerçeklikte geçim sağlamaya yönelik paha biçilemez stratejik tasarı ve bilgileri olduğunu teyit ediyor.

Buna rağmen, iklim değişikliği üzerine çalışmaların esas kısmını oluşturan bilim insanlarının yalnızca %30’unu kadınlar oluşturuyor. Üstelik dünya genelindeki ülkelerin büyük bir bölümünde, iklim değişikliği konusunda kararlar almakla görevli devlet organlarında kadınların temsili dahi yok.[ Bu gibi boşluklar; kamu politikalarında kadınların seslerinin, deneyimlerinin ve bilgi birikimlerinin varlığını sınırlıyor. Ancak dahiliyetleri etkili, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir iklim politikası için elzemdir. Diğer bütün nedenlerin yanında kadınların güçlü pozisyonlarda yer alabilmek için verdiği mücadelede çevreciliğin feminizme ihtiyacı var.  İklim değişikliğinin insanlık için yarattığı tehditlerin etkili ve adil bir şekilde üstesinden gelmek için yapmamız gereken şey feminizmin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin köklerinden sökmek için gösterdiği çabanın ta kendisi.

Son yıllarda #MeToo hareketinin yarattığı büyük etkiyle cinsel saldırı, cinsel şiddet ve cinsiyet ayrımcılığı konusunda daha önce hiç görmediğimiz kadar açık ve kamusal tartışmalar yapılmaya başlandı. Bunun yanı sıra yüz binlerce insan sokaklarda bir araya gelerek yürüyüşler düzenledi. Gençler devletlerin iklim değişikliğini yavaşlatmak için acil önlemler almasını talep eden öğrenci grevleri düzenlediler. Bu gibi tarihi anlarda, iki hareket arasında gidip gelenler için iki mücadele arasında koordinasyona müsaade eden ekofeminist bir bakış açısı benimsemek, dünyayı tam anlamıyla mahveden ve sürdürülemez ve eşitsiz bir toplumu kalıcı hâle getiren sistemlere karşı kolektif ve etkin bir sese ulaşmak için önemli ve stratejik bir katalizör etkisi görebilir. İşbirliği içinde bir arada olmak, karşılıklı olarak birbirini desteklemek ve bu coşku anlarından yarar sağlamak; çağdışı ve ıstırap kaynağı baskıcı yapıları bertaraf etmek veya hiç değilse bu yapıların istikrarını bozmak için ezici güçte bir kombinasyonla sonuçlanabilir.


[1] Metnin orijinali için bkz. Ariana Athena Lippi, Vanessa Daza “Dos luchas que son una: feminismo y ecologismo” 22 Nisan 2019, 19 Temmuz 2020 tarihinde erişilmiştir. <https://www.dejusticia.org/column/dos-luchas-que-son-una-feminismo-y-ecologismo/> İngilizce çevirisi için bkz. Ariana Athena Lippi, Vanessa Daza “Two fights in one: feminism and environmentalism” 22 Nisan 2019, 21 Mayıs 2020 tarihinde erişilmiştir. <https://www.dejusticia.org/en/column/two-fights-in-one-feminism-and-environmentalism/> Vurgular orijinal metne aittir. Yazarların izniyle çevrilmiştir.