Feminist Tiyatro’nun Ayrı Bir Tür Olarak Ortaya Çıkışı

Ayşan Sönmez / Eylül 2006

Bu yazı MİMESİS Tiyatro Çeviri/Araştırma Dergisi Feminist Tiyatro Özel Sayısı’nın giriş yazısıdır.

 Feminist tiyatro ayrı bir tiyatro kategorisi olarak 60’ların sonlarında Batı’da şekillenmeye başlar. Bu alanın teatral, sosyolojik ve ideolojik arka planında üç temel etken vardır: Deneysel Tiyatro, Yeni Sol Hareketi ve Kadınların Özgürlük Mücadelesi. Tiyatroda tarihsel olarak ikinci avant-garde dönemin yaşandığı yıllarda, Yeni Sol’un savunduğu yeni değerler sisteminden hareket eden kadınlar, Kadınların Özgürlük Mücadelesi’nin dünya görüşünü temel alarak yeni bir tiyatro formunu inşa etmeye başlar. Bu noktada en belirleyici olan elbette ki kadınların özgürlük mücadelesidir. Feminist tiyatro kadınların cinsiyetlerinden dolayı adaletsiz bir ayrımcılıkla karşı karşıya kaldığı alanlardan birini, gösteri sanatları alanını mercek altına alır.

Feminist tiyatronun, deneysel tiyatro pratiklerinden ciddi şekilde etkilendiği söylenir. 60’lı yıllarda güçlenmeye başlayan ve 70’lerde kamusal alanda görünürlük kazanan deneysel çalışmalar 2. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan kültürel değişimle başlar. Savaşlar silsilesinden çıkmış Batılıların, insanlığa daha iyi yaşam koşulları sunma vaadiyle yola çıkan bildik modellere güveni kalmamıştır. 50’lerde alt kültürler içinde başlayan sistem eleştirisi, yeni bir yaşam biçimi tasvirine yönelir. 50’lerin sonları, her bir alt kültürün kendi durduğu yerden ürettiği argümanların buluşmaya başladığı bir dönem olarak kabul edilir. 60’lar boyunca alt kültürler dışa açılmaya, genişlemeye, ilişkilenmeye ve birbirinden etkilenmeye başlar ve farklı bir dünya tasviri yapanların, toplumsal ve kültürel yaşama alternatifler önerenlerin sayısı ciddi anlamda artar. 70’li yıllarda daha sonraki yıllarda Batı’nın kültürel ortamını ve gündelik yaşamını ciddi anlamda etkileyecek kapsamlı bir hareketlenme başlar. 60’ların deneysel tiyatrosu bu ortamda etkilidir. Tiyatro sanatı birbirinden izole alt kültürlerin kaynaşmasında önemli bir rol oynar ve zaten oyun izleme alışkınlığı olan orta sınıf seyircisini alternatif kültürlerle ve deneysel üretimlerle tanıştırır. Buna benzer birleştirici bir işleve rock müziğin de sahip olduğu söylenir.

Psikolojik gerçekçi sanat anlayışıyla bildik seçkin müdavimleri dışında taban ve ilgi bulmayan Amerikan tiyatrosu sığlaşmış, kısırlaşmış ve iddiasını yitirmiştir. Alternatif toplumu yansıtmaktan uzaklaşmıştır, özgürleşmeye ihtiyacı vardır. Yeni yaşam biçiminin teatral yansıması olan deneysel tiyatro, klişeleri ortadan kaldırmak ve sınırları yıkmak üzere yola çıkar; sahneleme mekânı, seyirci profili, işlenen temalardaki sınırlamalar ve sanat disiplinleri arasındaki keskin ayrımlar reddedilir. Alternatif toplumunun dile getirdiği her tema değerlidir ve gösterilerde işlenir. Dans, müzik, tiyatro vb. disiplinlerin iç içe geçtiği yeni anlatım araçları ve üsluplar keşfedilir. Yeni deneysel tiyatro, yazar-yönetmen-oyuncu üçlüsü arasındaki keskin ayrımı ortadan kaldırır, metnin kutsallığını tartışmaya açar, belli metinlere ve klasik dram yapısına saplanıp kalan müzelik sahnelemeleri reddeder. Zaman içinde oyunculuk eğitimlerini kendileri örgütleyen, kendi metinlerini üreten, ‘her yeri’ sergileme mekânına dönüştüren, kolektif üretimi ve topluluk tiyatrosunu ön plana çıkaran, seyircisiyle interaktif bir ilişkiyi zorlayan protest gruplar ve sahnelemeler ön plana çıkar. Happening’ler, sokak tiyatrosu, getto tiyatrosu, gerilla tiyatrosu, feminist tiyatro gibi yeni yeni türler ortaya çıkmaya başlar.

Amerika’da kamusallaşan alt kültürlerin güçlenmesiyle yaygınlaşan deneysel tiyatro hareketinin Avrupa’daki seyri farklıdır. Avrupa’da hükümetler kültürel yaşamın canlandırılmasında inisiyatif alır ve 60’larda çıkan deneysel tiyatro girişimleri ciddi hükümet desteği görür. Deneysel girişimlere kurumsal altyapı olanakları sağlanır ve sübvansiyon tahsis edilir. Radikal deneysel çalışmalar ile hükümet destekli girişimlerin çatışma halinde ilerlediği söylenebilir, deneysel tiyatronun altyapısını kuranlar radikal isimler, kurumsallaştıran hükümetlerdir. Örneğin Fransız deneysel tiyatrosu arkasındaki belirleyici gücün, 1958 yılında yeniden iktidara geldiğinde ulusal kültür yaratma idealini hayata geçirmeye çalışan General De Gaulle olduğu söylenir. Kültür kurumlarında yerinden yönetim dönemi başlar, Avignon Festivali düzenlenmeye başlanır. İngiltere’de dönemin en yüksek sübvansiyonunu alan Peter Brook’un yönetimdeki Royal Shakespeare Company’dir. İtalya’da da benzer bir seyir izlenir: Hükümet 50’lerin sonundan itibaren kültüre ve sanata yatırım yapar. Kendi işleyişini oluşturan deneysel tiyatro toplulukları ancak 70’lerden itibaren çıkmaya başlar. Dario Fo ve Franca Rame’nin kurduğu Il Colletivo Teatrale La Commune önemli bir örnektir.

Hem Amerika’da hem de Avrupa’da deneysel tiyatro alanında faaliyet gösteren aktivistler, taban hareketlerinin ve politik eylemliliklerin de aktif parçası olduğu gibi, teatral gösteriler de bu eylemlilikler içindedir. Örneğin Vietnam savaşının durdurulması talebi gösterilerde karşılık bulur. Gündelik hayatın özgürleşmesi, ırksal, sınıfsal farklılıkların erimesi, insanların telaffuz ettiği her türden soruna pratik karşılıklar oluşturacak çözümlere ulaşmak önemlidir. Kısacası, yaşanmış deneyimin ve güncel somut taleplerin önceliği vardır, soyut çözüm önerilerinin ve kuru teorik tespitlerin değil.

Alternatif toplum yaratma girişiminin yüzünü gündelik olandan yana çevirmesi çıkış noktasını Yeni Sol’dan alır. 60’lar muhalif hareketlerde yeni bir paradigmanın tartışılmaya başlandığı yıllardır. Sovyetler’le bağlantılar, proletarya ve devrimci işçi sınıfının dinamik güç kabul edildiği ve “kızıl politikaların” merkezi referans alındığı geleneksel solla bağlar kopar. Geleneksel sol güncel sorunlara yanıt oluşturamaz. Proletarya artık devrimci değildir ve motor gücünü yitirmiştir, sınıf çatışması yanı sıra etnik kimlik, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim gibi, dönemin özgürlük mücadelelerinin eksenini oluşturan yeni gerilimler vardır. İnsanların hali hazırdaki toplumsal ve ekonomik sorunlarına çözümler oluşturacak, onlara daha iyi yaşam koşulları sunacak yeni bir söyleme ihtiyaç vardır. Bu söylem arayışı bir yola girmiştir: kişisel deneyimler ve güncel sorunlar dinlenmeli, masaya yatırılmalı ve tümevarımsal bir rota izleyerek belli tespitlere ulaşılmalıdır. Böylelikle öznel ve kişiye özgü gibi duran deneyim toplumsallaşır, kişisel deneyimlerin denk düştüğü politik, ekonomik ve ideolojik sorunlar berraklaşır. İnsanlar kişisel sıkıntılarının ardındaki toplumsal nedenleri kavradığı takdirde, bunları değiştirmek için harekete geçebilir. Yeni Sol anlayış bu çerçevede şekillenir ve dönemin tüm taban hareketlerini kapsar.

Feministler, Yeni Sol’la bağlarını cinsiyetçi politikalar nedeniyle zaman içinde koparmış olsa da feminist hareket Yeni Sol’un argümanlarının çoğunu benimsemiştir. Feminist aktivizm için de deneyimin teoriye önceliği vardır. Hatta dönemin kadın özgürlük mücadelesinin açılım sağladığı her alanda ‘kadınların deneyimi’ temel kriter alınır. Belirli toplumsal koşullar içinde bir kadının kişisel deneyimi, kişinin eğilimlerine ve karakter özelliklerine indirgenemez. Belli deneyimlerin dile getirdiği sorunlar bir kadının sistemik mağduriyetinin küçük ölçekteki göstergesidir ve daha büyük ölçekteki bir mağduriyete tekabül eder: Kadın cinsinin ataerki karşısındaki mağduriyetine.

70’lerin Kadın Özgürlük Mücadelesi tarihsel olarak 2. Dalga Kadın Hareketi olarak adlandırılır. 1. Dalga Kadın Hareketi, kadınların kamusal alanda hak arama mücadelesi üzerine (oy hakkı, yasal eşitlik gibi) yoğunlaşmışken, 2. Dalga’nın kadınları kamusal alanın yanında özel alanı da tartışmaya açar ve gündelik hayat ilişkilerine sirayet eden ataerkinin deşifre edilmesini gündemleştirir. Ataerkil baskının işleyiş biçiminin ve işlediği yerlerin iyi anlaşılması ve deşifre edilmesi önemlidir, özellikle bir kişinin kendi yaşamındakilerin.

Dönemi sloganı olan “özel olan politiktir” ifadesi, kadınların kişisel deneyimlerinin toplumsallaştırılması çabasının dile getirilmesidir. Irk, sınıf ve politik görüş farklılığı gözetmeden bütün kadınlara açık olma iddiasıyla yola çıkan Bilinç Yükseltme Grupları hareketin önemli bir örgütlenme aracıydı. Bilinç yükseltme gruplarının en önemli misyonu, tarih boyunca susturulmuş kadınları dillendirmekti. Kadınlar bu gruplarda, cinselliklerine, ev ve aile yaşamlarına, anılarına, fantezilerine ve umutlarına varıncaya kadar her şeyi ifade etme fırsatı bulurdu. Amaç Bilinç Yükseltme Grupları’nda kadınlık durumuna ilişkin verileri derlemek ve sistemik işleyişe dair belli tespitler ve mücadele stratejileri oluşturmak ve uzun vadede feminist teoriyi bu sonuçlar üzerine inşa etmekti. Dönemin feminizmi kendi meşruiyetinin çok önemli bir kısmını özel olanla toplumsal olan arasında kurulan bağdan alır. Diğer önemli nokta ise tarihsel önyargıların reddidir. Şu an gerçekleşen ve yaşanmış deneyim daha üretkendir ve değişim için uygun bir zemin hazırlar. Deneyim, tarihsel önyargılara karşı direnmenin yollarını araştıran feministlere bu önyargıları boşa çıkarabilecek önemli deliller sunar.

Hareketin ilk yıllarında ‘feminizm’ terimi pek çok politik görüşü içinde barındırır. Muhalif hareketler içinde yer alan kadınlar kendilerini dünya görüşü bağlamında ‘feminist’ olarak adlandırmasalar bile, yer aldıkları alanlarda kadın sorununu gündeme alır ve hareketin temel prensiplerini benimserler. Bu anlamda hareket çıkış itibariyle kapsayıcı bir taban hareketidir. Bu özelliğini 70’li yılların ortalarına kadar sürdürür. Ancak bu yıllardan itibaren ayrışmalar başlar. Bu eğilim sadece Kadın Hareketine özgü değildir. Dönemin tüm hareketleri böyle bir çizgiye girer ve taban hareketleri içe kapanmaya, iç tartışmalara gömülmeye, kendi aralarında ve diğer hareketlerle kutuplaşmaya başlar. Kadın hareketinde de çözülmeler görülür ve hareketin bütününü oluşturan eğilimler giderek keskinleşir ve marjinalleşir.

Dönemin kadın hareketinin temel açılım noktası olan deneyim kavramı, kadınlar arasındaki ortaklaşmanın sınıflar üstü, sınırlar üstü, ırklar üstü, yaşlar üstü bir ifadesini oluşturuyordu. Bu buluşma tüm kadınları ataerki karşıtlığında ortaklaştırır. Ataerkinin bölücü etkisine karşı koyabilmenin yolu ise kadınların birbirine bağlanmasıdır. Ancak deneyimin ortaklaştırıcı bir yönü olduğu kadar aynı zamanda ayrıştırıcı ve kadınlar arasındaki farklılıklara dikkat çeken bir yönü de vardı. Dönemin feminist aktivizminin deneyimin birleştirici yönüne vurgu yapmaya ısrar ettiği noktada ayrışmalar başlar. Bilinç yükseltme gruplarında ön plana çıkan deneyimlerle ortaklaşmadıklarını dile getiren kadınlar, deneyim hiyerarşisini tartışmaya açarlar. Bilinç yükseltme gruplarının belli türden deneyimler üzerine inşa edildiğini, belli deneyimlerin özendirildiğini ve farklılıkların dile getirilmesine negatif ve bölücü bir anlam yüklendiğini dile getirirler. Bu grupların işleyişinde ve dolayısıyla bilinç yükseltme gruplarından güç alan kadın özgürlük mücadelesinde ön plana çıkarılan eğilimin beyaz, orta-sınıf ve heteroseksüel kadınları temsil ettiğine dikkat çekerler. Kadın hareketindeki ayrışmaların merkezinde bu tartışma vardır. Hareketin genel eğiliminin kendilerini temsil etmelerine imkân sağlamadığını dile getiren kadınlar -beyaz ırka mensup olmayan kadınlar, lezbiyen kadınlar, işçi kadınlar- kendi mücadelelerini örgütlemek üzere ayrışırlar. Dönemin kadın hareketinin yanıt oluşturmakta zorlandığı en temel nokta kadınları farklılıklarıyla buluşturacak bir söyleme yönelememesidir. Kadınlar arasındaki ayrışmalar 70’lerin ortalarında sonra keskinleşmeye, 80’lere gelindiğinde ise 2. Dalga’nın uzantısı hareketler tamamen marjinalleşmeye başlar.

Feminist tiyatronun çıkışında deneysel tiyatro ortamı belirleyicidir. Keza feminist tiyatroda etkin olan kadınların ilk deneyimleri avart-garde’a ya da Yeni Sol’a dayanır. Ancak asıl itici güç feminizmin kendisidir. Gösteri sanatları alanındaki kadınlar, ataerkil yapılanmalara ve algı kalıplarına meydan okurlar. Pek çok alanda ve yaygın bir çalışma başlar: Sanat-politika ilişkisi bağlamında tiyatro tarihinin kadın bakış açısıyla analizi yapılır ve yeniden yazım süreci başlar. Üniversitelerde kültür alanının cinsiyetçi yönünü mercek altına alan dersler verilir, sadece kadın oyunculara açık oyunculuk sınıfları oluşturulur. Kültürel alanda faaliyet gösteren her bir yapılanma toplumsal cinsiyet ekseninde çalışmalar düzenler: Muhalif yapılanmalar bünyelerinde bir kadın tiyatrosu çalışma grubu kurarken, profesyonel tiyatrocuların üye olduğu mesleki yapılanmalar, kadın oyuncuların istihdam ve ücretlendirme sorunlarını gündemlerine alır. Bağımsız kadın yazarlar bir araya gelip sorunlarını tartışmaya ve mesleki durumları üzerinden kolektifler oluşturmaya başlarlar.

Bu çalışmaların yönelimleri ve radikallik ölçütleri farklı farklıdır. Ancak hepsi iki temel argümanda ortaklaşır: Kadınların tarihi saklıdır ve hâlihazırdaki kültürel alan erildir. Feminist tiyatrocular ve tiyatronun feminist bir bakış açısıyla tarihini yazmaya başlayan kadınlar, kadınların hikâyelerini ve tarihsel konumlanışlarını ataerkil söyleme asimile etmeden aktarmanın yollarını araştırırlar. Sahnede gerçek kadınların hikâyesi anlatılmalı ve kadınların gerçek tarihi açığa çıkarılmalıdır. Ataerkil kalıplar içinde çarpıtmalardan ibaret bir kurgu şeklinde gösterilen kadınlığın gerçeklikle bağlantısı zayıftır.

Erkekler tarafından veya eril bir bakış açısıyla yazılmış metinler masaya yatırılır. Metinlerdeki kadın imgeleri analiz edilir, metne sirayet etmiş kadın düşmanı öğeler açığa çıkarılır ve tartışmaya açılırken, diğer yandan alt metinde gizli kalmış, kadınlığın gerçek var oluşuna delil oluşturacak ipuçları araştırılır. Kadınların tiyatro tarihindeki konumlanışı bu verilerden yola çıkarak yeniden yazılır; tarihte geri planda kalmış, hikâyesi anlatılamamış kadın tiyatrocuların hayat hikâyeleri ve ataerkiyle mücadeleleri anlatılır. Ayrıca, Shakespeare, Aeschylus gibi önemli klasik oyun yazarlarının yapıtlarının revizyonları yapılmaya başlanır ve mitolojideki kadın hikâyeleri yeniden anlatılır. Bu uyarlamalarda, Yunan ve Roma mitolojisindeki hikâyeler ve kadın tipleri kullanılır ancak bu kadınların sahne üstü temsili ve hikâyenin akışını kadın bakış açısıyla yeniden yorumlayan edebi eserler ve sahne yapıtları üretilir.

Dönemin feminist tiyatro hareketi meslek olarak tiyatrocu olsun ya da olmasın, özgürlük hareketine bulaşmış neredeyse her kadını kapsar. Çalışmaların başlangıcında öncülük edenler, avant-garde tiyatro gruplarındaki kadınlardır ancak, bir bilinç yükseltme grubunda kendi hikayesini anlatan ve tiyatro geçmişi olmayan bir kadın da sahneye çıkar, ve izleyicilere hikayesini anlatır. Yine aynı şekilde, bir gösteriyi izlemeye gelmiş bir kadın da kendini sahnede bulabilir. Bu anlamda halkçı bir yönü vardır; içeriğini kadın hareketinin gündemleştirdiği sorunlardan yola çıkarak hazırlanan temalar oluşturur. Keza, tiyatro dönemin kadın hareketinin motor gücünü oluşturan kampanyaların ayrılmaz bir parçasıdır. Feminist hareketin militanları, eylemlere ajit-prop sahnelemelerle katılır. Deneysel tiyatro ortamının sanat anlayışı ve teatral olanakları kadın tiyatrosu için son derece uygundur ve sonuna kadar da kullanılır.

Feminist tiyatro grupları ana-akım tarafından gündemleştirilmese de çok önemli bir taban desteği görürler. Kadınların özgürlük mücadelesinin güçlü ve yaygın olduğu bu dönem feminist tiyatronun da toplumla kurduğu güçlü bağ anlamında zirvede olduğu dönemdir. Hareketin ulaşabildiği her mekâna ve toplumsal kesime tiyatro da ulaşır. Feminist hareketteki ayrışma ve çözülmelerin etkisi, feminist tiyatronun gelişim seyrinde de gözlemlenir. Ayrışmalar ve içe kapanmalar, lezbiyenlerin tiyatrosu, işçi kadınların tiyatrosu gibi belli tekil kimlikler üzerinden ayrı ayrı yapıların kurulmaya başladığı dönem yine 70’lerin ortalarına denk gelir.

Feminist tiyatronun gündelik aktivizmle bağları bu yılların sonuna doğru artık ciddi anlamda zayıflar. Ancak, gösteri sanatlarında kadın duyarlılığı ve feminist dramaturji bu alanda faaliyet gösterenler için artık vazgeçilmez bir unsurdur. Pek çok grup repertuarına bir kadın oyunu alır. Örneğin Broadway’de orta sınıf beyaz kadınların siyasi ve ekonomik eşitsizliği temasını işleyen veya bir anne kızın iletişim sorunlarını merkeze alan oyunlar sahnelenir.   Aynı durum deneysel tiyaro ortamı için de geçerlidir. 70’lerin sonu ve 80’li yıllarda batı dünyasında 60’lar döneminde olmadığı kadar çok deneysel tiyatro oluşumuna rastlanır. Deneysel tiyatronun toplumla bağı kopma noktasına gelir, çünkü temsil ettiği alternatif toplum çözülmüştür ancak alternatif tiyatro ana akım tiyatro hayatının bir parçası haline gelir. 80’ler deneysel tiyatro hareketinin ve feminizmin batı dışındaki ülkelerde yaygınlaşmaya başladığı yıllardır. 90’larda ise toplumsal cinsiyet tartışmaları, dil ve kimlik kavramlarıyla birlikte ele alınır. Çok kültürlülük, post yapısalcılık ve yapı çözüm gibi “yeni” kavramların etkisiyle, feminist tiyatro alanında hem metin yazımı hem de dramaturji ve sahneleme anlamında yeni anlayışlar ortaya çıkmaya başlar.


Kaynakça: Experimental Theatre in the 1960s. Arthur Marwick, History Today, London, Oct. 1994. Vol 44. Iss. 10. sf 34-41. Constructing experience: a feminist theatre history. Charlotte Canning. Theatre Journal, Dec 1993, v 45, n 4, sf. 529-41. Feminist Theatre, Sue Ellen Case, Methuen, 1984