Homofobiyi İslamofobiye Dönüştürmeyin

Nicole Colson / 14 Haziran 2016
Çeviren: Sezin Gündoğan

Dehşet.

Bu sözcük, modern ABD tarihinin en kötü ateşli silah saldırısı haberini duyduğumuzda hissettiklerimizi tarif etmeye yetmiyor. 12 Haziran Pazar sabahı erken saatlerde yirmi dokuz yaşındaki silahlı Ömer Mateen Florida/Orlando’nun popüler gay kulüplerinden Pulse’ta üç saat boyunca cinayet işledi.

İntihar ettiğinde elli kişi ölmüştü ve en az elli üç kişi yaralıydı. Kulüpte bulunan her üç kişiden biri…

Anında çok sayıda tepki yağdı. Yaşanan şok ve yas eşliğinde Orlando gibi diğer yerlerde de binlerce insan (gay ve biseksüel erkeklerin kan bağışı yapmasına izin vermeyen federal yasalara rağmen) kan bağışında bulundu veya elinden gelen her türlü yardımı yapmayı teklif etti.

Feci suçun işlendiği gece ABD şehirlerinde nöbetler tutuldu. Kimisinde onlarca, kimisinde binlerce insan vardı; hepsi de nefrete karşı durmak konusunda ciddi ve kararlıydı.

Oluşan sağcı söylemi püskürtmeye çalışanların başını çoğunlukla Müslüman toplum çekiyordu; bir de talepleri vardı: Dehşet verici bir olayı günah keçisi yaratmak ve İslamofobi için bahane olarak kullanmayın.

Bağnazlık ve Şiddet

Doğal olarak çoğu insanın aklına gelen ilk soru kimin böyle korkunç bir suçu işleyebileceği idi. Ama gündeminde savaş ve ırkçılık olan bireylerin ve kurumların bu soruya yanıtları hazırdı.

Medyanın hevesle öne sürdüğü varsayımı desteklediler: Ailesi Afganistan’dan göç etmiş, Port St. Lucie, Florida’da yaşayan, New York Cityli Mateen’in “İslami terörizm” ile bağlantısı vardı.

Polis Mateen’in, AR-15 türü hücum tüfeğiyle saldırıya hazırlandığını söyledi. Söylenenlere göre dünyanın en büyük paralı asker ve güvenlik şirketlerinden biri olan G4S Secure Solutions tarafından bir ıslahevinde gardiyan olarak çalışmak üzere işe alınmıştı.

Ateşli silah taşıma ruhsatı vardı ve saldırıdan önceki hafta bir tabanca ve başka bir silah satın almıştı. Ama saldırıda kullanılan silahların bunlar olup olmadığı belli değil. Mateen’in sosyal medya fotoğrafları arasında NYPD logolu tişörtlerle verdiği pozlar yer alıyor.

Bu makale yazıldığı sırada Mateen’in Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi gerici örgütlerle ne dereceye kadar ilgisi olduğu belli değildi. Emniyet görevlileri, Orlando’daki saldırıyı gerçekleştirmeden hemen önce Mateen’in 911’i aradığını ve IŞİD lideri Ebu Bekir El-Bağdadi’ye bağlılığını dile getirdiğini, ayrıca 2013 Boston Maratonu bombalamasını gerçekleştiren Tsarnaev Kardeşlerden bahsettiğini söyledi.

Ama şu anda Mateen’in IŞİD tarafından yönlendirildiğine dair bir kanıt yok. Ortaya atılan teori “terörizm uzmanlarının” yeni gözdesi: Mateen “kendiliğinden radikalleşmiş”, köktenci ideoloji ve şiddet görüşlerinin cazibesine kapılmış yalnız bir bireydi, hareketlerinin temelinde bu yatıyordu.

Ama bu teorinin bazı zayıf noktaları var. Mateen’in eski eşine göre, birlikte yaşadıkları süre boyunca kocası kendisine kötü davranmış ve şiddet uygulamıştı. Mateen’in özel olarak dindar olmadığını ve radikal İslamcılıkla ilgilendiğine dair bir belirti göstermediğini söylüyordu.

Bir arkadaşı Washington Post’a yaptığı açıklamada Mateen’in boşandıktan sonra dindarlaştığını ve Suudi Arabistan’a hacca gittiğini, ama hiç IŞİD veya başka bir terörist gruba sempati duyduğunu söylemediğini ifade etti.

Gittiği caminin imamı Şefik Rahman gazetecilere Mateen’in “çok sessiz bir adam olduğunu, kimseyle konuşmadığını” ve hiçbir zaman manevi yardım talebinde bulunmadığını söyledi. Rahman defalarca camide şiddet ideolojisine yer olmadığını belirtti.

Federal yetkililer FBI’in 2013 ve 2014’te iki kez Mateen’i araştırdığını, ama soruşturma sonucunda kendisine karşı suçlama yöneltmeyi destekleyecek kanıt bulunamadığını belirtti.

Katliamdan sonra Mateen’in babası Mir Sıddık NBC News’a saldırının “dinle hiçbir ilgisi olmadığını”, oğlunun iki erkeği öpüşürken görünce gösterdiği geri kafalı tepkiyle ateşlendiğini söyledi.

Bu, eski çalışma arkadaşlarından Daniel Gilroy’un söylediklerini destekliyordu. New York Times’ın haberine göre Gilroy, Mateen’in sık sık insanları öldürmekten bahsettiğini, çoğunlukla ırkçı ve bağnaz hakaretler kullandığını söylemişti.

Mateen’in katliamı yaygın olarak bir “delilik” eylemi olarak tanımlanıyor: Bu görüş, zihinsel anlamda deli olanların şiddetin uygulayıcısından ziyade kurbanı olduğu gerçeğini göz ardı ediyor. Gerçi Mateen’in eylemlerinin kökeninin bağnazlık ve nefretle dolu bir toplum olduğu gayet açık.

Mateen’in eğer varsa bile terör gruplarıyla bağını bir kenara koyalım, kaynağı ne olursa olsun öfkesi zehirli bir şiddetle birleşerek kan gölüyle sonuçlandı.

Ama ABD’deki diğer kitle katliamlarından farklı olarak Orlando saldırısı, suçu İslam’a, geniş haliyle de tüm Müslümanlara yüklemek için kullanılıyor.

İslamofobi

İslamofobi akımının geleceğini sezen önde gelen Müslüman kişi ve kurumlar saldırıyı açık şekilde kınadılar.

Amerika-İslam İlişkileri Konseyi’nin Orlando bölge koordinatörü Rasha Mubarak yaptığı açıklamada “bu canavarca saldırıyı kınıyoruz; saldırıda ölenlerin ve yaralananların ailelerine ve yakınlarına içten başsağlığı ve geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz” dedi. “Müslüman toplum olarak böyle dehşet verici bir şiddet eylemini haklı kılmaya veya eyleme mazeret sunmaya çalışan kişi ve grupları Amerikalı dostlarımız gibi reddediyoruz”

Dindar veya değil bir kişinin eyleminin 1,6 milyar kişiden oluşan Müslüman dünyanın veya Amerika’da yaşayan 3,3 milyon Müslümanın görüşünü yansıtmadığını söylememiz gerekmiyor.

Gerçi ABD’deki politik iklim, kamuya mal olmuş bazı kişilerin olayı kolektif suça mal etmeye çalışacağını gösteriyor.

İlk akla geleni muhtemel Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump. Trump bağnazlığı, İslamofobiyi ve arsızca fırsatçılığı kampanyasının ayırt edici özellikleri arasına koydu. Orlando katliamından sonraki saatler içinde Trump’ın sosyal medya gönderileri arasında şunlar vardı: “Radikal İslamcı terörizm konusunda haklı olduğum için gelen tebriklere teşekkür ederim, tebrik istemiyorum, katılık ve uyanıklık istiyorum. Akıllı olmalıyız!” ve “Sonunda Başkan Obama radikal İslamcı terörizm kelimelerini kullanacak mı? Kullanmayacaksa hemen utanç içinde istifa etmeli!”

Kampanyasında yayınlanan daha uzun bir bildiride Trump, Müslümanların ABD’ye girmesini engellemek için geçen yılın sonlarında yaptığı çağrıyı yineledi. Mateen’in, Trump’ın ev olarak nitelendirdiği şehirde doğmuş olduğunu göz ardı ediyordu.

Trump ayrıca “11 Eylül’den beri yüzlerce göçmen ve çocukları ABD’de terörizmin içinde yer aldı” dedi. Bu apaçık bir yalandı, hem de kesinlikle Müslümanlara ve “çocuklarına” karşı şiddeti ve zor kullanmayı kışkırtacak türden bir yalandı.

Hillary Clinton, katliama Trump’a kıyasla daha insani bir yanıt verdi. Ama o da katliamı siyasi çıkar için kullanmaktan geri durmadı. Hem hiçbir kanıt olmadan terörizm bağlantısını ima etti hem de sözde “teröre karşı savaşı” sürdürmek konusundaki kişisel niyetini yüceltip “her yerde davalarına insan toplama girişimlerini” durdurmaya ve “ülkede savunmayı sağlamlaştırmaya” söz verdi.

Herkesin, silah denetimi ve “IŞİD’i yok etme” etrafında dönen bu tartışmaya farklı bir bakış sunmasını umduğu Demokrat solcu başkan aday adayı Bernie Sanders bile gay karşıtı bağnazlığa karşı çıkma veya Müslümanları şeytanlaştırmaktan vazgeçme konularında hiçbir şey söylemedi.

İkiyüzlülük

Orlando katliamının merkezinde, medya ve siyaset dünyasından çoğu kişinin incelemeyeceği rahatsız edici bir gerçek var: Zehirli bağnazlık şiddet yoluyla yayılabilir, özellikle de en öldürücü silahlara rahatlıkla erişilebilen bir toplumda.

Cumhuriyetçilerden başkanlığa aday olmak isteyip seçilemeyen Florida senatörü Marco Rubio’yu ele alalım. CNN’deki sözlerine göre Rubio, Orlando’da LGBT insanların “radikal İslam toplumunun gay toplumuna karşı görüşlerinden dolayı” hedef alınmasından yakınıyordu ve manşetlerdeydi.

Bu sözleri duyanlar Rubio’nun LGBT toplumunun haklarını önemsediğini sanır. Ama umurunda değil. Rubio ve çok sayıda Floridalı siyasetçi LGBT haklarını kısıtlamak istiyor. Bunun temelinde de çoğunlukla Hristiyan çeşitliliğine rağmen kendi köktenci dini inançları yatıyor.

Rubio hem eşcinsel evliliğe karşı hem de LGBT insanlara ayrımcılık uygulamayı “dini özgürlük” gereği bir “hak” olarak görüyor.

LGBT ebeveynlerin evlat edinmesine izin vermeyi “sosyal deney” olarak nitelemişti. Ayrıca, gay cinselliğini “zihinsel hastalık” olarak gören ve “tedavi terapisini” destekleyen Florida Aile Politikaları Konseyi için maddi kaynak oluşturmaya da yardımcı oldu.

Özellikle, trans bireylerin kendi biyolojik hemcinsleriyle ortak tuvalet kullanırken oluşturdukları sözde tehdit hakkında Cumhuriyetçilerin kriz yarattıkları bir zamanda, LGBT toplumuna karşı gösterilen bağnazlık karşısında çileden çıktıklarını iddia etmeleri ikiyüzlülüğün alası.

Obama katliamın ardından düzenlenen basın toplantısında olayın “bir nefret eylemi olduğunu” söyledi. “Amerikalılar olarak halkımızı savunmak için birleştik” dedi.

Aslında Ömer Mateen de “halkımız”dı. LGBT insanlar hakkındaki görüşleri, sebebi ne olursa olsun onarılamaz bir bağnazlıkla çarpıtılmış bir Amerikalıydı.

Düzenlediği basın toplantısında Obama “Bu katliam… bir insanın bir okulda, ibadethanede, sinemada veya gece kulübünde insanları vurmasına sebep olacak bir silaha elinin ne kadar kolay gidebildiği konusunda bizi bir kez daha ikaz etti” diyerek uyarıda bulundu.

Ama Obama, ülkede ve dünyada Amerikan iktidar kurumları tarafından yönetilen, hem kanunlar dışında hem de devlet içinde uygulanan acımasız şiddeti sorgulamayacak. Yurtdışındaki bombalamalardan denetimsiz polis şiddetine ve evet, Ömer Mateen gibi hapishane gardiyanlarına kadar. Bu şiddet ABD toplumunun kumaşına dokunmuş.

Mateen kitle katliamını kendi çarpık İslam dini anlayışı doğrultusunda yapmış olsaydı bile bu, akademik ve siyasi elitlerin Batılı toplumlar ve Orta Doğulular arasında bulunduğunu söylediği “medeniyetler çatışması” görüşünü kabul etmenin bahanesi olamazdı.

Bu çatışmanın sürdürülmesi IŞİD gibi gerici örgütlere yarayacak. Aslında geçen yıl Paris’e, bu yıl Brüksel’e yaptıkları saldırının hedefinde iktidarı ellerinde tutanlar veya devlet destekli şiddeti sürdürenler yer almıyordu.

IŞİD tarafından düzenlenen saldırılar -işte yine, şu an itibarı ile Mateen ve IŞİD arasında herhangi bir bağlantı olduğuna dair kanıt yok- İslamofobiyi kışkırtmayı ve Müslümanların Avrupa ve ABD’de huzur içinde yaşayabileceklerine dair umutlarını kırmayı hedefliyor.

Nefret ve bağnazlığın bir alternatifi var. San Francisco’dan New York’a ve ötesine ABD’deki şehirlerde insanlar kısa süreliğine kurbanlara saygı duydular ve şimdi ne yapılabileceğine kafa yordular.

New York’ta dört yüz kadar kişi, günümüz LGBT özgürlük hareketinin doğuş yeri Stonewall Inn’de toplandı. “Nefrete hayır!” ve “Orlando, arkandayız!” sloganları yankılandı. Genç bir Müslüman queer kadın kalabalığa şöyle seslendi:

Sokaklarda “Tüm Müslümanlara Ölüm” diye bağıran insanlar gördüm. Bu ülkeye güvende olmak için gelmiştim ve LGBT toplumunda güvene kavuştum. Bu sevgiyi korumamız lazım. Böyle olayların gerçekleşmesini nefrete dahil olarak engelleyemeyiz.

Steven Thrasher’ın Guardian web sitesinde yazdığı gibi: “Terörizm insanların diğer insanlardan korkmasını sağladığı için işe yarıyor. Terörizme bu kez geçit vermeyelim. Bizden öncekilerin Stonewall’da yaptığı gibi biz de korkuya yenik düşmeyelim.”

Kaynak: znet