İki Kadının Yolculuğu

Sezin Gündoğan

…şiirsel ve tutkulu bir rüyaydı… Son zamanlarda çatışmalara sahne olan ve hala bundan vazgeçmeyen ülkelere doğru gitmenin rüyası. Bu yolculuk bir turist gezisi değil; kutlanmış veya kutlanacak, belki de yolculuğun kendisi olacak bir düğün için giyinmiş iki gelinin yolculuğu. Dünya ile, barış ile, damadını arayan tüm insanlar ile yapılacak bir evliliğin. Peki, damat kim? Gelinlerin sayısı 2: birlikteliğin sayısı, dayanışmanın sayısı, kadınlığın, eşitliğin, çoğulluğun, farklılığın sayısı…  

Böyle tanıtmışlar Pippa Bacca ve Sylvia Moro projelerini. 8 Mart 2008’de, Dünya Kadınlar Günü’nde, yola çıkmadan önce. Belli ki bir dertleri varmış, yolculuğun başlangıç gününü de ona uygun seçmişler. Belli ki damadın kim olduğu, eylemle ortaya çıksın istemişler. İki gelinlik tasarlamışlar. Yol boyunca çıkarmayacakları, yoldan toplanan, kadınlar tarafından verilen anıların ekleneceği, yolun kirinin, tozunun yapışacağı, yol boyunca gördüklerine, kadınların hikâyelerine tanıklık edecek ve yolculuktan sonra da tüm tanıklıklarıyla ve simgesel anlatılarıyla sergilenecek iki gelinlik. Gelinliği seçmişler çünkü demişler ki “gelin beyazı, ışığı, kadını, barış anlamına gelen yeni bir canın doğuşunu, aşkı ve saflığı temsil eder”. Yol boyunca gelinlikler beyazlığını kaybetse de, beyazlığın yerini ziyaret edilen yerlerin anlatıları, desteği, tanıklığı, kadınların el emeği göz nuru nakışları alacak ve böylece gelinlikler zenginleşecek diye düşünmüşler. Performansın yolculuk eylemini merkeze alması, Sylvia’nın daha önce pek çok kez yolculuk üzerine çalışmış olması, Pippa’nın da Türkiye dahil pek çok ülkeye otostopla seyahat etmiş olmasından kaynaklanıyormuş. İki kadının deneyimleri birleşmiş.

İki de rol belirlemişler kendilerine. Sylvia’nın gelinliği, buluştukları yerlerdeki kadınların anılarını toplamak için çok sayıda ceple süslenirken, Pippa da bu yerlerdeki ebelerin ayaklarını yıkayacakmış, yani “yeni bir canın dünyaya gelişinin kutlanması” anlamını taşıyan geleneği icra edecekmiş. Bu performansta doğumu kutlanan can, barış yolculuğu olacakmış.

İtalya’da uğurlamadan sonra, yolculuğun başlangıç noktasındaki ilk otostoplarında çok zorlanmışlar. Kimse onları araçlarına almamış; korkmuşlar, üzülmüşler. İstanbul’a gelene kadar İtalya, Hırvatistan, Sırbistan, Bosna ve Bulgaristan’ı geçmişler. Bu yollarda kadınlarla görüşmüşler, eğlenmişler. İstanbul’da birbirlerinden ayrılırken, bu performansın daha farklı sonlanmasını hedeflemişler.

Bu ayrılıktan sonra performans, bir süredir Türkiye gündemine oturan Pippa’nın önce kaybolması, sonra da tecavüze uğrayıp öldürülmüş bir şekilde bulunmasıyla son buluyor. Tek başına otostop çekerek ülkeyi geçmeye çalışan yabancı bir kadının kaybolduğunun duyulduğu ilk andan itibaren bu ülkede erkekliğin nasıl inşa edildiğini bilen herkesin aklına gelen son, gerçek oluyor.

Geçen Cumartesi’den beri, Türkiye’de kadına yönelik şiddeti ısrarla görmezden gelen, gördüğünde de sadece birkaç sapığın işi olarak niteleyen erkek egemen söylem, Pippa’nın tecavüze uğrayıp öldürülmesini de münferit bir olay olarak görmeye, bu olayın bir yabancının, “Türk” olmayan bir kadının başına gelmiş olmasını da kahrolası bir talihsizlik olarak nitelemeye devam ediyor. “İşte yine kendini bilmez bir sapığın işi”. Bu söylem, mesela Bedri Baykam’ın şu sözlerinde vücut buluyor: Konuksever ve tüm yabancı halklara sevgi ve saygı dolu Türk ulusu, böyle utanç verici bir katliamın topraklarımızda yaşanmış olmasından dolayı büyük bir şaşkınlık, mahcubiyet ve tarif edilemez büyük bir acı içindedir.” Bizim topraklarımızda yaşanmasın da, nerede yaşanırsa yaşansın dercesine. Hem de talihsizliğin dik alası; çünkü alelade bir turist değil, bir performans eylemi gerçekleştiren ve niyeti “insanların iyi” olduğunu kanıtlamak olan bir kadın söz konusu. “Türk” insanının “iyiliği” yerlerde. Konuyla ilgili açıklama yapan erkeklerin, erkek kültürüyle, kendi erkeklikleriyle hesaplaşmadan, bu vahim olayın hangi koşullarda gerçekleştiğini incelemekten aciz şekilde, meseleyi “bir sapık yüzünden” ülkece rezil olmak, mahcup olmak, şaşkın olmak çerçevesine indirgemesi, örgütlenen ikiyüzlülüğün göstergesi. Çünkü kendileri de bu şiddeti yaratan özneler. Oysa bu ülkede yaşayan kadınlar, bu sona, çok üzülmekle beraber hiç şaşırmadı. Pippa için Türkiye’nin her yerinde kadınların düzenlediği eylemlerde, kadına yönelik şiddet olayları, Türkiye’deki taciz ve tecavüz gündemi vurgu alıyor. Kadına yönelik şiddetin aile içinde, okulda, karakolda, hapishanede, sokakta, her yerde yaşandığını; babalar, kocalar, sevgililer, polisler, devlet tarafından uygulandığını gören, öğrenen kadınlar bu olaya şaşırmıyor. Bu ülkede her yıl yüzlerce kadının şiddet kurbanı olduğunu bilen, duyurmaya, görünür kılmaya çalışan kadınlar buna şaşırmıyor. Bu ülkede raporlara yansıyan yüzlercesinin yanında, söylenemeyen, açıklanamayan, gizli kalan yüzlerce tecavüz vakası var. Bunu bilen kadınlar, tek başlarına tekin olmayan yerlerde dolaşmayarak, birbirlerini kollamaya çalışarak, güvenlik spreyi taşıyarak, her an her ortamda şüphe duyarak kendilerini korumaya çalışıyor; bir yandan da hedeflerden vazgeçmeden feminist bilinç yaratmanın gerekliliğine ve kadın dayanışmasına inanarak “geceleri de sokakları da istiyoruz” diye bağırıyor. Bunları öğrenen bir kadın olarak ben, tek başıma bu ülkeyi otostopla geçemeyeceğimi biliyorum. Böyle bir performansın ancak örgütlü kadın dayanışmasıyla gerçekleşebileceğine inanıyorum. Bu proje ortaya çıktığında bu iki kadınla bir şekilde tanışsaydık, derdim ki, “ Gelin; “insanların iyi olduğunu” göstermeye çalışmayın. Gelin; insanların hangi koşullarda “kötü” olduğunu gösterelim birlikte… Gelinlerin sayısını, dayanışmanın, çoğulluğun sayısını arttıralım. Gelin; bu yolculuğa güzergâhtaki her kilometrede kadınlar destek versin, örgütlü kadınlar çatışma bölgelerine barış mesajı versin”. Bunları söylemek isterdim ama olmadı.

“Kendini bilmez bir sapığın ülkenin alnına sürdüğü kara lekeyi temizlemek” için, ısrarla her yerde, bilhassa ana akım medyada ve resmi ideolojinin güdüldüğü alanlarda özür cümleleri düzülüyor. Türkiye gibi insan hakkı ihlallerinin gırla gittiği bir ülkede, bu ihlaller hiç yokmuşçasına, kadınlar namus cinayetlerine hiç kurban gitmiyormuşçasına, aile içi şiddet, devlet kaynaklı cinsel şiddet görmezden gelinerek ülkenin dışarıya dönük imajı düzeltilmeye çalışılıyor. Oysa o imaj iki paralık olalı çok oldu. Bunlar, bir yabancının ölümünün bu topraklarda gerçekleşmesinin verdiği eziklikle gösterilen iyi niyetli çabalar olarak da değerlendirilmemeli. Türkiye toprakları üzerinde ölen Türkiyeli kadınların anısı olduğu sürece, Pippa’nın ailesine, ülkesine, tüm dünyaya iletilen özürler bence kabul olunamaz. Özür dilemek sorumluluğunu kabul etmektir. Pippa’nın ölümünde sorumluluk hissediliyor ki, özürler uçuşuyor ortalıkta. Ama bir yandan da zanlı “kendini bilmez bir sapık” olarak niteleniyor. Yani mesele, “kendini bilmez bir sapığın” yaptığı bir eylem için böylesine özür dileyerek yine “Türk ulusunun” büyüklüğünü kanıtlamak. Oysa asıl büyüklük, kadına yönelik şiddeti, yaşandığı topraktan bağımsız tanımlamakta, duyarlılık göstermekte. Asıl büyüklük, ikiyüzlü söylemleri bir kenara bırakarak, kendinle hesaplaşmakta. Bu topraklarda yaşayan, şiddete uğramış, tecavüz edilmiş, öldürülmüş kadınlar için niye kimse kimseden özür dilemiyor? Çünkü biz bir aileyiz, kol kırılır yen içinde kalır. Zaten bu topraklardaki kadınların sahipleri de bu topraklarda yaşayan erkekler ve büyütülen erkek egemen söylem. Dolayısıyla, buralı hangi kadına hangi “Türk” erkeğinden zarar geliyorsa, malıdır, hakkıdır. Niye özür dilesin ki değil mi? Özür beyanları, ancak iyi niyet göstergelerinden öteye gittiği zaman, ancak imaj düzeltme kaygısını geride bıraktığı zaman yerini bulmuş olur. Olayın meydana geldiği ülke değil, bir kadının böyle hunharca hayatının elinden alınması gündem yapıldığında yerini bulmuş olur. Zaten çok iyi bildiğimiz ataerkil söylemleri gözümüze sokarcasına, tekrar tekrar kanıtlarcasına ortaya attığı zaman değil.

Projenin hedeflediği serginin kadına yönelik şiddet vurgusu ile değil, baştan belirlendiği gibi barış vurgusu ile düzenleneceği belirtiliyor. Ama ironik bir şekilde yol üzerindeki kadınlardan toplanan kültürel anılarla sergilenecek iki gelinlikten biri, iki performans objesinden biri, kadına yönelik şiddetin, kadının yaşam hakkının ne kadar hafife alındığının göstergesi olacak. Gelinliklerden birinin damadı, tecavüzcü bir katil ve onu yaratan ataerki olacak. Şiddet kelimeleri geçmese bile. Belki de denecek ki, dünya üzerinde böyle bir yolculuğa çıkan iki kadından biri, tecavüze uğrayıp öldürülüyor.

Ben de mahcubum. Keşke karşılasaydım buraya geldiklerinde, ceplerine anılarımı bıraksaydım, gelinliklerine nakış işleseydim. Bu performans eylemine katkım böyle olsaydı, bu topraklarda kadınların maruz kaldığı şiddeti Sylvia’nın gelinliğine iliştirilecek “kansız” bir gerdek çarşafıyla gösterseydik Türkiyeli kadınlarla mesela, Pippa’yı öldürerek değil. Bu kadınları uyarabilseydik. Bu ülkede feministler, Pippa’lar ölmesin demeye devam edecek, ama bunun olacağını acı bir şekilde bilecek. Yine de mücadeleye devam edecek. Kadınlar diyecek ki, kadınların özgürce yaşayabileceği günler gelsin. Kadınların tek başlarına otostopla gezmesine “cesaret işi” denmesin, bu nedenle başına bir iş geldiğinde “o da kaşınmış ama” cümlesi duyulmasın.