Müslüman Kadınlar: Yoginder Sikand’ın Cassandra Balchin ile Yaptığı Röportaj

Röportajı yapan: Yoginder Sikand / 07 Şubat 2005

Çeviren : Derya Demirler

 

 

Cassandra Balchin, Londra-merkezli Müslüman Yasaları Altında Yaşayan Kadınlar*ağı ile birlikte çalışıyor. Balchin, Yoginder Sikand’ın kendisiyle yaptığı bu röportajda örgütünün çalışmalarından bahsediyor.

Müslüman kadınlarla ilgili araştırmalara ve aktivizme nasıl dahil oldunuz? 


17 yıl boyunca Pakistan’da bulundum. 1983-1991 yılları arasında gazeteci olarak oradaydım. 1991-2000 yılları arasında ise merkezi Lahor’da bulunan ve WLUML ağının Asya Bölgesel Koordinasyon Ofisi olan Shirkat Gah isimli kadın örgütünde yer aldım ve onlara yayın programları konusunda yardımcı oldum. Sonra, 2000 yılında Pakistan’dan ayrıldım ve ağın uluslararası koordinasyon ofisinin kurulmasına yardım etmek için Londra’ya geldim.

Müslüman Yasaları Altında Yaşayan Kadınlar Ağı’nı nasıl tanımlarsınız? Ağın gündemleri nelerdir?

Ağ, temel olarak Müslüman hukuku tarafından yaşamları etkilenebilecek olan kadınlara bağlantılar sağlamayı ve destek olmayı amaçlıyor. Dikkatinizi çekerim, çoğu Müslüman tarafından neyin tam olarak ‘İslami’ olduğunun son derece tartışmalı ve çekişmeli bir konu olarak görüldüğünü vurgulamak için, ‘İslami Hukuk’ yerine ‘Müslüman Hukuku’ ifadesini kullanıyorum. Bu, dini yükümlülükleri belirlemeye çalışan şeriat, fıkıh ya da İslami hukuka ilişkin çeşitli kavramların oluşmasında insan unsurunun önemine işaret ediyor. İslami olarak nitelenen yasalar, bazen kültürler ve bölgeler arasında ciddi bir biçimde değişebiliyor. Aynı şekilde, belirli bir bağlamda ‘İslami’ olduğu düşünülen bir şey, genellikle yerel kültür ve geleneklerden büyük ölçüde etkileniyor ve örf ve adetlere dayalı hukuk ve uygulamalarla ‘İslam’ arasındaki ayırım muğlaklaşıyor.  Ağın amacı, Müslüman ülkelerde ve toplumlarda yaşayan kadınların mücadelelerini güçlendirmek. Bizler, Müslüman hukuku denen bu çok geniş külliyat içindeki zengin çeşitliliğin altını çizmek istiyoruz; çünkü bu, kadınlar için ciddi anlamda zararlı sonuçları olan hukuki kavramlarla mücadele etmeye yarayabilir. Ayrıca, Müslüman ülkeler ve toplumlardaki kadın grupları arasında ve bu kadın grupları ile küresel kadın hareketi ve ilerici insan hakları hareketi arasında geniş çaplı ittifaklar kurulmasını destekliyoruz.

Ağ ne tür faaliyetlerle uğraşıyor? 

Araştırmalar ve yayınlar hazırlıyoruz, kadınlara destek sağlıyor ve tavsiyelerde bulunuyoruz, acil uluslararası uyarı sistemini işletiyoruz, farklı bağlamlardan kadınları birbirleriyle ilişkilendiriyoruz ve kişisel gelişim çalışmaları yürütüyoruz. Müslüman hukukunun çeşitli yönleri ve bu hukukun kadınlar için ne ifade ettiği üzerine çok sayıda kitap yayınladık, bunların bir kısmına internet sitemizden de ulaşabilirsiniz (http://www.wluml.org.) Kitaplarımızın bir kısmı, Arapçaya, Fransızcaya, Farsçaya, Tamilceye, Dari dillerine, Urducaya ve birkaç dile daha çevrildi, böylece bu kitaplar, uluslararası tartışmalara katılma olanağı bulamayan kadınlar için de ulaşılabilir hale geldi. Başlıca konularımız köktencilik, militarizm, barışın inşası ve cinsellik. Ağ içindeki bazı gruplar, görüşlerimizin yayılmasını sağlayabilecek birtakım figürlerle de –kadılar gibi – çalışıyorlar.

Ağın bir inanç sistemi olarak İslama yaklaşımını nasıl tanımlıyorsunuz?

Ağ, aslında inanca dayalı bir söyleme ayrıcalık tanımaz. Biz inanca dayalı bir örgüt değiliz. Dini, özel bir mesele olarak görüyoruz.  Bununla birlikte, Müslümanlığın gereklerini yerine getiren kişilerle kendilerini diğer yollarla ifade eden kişileri biraraya getiriyoruz. Batı’da inanca dayalı söylem ve seküler söylem ikiliği çok açıktır, iki söylem birbirinin karşıtı olarak görülür. Bu fark, başka bağlamlarda bu kadar keskin olmayabiliyor. Mesela, Malezya’nın önde gelen feminist gruplarından biri olan İslam Kızkardeşleri** inanca dayalı bir bakış açısıyla çalışmalarını yürütüyor ve seküler insan hakları gruplarıyla yakın ilişki içinde çalışıyor. Bence bu, Batılı olmayan bağlamlarda dinin insanların gündelik pratiklerinin bir parçası olmasının sonucu; öyle ki insanlar din adına yapılan şeylerin bazen kendilerine zarar verebileceğinin fazlasıyla farkındalar. Sonuçta bu, dinin muhafazakâr veya gerici yorumlarıyla mücadele ederken kendilerine daha çok güvenebildikleri anlamına geliyor. İnanca dayalı gruplarla seküler grupların nadiren etkileşime geçtiği Batı’da bu tip şeylere pek rastlanmaz. Örneğin burada, Britanya’da beyaz olmayan topluluklardan kadınlar, ırkçılığı üzerlerindeki baskının temel nedeni olarak görür ve dinin ataerkil biçimleriyle mücadele etmek için çok fazla alan bırakmayan cemaat kimliklerine sımsıkı sarılırlar.  Bu, çokkültürlülük denilen şey tarafından, dini söyleme ve cemaatleri adına konuşan erkek dini liderlere ayrıcalık tanıyan devlet tarafından teşvik ediliyor. Rekabetçi anlayışlara değil, dinin muhafazakâr ve ataerkil yorumlarına ayrıcalık tanınıyor. Aynı zamanda, beyaz olmayan topluluklardan kadınların müttefiki olabilecek seküler insan hakları grupları ve beyaz feminist gruplar, ırkçılıkla suçlanmaktan o kadar korkuyorlar ki, çoğu zaman kültürel rölativizmin tuzağına düşüyorlar ve böylece ataerkinin büyük ölçüde rakipsiz kalmasına izin veriyorlar.

Müslümanlıkta olduğu kadar diğer dinlerde de, kadınları kontrol etmenin muhafazakâr dini grupların gündemlerinin başında gelmesine dair ne düşünüyorsunuz?

Muhafazakâr dini söylemlerde, kadınlar cemaat kimliğinin ve gerçekliğinin koruyucuları, geleneğin taşıyıcısı olarak telakki ediliyor. Büyük olasılıkla bu, kadınların çocuk doğurma ve yetiştirme rollerinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla kadınları tanımlamak ve kontrol etmek dinsel uyanışçı grupların gündeminin merkezinde yer alıyor. Bunun yanı sıra, kadınlara normatif cemaat idealinin taşıyıcılığı da yükleniyor. Bu argümanı kanıtlayacak bir örnek anlatacağım: Lahor’da ABD bayraklı beyzbol şapkaları takan ve tişörtler giyen, arkalarında siyah burkalara bürünmüş karıları ya da kızlarıyla motosiklet süren erkeklerin oluşturduğu manzara beni hep şaşırtmıştır. Hiç kimse o erkeklerin Müslüman kimliklerini sorgulamaz, ama eminim ki arkalarında oturan kadınlar örtünmeyi reddetselerdi kötü Müslümanlar olarak lanetleneceklerdi ya da daha kötüsü olacaktı.

İslami feminist teolojiyi geliştirmek için hangi olasılıkları görüyorsunuz? Bu bağlamda gelenekselci ‘ulema’ ve çeşitli İslami gruplar arasında tutum ve yaklaşım bakımından önemli bir fark görüyor musunuz?

Geleneksel olarak, hemen hemen her toplulukta dinin yorumu daima erkeğin tekelindedir. Ancak bugün, bütün geleneklerde kadınların dinlerini kendileri için yorumlama hakkını talep etmesiyle işler değişmeye başladı. Bu, Müslüman kadınlar arasında da gerçekleşiyor ve WLUML ağı olarak bu süreci kolaylaştırmaya çalışıyoruz. Bunu söylerken, dinin bir kadın tarafından yapılan yorumunun her zaman toplumsal cinsiyete duyarlı ya da kadınlar için dostça olmadığını eklemek isterim. Aynı şekilde, bütün erkek ilahiyatçıların ataerkinin destekçisi olmadığının farkına varmak da eşit derecede önemli. İslami metinlerin dikkate değer feminist yorumlarını yapan çok sayıda modern erkek ilahiyatçının isimlerini sayabilirim.  Gelenekselci ulema ile İslamcıları elbette aynı kategoriye koymayacağım. Çalışmam sırasında, birçok gelenekselci ulemanın çalışmaya kafalarında standart feminizm stereotipleriyle başladıkları halde, feministlerle ilişkilendikçe ve etkileşime geçtikçe İslamiyet karşıtı olmadığımızı, aslında çalışmalarımızın Müslüman cemaatinin yararına olabileceğini algıladıklarını gördüm. Bunun tersine, İslamcıların paylaşmadığımız siyasi bir gündemleri var. Bu nedenle bizimle aynı fikirde olmadıklarını seziyorum, ancak bu, belirli İslami gruplarla ilişkisi olan bazı kişilerle tartışmamıza engel değil. Bizler WLUML ağında, toplumun örgütleneceği yegane yapı olarak dine ayrıcalık tanıyan standart İslami algı ile aynı fikirde değiliz.  Bu, bizim karşı olduğumuz, siyasi olarak aşırı sağda bir tutum. Bizim tutumumuz, varolmanın birçok yolu olabileceğini kabul ederek her çeşit varolmaya izin verilmesi gerektiğidir. Topluluklarımızın her birinde, tam demokratik diyaloga ve insan hakları çerçevesinde neyin yararlı neyin yararsız olduğunun tartışılmasına izin vermeliyiz, ama bu çoğu İslamcının şiddetle karşı çıktığı bir şey. Bununla birlikte İslamcılık, İslamı tahayyül etmenin yegane yolu değil, ve ben İslamcılarla aynı temel öncülleri paylaşmayan ilerici İslami ilahiyatçılarla birlikte çalışma konusunda umut verici olasılıklar görebiliyorum. Buna iyi bir örnek, Endonezya’nın önde gelen İslami üniversitelerinden birinin rektör yardımcısı ve bir erkek olmasına rağmen son derece feminist bir yaklaşıma sahip olan Nasiruddin Nasaruddin ‘Umar’dır. Hatta, kendisinin kadınlar ve İslamiyet üzerine bir kitabını çevirdik.

Feministler genelde Müslüman sağ kanat tarafından, cemaati bölmek için komplo kurmakla, kadınları erkeklere karşı konumlandırmakla ve böylece ‘İslam düşmanları’ olarak adlandırılanların ellerine koz vermekle suçlanırlar. Siz bu tür suçlamalara nasıl yanıt veriyorsunuz?

Bu aptalca argümana karşılık olarak, bizimle aynı toplumsal vizyonu paylaşan çok sayıda ilerici erkek Müslüman ilahiyatçının ismini verebilirim.  Ayrıca bizim gibi düşünen ve karar alma yapılarımızda bulunan erkekler de var.  Ne WLUML kadınlara özgü bir grup ne de biz kadınların eşsiz olduğunu savunuyoruz. Toplumsal cinsiyet adaletinden bahsediyoruz, sadece kadınlar için adalet demiyoruz. Erkek egemenliğine dayalı toplumsal cinsiyet adaletsizliğinin yerine başka tür bir adaletsizlik koymaya çalışmıyoruz. Müslüman ümmetini bölme suçlamasına karşı sadece şunu söyleyebilirim: Müslümanlar arasında her zaman içe kapalı bir tartışma geleneği varolagelmiştir. Bu tür tartışma ve fikir ayrılığı aslında çok değerlidir, çünkü bunların yokluğu atalete yol açar. Her topluluk, gelişmek ya da en azından varlığını sürdürmek için tartışmaya ihtiyaç duyar.  İslamın feminist talepler yüzünden tehlikede olduğu suçlamasına gelince, ne kadar az söylenirse o kadar iyi. Bu slogan, kendi iktidarlarını ve ayrıcalıklarını korumak ve geliştirmek isteyenler tarafından topluluk içinde tartışmayı engellemek ve fikir ayrılıklarını susturmak amacıyla kullanılıyor.  İslam’ın tam olarak hangi yönünün tehdit altında olduğu düşünülüyor? Toplumsal adalet dini olarak İslam mı, yoksa ‘İslami’ bir etiketle meşruiyet arayan ataerkil düzen mi? Evet, bugün çok sayıda Müslüman ülkenin emperyalist güçlerin hedefi haline geldiği doğru, ama bu ezeli İslam karşıtı ‘komplo’dan değil, derinlere kök salmış ırkçılık ile emperyalist-kapitalist sistemin birleşiminden kaynaklanıyor. Irkçılığa ve emperyalizme dair meseleleri din ile karıştırmamak önemli. Örneğin bugün Irak’taki sorun, esas olarak Batı’nın yeni sömürgeciliği ve küresel kapitalizmdir, ve bunun İslam karşıtı ‘komplo’ ile hiçbir ilgisi yok. Ancak, hem radikal İslamcılar hem de sağ kanat Hıristiyan evanjelistler bunu, dini terimler çerçevesinde görme eğilimindeler. Böylece din, kitleleri harekete geçirmek için kullanılır hale geliyor.  Ben, en başta medeniyetler çatışması argümanını onaylamıyorum. Aslında, tüm dini geleneklerdeki köktencilerin aynı dili konuşmaları ve ilerici hareketlere karşı birlikte çalışmaları, ya da en azından birbirlerini beslemeleri gerçekten dikkate değer.


* WLUML (Women Living Under Muslim Laws)

** Sisters-in-İslam

Bu yazı, http://www.zmag.org/Turkey adresli siteden alınmıştır.