Alev Özkazanç ile Cinsel Taciz Üzerine Söyleşi

Bu yazı, Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü’nün bülteni olan BÜ’de Kadın Gündemi’nin 2019 Güz sayısında yayınlanmıştır.

Arjin Eser
Asu Yekta Yılmaz
Esra Aşan
Öykü Eke

 Cinsel taciz dosya çalışması kapsamında Alev Özkazanç’ın yazdığı “Üniversitede Cinsel Tacize Karşı Önlemler: Mevcut Yaklaşımlara Eleştirel Bir Bakış”[1],“Cinsel tacizle suçlanan feminist: Jane Gallop”[2], “Biz Feministler vs. Avital Ronell: Trajik Bir Cinsel Taciz Olayı”[3] adlı metinlerini de okuduk. Metinler bağlamında yaptığımız tartışmaları kamusallaştırabilmek ve oluşan sorulara yanıt bulabilmek için Alev Özkazanç’la bir söyleşi yapma fırsatı bulduk. Cinsel taciz tanımları, cinsel tacizle mücadele yöntemleri, üniversitelerdeki cinsiyetçi kültür ve cinsel taciz arasındaki ilişkiyi ele alan bu söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz. Keyifli okumalar!

Cinsel taciz ya da toplumsal cinsiyet temelli tacizi tanımlamak için kullandığımız kavramlar üzerine tartışarak başlayabiliriz. Bu konudaki feminist çalışmalar ilerledikçe kavramların da çeşitlendiğini görüyoruz. Sadece toplumsal cinsiyet bağlamında değerlendirmesek de mobbing, mansplaining, gaslighting gibi yeni kavramlarla karşılaşıyoruz. Bunlar bir yandan yaşadığımız şeyin adını koyabilmemizi sağlarken diğer yandan kavram kargaşası da yaratabiliyor. Siz cinsel tacizi, toplumsal cinsiyet temelli tacizi nasıl tanımlıyorsunuz? Bu kavram çeşitliliği içerisinde bu tanımların birbirinden ayrılan veya birbiriyle kesişen noktaları nelerdir? Bu durum cinsel şiddetle mücadelede nasıl avantajlar ya da dezavantajlar sağlıyor?

Genel olarak kavramsal ayrıntılandırma ve çeşitliliği hem analitik hem de politik açıdan önemli buluyorum. Ancak bu, olgular arasındaki farkları ve dolayımları anlamamıza ve her farklı duruma özgü farklı direniş ve mücadele araçları geliştirmemize yaradığı ölçüde işe yarar. Ne yazık ki son dönemde bunun tersi yönünde bir eğilim var. Cinsel taciz ve benzer terimlerle ilgili sorun, hepsinin genel bir şiddet kategorisi altında eritilmesi ve tepkilerin de buna göre şekillenmesi. Üstelik şiddet kavramı da olabildiğine genişletiliyor ve baskı, denetim, iktidar, rıza üretimi, hiyerarşi, tahakküm, ezilme ve ayrımcılık gibi farklı kavramların tümünün yerini alıyor. Cinsel taciz kavramının tarihsel macerası da bu açıdan birçok tartışmalı şey içeriyor. Bu kavram, günümüzde ilk ortaya çıkışından bu yana farklı boyutlar kazandı. 1970’lerde Amerika’da feministler, özellikle çalışan kadınların iş yeri deneyimlerinden yola çıkarak bu kavramı geliştirdiler ve sonraki yıllarda bu kavram iş yasalarına ve ceza yasalarına girdi. Bu yasal çerçevede cinsel taciz kavramı, daha ziyade cinsel saldırı arasındaki ayrım üzerinden tanımlanıyor. Buna göre cinsel taciz, bedensel temas olmadan gerçekleşen -bedensel temas halinde cinsel saldırı söz konusu olur- rızaya dayalı olmayan cinsel içerikli her tür rahatsız edici söz, tavır ve davranışları kapsar. Amerikan hukukunda cinsel tacizin başlıca iki türü öne çıkarılmıştır, quid pro quo taciz, misilleme -reddedildiği takdirde işten atma, düşük not verme gibi- ya da ödüllendirmenin -terfi, maaş yükseltme, yüksek not verme gibi- eşlik ettiği durumlardır. Hostile enviroment türü tacizde ise, çalışma yaşamını kişi için gereksiz ve ağır biçimde zorlaştıran davranışlar kapsanır. Kadınlara karşı ayrımcılık biçimlerinden biri olarak öne sürülmüş olsa da günümüz hukukunda cinsiyetinden bağımsız olarak herkesin bu suçun mağduru ya da faili olabileceği kabul edilir. Bir kişinin cinsel yaşamıyla ve cinsiyet kimliğiyle ilgili alay, dedikodu, iftira gibi davranışlar da cinsel tacize girer. Ayrıca tacizin farklı türleri de -basit, ağır ve sürekli gibi- ayırt edilebilir.

Elbette cinsel taciz tanımları gerçek hayatta yasada durduğu gibi durmuyor; çünkü yasanın kapsamı dışında ya da gri alanda kalan pek çok şey var ve bunlar tartışmalara neden oluyor. Ayrıca belirli bir ülkedeki hakim cinsel kültüre, genel siyasi ve yasal iklime ve feminist hareketin siyaset yapma tarzına bağlı olarak cinsel taciz adı altında ele alınan sorunlar genişleyebiliyor. Bir yandan cinsel taciz kavramındaki “cinsel” içeriğini öne çıkaran ve rızaya dayalı olsa da bazı cinsel ilişkileri -örneğin üniversitelerde hoca ile öğrenci arasındaki gibi- bir tür taciz gibi gören yaklaşımlar var. Bir yandan da “taciz” kısmını öne çıkarıp cinsel içerik taşımasa da kadınları bir şekilde rahatsız eden başkaca eril tutumların –mansplaning gibi- taciz gibi görülmesi yönünde bir eğilim var. Yani cinsel taciz kavramı hem cinsellik hem de taciz boyutu üzerinden sürekli genişliyor ki bu durum çok sorunlu bence. Dahası cinsel taciz, farklı kavramlarla karıştırılabiliyor. Mobbing kavramsal olarak cinsiyet veya cinsellikle ilgili olmayan, işyerindeki yıldırı amaçlı davranışları kapsar -psikolojik yıldırma olarak tanımlanabilir-  ama bazı durumlarda da çalışan kadınlara yönelik cinsel taciz ile birleşebilir. Gaslighting ağır bir duygusal şiddet biçimidir. Öte yandan kültürel olarak bazı hafif bedensel temaslar da cinsel saldırı olarak değil; taciz olarak görülebilir, en azından bazı durumlarda bazı cinsel taciz biçimleri basit cinsel sarkıntılıklardan daha ağır sonuçlara yol açabilir. Kısacası, bir uçta bedensel temas ve şiddet biçimlerine açılan diğer yandan gündelik yaşamda kadınların eril davranışlardan duydukları çeşitli düzeylerdeki rahatsızlıklara kadar genişleyen bir alan söz konusu ve bu alanda hareket ederken farklı olguları ve düzeyleri birbirine karıştırmamakta fayda var bence.

Cinsel tacizle ilgili patlak veren tartışmaların büyük kısmı, aslında suç olarak düzenlenmiş bir alanda, tanımın giderek genişlemesinden kaynaklanıyor. Ben tüm bu belirsizlik ve gerilimlere son verecek nesnel tanımlar yapılabileceğini sanmıyorum çünkü burada hukuk ile cinsiyet siyasetinin karmaşık etkileşiminden doğan yapısal sorunlar var. Buna rağmen şuna inanıyorum: Cinsiyete ve cinselliğe dayalı gerilimlerin tümünü şiddet kavramıyla düşünmekten ve suç-ceza yörüngesine sokmaktan kaçınmalıyız. Farklı düzeylerde zarar verme biçimlerinin olabileceğini ve bunların tümünün taciz ve suç kapsamında olmayacağını teslim etmeli ve cinsel tacizle mücadelede suçlama-cezalandırma dışında yöntemleri daha fazla öne çıkarmalıyız. Suç-ceza alanına dahil olan kısmını konuşurken ise hukukun ve ceza adaletinin temel ilkelerine saygı göstermek gerekir. Bunlar belirli sınırlar koysa da başka ciddi risklere ve ters tepkilere yol açmaksızın göz ardı edilemezler. Hukuk içinde kalarak yapılabileceklerin sınırlı olduğunu kabul etmek ve bu sınırlara saygı duyarak hareket etmek ama aynı zamanda hukuk dışında farklı kültürel ve politik araçlar geliştirmek gerekir.

Cinsel taciz ağırlıklı olarak kadın-erkek ilişkileri üzerinden kadının mağdur erkeğinse fail olduğu varsayımıyla konuşuluyor. Oysa kadın, erkek, LGBTİ+ ya da kendini bu kategoriler içerisinde tanımlamayan herkes cinsiyetçi bir kültür içine doğuyor. Bu cinsiyetçi davranışların kimi zaman faili kimi zaman da mağduru olabiliyoruz. Siz içinde yaşadığımız bu cinsiyetçi kültürü nasıl tanımlıyorsunuz? Bu kültürün cinsel tacizle ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?

 

Cinsel taciz, erkek egemen cinsiyetçi kültürün bir sonucudur ve asıl mağdurları kadınlardır. Kadınları cinsel yakınlaşmalara zorlamak ya da onları erkek egemen ortamlardan dışlamak amacıyla yapılan tacizler, kadınlara karşı ayrımcılıktır ve özellikle çalışma yaşamındaki kadınların hayatlarını zorlaştırmaktadır. Ancak çalışma yaşamındaki ve kurumsal ortamlardaki güçlü hiyerarşiler nedeniyle güçlü konumdaki kadınlar da erkeklere ve hatta kadınlara ve LGBTİ+ bireylere tacizde bulunabilirler. Dahası aslında herkes cinsel taciz faili olabilir, özellikle muhafazakâr ve cinsiyete göre ayrışmış kültürlerde yaşayanlar; duygusal ve cinsel yakınlaşmalar konusunda önyargılar, kafa karışıklığı, sınıfsal-kültürel farklar, kişisel farklar veya iletişim sorunları nedeniyle kastetmedikleri halde rahatsızlık verebilirler. Niyet, kasıt, ısrarcılık anlamında her taciz olayı aynı görülemez. İçinde yaşadığımız cinsiyetçi kültürün tam olarak nasıl işlediğini ve tacizle bağlantısını anlamak istiyorsak farklı bağlamlarda nasıl farklı dinamiklerin işlediğini, erkeklik sorununun sınıfsal, kurumsal, kültürel, bireysel değişkenlerle nasıl iç içe geçtiğini ve kadın-erkek etkileşimlerinin farklı bağlamlarda nasıl şekillendiğini merak edip araştırmak ve konuşmak gerekir.  LGBTİ+ çevrelere yönelik olan ya da onların kendi çevrelerinde deneyimledikleri taciz dinamiklerini ayrıca değerlendirmeye, ne gibi benzerlik ve farklılıklar olduğunu anlamaya ihtiyaç var.

Üniversitelerde cinselliğin yaşanma biçimi, cinsel özgürlük adı altında liberal, tüketici ilişkileri de beraberinde getirebiliyor. Böylece takılma kültürü olarak da adlandırılan bir kültür örgütleniyor. Bu nedenle ilişkiler aynı zamanda neoliberalizmin etkisiyle kısa vadeli, hızlı yaşanan, muğlak nitelikler ediniyor. Bu kültür cinsel tacizin farklı biçimlerine de zemin sunabiliyor. Siz üniversitelerdeki bu kültürü nasıl değerlendirirsiniz?

Bu konuda sizler kadar bilgili değilim ancak gözlemlediğim kadarıyla şunları söyleyebilirim. Cinsel taciz özellikle bizim gibi ülkelerde -yani cinsiyete dayalı ayrışmış alanların toplumsal yaşamda hakim olduğu yerlerde- örneğin çalışma yaşamında ve eğitimde karma sosyalliğe geçilirken daha sık yaşanmaya başlıyor. Üniversiteler de birçok genç için erken yaşlarda karma sosyallik deneyiminin ve cinsel yakınlaşmaların yaşandığı yerler olduğu için, tacizin yaşandığı temel kurumsal bağlamlardan birisi olarak öne çıkıyor. Ama her yerde üniversite kültürü aynı şekilde işlemiyor, ülke kültürleri farklılaşabildiği gibi kampüs kültürleri de farklı olabiliyor. Örneğin ABD’de kampüslerde, son yıllarda cinsel taciz olayları genellikle hocalardan öğrencilere yönelik olaylar bağlamında tartışılırken, öğrenciler arasında daha tipik olarak cinsel saldırı ve tecavüz olayları basına yansıyor ve bu olayların çoğunda alkol-madde kullanımı ve eğlence kültürünün etkili olduğu vurgulanıyor. Öte yandan -ABD ya da Türkiye olsun- neoliberal insan ilişkilerinin geliştiği her yerde, insanlar ve karşı cinsler arasındaki gerilimin yükseldiğini görebiliyoruz. Bireycilik, ben merkezcilik, rekabetçilik, sahiplenmecilik, duygusal küntlük, duygu durum bozuklukları, depresyon, performans kaygıları, gösterişçilik gibi birçok sorun var ki bu sorunlar en fazla cinsel ilişkiler alanında patlak veriyor. Bu gerilimler, hepsi cinsel taciz olarak adlandırılamayacak olan pek çok farklı düzeyde -tacizden daha ağır da olabilen- duygusal soruna da yol açabilir. Ayrıca genç kadınların artan özgüvenli ve arzulu hareketleri bazı erkeklerde sınırlar konusunda kafa karışıklığına yol açabilir ve tehdit duygusunu güçlendirip kadın düşmanı duyguları ve tutumları tetikleyebilir. Türkiye’de kampüslerde öğrenci kültürü açısından daha yaygın olan sorunun, cinsel taciz değil de flört ve yakın ilişki içinde duygusal ve fiziksel şiddet sorunu olduğunu gözlemliyorum. Ankara Üniversitesi Cinsel Tacize ve Cinsel Saldırıya Karşı Destek Birimi’ne (CTS) yapılan başvurularda tehdit, şantaj ve ilişkiye zorlama örneklerine sık sık tanıklık ettim.

Üniversitelerde kadın ve LGBTİ+ öğrencilerin gündeme sıklıkla getirdiği konulardan biri de cinsel taciz. Sizin de Ankara Üniversitesi’nde (AÜ) görevli olduğunuz dönemde Cinsel Tacize ve Cinsel Saldırıya Karşı Destek Birimi’nin oluşturulmasında aktif sorumluluk aldığınızı biliyoruz. Üniversitelerde neden bu tarz birimlere ihtiyaç olduğunu düşünüyorsunuz? Bu birimlerin varlığı cinsel tacizle mücadele konusunda nasıl kazanımlar sağlıyor, üniversitenin cinsel tacizle ilgili kurumsal politikalarını nasıl etkiliyor? Üniversitelerin bu mekanizmaları öğrencilere ve çalışanlara güven veriyor mu ve onların dahiliyetine açık mı? Öğrencilere ya da çalışanlara cinsel tacizi açıklama ve bununla mücadele etme konusunda cesaret veriyor mu?

Bu sorulara şimdiki zaman ve geniş zaman kipinde yanıt vermek çok zor benim için. Çünkü Ankara Üniversitesi’nden çok sayıda barış akademisyeninin ihraç edildiği, benim de emekliye ayrılmak zorunda kaldığım 2016 yılından beri çok şey değişti. Ancak geçmiş deneyime dayanarak şunları söyleyebilirim. Biz, Ankara Üniversitesi CTS birimini 2012 yılında kurduk ve ben sonraki dört yıl boyunca kurul üyesi olarak çalıştım. O dönem üniversitelerde tacize karşı mücadele açısından çok verimli bir dönem oldu. CTS’nin önderliğinde oldukça geniş bir üniversiteler arası ağ[4] oluştu ve bu dayanışma sayesinde bazı Kuzey Kıbrıs üniversiteleri dahil olmak üzere pek çok üniversitede benzer yapılar kurmak için çalışmalar başladı ve bunların bazısı başarıyla sonuçlandı. 2010 civarında henüz bu mesele şimdiki kadar yaygın tartışılmıyordu; ancak bir dizi taciz olayı nedeniyle özellikle sol parti ve sendikalarda büyük kavgalar ve kopuşlar patlak vermişti. Biz de AÜ Kadın Çalışmaları ekibi olarak hem feminist duruşumuz hem kurumsal sorumluluğumuz gereği, üniversitede bu konuda farkındalık yaratmak ve destekleyici bir mekanizma oluşturmak istedik. Bu mekanizma o yıllarda oldukça iyi çalıştı. Çok sayıda başvuru aldık; yasal, idari ve psikolojik destek verdik; disiplin soruşturmalarına girdik; üniversite personeline ve öğrencilere dönük çok sayıda eğitim düzenledik. Akademik temsilcilerin yanı sıra öğrenci, personel ve sendika temsilcilerinin de katılımıyla kurul oldukça iyi işledi. Elbette bu hızlı atılım ve başarının sırrı, üniversitede 1994’ten beri etkili işleyen bir Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin (KASAUM) ve güçlü bir kadın çalışmaları ekibinin var olması, ayrıca üniversite yönetiminin işbirliğine açık olmasıydı. Bu tür bir akademik birikimin olmadığı ya da zayıf olduğu yerlerde aynı etkinlik düzeyi gerçekleşemezdi. Yine de farklı örgütlenme ve etkinlik düzeylerinde de olsa pek çok üniversitede kadın akademisyenlerin bu uğurda çaba göstermesi çok önemliydi. 2016 yılından sonra OHAL koşullarında siyasi rejimin otoriterleşmesiyle birlikte üniversitelerde de büyük bir gerileme yaşandı. Kampüslerde cinsel taciz ve eşitlik konusunda destek olacak, çaba gösterecek muhalif ve feminist akademisyenlerin çoğu ihraç edildi; geride kalanları ise yıldırdılar; genel olarak öğrenci hareketi ve kampüs yaşamı felce uğradı. Ankara Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi kadın merkezleri bu süreçten en fazla zararlı çıkan yerler oldu. Öte yandan OHAL koşulları altında bile olumlu gelişmeler gerçekleşti. ODTÜ ve Mimar Sinan Üniversitesi’nde cinsel tacize karşı birimler kuruldu. Ankara Üniversitesi CTS zor koşullarda ayakta kalmaya çalışıyor. Benim söz konusu geniş ağla bağlantım kesildiği için güncel durumu tam bilmiyorum ama her şeyin çok daha zorlaştığını tahmin edebiliyorum.  Son üç dört yılda olan bitenler; her alanda şiddet kültürünü derinleştirdi, yönetimler gericileşti, faşist saldırılar arttı, tüm muhalif akademi ve öğrenci hareketliliği bastırıldı. Böyle koşullarda birkaç yer dışında, üniversitede cinsel tacize karşı kurumsal mücadelenin zemini zayıfladı ya da ortadan kalktı gibi görünüyor. Yine de kampüslerde genç kadınların artan hareketliliğinden hareketle bu konuda üniversite yönetimlerini zorlamaya devam etmek gerekiyor. Bu açıdan AÜ Veterinerlik Fakültesi’ndeki bir hocanın faili olduğu cinsel saldırı olayına tepki olarak kampüste gelişen öğrenci hareketliliği umut vericiydi. Ayrıca benzer öğrenci hareketliğini başka birkaç yerde daha gördük. Artık yönetimler üzerinde ancak güçlü kamusal protesto eylemleri yoluyla baskı kurulabilir gibi görünüyor.

Cinsel taciz suç kapsamında değerlendirildiği için, cinsel tacizle mücadele ağırlıklı olarak cezai yaklaşımlar üzerinden şekilleniyor ve üniversiteler de kurumsal politikalarını bu yönden geliştiriyor. Üniversitelerde cinsel taciz suçu tespit edildiğinde uyarı, kınama, uzaklaştırma ya da ilişiği kesme gibi cezalar öngörülüyor. Cinsel taciz şikâyeti geldiğinde bu konu üniversite içerisinde nasıl ele alınıyor? Suç kesinleşmişse bu cezalar uygulanıyor mu? Bu cezaların cinsel tacizin önlenmesine ve cinsiyetçi kültürün dönüştürülmesine dair etkileri nelerdir? Siz kendi deneyimlerinize dayanarak örnekler verebilir misiniz?

Bu soruya da ancak 2016 öncesi döneme referansla yanıt verebilirim. Üniversitelerde cinsel taciz konusunda kurumsal irade belirtilmiş olması elbette çok önemlidir. Bu en azından bir siyasi irade beyanıdır; ancak bu iradenin etkili olması için başka pek çok koşulun da yerine gelmesi gerekir. Disiplin soruşturmalarının etkili yürütülmesi ve sonuçlarının etkili olması konusunda birçok zorluk yaşanabilir. Öncelikle disiplin yönetmeliklerinde bu maddenin çok iyi tanımlanmış olması gerekir. Cinsel tacizin tanımının, türlerinin ve uygun ceza kademelendirilmesinin nasıl olacağını iyi düşünmek önemli. İşlemeyecek ya da ters tepecek sertlikte ve muğlaklıkta olmaması gerekir. Ayrıca, cinsel taciz alanında bu kurumsal desteğin mevcut olduğuna ve nasıl işlediğine dair, öğrencilere ve çalışanlara güven verici yaygın bilgilendirme yapmak çok önemli. CTS olarak biz bu tür bilgilendirmeleri çok sık yapıyorduk. Tacize uğrayan kişiler; olayı disiplin soruşturmasına götürebilecekleri gibi, ceza davası yoluna gitme ya da başkaca yollarla tacizi durdurma yolunu da tercih edebilirler. Disiplin soruşturması açılması zorunlu ve tek seçenek değildir. Öğrencilerin ve çalışanların kurullara başvurma ve özellikle disiplin soruşturması konusundaki asıl çekinceleri misilleme korkusudur. AÜ CTS Politika Belgesi’nde[5] misillemenin kendisi de ayrı bir suç olarak belirtilmişti. Soruşturma boyunca hem başvuran kişinin hem de tanıklık yapacak olanların her tür misillemeye karşı korunması ve desteklenmesi çok kritik bir konudur. Disiplin soruşturması açıldığında en önemli sorun, cinsel taciz ve saldırı vakalarını nasıl ele almak gerektiği konusunda -beyan, tanıklık, delillendirme gibi- bilgili ve deneyimli bir komitenin kurulmasının zorluğudur. Ankara CTS’de bizler bu konuda hızla deneyim kazanan ve kendini eğiten bir ekip oluşturuyorduk. Başka bir konu, üniversite yönetiminin disiplin komitelerine kimin gireceğine dair işbirliği yapmaya açık olması, ayrıca süreç boyunca komitenin her türlü baskıdan uzak hareket edebilmesidir. Biz bu konuda bir sorunla karşılaşmadık ama bu tür baskılar her an her yerden gelebilir. Disiplin soruşturmasında bir karar çıktığında, yönetim tarafından da engellenmez ise bu kesin bir karardır ve uygulanır. Buradaki sorun, failin ceza almış olmasına rağmen bunu küçümsemeye, yokmuş gibi davranmaya devam edebilmesi veya misillemeye kalkışmasıdır. Cezanın aynı zamanda bir sosyal kınamaya da yol açıp açmayacağı genel kurumsal kültürle ilgilidir. Bütün bu koşullar sağlandığında disiplin cezalarının kurum kültürünün değişmesinde etkili olacağını düşünüyorum. Ancak dediğim gibi 2016 sonrasında durum bu kurumsal kültür, bağlam ve işleyiş radikal biçimde dönüştü ve yozlaştı.

Cinsel taciz güç ilişkileri üzerinden tanımlandığı için dünyada ve Türkiye’de bazı üniversiteler hiyerarşi barındıran ilişkileri -öğretmen ve öğrenci gibi- potansiyel bir tacizmiş gibi ele alıyor ve bu ilişkileri yasaklıyor. Bu durumda karşılıklı rızaya dayanan ilişkiler de suç kapsamına girmiş oluyor. Bu durum bir yandan kendimizi ya liberal/bireyci ya da muhafazakâr/baskıcı bir ikilemde bulmamızı sebep oluyor. Sizin bu konudaki yorumunuzu alabilir miyiz?

Cinsel taciz tanımında aslında güç hiyerarşisi diye bir varsayım yok. Cinsel taciz, bir çalışma ya da eğitim ortamında hem denkler arasında hem de alttaki kişiden üsttekine yönelik olarak gerçekleşebilir. Ayrıca yolda, sokakta her yerde olabilir. Ancak hoca ile öğrenci, hoca ile asistan gibi güçlü hiyerarşiler barındıran ve hiyerarşik ve otoriter kültürün hakim olduğu kurumsal ortamlarda, hem taciz olasılığı artar hem de tacize karşı direnmek zorlaşır. O nedenle üniversitelerin tacize karşı politikalarında pek çok yerde öğrenci ile hoca arasındaki rızaya dayalı ilişkilerin de düzenlendiğini görüyoruz. Ama bu politikalar şöyle iki farklı şekilde olabiliyor. Bazı üniversiteler, bu tür ilişkileri toptan yasaklıyor, bazıları ise tacizle suçlanma risklerine işaret ederek hocalara bu tür ilişkilere girmemeleri yönünde etkili uyarılarda bulunuyor ve yapılması gerekenleri -sınıf değiştirmek, danışmanlığı bırakmak gibi- öneriyorlar. Biz CTS Politika Belgesi’ni yazarken bu konuda bir düzenleme öngörmedik. Ama genel eğilim ve hakim anlayış bu yönde gelişiyor her yerde. Ben bu konuda şöyle düşünüyorum: Rızaya dayalı hiçbir ilişki taciz olarak görülemez. Aralarında kurumsal ya da başka türlü güç hiyerarşisi bulunan insanlar arasında rızanın kategorik olarak geçerli olamayacağını varsaymak ve buna dayanarak kamusal düzenleme yapmak son derece yanlıştır ve feminizmin amaçlarıyla uyuşmaz. Öte yandan üniversitelerde hoca-öğrenci ya da hoca-asistan ilişkilerinin rızaya dayalı olarak başlasa da kolayca tacizkâr hale dönüşebileceği açıktır ve böyle durumlara düşmemek için her iki tarafın da kaçınmasında fayda vardır. Ama isteyenler risk alabilir. Ayrıca böyle durumlarda kurumsal yönetimler ne kadar etkili bir soruşturma yapsalar da gerçeğin ne olduğunu ortaya çıkarmak zor olacaktır. En iyisi riskler ve süreçler hakkında herkesi bilgilendiren bir kurum politikasının olması ve bu meselenin bir tabu olarak görülmeyip açık bir tartışma konusu yapılabilmesidir.

Cezai yaptırımların ve yasaklayıcı uygulamaların ötesinde cinsel tacizin, cinsiyetçi kültürün geriletilmesi için üniversitelerde ne gibi çalışmalar yapılabilir?

Her düzeyde ve üniversitenin her tür bileşenini kapsayacak şekilde farklı eğitim ve farkındalık çalışmaları yapmak iyi gelecektir. Bazı eğitimler personel için zorunlu tutulabilir. CTS gibi birimlerin ve faaliyetlerinin iyi tanıtılması gerekir. Özellikle üniversiteye yeni başlayan öğrencilere yönelik bilgilendirme önemlidir. Kurumsal çabaların ötesinde, kampüslerdeki kadın ve LGBTİ+ hareketlerinin gücüne bağlı olarak çok çeşitli düzeylerde etkinlikler yapılabilir. Her durumda en etkili şey, kadın akademisyenler ve kadın öğrenciler başta olmak üzere, ilgili grupların bu konuyu sahiplenmesidir. Feminist akademisyenler ile öğrenciler arasında işbirliğinin ve dayanışmanın kurulması da kritik bir rol oynayacaktır. Mevcut kadın merkezlerinin bu konuda çalışmaya zorlanması ya da cinsiyet eşitliği mücadelesi verecek yeni merkezlerin kurulması önemlidir. Bu merkezler kampüslerdeki sorunları ortaya çıkaran bilimsel araştırmalar üretebilirler. Bu tür bilgiler geniş olarak tartışmaya açılabilir. Ben cinsel taciz konusunun tek başına değil, daha genel olarak cinsiyet eşitliği ve cinsiyetçi kültür sorununun bir parçası olarak ele alınırsa daha etkili sonuç alınacağına inanıyorum.  Bilgilendirme ve eğitim çalışmalarının yanında asıl olan ortak kamusal tartışma olanaklarının yaratılması ve özellikle de erkeklerle konuşmanın yollarının bulunmasıdır.  Özellikle neyin taciz olup olmadığı konusunda deneyimlerin paylaşılması ve farklı görüşlerin anlaşılması iyi olacaktır. Ayrıca cinsiyetçi kültür derken herkesin kendini de işin içine katıp düşünmesinde fayda var. Bu tartışmalar sırasında şuna da dikkat etmek gerekir: Cinsiyetçi kültürlerde cinsiyetçilik ile cinsellik birbirine çok karışıyor. Ama cinsellikle ilgili her şeyi cinsiyetçiliğe indirgemek veya cinsiyetçilikle savaşalım derken muhafazakâr tutumlara eklenmek doğru olmaz. Sadece erkekleri suçlayan ve yargılayan bir dil de sonuç vermeyecektir.

Son yıllarda cinsel şiddete maruz kalan kesimlerin kullandığı yöntemlerden biri de ifşa. Çoğu üniversitede cinsel tacize karşı kurumsal mekanizmalar olmadığı için ifşa öğrencilerin tercih ettiği bir yöntem oluyor. Kimi zaman üniversitelerin ilgili birimlerine başvurulsa da uygulamada sonuç alınamayabiliyor. İfşa metinleri bir yargıyı da beraberinde getiriyor ve herhangi bir hukuki zemine taşınmadığında suçlanan kişinin kendini savunabileceği bir zemin de sunmuyor. Kimi zaman ise magazinel tartışmalara ya da çeşitli kutuplaşmalara neden olabiliyor. Sizin ifşa yöntemiyle ilgili görüşleriniz nelerdir?

Soruda ifade ettiğiniz görüşlere katılıyorum. Yani ifşa süreçleri kurumsal ve hukuki yapının işlememesinden güç alan bir hak arama yolu olarak haklı olarak öne çıkıyor ama aynı zamanda bir dizi ciddi soruna da yol açıyor. Bu çok çetrefilli ve hassas bir konu. Etkisiz, yetersiz ya da açıkça kötü niyetli ortamlarda ifşa tek çıkış yolu olabilir. Yine de mevcut kurumları işlemeye zorlamakta ve destek mekanizmalarını harekete geçirmekte fayda var bence. Ayrıca içeriği ağır bir suç oluşturan cinsel saldırı içeren olaylarda hukuki süreçleri mutlaka işletmek gerekir ki suç sabitlenebilsin, sanık kendini savunabilsin ve ceza yaptırımı söz konusu olabilsin. Dahası, ifşa süreçleriyle ilgili bir dizi tartışmalı mesele var, özellikle ifşanın nerede yapıldığına -sosyal medya ya da daha sınırlı kapalı bir çevrede mi?- ve ne amaçla yapıldığına dair. Sosyal medya üzerinden yapılan ifşalarda olaylar, araya ilgisiz ve bilgisiz kişilerin ve söylemlerin karışmasıyla çok kontrolsüz gelişebiliyor ve istenmeyen kaotik sonuçlar oluşabiliyor. Bazen ifşanın amacı, faile karşı bir hak arayışı başlatmak değil; fail nezdinde daha genel bir soruna dikkat çekmek, erkeklere karşı genel bir öfkeyi ifade etmek, kamuoyu baskısı yaratmak, feminist dayanışmayı güçlendirmek ya da başka kadınları uyarmak da olabiliyor. Ama böyle durumlarda, failin kimliğine ya da suçlamaların niteliğine bağlı olarak beklenen desteklerin gelmemesi ve feminist dayanışmayı güçlendirmek yerine tersi etki yaratması da çok muhtemel. Birçok kişi, olayın içeriği ve taraflar konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığını düşünerek haklı olarak tutum geliştirmekten kaçınıyor. Genel ilke bence, olayın ilgili ve bilgili dar bir kamu önünde tartışılması ve mümkün olan her durumda güvenilir yargı mekanizmalarının önüne getirilmesi olmalıdır.

Son olarak YÖK’ün uygulamaları üzerine konuşmak istedik. Kısa bir süre önce YÖK Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesini durdurdu ve tutum belgesini geri çekti. YÖK’ün bu tavrını ve gerekçelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bunun üniversitelere ve üniversitelerde cinsel tacizle mücadele eden birimlere olası etkileri neler olabilir?

YÖK, üniversitelerde on yıllardır örgütlenen ve güçlenen feminist akademisyenlerin çabaları sonucunda -Özgecan cinayetinin ardından gelişen tepkilerin de etkisiyle- 2016 yılının başında önemli bir tutum belgesi üretmişti ki bu belge cinsel taciz ve şiddetle mücadeleyi de kapsıyordu. Ancak 2016’dan itibaren ülkede yaşanan büyük yozlaşma, gericileşme ve otoriterleşme sürecinde üniversiteler de özel olarak hedef alındı ve çökertildi. Ayrıca aynı dönemde, ülkede yıllardır mücadelesi verilen cinsiyet eşitliği kazanımlarına dönük bir dizi gerici saldırı da gerçekleşti. Nihayet YÖK, 2019’da başlayan yeni bir cinsiyet eşitliği karşıtı dalgaya katılarak ve toplumsal cinsiyet eşitliği kavramına yönelik İslamcı çevrelerden yükselen itirazları benimseyerek tutum belgesini geri çekti. Onun yerine hükümetin önerdiği “toplumsal cinsiyet adaleti” kavramını temel alan yeni bir tutum alacağını söyledi. Son yıllarda toplumun her alanında, siyasette ve kurumlarda güçlenen bu yeni erkek egemen saldırının nelere yol açtığını hep birlikte izliyoruz. Basına yansıyan kadarıyla bile üniversitelerde kadın düşmanlığı, kadına şiddet ve taciz olaylarının nasıl arttığını, yönetimlerin nasıl yozlaştığını, faşizan güçlerin nasıl semirdiklerini ve mücadelenin nasıl zorlaştığını anlayabiliyoruz. Neyse ki bu olaylar artık gizlenemiyor ve pek çok kampüste giderek artan bir kadın hareketliliğine yol açıyor. Üniversitelerde tacize karşı birimler zaten kuruluş aşamasında ve çok zayıf iken bu saldırının gelmesi onları tamamen işlevsiz duruma düşürmüş durumda. Zaten sayısı sınırlı, morali ve enerjisi düşmüş, yıldırılmış ekipler bu konuda kendi başlarına bir şey yapamazlar. Öte yandan içinden geçtiğimiz bu baskıcı dönem, sol muhalif demokrat ve feminist hocalar ile öğrenci hareketleri ve kadın ve LGBTİ+ öğrenciler arasında dayanışmanın ve işbirliğinin daha da hayati bir önem kazandığını anlamamızı sağlıyor. Bunun önünde de zorluklar olduğu açık ama en azından kampüslerde formel olmasa da kadın öğrenciler ile akademisyenler arasında ağlar kurulması için çalışmalar yapılabilir, mevcut birim ve kurullarda öğrenci katılımının ve etkileşimlerin artması için çaba harcanabilir. Üniversitelerde cinsiyet eşitliği ve cinsel şiddetle mücadele için geliştirilecek işbirliği ve dayanışmalar, bu karanlık dönemden çıkış için bize yol gösteren ilham ve bir ışık kaynağı olabilir diye umuyorum.

Bu keyifli söyleşi için teşekkür ederiz!

[1] Alev Özkazanç, “Üniversitede Cinsel Tacize Karşı Önlemler: Mevcut Yaklaşımlara Eleştirel Bir Bakış”, Feminist Politika (3), 2009. (y.h.n.)

[2] Alev Özkazanç, “Cinsel tacizle suçlanan feminist: Jane Gallop”, Fe Dergi 4 (2), 2012, s. 44-56. (y.h.n.)

[3] Alev Özkazanç, “Biz Feministler vs. Avital Ronell: Trajik Bir Cinsel Taciz Olayı”, 6 Eylül 2018, 13 Ekim 2019 tarihinde erişilmiştir. <https://viraverita.org/yazilar/biz-feministler-vs-avital-ronell-trajik-bir-cinsel-taciz-olayi> (y.h.n.)

[4] Ağın tam adı Cinsel Tacize ve Saldırıya Karşı İş birliği ve İletişim Grubu Çalıştayı. (y.h.n.)

[5] Politika Belgesi’nin tam metni için bkz.: “Ankara Üniversitesi Cinsel Tacize ve Cinsel Saldırıya Karşı Politika Belgesi”, 13 Ekim 2019 tarihinde erişilmiştir. <http://cts.ankara.edu.tr/ankara-universitesi-cinsel-tacize-ve-cinsel-saldiriya-karsi-politika-belgesi/> (y.h.n.)