Feminizmin Farklı Dalgaları Üzerine Bir Özet

Özetleyen: İlayda Habib¹

Bu yazı, Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü’nün (BÜKAK) bülteni BÜ’de Kadın Gündemi’nin Güz 2019 tarihli 37. sayısında yayınlanmıştır. 

Yaz döneminde yaptığımız çalışmada feminist hareketin kazanımları, elde ettiği haklar ve bugün karşı karşıya kaldığı riskler üzerine tartıştık. Feminist hareketi tarihselleştirmek, farklı dönemlerde ortaya çıkan feminist hareketleri tanımlamak için dalga metaforu sıklıkla kullanılır. Çalışmada ele aldığımız konulardan biri de bu dalgaların hangi dönemleri kapsadığı, bu dönemlerde hangi tartışmaları açtığı ve hangi kazanımları elde ettiğiydi. Dalgalar konusu feminist hareket içinde de tartışma yaratan bir konu. Bu yazıda Constance Grady’nin “The Waves of Feminism and Why People Keep Fighting Over Them, Explanied” [Feminizmin Farklı Dalgaları ve Dalgalar Üzerine Neden Kavga Ediliyor? Anlatıyoruz] adlı yazısından hareketle feminizmin dalgalarına dair bir çerçeve çizmeye çalışacağız.

Dalga metaforu ilk olarak 1968’de Martha Weinmar’ın New York Times’ta yazdığı “İkinci Feminist Dalga” adlı makalesinde kullanılıyor. Sufrajetlerin oy hakkı mücadelesinin ardından 1960-1970’li yıllarda kadın hareketi güçlü bir çıkış yapıyor. Martha Weinmar, kadınların kurtuluşunu savunan bu hareketin tarihsel bir sapma içinde olmadığını savunuyor, kadınların hakları için birlikte verdikleri büyük mücadele tarihinde yeni bir dönem açıldığını öne sürüyor. Dalga metaforu zamanla feminizmin farklı dönem ve kuşaklarını tanımlama ve ayırt etme aracı olarak kullanılıyor. Diğer yandan bu kullanıma dair feministler arasında çeşitli eleştiriler de dillendiriliyor. Constance Grady, yazısında ABD’de yürütülen bu tartışmalara da yer veriyor:

Her bir dalgayı bir klişeye indirgeyebilir ve aslında her dalga arasında oldukça güçlü bir devamlılık varken, feminizmin farklı kuşakları arasında keskin bir bölünme olduğunu ima edebilir. Hiçbir dalga tek parçadan oluşan bir bütün olmadığı için, bir dalgada moda olan kuramlar çoğunlukla, birilerinin önceki dalganın bir kenarında yaptığı çalışmaya dayanmıştır. Dalga metaforu, feminizm aslında başka hareketlerinden ayrılmış çok sayıda küçük hareketlerle doluyken ana akım feminizmin var olan tek tip bir feminizm olduğunu iddia edebilir.
Constance Grady, Amerika’da feminizmin tarihini, nereden geldiğini ve nasıl geliştiğini anlamak için dalga metaforunun önemli bir araç olduğunu belirtiyor. Yazısında ABD’de sufrajetlerden günümüzün #MeToo hareketine kadar feminizmin nasıl gelişim gösterdiğinin kısa bir özetine yer veriyor.

Birinci Dalga
19. yüzyılın sonundan 20. yüzyılın başına kadar Batı’da kadınların siyasal alanda eşitlik mücadelesi öne çıkmıştır. Constance Grady, Amerika’da birinci dalganın 1848 – 1920 tarihleri arasındaki dönemi kapsadığını belirtir:
Birinci dalga aslında 1848 yılındaki Seneca Falls Bildirgesi² ile başlar. Yaklaşık olarak 200 kadın New York’un kuzeyinde, şehrin dışındaki bir kilisede “kadınların sosyal alandaki, yurttaşlık alanındaki ve dini alandaki koşullarını ve haklarını” tartışmak için bir araya geldi. Katılımcılar sıkıntılarını gündeme getirdiler ve özellikle belli konularda, uzun tartışmalar sonucunda listeye eklenen oy hakkı da dahil olmak üzere, eşit hakları talep eden 12 maddelik bir çözüm listesi onaylandı; oy hakkı yoğun tartışmaların ardından listeye dahil olmuştu.
Birinci dalga feministler oy hakkını elde etmek için uzun yıllara yayılan bir mücadele yürüttü. Constance Grady’nin belirttiği gibi oy hakkı için mücadele eden kadınlar, “70 yıl boyunca yürüyüşler düzenledi, kamuya açık dersler verdi, protestolar organize etti ve oy hakkı için canını dişine takarak mücadele ederken tutuklandı, alay edildi, şiddet gördü.”

Amerika’da birinci dalga feminizm, kölelik karşıtı hareketle de ilişkiliydi. Oy hakkı mücadelesine öncülük eden Lucretia Mott ve Elizabeth Cady Stanton kölelik karşıtı harekette de aktif rol alıyordu. Siyah kadınlar da oy hakkı mücadelesinde etkindiler. Kölelik karşıtı harekette yer alan ve kadın hakları aktivisti olan Sojourner Truth dönemin önemli bir ismiydi. Siyah kadınlar hareket içinde aktif bir rol alsalar da zamanla ırk meselesi hareket içinde ayrışmaya yol açtı. Hareket içindeki beyaz kadınlar önceliklerini beyaz kadınların haklarına verdi. Bu ayrışmada, dönemin siyasi aktörlerinin kadınların oy hakkı talebini siyahlara oy hakkı vermemek için araçsallaştırması da etkili oldu. Constance Grady bu durumu şöyle özetler:
1870’te anayasanın 15. maddesinde yapılan değişiklikle siyah erkeklere oy kullanma hakkı vermesi, beyaz kadınları politikleştirdi ve sufrajet olmaları için kışkırttı. Eski köleler oy hakkı elde etmeden önce cidden onlara oy hakkı verilmeyecek miydi?
Hareketin içinde ırkçı ve elitist söylemler ön plana çıkmaya başladı. Örneğin, Cady Stanton ve Susan B. Anthony’nin The Revolution isimli gazetesine yazan bir kadın şöyle soruyordu: “Eğer eğitimli kadınlar, ‘çiftçiler’ kadar olup, bu ülkeyi kimin yöneteceğine karar veremiyorlarsa kültürlü olmanın veya beyninizin olmasının önemi nerede kaldı peki?”

Amerika’da 1920 yılında oy hakkı güvenceye alındı ama pratikte siyah kadınlar oy verirken zorluklarla karşılaşıyordu.
Constance Grady bu dönemde kadınların oy hakkının yanında eğitim ve iş yaşamında fırsat eşitliği ve mülkiyet hakkı için mücadele ettiklerini de vurgular.
Hareket gelişmeye başladıkça üreme hakları da sorgulanmaya başlandı. Margaret Sanger 1916’da doğum kontrolünü yaygınlaştırmayı yasaklayan New York eyaletindeki yasaya karşı Amerika’daki ilk doğum kontrol kliniğini açtı. Margeret Sanger daha sonra Planlı Ebeveynlik adını alacak kliniği kuracaktı.
Amerika’da birinci dalganın en önemli yasal kazanımı oy hakkı oldu. Kadınlar tekil örgütlenmelerde, üreme özgürlüğü, iş ve eğitim alanında eşitlik ve siyah kadınların oy hakkı için çalışmaya devam etti. Irk tartışmalarıyla hareket zaten ayrışmıştı; oy hakkını elde ettikten sonra hareket bütünlüğünü iyice kaybetti. Constance Grady’nin belirttiği gibi hareket artık ortak bir amaç ve kültürel bir ivme barındıran bir hareket değildi. 1960’larda ikinci dalga ortaya çıkana kadar Amerika’da bütünlüklü bir hareketten söz edilemedi.

İkinci Dalga
Constance Grady yazısında Amerika’da ikinci dalga kadın hareketini 1963–1980 yılları arasında ele alır. Amerika’da ikinci dalganın Betty Friedan’ın Kadınlığın Gizemi³ adlı kitabının 1963 yılında yayımlanmasıyla başladığını belirtir. Bunun öncesinde Simone de Beauvoir’ın 1949’da Fransa’da ve 1953’te de Amerika’da yayımlanan İkinci Cins4 kitabı önemli çalışma olsa da bu kitap Kadınlığın Gizemi kadar yankı yaratmaz. Amerika’da üç yıl içerisinde üç milyon satan bu kitapla5 ilgili Constance Grady şunu söyler:
Kadınlığın Gizemi “adı olmayan soruna” karşı mücadele eder. Bu sorunun adı sistemik cinsiyetçi anlayıştır. Bu anlayış kadınlara kadının yerinin evi olduğunu ve kadınlar ev hanımı olmaktan mutsuzsa bunun sebebinin kırılgan ve huysuz olmaları olduğunu öğretir… …Ancak ona göre hata tamamen kadınlarda değildi, aksine kadınların yaratıcı ve entelektüel becerilerini göstermelerine izin vermeyen dünya hatalıydı. Kadınlar mutsuz olmakta haklıydılar; aldatılıyorlardı. …Kitap kendine, ev kadınlarının elinden onların arkadaşlarına ve diğerlerine doğru bir yol çizerek, güzel evlere ve ailelere sahip, iyi eğitimli, beyaz orta sınıf bütün kadınlara ulaştı. Ve onlara kızgın olma izni verdi…

İkinci dalga feminist hareket “Özel olan politiktir.” sloganını sahiplendi. Kadının toplum içindeki pozisyonunu, rollerini tartışmaya açtı. Aile, ev içi emek, cinsel haklar, üreme hakları gibi pek çok konu radikal bir biçimde tartışıldı. Feministler, sadece siyasal alanda eşitliğin yeterli olmadığını toplumsal bir dönüşüm gerektiğini savundu. Constance Grady’nin belirttiği gibi ikinci dalga feministler “cinsellik, ilişkiler, kürtaja erişim, ev içi emek gibi bireysel ve küçük görünen sorunların, aslında sistemli ve politik olduğunu ve kadınların eşitliği için verilen mücadelede merkezi bir öneme sahip olduğunu iddia ettiler.”
Bu dönemin en çok tartışılan konularından biri de ev içi şiddetti. Feministler, şiddete karşı farkındalığı arttırmak için çeşitli kampanyalar örgütlediler. Evlilik içi tecavüzün suç olarak kabul edilmesi ve şiddetten kaçan kadınlar için sığınma evi açılması için çalışma yürüttüler. İş yerlerindeki cinsel tacizi gündeme getirip buna karşı yasalar çıkarmak için uğraştılar.

Constance Grady’nin belirttiği gibi “ikinci dalga toplumun iliklerine işlemiş gündelik, sistemli cinsiyetçiliği son derece dert ediyordu. Burada kastedilen, kadınların uhrevi amaçlarının evle, dekoratif işlerle ilgili olduğuna dair inanış ve bu inanışı güçlendiren toplumsal standartlardı. İkinci dalga bunu cinsiyetçilik olarak adlandırmayı ve söküp atmayı önemsiyordu.”

İkinci dalga feminist hareket yasal alanda da birçok kazanım elde etti:
1963 yılındaki Eşit Ücret Yasası cinsiyetler arası ücret farkını teorik olarak ortadan kaldırdı; 60’larda ve 70’lerde birçok davada Yüksek Mahkeme (Supreme Court) evli ve evli olmayan kadınlara doğum kontrolüne erişim hakkı tanıdı; Title IX6 kadınlara eğitimde eşitlik hakkı tanıdı ve 1973’te Roe v. Wade7 kadınların üreme alanındaki özgürlüklerini güvence altına aldı.
İkinci dalga feminizmin en önemli katkılarından biri kadınların toplumda uğradığı ayrımcılığın adını koyması, ataerkinin ve cinsiyetçiliğin kadınların hayatını nasıl kuşattığını göstermesiydi.

İkinci dalga feministler sert, toplumu şaşırtacak eylemler de yaptılar. “Miss America güzellik yarışması törenini ve bu etkinliğin kadınlara dönük ataerkil alçaltıcı tavrını protesto etmek için 1968’de toplandılar. Eyleme katılan kadınlar, sütyen ve Playboy dergileri gibi kadınları nesneleştirdiğini düşündükleri eşyaları izleyenlere fırlattılar.”
Birinci dalga feministler arasında ayrışma yaratan ırkçılık meselesi bu yıllarda da gündeme geldi. İkinci dalga feministler ırkçılıkla mücadeleyi önemseseler de hareket, “farklı renklerden” kadınlarla birlikte çalışma konusunda beceriksiz olabiliyordu. Constance Grady bunu şöyle açıklıyor:

Kadınların hareketi geliştikçe, kapitalizm karşıtı, ırkçılık karşıtı yurttaşlık hakkı hareketlerinin parçası hâline geldi. Ancak siyah kadınlar kendilerini kadınların hareketinin ana akım platformlarından büyük oranda dışlanmış buldular.
Siyah kadınlar cinsiyetçiliği beyaz kadınlardan farklı şekillerde deneyimleyebiliyordu ve mücadelede farklı öncelikleri öne çıkarıyorlardı. Örneğin, beyaz kadınların mücadele alanlarından biri olan ev dışında çalışma hakkını elde etmek siyahlar için o kadar da öncelikli bir konu değildi. Çünkü çoğu siyah kadın zaten ev dışında çok uzun saatler boyunca çalışmak zorunda kalıyordu. Siyah kadınlar da kürtaj hakkını, doğum kontrolünü savunuyorlardı ancak farklı renklerdeki insanların ve engellilerin zorla kısırlaştırılması gibi ana akımda yer almayan konulara da öncelik veriyorlardı. Bunun üzerine bazı siyah kadınlar beyaz feministlerle yollarını ayırmaya karar verdiler.
İkinci dalga feminist hareket pek çok alanda tartışma açıyordu. Ancak ana akım medya hareket içindeki çeşitliliği görmezden gelerek feministleri sütyen yakan kadınlar olarak lanse etmeyi tercih etti. 1980’lerde ikinci dalga için karalama kampanyaları devlet eliyle de yapılıyordu. Constance Grady bu durumu şöyle özetler:
1980’lerde Reagan döneminin rahatı yerinde muhafazakârlığı, ikinci dalga feministleri, sıkıcı, kıllı bacaklı, “gerçek” problemler yerine sadece sutyen gibi küçük anlamsız meseleler ile uğraşan, muhtemelen hiçbir erkek (tüyler ürperten) bir feminist istemediği için bu meselelerle uğraşarak kendi yalnız hayatlarından sıyrılmaya çalışan cadaloz kadınlar olarak konumlandırmayı başardı.
Miss America protestosu “sutyen yakan protesto” şeklinde hatırlarda kaldı. Feministlerin mutsuz, lezbiyen ve erkek düşmanı kadınlar olduğu söylemi de bu dönemde yaygınlaştı. Bu olumsuz feminist imajı ikinci dalganın ivme kaybetmesi ile kabul gördü ve günümüzde feminizme karşı ön yargılı olan anlayış hâlâ benzer imajları yeniden üretiyor.

Üçüncü Dalga
Feministlerin kızgın, yalnız, erkeklerden nefret eden, çirkin, bakımsız kadınlar olarak lanse edilmesi bir sonraki feminist kuşağın tartışmalarını da belirleyecekti. Üçüncü dalga olarak adlandırılan feminist hareket 1990’ların feminizmlerini tanımlamak için kullanılır. Ancak üçüncü dalga feminizmin olup olmadığı, varsa ne zaman başladığı feministler arasında da tartışılan bir konu. Constance Grady yazısında şu açıklamaya yer veriyor:

Üçüncü dalga hakkında net bir şekilde konuşmak neredeyse imkânsız, çünkü çok az kişi üçüncü dalganın tam olarak ne olduğu, ne zaman başladığı veya hâlâ devam edip etmediği konusunda hemfikir. Feminist araştırmacı Elizabeth Evans “Üçüncü dalga feminizmi oluşturan şeylere dair kafa karışıklığının kendisi aslında bir bakıma üçüncü dalganın tanımlayıcı özelliğidir.”8 diye yazar. Ancak genel olarak, üçüncü dalganın başlangıcı iki şeye bağlanır: 1991’deki Anita Hill davası ve 1990’ların başlarında müzik sahnesinde ortaya çıkan “Riot Grrrl” gruplarıdır.9
1991’de Anita Hill, Yüksek Mahkeme hakim adayı Clarence Thomas’ın kendisine işyerinde cinsel tacizde bulunduğuna dair Senato Yargı Komitesi’ne (Senate Judiciary Committee) ifade verdi. Thomas yine de Yüksek Mahkeme üyesi oldu, fakat Hill’in ifadesi, cinsel taciz şikayetlerinin çığ gibi büyümesini sağladı.10 Tıpkı geçtiğimiz sonbaharda Harwey Weinstein’e yönelik suçlamaların gündeme gelmesi ve birbiri ardına diğer güçlü adamlara yönelik cinsel istismar suçlamalarının takip etmesi gibi.
Anita Hill vakası, buna tanıklık eden genç kadınlar üzerinde önemli bir etki bıraktı. İkinci dalga siyah feminizmin önemli ismi Alice Walker’ın kızı Rebecca Walker bu vakadan sonra kendisini “Ben postfeminizm feministi değilim. Ben üçüncü dalgayım.” diyerek tanımlayacaktı.

Üçüncü dalganın temel tartışma noktaları iş yerinde cinsel tacize karşı savaşma ve iktidar pozisyonundaki kadın sayısının artmasıydı. Ayrıca “kesişimsellik” kavramı üçüncü dalga ile hayatımıza girdi. Bu kavram, toplumsal cinsiyet ile diğer ayrımcılık sistemleri arasındaki ilişkiyi ve kesişim noktalarını ifade etmek amacıyla kullanıldı. Cinsiyet üzerine yeni bir bakış sunan Judith Butler ise cinsiyetin performatif olduğunu iddia etmişti. Cinsiyetin performatif olması ve kesişimsellik kavramlarının birleşmesiyle de trans hakları, LGBTİ+ hakları üçüncü dalganın temel konularından biri oldu.

İkinci dalganın aksine, üçüncü dalga feministler “kız” kelimesini kullanmayı benimsediler. İkinci dalga feministler kız değil kadın yani yetişkin olduklarını vurgularken üçüncü dalga feministler makyaj yapmayı, yüksek topuklu ayakkabılar giymeyi ve hem aşırı kadınsı görünüp hem de kız gibi olmayı önemsiyorlardı. Constance Grady, sahne üzerinde bu yaklaşımı güçlendiren Riot Grrrls grupları için şunları söyler:
Üçüncü dalga, 1990’lı yıllarda Doc Martens ayakkabılarıyla müzik sahnelerinde tepinen kız grupları “riot grrrls”ın yükselişinden estetik olarak son derece etkilenir.
1991 yılında Riot Grrrl Manifesto’da Bikini Kill’in baş şarkıcısı Kathleen Hanna: “ÇÜNKÜ varlığımızı kanıtlayan ve bize meydan okuyan harika şeyler yapmak, okumak, görmek ve duymak güç kazanmamıza ve bir topluluğun parçasıymışız gibi hissetmemize yardımcı olabilir. Buna ihtiyacımız var çünkü bu sayede ırkçılık, beden sağlığı temelinde ayrımcılık, yaş ayrımcılığı (ageizm), türcülük, sınıfçılık, zayıflık övgüsü (thinism), cinsiyetçilik, antisemitizm ve heteroseksizm gibi saçmalıkların hayatımızda nasıl önemli bir yer kapladığını kavrayabiliriz. ÇÜNKÜ bize ‘kız aptaldır, kötüdür, zayıftır’ diyen bir topluma kızgınız.” diye yazar.

Constance Grady’ye göre üçüncü dalganın kız gibi olmayı bu kadar sahiplenmesi kısmen, 1980’lerdeki feminizm karşıtı tepkiye bir cevaptı. Bu feminizm karşıtı tepki, ikinci dalgacıların yaygaracı ve kıllı olduğunu, kadınsı olmadıklarını ve hiçbir erkeğin onları istemediğini söylüyordu. Kız gibi olmayı sahiplenmenin bir diğer nedeni de kız gibi olmanın reddedilmesinin, kadın düşmanlığı olduğu inancıydı. Üçüncü dalgacılara göre kız gibi olmak, özü itibariyle erkeklikten veya androjenlikten daha az değerli değildi.

Birinci ve ikinci dalga feminist hareketler güçlü kitle desteğine sahip hareketlerdi ve kendi dönemleri içinde pek çok yasal değişikliğin gerçekleşmesini sağladılar. Ancak üçüncü dalga olarak adlandırılan feminizmin merkezî bir amacı yok ve dağınık bir hareket görüntüsü veriyor. Constance Grady hareketin tek bir hukukî kazanımı olmadığını veya büyük bir toplumsal değişiklik yaratmadığını belirtiyor.

“Günümüz: Dördüncü Bir Dalga Mı?”
Üçüncü dalganın varlığı şaibesini korurken bugünün yükselen feminizmi kendini tarif etmeye çalışıyor. Bugünün Amerika’sı kadın düşmanı, ırkçı söylemleriyle öne çıkan bir başkan tarafından, Trump tarafından yönetiliyor. Trump’ın göreve gelmesinden sonra Washington ve diğer kentlerde kadınlar, haklarının tehlikede olduğunu söyleyerek yürüyüşler düzenlediler. Dünyanın pek çok yerinde kadınlar kazandıkları hakları kaybetme riskiyle karşı karşıyalar. Bugünün feminist hareketliliği dördüncü dalganın gelip gelmediğini tartışmaya açıyor.

Constance Grady, #MeToo ve Time’s Up gibi hareketlerin ivme kazanmasıyla, Kadın Yürüyüşü’nde kadınların Washington’ı kedi şapkalarıyla11 doldurmasıyla ve rekor sayıda kadının seçimlerde aday olmaya hazırlanmasıyla12 uzun süredir duyurusu yapılan dördüncü dalganın gerçekten yanı başımızda olduğunu söylüyor.
2009’da feminist Jessica Valenti’nin “Belki de dördüncü dalga sanal ortamdadır.”13 açıklaması, dördüncü dalga feminizminin ana fikirlerinden biri hâline geldi. Sanal ortam, aktivistlerin buluştukları ve eylemlerini planladıkları, feminist söylemlerin gündeme geldiği ve tartışmaların yapıldığı yerdir. Bazı durumlarda dördüncü dalga aktivizmi neredeyse tamamen internette bile gerçekleşebilir (#MeToo tweet’leri); bazen de sokaklarda (Kadınların Yürüyüşü) gerçekleşir. Ancak dördüncü dalga aktivizmi sanal ortamda tasarlandı ve sanal ortamda yayıldı.

Bu nedenle, dördüncü dalganın başlangıcı genellikle kabaca 2008 olarak sabitlenir. O dönemde Facebook, Twitter ve YouTube kültürel dokuya iyice yerleşiyor ve Jezebel ve Feministing gibi feminist bloglar internet dünyasında yayılıyordu. 2013 itibariyle, dördüncü bir dalgaya girdiğimiz fikri The Guardian’da yazılacak kadar yaygınlaşmıştı. Kira Cochrane, Guardian’da “Şu an olanlara bakılırsa, yine yeni bir şeyler oluyor sanki.” diye yazmıştı.14

Bustle adlı sitede 2015 yılında yazılan bir yazıda15 dördüncü dalga feminizmin içinde öne çıkan konumları tarif etti ve bu konumlar birçok dördüncü dalga kadın için muhtemelen geçerliydi. Buna göre, dördüncü dalga feminizmi; kuir, cinselliği onaylayan, trans kapsayıcı, beden olumlayıcı ve dijital alanda yürütülen bir feminizmdi.

Sonuç olarak feminizmin dalgalar meselesi hangi dalganın ne zaman başlayıp bittiği ve şu anda hangi dalgada olduğumuz feminist hareket içinde tartışılmaya devam ediyor. Constance Grady’nin yazısı bu tartışmaları özetleyerek bize tarihsel bir izlek sunuyor. Yazarın da sunduğu gibi, dalgalar konusundaki tartışmaları bir kenara bırakıp feminist tarih yazımının netleştirilmesi için bunu bir araç olarak kullanmak en pratik çözüm olacaktır. Belki de hâlâ bu süreçlerin ortasında olduğumuz için ortaklaşamıyoruzdur, kim bilir?

 

 

1  Bu yazıda “The Waves of Feminism and Why People Keep Fighting Over Them, Explanied [Feminizmin Farklı Dalgaları ve Dalgalar Üzerine Neden Kavga Ediliyor? Anlatıyoruz”] adlı metnin kısa bir özetine yer verilmiştir. Yazıya katkılarından dolayı Berçem Su Tümerdem, Elif Berfin Demir, Öykü Tümer, Selen Çakırhan ve Zeynep Kutluata’ya teşekkür ederiz. Metnin orijinali için bkz. Constance Grady, “The Waves of Feminism and Why People Keep Fighting Over Them, Explanied”, 20 Temmuz 2018, 6 Kasım 2019 tarihinde erişilmiştir. <https://www.vox.com/2018/3/20/16955588/feminism-waves-explained-first-second-third-fourth>

2  Metnin orijinalinde şu adrese referans verilmiştir: <http://www.history.com/this-day-in-history/seneca-falls-convention-begins> Seneca Falls Konferansı Lucretia Mott ve Elizabeth Cady Stanton önderliğinde toplumsal ve dinî durumları konuşmak ve kadınların haklarını tartışmak amacıyla yaklaşık 200 kadının katılımı ile 1848 yılında toplanmıştır. (y.h.n.)

3 Betty Friedan, Kadınlığın Gizemi, 1963

4 Simone De Beauvoir, İkinci Cins, Bertan Onaran (çev.), 1993

5 Metnin orijinalinde şu adrese referans verilmiştir: <https://www.theguardian.com/books/2016/may/30/feminine-mystique-100-best-nonfiction-books-robert-mccrum>

6  İngilizce orijinali Title IX olarak geçen kanun; eğitim kurumlarında cinsiyet ayrımcılığına ve cinsel istismara karşı koruma sağlayan, 1972 yılında yapılan eğitim reformu sırasında Nixon tarafından imzalanan ve yürürlüğe girmiş federal kanun maddesidir.(y.h.n.)

7  Roe v. Wade, 410 ABD 113 (1973), ABD Yüksek Mahkemesi tarafından Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nın, hamile bir kadının hükümet kısıtlaması olmadan kürtaj yaptırma özgürlüğünü koruduğuna dair alınan karardır.(y.h.n.)

8  Metnin orijinalinde şu adrese referans verilmişitir: <https://books.google.com.tr/books?id=yjiDDAAAQBAJ&printsec=frontcover&source=gbs_ge_summary_r&redir_esc=y#v=onepage&q=defining%20feature&f=false>

9  Riot Grrrl, 1990’larda gücünün zirvesinde olan ve hâlen alternatif kültürler üzerinde etkisini sürdüren bir indipunk feminist harekettir. 1990’ların başında ABD’de özellikle müzik piyasasında var olan erkek egemenliğini kırmak ve kadın müzik gruplarının birbirini desteklemesi için bir ortam oluşturmak amacıyla kadın müzisyenler tarafından başlatılmıştır. Hareket, hem erkek müzisyenlerin sayıca çokluğu ve onların sahnedeki üstünlükleri hem de sahne şovlarındaki tipik eril unsurların varlığına tepki göstermekteydi.
Hareketi başlatanlar arasında Kathleen Hanna (Bikini Kill, Julie Ruin, Le Tigre), Jen Smith (Bratmobile, The Quails), Tobi Vail (Bikini Kill, The Go Team, The Frumpies), Allison Wolfe (Bratmobile, Cold Cold Hearts), Erin Smith (Bratmobile, Cold Cold Hearts), Molly Neumann (Bratmobile) gibi isimler yer almaktadır.
Riot Grrrl, adını Jen Smith’in Allison Wolfe’ye yazdığı bir mektupta geçen “This summer’s going to be a girl riot” [Bu yaz, bir kadın isyanı olacak] cümlesinden almıştır. (y.h.n.)

10  Metnin orijinalinde şu adrese referans verilmiştir: <https://www.theroot.com/what-has-been-the-impact-of-anita-hill-1790866460> Yazı Anita Hill’in yaptığı ifşadan sonra gelen tepkileri ve ifşanın etkilerini özetlemektedir. (y.h.n.)

11  Kedi Şapkası Projesi sanat, eğitim ve saygı çerçevesindeki diyalog yoluyla kadın ve insan haklarını savunmayı amaçlayan bir projedir. (y.h.n.)

12  Metnin orijinalinde şu adrese referans verilmiştir: <https://time.com/magazine/us/5107476/january-29th-2018-vol-191-no-3-u-s/> Yazıda kadınların seçimlerde hangi partiden aday olduklarının ve adaylık sayılarının oranları verilmiştir. (y.h.n.)

13  Metnin orijinalinde şu adrese referans verilmiştir: <https://www.nytimes.com/2009/11/15/magazine/15fob-q4-t.html?_r=0> (y.h.n.)

14  Metnin orijinalinde şu adrese referans verilmiştir: <https://www.theguardian.com/world/2013/dec/10/fourth-wave-feminism-rebel-women>

15  Metnin orijinalinde şu adrese referans verilmiştir: <https://www.bustle.com/articles/119524-6-things-to-know-about-4th-wave-feminism>